Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Blog

Hristiyan dünyasının dünya ekonomisine katkıları var mıdır?

Olumlu ve olumsuz yönleriyle bir bütün olarak bakıldığında Dünyamızın ulaştığı mevcut ekonomik seviyede bütün insanlığın katkısı olmuştur; buna Hristiyan dünyası da dâhildir. Coğrafi keşifler, yüksek meblağda sermayeye sahip çok ortaklı şirketlerin kurulup gelişmesi, ilk sanayi hamleleri, zararlı yönleriyle birlikte dünya ticaretinin gelişmesinde önemli etkileri bulunan Bankacılık ve Sigorta sistemi ile para ve sermaye piyasaları vb. bir Hristiyan merkezi olan Batı’da ortaya çıkmıştır. Günümüzde ticari hayatın üzerine bina edildiği birçok hukuki kural ve düzenleme, finansal ürünler ve muhasebe uygulamalarının çıkış yeri de Hristiyan Batıdır.

Bu konuda geniş bilgi için İktisat tarihi alanındaki kaynaklardan yararlanılabilir.

Şu iki eseri örnek olarak verebiliriz:

1) Arif Ersoy, “İktisadi Müesseseler Tarihi”

2) Erol Zeytinoğlu “İktisat Tarihi”.

Eşlerden biri din değiştirirse nikâh düşer mi?

Eşlerden birinin din değiştirmesi nikâhı düşüren bir unsur değildir. Onunla birlikte yaşayabileceğinizi düşünüyorsanız Kur’an’a göre evliliğiniz devam eder. Ama onunla yaşayamayacağınızı düşünüyorsanız boşanma davası açar, boşanırsınız.

Bu konuyla ilgili olarak www.suleymaniyevakfi.org/ sitemizde kadınların boşanma haklarına dair bir yazı bulunmaktadır. O yazıyı okumanızı ve ona göre davranmanızı tavsiye ederiz. Yazıya ulaşmak için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.suleymaniyevakfi.org/fikih-arastirmalari/kadinin-bosanma-hakki-iftida.html

Dinimizde bekâretin önemi nedir?

Allah hiçbir şekilde kulları arasında ayrım yapmaz. Bekâret ancak kıyılan meşru bir nikâh sonucunda, yani evlilikle giderilebilir. Evlilik dışı birliktelik zinadır. Zina Allah’ın kesin olarak yasakladığı çirkin bir günahtır. Ona yaklaşmak bile haram kılınmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, çok çirkin bir iş ve kötü bir yoldur.” (İsrâ, 17/32)

Bakirelik önemlidir ama kızlık zarı, sıçramak, düşmek, yüksekçe bir yerden atlamak gibi sebeplerle yırtılmış olabilir. Aksi sabit oluncaya kadar bir kişinin suçsuz sayılması, temel pren­sip olduğundan kızlık zarının böyle bir sebeple yırtıldığı varsayılarak değer­lendirmenin kadının lehinde yapılması gerekir. Kızlık zarının neden yırtıldığını ne kadının eşi, ne mahkeme, ne de bir başkası sorabilir. Kimseye böyle bir hak tanınmamıştır.

Bakire olması şartıyla bir miktar mehir verilerek evlenilen kadının kız­lık zarının yırtık olduğu, kocasıyla ilişki esnasında ortaya çıksa mehirden bir eksiltme de yapılmaz. (Ömer Nasuhi BİLMEN, Hukukı İslamiyye ve Is­tılahatı Fıkkhiyye Kâmusu, İst. 1985, c: 2, s: 141.)

Bekâret kontrolü ancak şöyle olabilir: Kadın, eşinin kendiyle cinsel ilişkiye giremediğini iddia ederek ayrılma talebiyle mahkemeye başvurursa hâkim bakar; eğer erkek, tedavi edilebilir bir durumda ise tedavi için bir yıl süre tanır ve tedavi olmasını tembih eder. Bu süre sonunda kadın eşinin hâlâ kendi ile ilişkiye giremediğini iddia eder de erkek bu iddiayı reddederse bakılır; eğer kadın bakire ise bekâret kontrolü yapılabilir. Bu kontrol, kadının talebiyle boşanma kararı verebilmek içindir. (BİLMEN, a.g.e., c: 2, s: 351.)

Hz. Ali’nin kaç hanımı, kaç çocuğu vardı? Nesli kimlerden devam etti?

Kaynaklarda tespit edilebildiğine göre Ali radıyallahu anh’ın hanımlarının ve bu hanımlarından olan çocuklarının isimleri şöyledir:

     1. Fatıma radıyallahu anha: Peygamberimizin kızıdır. O yaşadığı müddetçe Ali radıyallahu anh başkasıyla evlenmemiştir. Fatıma validemizden Hasan, Hüseyin, küçük yaşta ölen Muhsin, Zeynep ve Ümmü Külsûm adlı çocukları olmuştur.

     2. Ümmü’l-Benin binti Hizam: Abbas, Cafer, Abdullah ve Osman adlı çocukları olmuştur. Abbas’ın nesli devam etmiştir.

     3. Leyla binti Mes’ud: Ubeydullah ve Ebu Bekir adlı çocukları olmuştur. Nesilleri devam etmemiştir.

     4. Havle binti Ca’fer: Muhammed b. Hanefiyye bu eşinden doğan çocuğudur.

     5. Esma binti Umeys: Yahya ve Muhammed adlı çocukları olmuştur. Nesilleri devam etmemiştir. 

     6. Ümmü Habib binti Rebia: Ömer ve Rukiyye adlı çocukları olmuştur.

     7. Ümame binti Ebi’l-As: Muhammed el-Evsat adlı çocukları olmuştur.

     8. Ümmü Said binti Urve: Ümmü’l-Hasan ve Remle.

     Ali radıyallahu anh’ın neslinin, oğulları Hasan, Hüseyin, Muhammed b. Hanefiyye, Abbas ve Ömer yoluyla devam ettiğine dair kaynaklarda bilgi mevcuttur.

 (Kaynak: Mustafa Öz, “Ali Evladı”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 2, s. 392.)

Akıl nedir? İslam ile mükellef olmak için gereken akıl miktarı nedir?

Bir hukuk terimi olarak iyi ile kötüyü, kâr ile zararı ayırt etmeye yarayan zihnî melekeler açısından yeterli kimseyi ifade eden kavram âkil veya akıl sahibi kavramıdır.

Akıl ve temyiz kabiliyeti arızalanınca, kişinin dinî yükümlülükleri kalkar. Burada dikkat edilecek husus, tasarruf sırasında, iyi ile kötüyü ayırt etme kabiliyetinin mevcut olup olmadığıdır. Çünkü bazı akıl hastalıkları temyiz kudretini devamlı surette kaldırırken, bazı hastalıkların temyiz gücünü kaldırması sürekli değildir. Hasta aklı başında iken yaptığı iş ve tasarruflardan sorumludur. Meselâ, saralıların iki sara nöbeti arasındaki zamanda aklı başındadır. Yahut uykuda gezenler, diğer zamanlarda temyiz kudretine sahiptirler.

(KAYNAK: Hamdi Döndüren’in Diyanet ve Şamil İslam Ansiklopedileri’ndeki “Âkıl”  ve “Akıl Hastalığı” maddeleri)

Bir gelin kayınpederinin yanında başı açık durabilir mi?

Müslüman bir kadın kendisine dinen yabancı olan erkeklerin yanında başını örtmek durumundadır. Kadınlar arasında veya evde babasının, erkek kardeşlerinin, amca veya dayısının, kayınpederinin yanında yahut da yalnız başına kaldığında başını örtmek zorunda değildir.

Allah Teâlâ Nur Suresinin 31. aye­tinde şöyle buyurur:

“Mümin kadınlara da söyle gözlerini sakınsınlar; edep yerlerini ve çevresini örtsünler. Görünen kısım dışındaki süslerini açmasınlar.  Başörtülerini yakaları üstüne kadar indirsinler. Kocaları,  babaları, kocalarının babaları, oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları, elleri altında bulunan esirler, ele bakar hale gelmiş ve erkekliği kalmamış kimselerle kadınların edep yerlerinin farkına varamamış çocuklar dışında hiç kimseye süslerini açmasınlar…” (Nûr, 24/31)

Detaylı bilgi aşağıdaki linkte bulunmaktadır:

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/basortusu-ve-ortunme.html

Nikâhta denetimi niçin şart koşuyorsunuz?

Öncelikle bizim kimseyi tatmin ve ikna etme gibi bir görevimizin olmadığını söylememiz gerekiyor. Biz, bize sorulan sorulara elimizden geldiği kadar ayetlere ve Nebîmizinden nakledilen sahih uygulamalara bağlı kalarak cevaplar hazırlamaktayız. Buradan hareketle, veli izni olmadan kıyılan nikâhın geçersiz olduğu hükmü bize değil; Allah’a ve O’nun resulüne aittir! Nikâhın mutlaka bir denetim altında kıyılması gerektiğini ve buna aykırı olan nikâhların geçersiz olduğunu söyleyen Allah ve resulüdür.

Birbirini seven ve kendisini dindar bilen herkes ailelerinden gizli ve habersiz, yetkili makamlardan da onay almadan tamamen denetimsiz bir şekilde birliktelik yaşayacaklar ve buna dinimiz müsaade edecek! Kesinlikle böyle şey olamaz. Eğer buna izin verilirse zina neye denir o zaman? Böyle bir şeyi dinimize uygun görmek cinayet olur.

Dolayısıyla dini kendinize uydurmak yerine kendinizi dine uydurmaya gayret gösterirseniz iyi olur. Ayrıca bilmediğiniz şeylerde hüküm vermeye de kalkışmamanızı tavsiye ederiz.

Nikâh ve denetimi hakkında aşağıdaki linklerde yeteri kadar bilgi mevcuttur:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/nikahta-neden-veli-sarti-kosuluyor.html

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/velisiz-nikah.html

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/nikahin-denetlenmesi.html

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/nikah-sozlesmesinde-veli.html

Allah’tan geldik, Allah’a döneceğiz ayetini nasıl anlamalıyız?

İlgili ayet şöyledir:

“Onlar, başlarına bir sıkıntı gelince şöyle derler: “Biz, Allah’a aidiz. Zaten, ona döneceğiz.” (Bakara, 2/156)

Bu ayetin tefsirinde Fahreddin Razi şöyle demektedir:

“Ayetin “Biz, Allah’a aidiz.” kısmı, bizim, Allah’ın mülkü olduğu­muzu itiraftır. “Zaten, ona döneceğiz.” kısmı ise öleceğimizi ve fâni olduğumuzu ikrardır.

Allah’a dönmek, mekâna veya cihete geçmek manasında değil­dir. Çünkü bu Allah hakkında imkânsızdır. Daha doğrusu bundan murat kulun, Allah’tan başka hiç kimsenin hüküm sahibi olamayacağı bir yere varacağı­dır. Bu da âhiret yurdudur. Çünkü o zamanda, onlara hiçbir kimse ne bir fay­da verebilecek, ne de bir zararı savuşturabilecektir. Fakat dünyada bulundukları müddet esnasında ise, zahire göre Allah’tan başkaları onlara zarar ve fay­da verebilir. İşte Cenâb-ı Hak bunu, kendisine bir rücû (dönüş) olarak kabul etmiştir. Nitekim Arapça’da “Melik’e ve devlete dönülür, varılır” denilir. Bundan mak­sat, “ona intikal edilir, gidilir” manası olmayıp, “onun kudretine başvurulur ve anlaşmazlık ona götürülür” demektir.”

Razi buna benzer bir ifadenin yer aldığı Bakara suresinin 46. ayetinde de şunları söylemektedir:

“Allah’a rücû etmekten maksat, insanların Allah’tan başka bir sahibi olmadığı, O’ndan başka hiç kimsenin onlara herhangi bir fayda ve zarar veremediği bir yere rucu etmektir. Nitekim onlar, ilk yaratılışlarında da böyleydiler. Böylece onların ilk önce oldukları hale döndürülüşleri, Allah’a rücu kabul edilmiştir. Çünkü onlar, hayattayken, her ne kadar Allah bütün hallerde onların sahibleri idiyse de, O’ndan başka varlıklar hükmediyor ve onlara (zahiren) zarar ve fayda verebiliyordu.”

Lütfen aşağıdaki linki de tıklayın:

www.fetva.net/kuran-yazili-fetvalar/inna-lillahi-ve-inna-ileyhi-raciun-ayeti-ne-manaya-geliyor.html

Katılım bankalarının borcunu ödeyemeyenlerden aldığı ceza faiz midir?

Katılım bankalarının yani eski adlarıyla faizsiz finans kurumlarının, ödemeyi geciktiren müşterilerinden faiz alamamaları gerekir. Ama uyguladıkları gecikme ‎cezası türlerinin tamamı faiz kapsamındadır. Diğer bankaların yaptıklarından tek farkları, adına faiz dememeleridir. Bu problemi faize girmeden çözmek mümkün olduğu halde ‎henüz uygulanmamaktadır.‎

Ödemeyi geciktiren borçlulara uygulanacak cezalar konusunda aşağıdaki linkte geniş bilgi bulunmaktadır. İlgilenenlerin o yazıyı okumalarını tavsiye ederiz:

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/odemeyi-geciktiren-borcluya-maddi-ceza.html

Kur’an Türkçeye ilk olarak ne zaman tercüme edilmiştir?

Kur’an-ı Kerim’in tercüme edildiği en eski dillerden biri Türkçe’dir. Kur’an’ın Türkçe tercümelerinin en eski tarihi olarak hicrî 4-5. asırlar (miladi 10-11.) gösterilmektedir. Bu dönemde Türkler Uygur alfabesini kullanıyorlardı. Bu bakımdan ilk Türkçe Kur’an tercümeleri Uygurca olmalıdır.

İlk olarak yapılanlar satır arası tercümelerdir. Müellifleri ise belli değildir. Bunlar tam tercüme değildir. Arap harfleri ile yapılan ilk tam Kur’an tercümesi daha önce Farsça tercüme heyetinde yer alan Türk âlimler tarafından hicrî 5. Yüzyılda yapılmıştır.

Konu hakkında çok daha detaylı bilgi almak isterseniz size bir kitap tavsiye ederiz:

Hidayet Aydar, Kur’an-ı Kerim’in Tercümesi Meselesi, İstanbul, Kur’an Okulu Yayıncılık, 1996. Aynı yazarın Diyanet İslam Ansiklopedisi’nin “Kur’an” maddesindeki “Kur’an’ın Tercümesi” bölümüne de başvurulabilir. (Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 26, s: 404-409)

Bir erkeğin karısına emir verme hakkı ve yetkisi var mıdır?

İbadetlerde niyet esas olduğu için kimseye zorla ibadet yaptırılamaz.  Bir erkek karısına, ibadetlerini aksatmaması yönünde telkin ve tavsiyelerde bulunmalıdır. Bu, sevabı çok olan bir davranış çeşididir.

Bu konuda sitemizde bulunan benzer bir cevabı okumak için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/esime-ve-cocuklarima-dini-yasamalari-icin-baski-yapabilir-miyim.html

 İbadet dışında kalan konularda ise erkeğin ev reisi olmasından kaynaklanan bir takım kurallar koyma yetkisi vardır. Mesela evine girmesini istemediği kişileri karısına söyleyip onları eve almamasını veya karısının bazı yerlere gitmemesini emredebilir. 

Evlilikte karı koca hakları ve görevleri konusunda açıklamalı bilgi için aşağıdaki linkte bulunan yazıyı okumanızı tavsiye ederiz:

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/gunumuzde-kari-koca-ihtilafinin-sebepleri.html

Kadınları hacca götürmemek doğru bir davranış tarzı mıdır?

Hac konusunda kadın ile erkek arasında herhangi bir ayrım yoktur. Hac ibadetinin diğer ibadetlerden ayrılan noktası da budur. Kadınlarla erkeklerin bir arada olması sebebiyle işlenebilecek olan günahlardan dolayı kadınları hacca götürmeyenlerin kendilerinin de gitmemesi lazımdır! Zira orada sadece erkekler değil, dinen kendilerine yabancı olan kadınlar da bulunmaktadır!

Dolayısıyla bu tür bahanelerle kadınları hac gibi dinin şiarı olan mühim bir ibadetten mahrum etmeyi kural haline getirmek, yeni bir din uydurmaktır.

Açık artırmalarda her yeni teklif için ayrı bir ücret almak caiz midir?

Bir malı almak için verilen teklif, ücrete tabi olamayacağı için bu maksatla para vermek de almak da batıldır. Bahsettiğiniz internet siteleri üzerinden ürün satan kişi veya kişilerin asıl maksadı bu yolu kullanarak para kazanmaktır. Bunun olmazsa olmaz şartı ise insanların ilgisini daha fazla çekecek bir yöntem uygulamaktır. Bahsettiğiniz yöntem batıldır: o yönteme göre işlem yapmak caiz değildir.  

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Mümin­ler, mallarınızı aranızda batıl yolla değil, karşılıklı rızaya dayalı ticaretle yiyin. Kendinizi öldürmeyin; Allah size karşı merhametlidir.” (Nisa, 4/29)

Bayram günü kabir ziyareti yapmak uygun mudur?

Bayramlarda kabristan ziyareti dinimizin emri değil, bir gelenektir. Bu konuda bir yasak da yoktur. Bayramlar, sevinç ve neşe günleri olduğu için bazı yerlerde kabir ziyaretinin arife günlerinde yapılması adet olmuştur.

Miras konusunda çocuklar arasında ayrım yapmanın hükmü nedir?

Ana-baba çocukları arasında ayrım yapamaz. Bir çocuğuna ne verirse diğer çocuklarına da aynısını vermesi gerekir. Bu konuda şöyle bir hadis bulunmaktadır:

Âmir eş-Şa’bî şöyle demiştir: Ben Nûmân İbn Beşîr’den kendisi (Kûfe’de) minber üzerinde hutbe okurken işittim; şöyle diyordu: “Babam Beşîr, (anamın zorlamasıyla) bana bir köle hibe etmişti. Anam Ravâha kızı Amre (babama): Sen bu hibeye Resûlullah’ı şâhit yapmadıkça inanmam, razı olmam, dedi. Bunun uzerine babam Beşîr, Resûlullah’a gidip: Yâ Resûlallah! Ben Amre binti Ravâha’dan doğan oğluma bir köle hediye verdim. Fakat yâ Rasûlallah, Amre bana bu hibeye seni şahit tutmamı emretti, dedi. Resûlullah: “Sen Nûmân’a verdiğin hediyen gibi öbür çocuklarına da verdin mi?” diye sordu.

Beşîr: Hayır (vermedim), dedi.

Bunun üzerine Peygamber, Beşîr’e: “Allah’tan korkun da çocuklarınız arasında adaletli davranın.” buyurdu.

Nûmân şöyle dedi: Artık babam, Peygamber’in yanından dönüp geldi ve bana verdiği hediyesini geri aldı. (Buhari, Hibe, 11.)

Görüldüğü gibi bir baba çocuklarını mirasından mahrum edemez. Bir çocuğunu diğerinden ayırıp kayıramaz.

Lütfen aşağıdaki linkte bulunan görüntülü cevabımızı da izleyiniz:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/bir-kisi-mirasini-cocuklarindan-sadece-birine-birakabilir-mi.html

Ben iki kurbanlığın oğluyum sözü hadis midir?

Başta Hz. Peygamberin hayatını anlatan siyer kitaplarında olmak üzere bazı hadis ve tefsir kitaplarında bu rivayete rastlanmaktadır. Ama Kütüb-i Sitte olarak adlandırılan sahih hadis kitaplarının hiçbirinde bu rivayet bulunmamaktadır.

Rivayet, kitaplarda biri bizzat Peygamberimizin ağzından “ben iki kurbanlığın oğluyum”, diğeri bir bedevinin Peygamberimize hitaben “ey iki kurbanlığın oğlu” şeklinde yer almaktadır. Âlimler ikinci rivayetin sağlam olduğunu, birinci rivayetin Peygamberimizin ağzından çıkmış bir söz olduğunu tespit edemediklerini belirtmişlerdir. (Bkz: Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, Beyrut, 1988, c: 1 s: 199, hadis no: 606)

Saygı duruşunda bulunmanın hükmü nedir?

Bir insanın bir başkası karşısında ayakta durması ya da bir heykel karşısında saygı duruşunda bulunması dinimiz açısından yanlış bir davranıştır. Ancak “bildiğimiz kadarıyla” Atatürk’ün heykeli karşısında duranlar ona tapma niyetiyle durmuyor, onu Allah ile kendi arasına koymuyor ve ondan yardım istemiyor. Bunun için ona adaklar vs. sunmuyor. Bu sebeple o duruş, puta tapmak gibi olmaz. Puta tapanlar, heykelin manevi şahsiyetini tanrılaştırarak Allah ile kendi aralarına koyar ve ondan yardım isterler. İşte şirk budur.

Allah Teâlâ tevbe edilse dahi şirk günahını bağışlamaz mı?

Tevbe edildiği taktirde bağışlanmayacak olan günah yoktur. Buna şirk de dâhildir. Allah’ın asla bağışlamayacağı şirk, tevbe etmeden ölenlerin şirkidir.

“Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun altında olanı, şirkten uzak kalmayı tercih eden kişi için bağışlar. Kim Allah’a ortak koşarsa derin bir sapıklığa düşmüş olur.” (Nisâ, 4/116)

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/allah-teala-sirk-gunahi-isleyeni-affediyor-mu.html

Bu ayet tevbe etmeden ölenler hakkındadır. Zira aşağıdaki ayete göre şirk dâhil her günah tevbe edildiğinde bağışlanacaktır.

“De ki: Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları affeder. Zira O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

O yüzden size azap gelip çatmadan evvel Rabbinize yönelip-dönün ve O’na teslim olun. Sonra size yardım da edilmez.” (Zümer, 39/53-54)

Adak olarak tavuk ve horoz kesmek doğru mudur?

Kur’an-ı Kerim’in 22. suresi olan Hacc suresinin 28 ve 34. ayetlerine göre kurban edilecek olan hayvanların en’âm cinsinden olması şarttır. En’âm suresinin 143 ve 144. ayetlerinde bunların koyun, keçi, sığır ve devenin erkeği ve dişisi oldukları açıklanmıştır. Bu hayvanların dışında hiçbir hayvandan kurban olmaz.

Bazı Müslümanların tavuk ve horoz adamalarının kaynağının net olarak bilinmesi mümkün değildir. Fakat normalde küçük ve büyükbaş hayvanların dışında kümes hayvanlarından sadece kumru ve güvercin gibi kuşların kurban edilebildiği Yahudilikte buna yakın bir gelenek bulunmaktadır. Bu geleneğe göre Yom Kipur gününden evvelki gün yetişkin bir Yahudi bir kümes hayvanını (erkekse bir horoz, kadınsa bir tavuk) alır ve hayvanı boynundan tutarak başının üstünden üç kez döndürerek şöyle der: “Bu benim keffaretim, fidyem, telafimdir. Bu horoz (tavuk) ölecektir. Fakat ben uzun ve mutlu bir yaşam süreceğim.” Ondan sonra hayvan kesilir ve fakirlere verilir veya değerince bağışta bulunulur.”

Kapara-Kaparot adı verilen bu gelenek, Tevrat’taki kurban konusu ile ilgili olmayan ve inanışa göre kişinin çeşitli vesilelerle işlemiş olduğu günahlarla ilgili olarak pişmanlık duygusunu ifade etmek için horoz misali bir hayvan kestirip sadaka vermesidir. Kapara bir dini vecibe değildir, bir geleneği ifade eder. (Bkz: Yusuf Besalel, “Kapara-Kaparot”, Yahudilik Ansiklopedisi, Gözlem Gazetecilik, c: 2, s: 309-310)