Blog
Kur’an’daki miras hükümlerinde ve Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin uygulamasında kadınlarla erkeklerin mirasçı olabilmelerinde herhangi bir farklılık olmadığı, farklılığın bazı durumlarda miras oranlarında olduğu görülmektedir.
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Ana, baba ve akrabaların (miras olarak) bıraktıklarından erkeklere bir pay vardır. Ana, baba ve akrabaların bıraktıklarından kadınlara da bir pay vardır. Allah, bırakılanın azından da çoğundan da bunları farz kılınmış birer hisse olarak belirlemiştir.” (Nisâ, 4/7)
Dolayısıyla erkek kardeşlerin çocukları mirasçı olabildikleri gibi kız kardeşlerin çocukları da mirasçı olabilir. Ancak hisselerinin oranları arasında farklılıklar bulunmaktadır. Şöyle ki: Anne tarafından kız ve erkek kardeşlerle kız kardeşlerin kız ve erkek çocuklarının taksiminde erkek ve kadınlar eşit hisse alırlarken (bak: Nisâ 4/12), hem anne baba veya sadece baba tarafından kız veya erkek kardeşlerle, baba tarafından erkek kardeşlerin kız ve erkek çocuklarının miras taksiminde erkekler iki kadın hissesi kadar almaktadırlar. (bak: Nisâ 4/176).
Fıkıhta “kız kardeşlerin çocuklarının mirasçı olamayacağı veya bunların en son mirasçı olacakları” şeklinde bir uygulama bulunsa da bu uygulamanın Kitap ve Sünnetten herhangi bir delili bulunmamaktadır. Bunun İslâm tarihindeki bazı siyasi olay ve tartışmaların etkisiyle ortaya çıktığı anlaşılmaktadır.
Kadınların tek başlarına veya kendi aralarında cemaatle namaz kılarken kamet getirmeleri Hanefîler’e göre mekruhtur.
Hanefilerin delili, Beyhaki’de geçen (c: 1, s. 408) ve Nebîmizden rivayet edildiği belirtilen şu hadistir:
“Kadınlara ezan da ikamet de gerekmez.”
Bu hadis biri Esma binti Ebi Bekir radıyallahu anhâdan merfû olarak, diğeri ise Abdullah İbn Ömer radıyallahu anhtan mevkûf olarak rivayet edilmiştir. Esma hadisinin senedinde bulunan ravi el-Hakem b. Abdillah b. Sa’d’ın güvenilir biri olmadığı, hadislerinin terk edildiği; Abdullah İbn Ömer hadisinin senedinde bulunan Abdullah b. el-Eyli’nin de zayıf bir ravi olduğu gerekçesi ile her iki rivayet de zayıf kabul edilmiştir. (Bkz: Kâsânî, Bedâiu’s-Sanâi’, Thk: Muhammed Muhammed Tamir, Muhammed Said Zeyni, Vecih Muhammed, c: 1, s. 478)
İmam Şafii ve Ahmed b. Hanbel’e göre kadınlar kamet getirirlerse bunun bir sakıncası olmaz, getirmezlerse bu da caizdir.
Aişe Validemizin ezan okuyup kamet getirdiği ve kadınlara imamlık yaptığı rivayet edilmiştir. (İbn Kudâme, Muvaffakuddîn Ebî Muhammed Abdillâh b. Ahmed, İbn Kudâme el-Makdîsî, Şemsuddin Ebi’l-Ferec Abdirrahman b. Ebî Ömer Muhammed b. Ahmed: el-Muğnî ve’ş-Şerhu’l-Kebîr alâ Metni’l-Mukni’, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1984, c: 1, s. 467, 582. fasıl)
Hayaları burulmuş, iğdiş edilmiş hayvanları kurban etmekte bir sakınca yoktur. Nebimiz sallallahu aleyhi ve sellem, hayaları burulmuş hayvanları kurban etmiştir. İlgili rivayetler şöyledir:
Cabir b. Abdillah’tan rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir:
“Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem kurban bayramı günü hayaları buruk, alacalı (ve) boynuzlu iki koç kesti, onları (kesime hazırlayıp da yönlerini) kıbleye çevirdiği zaman dua etti ve sonra kesti.” (Ebû Dâvûd, Edâhî, 4; Ahmed b. Hanbel, 5/196)
Aişe ve Ebu Hureyre radıyallahu anhuma’dan şöyle rivayet edilmiştir:
“Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kurban bayramında kurban kesmek istediği zaman iri, semiz, çift boynuzlu, alaca ve hayaları burulmuş iki adet koç alırdı. Bunlardan birisini Allah’ın birliğine şehadetle, O’nun (Hz. Muhammed’in) elçiliğine şehadet eden ümmeti adına, diğerini de kendisi ve ailesi adına boğazlardı.” (İbn Mâce, Edâhî, 1)
Hacc suresinin 34 ve 36. ayetlerine göre kurban ibadetinde asıl olan; koyun, keçi, sığır ve deve cinsi hayvanlar üzerine Allah’ın anmak ve onların kanını akıtmaktır. Hayır kurumlarına, Kur’an kurslarına getirilen, bağışlanan hayvanlar da kesildiği anda ibadet yerine getirilmiş olur. Bundan sonra etlerin mülkiyeti bağışçı tarafından bu kurumlara devredilmektedir. Kurum yöneticileri diğer ihtiyaçlarını giderebilmek için bu etleri takas edebilir veya satabilir. Bunda herhangi bir sakınca olmaz.
Zerâyi, zerîa kelimesinin çoğuludur. Bir İslam Hukuk terimi olarak zerîa, şer’an yasaklanmış sonuca götüren vasıtayı ifade eder. Zerîa’nın seddi (kapatılması) ise bu tür yolların yasaklanması demektir. Buna göre sedd-i zerâyi, mefsedete götüren vasıtaların yasaklanması anlamına gelir. Mefsedet de şer’an yasaklanmış durumları ifade eder. (Zekiyyüddin Şaban, İslam Hukuk İlminin Esasları (Usûlü’l-Fıkh), Notlar Ekleyerek Tercüme Eden: İbrahim Kâfi Dönmez, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1996, s: 202.)
Bu, doğru bir hukuk prensibidir. Allah Teâlâ özellikle büyük günahları haram kılarken “onlara yaklaşmayın”, “onlardan uzak durun” buyurmuştur. Yaklaşmamak da ancak araya mesafe koymakla olur ki işte buna sedd-i zerâyi’ denir. Bunun birkaç örneğini aşağıdaki linklerden okuyabilirsiniz:
www.fetva.net/yazili-fetvalar/ickiye-neden-kesin-olarak-haramdir-diyorsunuz.html
www.fetva.net/yazili-fetvalar/kimiz-icmek-caiz-midir.html
www.fetva.net/yazili-fetvalar/flort-zina-midir.html
www.fetva.net/yazili-fetvalar/iddaa-veya-ganyan-bayisi-olmanin-hukmu-nedir.html