Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Yazılı Fetvalar

Oruçluyken günü uykuda geçirmekte bir sakınca var mıdır?

Oruçluyken uyumakta bir sakınca yoktur. Fakat uykuda olduğunuz zaman sabah, öğle ve ikindi namazlarını kılmazsanız büyük günah işlemiş olursunuz! Bu yüzden sahurdan sonra namazları kaçıracak şekilde kesintisiz uyumanız caiz değildir. Ama arada kalkar, namazları vaktinde kılarsanız günü uykuda geçirmenizde bir sakınca olmaz.

YAYIMLANDIĞI YER: Yahya Şenol, Ramazan ve Oruç, 3. Baskı, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2017, s. 110-11.

Ramazanda niyetlenmeyip oruç tutmayanlar bunu nasıl telafi edebilirler?

Kendisini Müslüman olarak tanımlayan ve hastalık veya yolculuk gibi meşru bir mazereti olmayan bir kimsenin Ramazan günü oruca niyetlenmemek gibi bir hakkı ve yetkisi yoktur! Bu davranış haramdır. Ve mazeretsiz yere Allah’ın kesin bir emrini yerine getirmemek, Allah’a isyan etmektir. İsyan söz dinlememek, emri tutmamaktır. Allah’ın “yapma” dediklerini yapanlar nasıl günah işliyorlarsa “yap” dediklerini yapmayanlar da günah işlemiş olmaktadırlar.

www.fetva.net/yazili-fetvalar/mazeretsiz-yere-oruc-tutmayanlar-allaha-isyan-mi-etmis-oluyorlar.html

Ayrıca oruçla ilgili hükümlerin en ince ayrıntısına kadar anlatıldığı ayetlerin sonuncusunda Allah Teâlâ: “Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır (hudûdullâh); onlara yaklaşmayın.” (Bakara, 2/187) buyurmuştur. Hiçbir mazereti olmadığı halde oruç tutmayanlar, bu sınırlara yaklaşmakla kalmayıp onları aşmış olurlar.

Hasta veya yolcu olmadığı halde keyfi olarak oruç tutmayan Müslüman, bu yanlış davranışından dolayı derhal tevbe etmeli, Allah’tan bağışlanma dilemeli ve bir daha asla bu yanlışını tekrar etmemelidir. Bu kişinin tutmadığı oruçlarını daha sonra kaza etmesi gerekmez. Zira Bakara sûresinin 184 ve 185. ayetlerinde yalnızca hasta ve yolcuların oruç tutmamaları durumunda bu oruçlarını kaza edebilecekleri bildirilmiştir. Bu, onlar için bir lütuftur, hiçbir mazereti olmadığı halde oruç tutmayanlar için böyle bir lütuf söz konusu değildir.

YAYIMLANDIĞI YER: Yahya Şenol, Ramazan ve Oruç, 3. Bs., Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2017, s. 89-90.

Lütfen aşağıdaki linki de tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/keyfi-olarak-tutulmayan-ramazan-orucunun-cezasi-nedir.html

Tedavi görmekte olan hastaların oruç tutmaları sakıncalı mıdır?

Kızınızın oruç tutmasının sakıncalı olup olmadığına biz karar veremeyiz. Bu karar, tedavisini yürütmekte olan doktorlarına aittir. Fakat şu anda tedavi görmekte olduğuna göre orucunu tutmama ruhsatı vardır. Bu ruhsatı kullanarak oruçlarını tutmayabilir. Tedavisi bitip iyileştiğinde de tutamadığı oruçlarını kaza etmekle yükümlüdür.

Benzer soru-cevaplar için lütfen aşağıdaki linkleri tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/reflu-hastasiyim-ilac-icmem-gerekiyor-oruc-tutmasam-olur-mu.html

www.fetva.net/yazili-fetvalar/diyabet-hastalarinin-ramazan-ayinda-oruc-tutmalari-gerekir-mi.html

Mazereti sebebiyle oruç tutamayanlar para mı vermelidirler?

Oruç tutmamak için meşru mazeretler, hastalık ve yolculuktur. Bunun dışında herhangi bir mazeret kabul edilmemektedir.

Hasta ve yolcu olanlar da tutamadıkları oruçlarını Ramazandan sonra kaza etmekle mükelleftirler. Bunun yerine herhangi bir ödeme yapılması söz konusu değildir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Orucu sayılı günlerde tutun. İçinizden hasta olan veya yolculukta bulunan tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutsun…

Ramazan öyle bir aydır ki Kur’an o zaman indirilmiştir. O insanlara yol gösterir. Onda doğru yolun açık belgeleri vardır, iyiyi kötüden ayırır. Sizden kim bu aya erişirse onu oruçlu geçirsin. Kim de hasta olur veya yolculukta bulunursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutsun. Allah size kolaylık ister, zorluk istemez. Bu kolaylıkları, sayıyı tamamlamanız ve size yol gösterdiğine karşılık onu ululamanız için meşru kılmıştır; ola ki şükredersiniz.” (Bakara, 2/184-185)

Daha geniş bilgi için aşağıdaki linkte bulunan soru-cevabı da okumanızı tavsiye ederiz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/oruc-tutamayan-hastayasli-ve-gucsuz-olanlar-ne-yapmali.html

2013 yılı Ramazan hangi gün başlayacak, bayram hangi gün olacaktır?

Dini günler, hesapla belirlenir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Ay ve güneş, bir hesaba göredir.” (Rahmân, 55/5)

“Güneşi ziyâ, Ayı nûr yapan odur. Yılların sayısını ve hesabı bilesiniz diye ziyâya iniş yerleri belirlemiştir. Allah bunları, doğruyu gösterir biçimde yaratmış ve âyetlerini, bilen bir topluluk için ayrıntılı olarak açıklamıştır.” (Yunus, 10/5)

Ziyâ, Güneş ışını; nûr da insanı rahatsız etmeyen ışıktır. Güneşin kendini göremeyiz; bizim Güneş dediğimiz ondan gelen ışınlardır.

Ay’ı da göremeyiz. Bizim için Ay, ona inen Güneş ışınlarının bize yansıyan kısmıdır. Yansımadaki daralma ve genişlemeye göre ona; hilal, yarımay ve dolunay deriz. İlgili âyetlerden biri şudur:

“Aya (ziyânın) iniş yerleri için ölçü koyduk; sonunda kuru hurma dalı gibi olur.” (Yasin 36/39)

Kameri ayın ilk günü, Güneşin batmasından sonra battığı görülen hilali takip eden gündür. O ay Ramazan ise onu oruçlu geçirmek gerekir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“… Sizden kim Ramazanı yaşarsa, onu oruçlu geçirsin…” (Bakara 2/185)

Yukarıdaki âyetlere göre kameri ayların hesapla belirlenmesi gerekir. Ancak Nebimizin yanında bu hesabı yapacak bir kimse olmadığı için şöyle demişti:

“Biz ümmi bir toplumuz; yazı yazamaz, hesap yapamayız.”

Sonra 10 parmağını üç kere açıp üçüncüsünde başparmağını kapayarak “ay; şöyle, şöyle ve şöyledir” demiş  (29 güne işaret etmiş); arkasından, “ay, şöyle, şöyle ve şöyledir”, demiş, 30 günü kast etmişti. (Müslim, Sıyâm, 1080)

Böylece o, işaret diliyle kameri ayın 29 günden az, 30’dan fazla olamayacağını bildirmiştir. Onun bir sözü de şöyledir:

“Hilali görünce oruç tutun, tekrar görünce orucu bırakın, hava size bulutlu geldiyse ayı otuza tamamlayın.” (Müslim, Sıyâm, 1081)

Hesap yapacak uzman olmayınca tek çare hilali gözlemekti. Nebîmiz de onu söylemiş ve onu yapmıştı. Artık uzmanlarımız olduğu için bir yeri merkez alıp Kur’ân’ın emrettiği hesaba geçmek gerekir.

Oruca, ikinci fecrin doğması ile başlandığından Ümmü’l-Kurâ olan Mekke’yi merkez almalı, Mekke’de ikinci fecir doğuncaya kadar Dünyanın herhangi bir yerinde, Güneşin batmasından sonra batan hilalin görülmesiyle birlikte yeni kameri ayı başlatılmalıdır.

Hesaba yönelmek, kutup bölgesinde yaşayan Müslümanlar için de bir zorunluluktur. Çünkü orada, bazı zamanlarda Güneş doğmamakta, bazen de batmamaktadır. Güneşin batmadığı zamanlarda hilali görmek imkânsızdır.

Kur’ân-Sünnet bütünlüğü, hesaba geçmemizi gerektirir. Böylece her yerde, aynı günde oruca başlama ve aynı günde bayram etme imkânına kavuşmuş oluruz.

Astronom Prof. Dr. Adnan Ökten Bey’in yaptığı tespitlere göre Ay’ın insan gözü ile görülebilmesi için belirlenen Güneş’ten 8° açılma ve ufuktan da 5° yükseklikte olma şartı 8 Temmuz 2013 günü Güney Amerika’nın batı sahillerinde oluşacağından 09 Temmuz 2013 Salı günü Ramazan’ın ilk günüdür.

Bayram hilali 7 Ağustos’ta Afrika’nın güneyinde görülecektir. Madagaskar’da yaşayanlar, akşam Güneşin batmasından sonra batan hilali görebileceklerinden 8 Ağustos Perşembe günü Ramazan Bayramıdır.

Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı bu konuda, doğru bir uygulama yapmaktadır. Kur’ân, namaz vakitleri konusunda gözlemi emrettiği için kameri takvim konusunu bilim adamları heyetince yapılacak hesaplara bırakmaktadır.

Hiçbir ayette hilalin gözlemlenmesi emredilmemiş ve insanlar hesaba yönlendirilmiştir. Hesabı yapacak kişilerin bulunmadığı dönemde Nebîmizin tek çare olarak uyguladığı, hilalin çıplak gözle görülmesi uygulamasını, tek emir gibi saymak, kabul edilebilir bir şey değildir.

KAYNAK: Abdulaziz Bayındır, “2013 Yılı Ramazan ve Bayram Hilali Tespiti”, Kitap ve Hikmet Dergisi, Yıl: 1, Sayı: 2, 2013 (Temmuz-Eylül), s: 14-16.

Mirasta dede yetimliği meselesinin dinimizdeki hükmü nedir?

Kişinin babası veya annesi, miras bırakandan (dede veya ninesinden) daha önce ölmüşse torun/torunlar baba veya annelerinin yerine geçerek dedelerine mirasçı olurlar. Anne veya babalarının dede veya ninelerinden önce ölmüş olması, torunları mirastan mahrum etmez. Torunlar anne ile miras bırakana ulaşıyorlarsa kız çocuğun aldığı mal kadar, baba ile ulaşıyorlarsa erkek çocuğun aldığı kadar pay alırlar.

Sorunuza gelince: Siz de annenizin yerine geçerek dayınızla birlikte dedenize mirasçı olabilirsiniz. Bu durumda miras üçe ayrılır: İki hisseyi dayınız alır. Annenizin hissesi olan bir hisseyi de siz kardeşinizle paylaşırsınız.

Kur’an-ı Kerim’de ve Peygamber (sav)’in uygulamalarında akrabaların miras bırakana ulaştıkları akrabalık yolları dikkate alınarak mirasçı yapıldıklarından, dede yetimliği meselesi diye bir sorun ortaya çıkmamaktadır. Bununla ilgili ayet şöyledir:

“Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe kadının payının iki misli vermenizi emreder… Babalarınız (ebeveyniniz) ve oğullarınızdan (çocuklarınızdan) hangisinin size, fayda  bakımından daha yakın olduğunu  bilemezsiniz.” (Nisâ, 4/11)

Miras bırakanın çocuklarının mirasçılığıyla ilgili ayette de kız ve erkek çocuklar birlikte mirasçı yapılmış, ayrımın sadece kız ve erkek çocuklar arasında ikili-birli paylaşım şeklinde olduğuna dikkat çekilmiştir (Bkz. Nisâ, 4/11).

Dede yetimliği meselesinin ortaya çıkış sebebi, mezheplerin bu konudaki farklı görüşleri ve Kur’an-Sünnet çerçevesinde böyle bir sorunun olmadığına dair ayrıntılı bilgi için aşağıdaki linkte bulunan “İslam Hukukunda Dede Yetimliği” başlıklı makalemizi inceleyebilirsiniz:

www.suleymaniyevakfi.org/miras/islam-miras-hukukunda-dede-yetimligi.html

Gayrimüslimlerin avladığı balık ve diğer deniz ürünleri helal midir?

Gayrimüslimlerin avladığı balıkların ve diğer deniz ürünlerinin yenilmesinde hiçbir sakınca yoktur.

Allah Teâlâ, kara hayvanlarının aksine, suda yaşayan hayvanların ve orada bulunan yiyeceklerin helal olduğunu hiçbir istisna koşmaksızın şöyle bildirmiştir:

“Siz ve yolcular yararlansın diye deniz avı ve yiyeceği size helal kılındı. …” (Mâide, 5/96)

Ayette yer alan “deniz avı” ifadesi, diri iken bir tuzak ile avlanılan balık vb. deniz canlılarını, “onun yiyeceği” ifadesi ise denizin içinde ölüp su yüzüne çıkanları ve denizin kıyıya attığı şeyleri/yiyecekleri gösterir.

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/kuranda-helal-kilindigi-bildirilen-deniz-avi-ve-yiyecegi-neleri-kapsiyor.html

Kendisine deniz suyunun hükmü sorulan Nebîmizin de şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

“Denizin suyu temiz; meytesi/ölüsü de helâldir.” (Ebû Dâvûd, Tahâret, 41; Tirmizî, Tahâret, 52; Nesâî, Tahâret, 46; İbn Mâce, Tahâret, 38)

Bu ayet ve hadise göre; yakalayanı veya çıkaranı kim olursa olsun, ister canlı isterse de ölü olarak ele geçirilsin balık başta olmak üzere denizde yaşayan hayvanların ve deniz mahsullerinin tamamı helaldir.

Konu hakkında daha geniş bilgi için aşağıdaki linkleri de tıklamanızı tavsiye ederiz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/olu-baliklar-ayetlerde-haram-kilinan-meyte-kapsamina-girer-mi.html

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/deniz-urunlerinden-hangisi-yenir-hangisi-yenmez.html

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/midye-yemek-helal-midir-haram-midir.html

 

NOT: Deniz ürünleri ve gayrimüslimlerin yiyecekleri ile ilgili olarak Süleymaniye Vakfı Yayınlarından çıkan “Kur’an ve Sünnet Işığında Helal Gıda” kitabını okumanızı tavsiye ederiz. O kitapta konuyla ilgili lehte ve aleyhteki tüm deliller mukayeseli olarak ayrıntılı bir şekilde incelenmiştir.

Kitabı edinmek için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.suleymaniyevakfi.com/kuran-ve-sunnet-isiginda-helal-gida

Buğra isminin anlamı nedir? Erkek çocuğumuza bu ismi koyabilir miyiz?

Türk Dil Kurumu Kişi Adları Sözlüğü’ne göre Türkçe kökenli olan Buğra ismi, “Erkek deve” anlamına gelmektedir.

Çocuklara Buğra isminin konulmasında dinen herhangi bir sakınca bulunmamaktadır.

Buğra ismi, Kur’an’da geçmemektedir. Fakat bazı kimselerin, bu ismi, Furkân suresi 18. ayet ile Fetih suresi 12. ayette geçen ve ayetlerin sonunda yer aldığı için “Bûrâ” (بُورًا) şeklinde okunan bir kelime ile karıştırdıklarına şahit olmaktayız. Hâlbuki ayette geçen ve çoğul olarak kullanılan bu kelimenin “Bereketsizler”, “Helaki hak edenler” gibi olumsuz manaları vardır ve bunun Buğra ismi ile hiçbir ilgisi yoktur.

Zaten bir ismin çocuklara konulabilmesi için Kur’an’da geçiyor olma şartı bulunmadığı gibi Kur’an’da geçen her kelime de çocuklara isim olarak konulmaz.

Adam öldü. Karısı, üç oğlu, üç kızı kaldı. Miras nasıl taksim edilir?

Amcanızın hanımı, mirasın sekizde birini alır. Kalanı ise çocukları arasında erkek çocuğun iki kız çocuk hissesi alacağı şekilde pay edilir. Buna göre mirasın tamamı 72 hisse kabul edilerek şu şekilde bir taksim yapılır:

72 hisselik terekenin sekizde  biri olan 9 hisseyi karısı yani yengeniz alır. Kalan 63  hisseden her bir erkek çocuk 14 hisse, her bir kız çocuk da 7 hisse alır. 9+14+14+14+7+7+7=72

İhrama girmeden önce parfüm, deodorant veya koku sürmek caiz mi?

İhrama girdikten sonra misk, anber, kâfur vs. gibi güzel kokuları vücuda veya ihrama sürmek ulemanın çoğunluğuna göre yasaktır. İhramlı kimsenin; vücuduna, yatılacak yere, ihram örtüsüne, saç ve sakalına koku sürmesi, parfüm, sprey kullanması fakihlere göre cezayı gerektirir. Bunun delili şu rivayettir:

Resulullah’a soruldu: “Koku süründükten sonra cübbe giyerek ihrama giren bir adamın durumu hakkında ne buyurursun?” O da şöyle cevap verdi:

“Bedenine sürdüğün kokuyu üç kez yıka. Üzerindeki cübbeyi çıkar. Sonra da hac ibadetinde yaptığını umrede de yap.” (Buhârî, Hac, 17, Umre, 10; Müslim, Hac, 6)

Mâlikîler kokuyu, hissedilip rengi kalıcı olmayan yasemin, reyhan, gül, menekşe ve benzeri gibi kokular ile kokusu hissedilip rengi kalıcı olan misk, zaferân, kâfur, amber ve benzeri gibi olanlar şeklinde ikiye ayırmaktadırlar. İlkinin koklanması ve kullanılması mekruh olup fidye gerektirmezken ikincisinin kullanılması veya dokunulması kokusu hissedilsin ya da hissedilmesin, eseri kalsın ya da kalmasın mekruh olup fidye gerektirir. Hanefî ve Hanbelîlere göre, elbiseye koku sürmek hiçbir surette caiz değildir.

Bununla birlikte Aişe validemizden gelen ve aşağıda nakledilecek rivayet ise hicretin onuncu yılında Veda Haccı’nda cereyan etmiş olduğundan, bu son durum birinci olayla gelen hükmü geçersiz kılmaktadır. Bu konuda Şâfiî mezhebinin de ihramlıyken elbiseye koku sürmenin caiz olduğuna delil aldıkları rivâyetler şöyledir:

Aişe validemizden şöyle nakledilmiştir:

“Ben Allah’ın Elçisi’ne ihrama girerken bulabildiğim en güzel kokuyu sürerdim.” (Buhârî, Hac, 7, Libâs, 79, 81; Müslim, Hac, 37; Tirmizî, Hac, 77; Dârimî, Menâsik, 10)

“Allah’ın Elçisi telbiye getirirken saçlarının arasında misk parıltısını görüyor gibiyim.” (Müslim, “Hac”, 39)

“Allah’ın Elçisi, ihrama gireceği zaman bulabildiği en güzel kokuyu kullanırdı. Sonra kokunun parıltısını başında ve sakalında görürdüm.” (Buharî, Hac, 144)

Bu ifadeler kokunun ihramdan sonra devam etmesinin yasak olmadığını göstermektedir. Bu olay Veda Haccı sırasında cereyan etmiştir. Şayet sakıncalı olsaydı Allah’ın Elçisi buna müsaade etmezdi. Hatta ihramdan önce güzel koku sürünmek yalnızca caiz olmayıp aksine, Peygamber (sav)’in davranışı olduğu için sünnet kapsamında bile değerlendirilebilir.

KAYNAK: Abdullah Tırabzon, Hac İbadetinde Yasak Davranışlar, (Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2008, s. 122-124.

Kocasından boşanan kadının beklemesi gereken süre ne kadardır?

Kocanın karısını boşaması (talak) durumu ile kadının kocasından boşanması (iftidâ) durumunda kadının beklemesi gereken süre aynı değildir. Bununla ilgili olarak sorunuzda da değindiğiniz ve sitemizde yayınladığımız cevabın linki aşağıdadır:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/bosanmis-bir-kadin-yeni-bir-evlilik-icin-kac-iddet-suresi-bekler.html

Kadının boşanmasıyla ilgili ayetler şöyledir:

“Müminler! Mümin kadınlar hicret ederek size gelirlerse onları imtihandan geçirin. Onların imanlarını en iyi Allah bilir. Eğer mümin olduklarını öğrenirseniz onları kâfirlere geri çevirmeyin. Bunlar onlara helal olmazlar; onlar da bunlara helal olmazlar. Onların bunlara harcadıklarını geri verin. Bu kadınların mehirlerini kendilerinize verdiğiniz zaman, onlarla evlenmenize bir engel yoktur(Mümtahine, 60/10)

“O talak, iki defa olur. Her birinden sonra kadını ya iyilikle tutmak ya da güzellikle ayırmak gerekir. Onlara verdiklerinizden bir şey almanız size helâl olmaz. Ama eşler, Allah’ın koyduğu sınırlarda duramayacaklarından korkarlarsa başka. Allah’ın koyduğu sınırlarda duramayacaklarından siz de korkarsanız kadının fidye verip kendini kurtarmasında her ikisi için de bir günah yoktur. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır; onları aşmayın. Kim Allah’ın koyduğu sınırları aşarsa, işte yanlış yapanlar onladır.” (Bakara, 2/229)

Konuyla ilgili olarak Nebîmizden nakledilen bir uygulama da şöyledir:

Ensar’dan Sehl’in kızı Habibe, Sabit b. Kays ile evliydi. Bir gün Resûlullâh sabah namazına çıkmıştı. Habibe’yi alaca karanlıkta kapısının önünde buldu.  “Sen kimsin” dedi. “Sehl’in kızı Habibe’yim” diye cevap verdi. “Neyin var?” dedi. “Sabit ile birlikte olamayacağım” dedi. Kocası Sâbit gelince Resûlullâh ona: “İşte Habibe! Allah ne vermişse söyledi” dedi. Habîbe dedi ki: “Ey Allah’ın elçisi, onun bana verdiklerinin hepsi duruyor”. Allah’ın Elçisi Sâbit’e dedi ki; “Al o malı ondan”. O da aldı ve Habîbe ailesinin yanında oturdu.  (Muvatta, Talak, 11).

Yukarıdaki iki ayette ve devamında yer alan hadiste altı çizili olan yerlerden de anlaşılacağı gibi boşanma talep eden yani iftidâda bulunan kadına iddet bekleme görevi yüklenmemiştir. Çünkü iddet, kocası tarafından boşanan kadının beklemesi gereken bir süredir. Bu konuyla ilgili daha geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/kocasi-tarafindan-bosanan-kadin-ne-kadar-sure-iddet-beklemelidir.html

Kadın cenazeyi kabre kocasının indirmesinde bir sakınca var mı?

Bazı fıkıh ve ilmihal kitaplarında “Kadınları kabre koyacak olanların, nesep yönünden ona mahrem olmaları daha iyidir. Bunlar bulunmazsa yabancılardan iyi halleri bilinen kimseler seçilir.” bilgisi yer almaktadır. Bu yüzden kadın cena­zeyi en yakın mahreminin yani çocuklarının, babasının veya erkek kardeşlerinin; onlar yoksa diğer akrabalarının kabre indirmesi bir gelenek halini almıştır.

Fakat yukarıdaki ifadeleri destekleyen herhangi bir ayet veya hadis bulunmamaktadır. Bu yüzden bir erkeğin vefat etmiş karısını mezara koymasında da bir günah yoktur.

Kocanın, karısının cenazesini yıkayıp yıkayamayacağı ilgili cevabımıza ise aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/bir-koca-olen-karisinin-cenazesini-yikayabilir-mi.html

Nişan töreninde dua yapılması nikâh kıyıldığı manasına gelir mi?

Nişan esnasında hayır dualar edilmekle nikâh kıyılmış olmaz. Nişan, evlenmelerinde dinen herhangi bir sakınca olmayan iki kişinin birbirleriyle evlenmeyi vaat etmelerinden ibarettir. Nişanlılık da evliliğe hazırlık ve evlenmek isteyen adayların meşru ölçüler içerisinde birbirini tanıyacakları dönemdir.

Nişanlanmak, nikâhlanmak anlamına gelmediği gibi geçerli bir nikâha kadar nişanlılık akdiyle taraflar arasında mahremiyet açısından herhangi bir değişiklik de olmaz. Bu açıdan nişanlı çiftlerin, birbirlerine karşı sanki karı kocaymış gibi rahat davranışlardan uzak durmaları gerekir.

Konu hakkında daha geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linkleri tıklayın:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/kisinin-nisanlisiyla-iliskisi-nasil-olmalidir.html

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/nisanlilarin-nikahi.html

11 defa İhlâs sûresini okuyup ölülere bağışlamakla ilgili bir hadis var mı?

İlgili rivayetin metni şöyledir:

من مر على المقابر فقرأ فيها إحدى عشرة مرة : {قل هو الله أحد} ثم وهب أجره للأموات؛ أعطي من الأجر بعدد الأموات

 “Kim mezarlıklardan geçer ve orada 11 defa İhlâs sûresini okur da sevabını ölmüşlere bağışlarsa ölüler adedince ona sevap yazılır.”

Hadislerle ilgili sağlam kaynaklarda böyle bir rivayet bulunmamaktadır.

Aclûnî, halk arasında hadis olarak bilinen meşhur rivayetleri topladığı Keşfü’l-Hafâ adlı eserinde bu rivayetin Râfiî’nin Târih’inde yer aldığını belirtmekte; fakat rivâyetin sıhhat durumuna dair herhangi bir bilgi vermemektedir. (Bkz: Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, c: 2, s. 282)

Muhaddislerden Fettenî ise uydurma hadisleri topladığı eserinde bu rivayetin “uydurma” olduğunu belirtmektedir. (Bkz. Fettenî, Tezkiretü’l-Mevzû’ât, s. 220)

Senet açısından uydurma olduğu anlaşılan bu rivayetin metin açısından da sahih olması mümkün değildir. Zira ölmüşlerimizin ardından Kur’an okunup sevabının onlara bağışlanabileceğine dair herhangi bir ayet veya sahih hadis yoktur.

Bu konu hakkında daha geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/olulerin-ruhlarina-kuran-okunur-mu.html

Boşanmış bir kadın yeni bir evlilik için kaç iddet süresi bekler?

Hükümleri açısından erkeğin kadını boşaması (Talak) ile kadının erkekten boşanması (İftidâ) birbirinden farklıdır.

Talak suretiyle kocası tarafından boşanan kadın, üç iddet süresi (adet gören için üç temizlik müddeti) geçmeden kesinlikle bir başka erkekle evlenemez:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/kocasi-tarafindan-bosanan-kadin-ne-kadar-sure-iddet-beklemelidir.html

Fakat boşanmayı talep kadın ise bu takdirde sadece hamile olmadığının kesin olarak belli olacağı bir müddet -ki bir adet görmekle kadının hamile olmadığı kesinleşir- bekler, sonra bir başka erkekle evlenebilir.

Kadınların boşanma hakkını ve bununla ilgili hükümlerin anlatıldığı bir yazımızı aşağıdaki linkten okumanızı tavsiye ederiz:

www.suleymaniyevakfi.org/kuran-arastirmalari/kadinin-bosanmasi-iftid.html

Allah Teala bazı Yahudileri bu dünyada öldürüp tekrar diriltmiş midir?

Bakara suresinin 56. ayetini öncesi ve sonrası ile bir bütün olarak okursanız muhatabın, Hz. Peygamber döneminde yaşayan Yahudiler olduğunu göreceksiniz. Onlara hitap edilerek atalarının başından geçenler “Böyle yapmıştınız”, “Şöyle demiştiniz”, “Birbirinizi öldürüyordunuz” gibi ifadeler kullanılmaktadır.

“Bir gün de şöyle demiştiniz: ‘Bak, Musa! Allah‘ı apaçık görene kadar sana inanacak değiliz!’ Hemen şiddetli bir gürültü sizi çarpmış da gözü açık gitmiştiniz.

Sonra ölümünüzün ardından size yeniden can vermiştik. Belki teşekkür ederdiniz.” (Bakara, 2/55-56)

Ayetteki “Ölümünüzden sonra tekrar sizi dirilttik” ifadesi de böyledir. Atalarının o olaydan (yıldırım çarpması) sonra tarih sahnesinden tamamen silinmediği, tekrar hayat buldukları ve nesillerinin ayetin nazil olduğu Medine günlerine kadar ulaşabildiği onlara izah edilmiştir.

Allah Teâlâ’nın Rab ismi Esmâ-i Hüsnâ’da yer almıyor mu?

‘Sahip’, ‘efendi’, ‘idare eden’, ‘yetiştiren’, ‘terbiye eden’, ‘nimet veren’ gibi manaları olan Rab, Allah Teâlâ’nın isimlerinden biridir.

Rab, Kur’ân-ı Kerim’de Allah lafzından sonra en çok kullanılan ilahi isimdir. Hadislerde de Allah’ın isimlerinden biri olarak geçmektedir.

İslam dünyasında yaygın olan 99 Esmâ-i Hüsnâ listesi, Ebû Hureyre’den rivayetle Kütüb-ü Sitte’den sadece Tirmîzî ve İbn Mâce’de geçmektedir. Buhârî, Müslim, Nesâî ve Ahmed b. Hanbel böyle bir listeye yer vermemişlerdir.

“Birçok âlim, Ebû Hureyre hadisinin ikinci kısmındaki doksan dokuz ismin asıl metinde bulunmayıp râvi tarafın­dan eklendiği görüşündedir. Listenin Buhârî ile Müslim’de yer almayışı da bu­nunla açıklanmıştır. Nitekim listeye yer veren iki muhaddisten Tirmîzî’de bulunan yirmi beş isim İbn Mâce’de, onda bulunan 100 isimden yirmi altısı Tirmîzî’de mevcut değildir. İki listenin topla­mı ise 125 isme çıkmaktadır.

Bununla birlikte Kur’ân’da yer aldığı halde bu iki rivayette görülmeyen isim­ler bulunduğu gibi aynı kökten türeyen veya ayrı kökten olmakla birlikte aynı manaya gelen isimler de listede mevcut­tur (…)

Bazı âlimler meşhur ha­diste bulunup da Kur’ân’da yer almadı­ğını tespit ettikleri isimleri oradan ta­mamlamaya çalışmışlar, bazıları da ken­dilerinin koyduğu ölçüler çerçevesinde yeni tespitler yapmışlardır. İbn Hacer, Tirmizî’nin listesinde yer aldığı halde Kur’­ân’da bulunmayan isim sayısını yirmi ye­di olarak belirlemiş ve bunların yerine Kur’ân-ı Kerim’den aynı sayıda isim bu­larak yeni bir liste düzenlemiştir.” (Bekir Topaloğlu, “Esmâ-i Hüsnâ,” Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 11, s: 407-408; Aynı müellif, “Rab”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 34, s: 372)

İşte İbn Hacer’in düzenlediği bu listede Rab ismi, Esmâ-i Hüsnâ arasında yer almaktadır.

Reyyan isminin anlamı nedir, isim olarak koymakta bir sakınca var mıdır?

Reyyan ismini tavsiye ederiz.

Reyyan; “suya kanmış”, “suya doymuş”, “dolgun”, “semiz” gibi manalara gelmektedir. Bu, aynı zamanda sadece oruçluların gireceği bir cennet kapısının da ismidir.

Sehl İbn Sa’d (radıyallahu anh) anlatıyor:  Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Cennette Reyyân denilen bir kapı vardır. Oradan sadece oruçlular girer. Oruçlular girdiler mi artık o kapı kapanır, kimse oradan giremez.” (Buhari, Savm 4, Bed’ül-Halk 9; Müslim, Sıyâm, 166 (1152); Nesâî, Sıyâm, 43; Tirmizî, Savm 55.)

Kur’an Allah’ın varlığına inanmayanlara mı kâfir diyor?

İlgili ayete tarafımızdan verilen meal şöyledir:

“Allah’ı nasıl görmezlikten gelebilirsiniz ki! Cansız haldeydiniz, size o can verdi. Sizi tekrar cansız hale getirecek, sonra yeniden can verecek ve onun huzuruna çıkarılacaksınız.” (Bakara, 2/28)

Türkçe meallere genelde “inkâr etmek” olarak çevrilen kelime, küfürdür.  Küfür, Arapça’da “örtmek” anlamına gelir. Türkçe’de buna “nankörlük etmek, görmezden gelmek” denir.

Örtmek, bir şeyi göstermemek içindir. Olmayan şeyin örtülmesi ise mümkün değildir. Kâfir de aslında kendisinde olan imanı örten, gizleyen kimsedir.

Dolayısıyla bir insanın kâfir olması için Allah’ın emirlerinden bir veya birkaç tanesini kabul etmemesi, beğenmemesi veya yerinde bulmaması yeterlidir. Kâfirlik budur.

Daha geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linkleri de tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/seytan-neden-kafir-oldu.html

www.fetva.net/yazili-fetvalar/seytan-akilsiz-bir-varlik-miydi-da-allah%e2%80%99a-isyan-etti.html

Namazda iki secde arasındaki oturuşta edilebilecek bir dua var mı?

İki secde arasındaki oturuşta Peygamberimizin çeşitli dualar yaptığı rivayet edilmiştir. Bu duaları okuyacak kadar beklemek de sünnettir.

Birkaç rivayet şöyledir:

Abdullah İbn Abbâs radıyallâhu anh’tan rivâyet edildiğine göre: Resulullah sallallâhu aleyhi ve sellem, iki secde arasında:

اللَّهُمَّ اغْفِرْ لِي وَارْحَمْنِي وَاجْبُرْنِي وَاهْدِنِي وَارْزُقْنِي

“Allahümmağfir lî verhamnî vecburnî vehdinî verzuknî = Ey Allah’ım beni bağışla bana ikramda bulun, afiyet ver, beni doğru yoluna hidayet et ve bana rızık ihsan eyle” derdi. (Tirmizî, Salât, 211; İbn Mâce, İkâmet, 23.)

Huzeyfe radıyallâhu anh’ın rivayetine göre Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem  iki secde arasındaki oturuşta):

رَبِّ اغْفِرْ لِي رَبِّ اغْفِرْ لِي

“Rabbi’ğfir lî Rabbi’ğfir lî = Rabbim! Beni bağışla, beni bağışla Rabbim.” derdi. (İbn Mâce, İkâmet, 23)

Konuyla ilgili olarak bir de secde esnasından edilebilecek dualar vardır. Bununla ilgili cevabımızı ise aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/secdede-turkce-olarak-dua-etmek-namaza-zarar-verir-mi.html