Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Blog

Karı kocanın dışarıda el ele, kol kola gezmesi caiz midir?

Karı kocanın dışarıda el ele, kol kola gezmesinde bir sakınca yoktur. Fakat ibadette bile orta yolu emreden İslam, karı koca da olsalar insanların dışarıdaki hal ve hareketlerine dikkat etmelerini ister. Buna göre normal bir şekilde kol kola girmekte bir sakınca olmaz ama etraftakilerin dikkatlerini çekecek derecede sarmaş dolaş yürümeleri de caiz olmaz.

Türkçe veya Kürtçe her toplum kendi dilinde ezan okuyabilir mi?

Ezan, Mâide sûresinin 58 ile Cuma sûresinin 9. ayetleri ve bunun yanı sıra Nebîmizin uygulamalarıyla sabit olmuş; kelimeleri ve cümleleri ile evrensel bir şiar, sembol haline gelmiştir. Allah’ın sembollerine saygı göstermek de Allah’a saygı göstermek manasına gelir. Bununla ilgili bir ayet şöyledir:

“Müminler, Allah’ın koyduğu işaretlere/sembollere, haram ayına, hac kurbanına, gerdanlıklı kurbanlara ve Rablerinin ikramını ve rızasını aramak için Kabe’ye yönelenlere saygısızlık etmeyin!…” (Maide, 5/2)

Bir başka ayette ise Allah Teâlâ, şeâirullâh’a yani kendi koyduğu sembollere saygı gösterilmesinin, kalplerin takvasına bağlı olduğunu bildirmektedir. (Bkz: Hacc, 22/32)

Evrensel hale gelmiş olan ezanın kelimelerine, cümlelerine olduğu gibi bağlı kalmak da bu saygının bir göstergesidir. Her milletin kendi dilinde ezan okuması ezanın evrenselliğine gölge düşürecek ve birçok sıkıntının yaşanmasına sebep olacaktır.

Bu konuda Diyanet İşleri Başkanı Sayın Mehmet Görmez’in aşağıdaki ifadelerine aynen katılıyoruz:

“Ezan-ı Muhammedi Sevgili Peygamberimizin ilk mescidi inşa ettiği günden bu güne kadar bütün zamanlarda, bütün coğrafyalarda, bütün Müslümanların ortak inancının sembolü ve simgesi olmuştur. Ezan-ı Muhammedi’nin her kelimesi ve cümlesi Şeair-i İslamiye’dendir. Şeair demek dünya var oldukça Müslüman olma bilincimizi ve Müslüman kalma şuurumuzu diri tutacak ve kaybolmayacak bir sembol demektir.

Binaenaleyh ezanın herhangi bir dile ve lehçeye çevirisinin Müslümanların ortak inancı ve bilincini ifade eden ezan sayılması asla mümkün değildir.”

Bir evlat her çağırıldığında anne ve babasının yanına gitmek zorunda mı?

Annenizin her çağırıldığında anne ve babasının yanına gitmesi zorunlu değildir. Ama yaşlıları da mümkün mertebe kırmamak esastır. Bu konuda annenize yardımcı olunması gerekir. Eğer kardeşleri (teyze veya dayınız) varsa kendi aralarında nöbetleşe olarak ebeveynlerinin hizmetine koşmaları veya onlara bir hizmetçi tutmaları gerekir.

Eğer annenizin kardeşleri yoksa ona çocukları olarak sizin yardımcı olmanız lazımdır. Yani ne yaşlıları yalnız bırakın ne de bütün yükü annenize yıkın… Her şeyde olması gerektiği gibi bunda da orta yolu bulmaya çalışın.

Kürtaj yaptırmanın hükmü nedir?

Annenin sağlık durumunun ciddi bir tehlikeye maruz kalması gibi bir zaruret varsa anne ve evladını birlikte kaybetme yerine sadece evladı feda etmek caiz olur. Sadece bu amaçla kürtaj yaptırabilir. Aksi taktirde kürtaj yaptırmak yani cenini öldürmek, doğmuş bir çocuğu öldürmek gibi haramdır.

Doğacak çocuğun hasta, özürlü, kusurlu, geri zekâlı veya kısa ömürlü olması gibi nedenlerden dolayı cenine müdahale ederek hayatına son vermek de caiz değildir. Bu konuda genetik bilimine ve ultrasonografi yöntemine güvenirlik derecesi tartışmalıdır. Çünkü günümüzde ultrasonografi yöntemiyle özürlü doğacağı ve birtakım hayati riskler taşıdığı tespit edilen bir kısım ceninlerin kürtaj edilmeyip, doğumları gerçekleştiğinde sapasağlam doğdukları görülmektedir. Birçok hukukçu da bu gerçeği müşahede etmiştir.

Sonuç olarak hamileliğin ilk safhasından itibaren kesin ve meşru bir zaruret olmaksızın, düşürmek veya aldırmak yoluyla bir ceninin hayatına son vermek caiz değildir. Ceninde özürlülüğün tespit edilmesi, kürtaj nedeni olarak kabul edilmez. Sadece annenin hayatının kurtarılması, haklı ve meşru bir zaruret kabul edilmiştir.

Aşağıdaki linkte bir öğrencimize yaptırdığımız İslâm Hukukunda Cenine Müdahalenin Hükmü başlıklı yüksek lisans tezi bulunmaktadır. Konuyla ilgili delilleri oradan okumanızı tavsiye ederiz:

www.suleymaniyevakfi.org/fitrat-ve-tip-arastirmalari/kurtaj-ve-cenin.html

Banka teminat mektubu alınmasında bir sakınca var mıdır?

Banka teminat mektubu alınmasında bir sakınca yoktur.

“Bankanın, bir kişi ya da kuruluş adına belli bir meblağa kadar doğacak borcu, belli süre için üstlendiğine dair verdiği belgeye banka teminat mektubu denir. Bu, her ne kadar kefalete benzese de kefaletten farklıdır. Çünkü kefalet bir şahsın borcunu üstlenmek ve o borcun borçlu ile birlikte kendinden istenmesini kabul etmektir. Kefalette kefil olunan kişi aleyhine doğmamış bir borç kefilden istenemez, ama teminat mektubunda istenebilir. Meselâ bir kişiden 1 milyon TL tutarında veresiye mal alacak olan kimse, o kişiye bir teminat mektubu verse de henüz hiçbir şey almasa, o kişi mektupta yazılan meblağı ilgili kurumdan alabilir. Bu durum fıkıh bakımından kabul edilemez.

Kefalet iyilik ve teberru sayıldığı için bundan ücret alınması caiz görülmemiştir.[1] Kefalet, kefilin söylediği bir söz ile tamam olur. Bunun için bir belge düzenlenmesi şart değildir. Ama teminat mektubu, özel ifadeler içeren bir belgedir. Bu belgeyi herkes değil, belli finansal kuruluşlar düzenleyebilir.

Belge düzenlemeye karşılık ücret alınabilir. Nitekim bir fakih verdiği fetvadan ücret alamaz, ama onu bir kâğıda yazmak için ücret alabilir.[2] Çünkü “Bizzat tecviz olunamayan şey bi’t-teba tecviz olunabilir.”[3] Yani tek başına yapılması caiz olmayan şey, başka bir şeye bağlı olarak yapılabilir. Fetvasını bir kâğıda yazan fakihin alacağı ücret bir kâtiplik ücreti değildir. Kâtip, hazır bir belgeyi yazar. Ama fakih yeni bir belge hazırlar. Kefalet belgesi düzenleme işi de bu kapsamdadır.” (KAYNAK: Abdülaziz Bayındır, Ticaret ve Faiz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2007, s: 274-275)



[1] Abdullah b. Mahmud b. Mevdûd el-Mevsılî, el-İhtiyar li ta’lîli’l-Muhtâr, Mısır, 1370/1951, c. 2, s. 167.

[2] Alauddin el-Haskefi,  Dürrü’l-Muhtâr (İbn Abidin ile birlikte), Mısır, 1386/1966, c. 6, s. 92.

[3] Mecelle, madde 54.

Adam öldü. Üç oğlu, dört kızı kaldı. Miras nasıl taksim edilir?

Miras bırakanın üç erkek, dört kız çocuğu bıraktığı durumda miras taksimi her bir erkek çocuğun iki kız çocuk hissesi alacağı şekilde paylaştırılır. Bu meselede toplam miras 10 hisse kabul edilir, her bir kız çocuk 1’er hisse (toplamda 4 hisse), her bir erkek çocuk da 2’şer hisse (toplamda 6 hisse) alırlar.

Murdar olmuş bir hayvanın yenilebilecek herhangi bir yeri var mıdır?

Kesilmeden ölmüş olan hayvanın (meyte) hiçbir yerinin yenilmesi caiz değildir. Bu, “meyte size haram kılınmıştır” ifadesi ile dört ayette kesin olarak yasaklanmıştır. (Bkz.: Bakara, 2/173; Maide, 5/3; En’âm, 6/145; Nahl, 16/115)

Fakat meytenin derisinin tabaklanarak kullanılması caizdir.

Hz. Peygamberin hanımlarından Meymûne validemizin azatlı cariyesine, toplanan zekâttan bir koyun verilmişti. Bir gün koyun ölmüş, Hz. Peygamber de bunu görmüş ve oradakilere: “Onun derisinden faydalansaydınız ya!” demişti. Oradakiler: “Ama o meytedir.” diye cevap verince, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: “Onun yalnızca yenilmesi haram kılınmıştır.”[1] buyurarak meytenin derisinden faydalanılabileceğini ifade etmiştir.

Hadis, değişik varyantlarda “derisini tabaklayıp kullansaydınız ya” şeklinde gelmiş ve sahabenin de o hayvanın derisini tabaklayıp kullandıkları belirtilmiştir.[2]

Yine Peygamberimizin hanımlarından biri olan Sevde validemizden gelen bir rivâyet şöyledir:

“Bizim bir koyunumuz öldü, onun derisini tabakladık. Sonra eskiyinceye kadar içinde nebîz (hurma veya üzümden yapılan bir çeşit içecek) yapmaya devam ettik.”[3]

Fıkıh mezhepleri, meyte’nin haramlığını bildiren ayetten ve derisinden yararlanmayı tavsiye eden yukarıdaki hadislerden yola çıkarak, bunlar hakkında farklı görüşlere varmışlardır.

Şafiî mezhebinin yaygın olan görüşüne göre, bir hayvan öldüğü andan itibaren onun yünü, kılı, tüyü ve kemiği necis olur. Dolayısıyla bunlardan yararlanmak caiz değildir.

Mâlikî ve Hanbelî mezheplerine göre, meyte’nin etinden yararlanmak caiz olmadığı gibi kemiğinden yararlanmak da caiz değildir. Fakat kemiğinin aksine yünü, kılı ve tüyü ise temizdir; kullanılabilir.

Hanefî mezhebine göre ise meyte’nin kemiğinden, kılından ve yününden yararlanmakta herhangi bir sakınca yoktur. Ayet ve hadislere uygun olması açısından bize göre de doğru olan görüş budur.



[1] Buhârî, Zekât, 61; Müslim, Hayz, 100, 101, Zebâih, 30; Ebû Dâvûd, Libâs, 38, 39; Nesâî, Fer’, 4, 5; Muvatta, Sayd, 16; Ahmed b. Hanbel, 1/262, 265, 314.

[2] Müslim, Hayz, 100, 102, 104; Ebû Dâvûd, Libâs, 38; Nesâî, Fer’, 5; Ahmed b. Hanbel, 4/329, 334, 336.

[3] Buhârî, Eymân, 21; Nesâî, Fer’, 4; Ahmed b. Hanbel, 6/429.

Namazda bir rekât içinde niçin bir rükû, iki secde var?

Bunun cevabı “ibadet” kelimesinde yatmaktadır: İbadet “kulluk etmek” demektir. Bunu emreden ise Allah Teala’dır. Allah Teala birçok emir ve yasakların sebeplerini bizlere bildirmemiştir. Biz bunları kul olduğumuz için sorgulamadan yerine getiririz. Neden sabah namazı iki rekât da akşam namazı üç ya da diğerleri dört? Bir rekâtta iki secde varken neden bir rükû var? Bu ve bunun gibi ibadetlerin neden böyle olduğu Allah ve resulü tarafından açıklanmış değildir. Yani onlar böyle dediği için böyle olmuştur.

Bazı âlimler bunun böyle olmasının hikmetlerini aramaya çalışmışlar ve bazı şeyler söylemişlerdir. Fakat bunlar bir yorumdan öteye geçememekte ve gerçek sebebi açıklayamamaktadır.

Ramazan ve kurban bayramları da kandil geceleri gibi bidat mıdır?

Hz. Peygamber ve ashab-ı kiram dönemlerinde görülmeyip onunla amel edilmeyen, hatta bir benzeri olmayan ve İslam’dan olmadığı halde sonradan ortaya çıkan ve ibadet kabul edilen görüş ve amellere, sünnete aykırı davranışlara bid’at denilir. (M. Sait Şimşek, “Bid’at”, Şamil İslam Ansiklopedisi)

Bayramlar kesinlikle bid’at değildir. Zira Peygamberimiz ramazan bayramında da kurban bayramında da bayram namazları kılmış, bu bayramları kutlamış, bayram olduğu için bu günlerde oruç tutulmasını yasaklamıştır. Bununla ilgili hadisleri aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/ramazan-ve-kurban-bayramlari-aslinda-kac-gundur.html

Ayrıca bayram namazlarına, teşrik tekbirlerine dair ayet-i kerimeler mevcuttur. Buradan hareketle bayramların ve bu günlere özel bayram namazlarının Kur’an ve sünnetle sabit olduğu kesin bir şekilde söylenebilir.

Aşağıdaki linkten konuyla ilgili düzenlemiş olduğumuz dersimizi izlemenizi tavsiye ederiz:

www.kurandersi.com/mukayeseli-fikih-dersleri/bayram-namazlari/