Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Yazılı Fetvalar

Alışveriş merkezlerinin çekilişle hediye vermeleri kumara girer mi?

Eğer hediye çekiliş kuponu için ayrıca bir ücret ödenmiyor, sadece yapılan alışverişin ücreti ödeniyorsa bunda sakınca olmaz, bu durum kumar kapsamına girmez.

Alışveriş merkezinin, araba hediye edeceği kişileri kura ile belirlemesi, onu kumar haline getirmez.  Fakat yaptığınız alışveriş ücretinden ayrı bir şekilde belirli bir bedel vererek çekilişe katılıyorsanız işte o zaman bu organizasyon kumar olur.

Konuyla ilgili görüntülü cevaplarımıza aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/hediye-cekilis-kuponlari-ve-onlardan-cikan-hediyeleri-almak-caiz-mi.html

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/bazi-alisverislerden-sonra-verilen-hediye-cekleri-caiz-midir.html

Cennete girme açısından zenginler fakirlere göre bir adım öndeler mi?

Cennet para ile değil; iman ve salih amelle satın alınır. Para, insanın önüne salih amel yapma imkânlarını açtığı gibi daha önce karşısına gelmeyen birçok günahın kapılarını da açar. Dolayısıyla cennete girme açısından zenginlerin fakirlere bir üstünlüğü yoktur.

Zenginlik de fakirlik gibi imtihandır. Cenab-ı Allah bazen para, makam, imkân vererek kulunu imtihan eder, bazen de bunları alarak… Ve O, imtihanda kullarına zerre miktarı haksızlık yapmayacağını bildirmiştir.

İlgili ayetlerden bir kısmı şöyledir:

“…O gün herkese kazancı tam olarak verilecek ve kimse haksızlık görmeyecektir. ” (Âl-i İmrân, 3/25)

“Allah zerre kadar haksızlık yapmaz; bir iyilik olsa onu kat kat artırır ve kendi katından ona büyük bir karşılık verir.” (Nisâ, 4/40)

 “Ne sizin kuruntularınız ne de ehl-i kitabın kuruntuları geçerlidir. Kötülüğü kim yaparsa cezasını görür. Böylesi kendine Allah’ın yakınından ne bir dost ve ne de yardımcı bulacaktır.

İster erkek, ister kadın olsun, kim mümin olarak iyi işler yaparsa onlar da cennete gireceklerdir. Onlara kıl kadar haksızlık yapılmayacaktır.” (Nisâ, 4/123-124)

“Allah müminlerin kendilerini ve mallarını Cennete karşılık satın almıştır. Allah yolunda çarpışırlar; öldürürler ve ölürler. Bu Allah’ın Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da verdiği gerçek sözdür.  Sözünü Allah’tan daha iyi tutan kimdir? Öyleyse yaptığınız bu satıştan dolayı sevinin. Bu, büyük bir kurtuluştur.” (Tevbe, 9/111)

Kısacası önemli olan, neye sahip olduğumuzdan çok, sahip olduklarımızı, imkânlarımızı nasıl kullandığımızdır. Allah Teala şöyle buyurmuştur:

“İnsanın çalıştığından başkası kendinin değildir. Çalışmasına bakılacak; sonra karşılığı tastamam verilecektir.” (Necm, 53/39–41)

Hadislere göre günümüzde yaygın olan e-ticaret caiz değil mi?

Elde olmayan malın satışını yasaklayan hadis şöyledir:

Hakîm b. Hizâm’dan: Allah’ın Elçisi’ne geldim ve dedim ki: “Bana biri geliyor ve bende olmayan bir malı satın almak istiyor. Ben de çarşıdan onun için alıp ona satıyorum. (Bununla ilgili ne dersin)” Resûlullah şöyle cevap verdi: “Yanında olmayan şeyi satma.” (Tirmizî, Büyû’, 19; Ebû Dâvûd, Büyû’, 68; Nesâî, Büyû’, 60)

Bu hadiste elde olmayan malın satışının yasak olmasının sebebi, taraflardan birinin mağduriyetine yol açmamaktır. Elektronik ortamda yapılan ticarette, malın bütün özellikleri anlatılıyor. O şartlara aykırılık olursa müşterinin malı iade etme imkânı da oluyor. Ayrıca satıcı malı teslim edemezse para hesaba yatmamakta, hadiste kast edilen mahzurlar meydana gelmemektedir. Ancak, bir takım suistimallerle insanlara mal satılıp para tahsil edildikten sonra teslim yapılmıyorsa bu tür işlemler bahsedilen hadis kapsamında haram olur.

Doç. Dr. Servet Bayındır

Katılım bankalarında çalışmak sakıncalı mıdır?

Katılım bankaları, hataları ile birlikte İslam’ın emrettiği doğrultuda faaliyet göstermek amacıyla kurulmuş ve kendilerini o şekilde ilan etmişlerdir.

Katılım bankalarının üzerine kurulduğu felsefe doğrudur; fakat işleyişte bazı eksiklikler, hatalar, kusurlar ve hatta “bilerek” yanlışlar yapılmaktadır.

Tüm uygulamaları haram olmadığı ve kendilerini helal yöntemle çalıştıkları şeklinde deklare ettikleri için aldığınız/alacağınız maaşın tümü haram olmaz. Ancak işin bizzat uygulayıcısı olduğunuz ve işin iç yüzünü bildiğiniz için, kalbiniz mutmain değilse iyi bir iş bulmanız uygun olur.

Doç. Dr. Servet Bayındır

Bizden önceki ümmetlerde de hırsızların elleri kesiliyor muydu?

Sorunuzu bir kısa, bir de uzun olmak üzere iki şekilde cevaplandırmaya çalışacağız:

KISA CEVAP: Mâide suresinin 38. ayetinin geçmiş kitaplardaki bir hükmün nesh edilmiş hali olduğunu düşünelim. Nesihte sonraki hükmün öncekinden daha hayırlı veya aynısı bir hüküm olması gerekir. Daha önceki ümmetlerde hırsızlık suçunun cezası ya el kesme idi veya bundan daha ağır bir ceza idi. Yusuf suresinin ilgili ayetlerinden (Yusuf, 12/74-75) öğrendiğimize göre Yakup aleyhisselamın şeriatında hırsızlık suçunun cezası kişinin hürriyetinin kısıtlanmasıydı. Hırsıza verilecek “hürriyetten yoksun edilme” cezasının “bilekten aşağı elinin kesilmesi” cezasından daha ağır bir ceza olduğu malumdur. Şu halde Mâide suresi 38. ayette nesh prensibiyle çelişen herhangi bir durum yoktur.

HAZIRLAYAN: Adem YILDIRIM

 

UZUN CEVAP: Kur’an’da “nitelikli hırsızlık” suçu karşılığında öngörülen “el kesme” cezası (Mâide, 5/38), bu gün elimizde bulunan Tevrat ve İncil nüshalarında bulunmamakla birlikte, İslam öncesi cahiliye dönemi uygulamalarında yer alması, söz konusu cezanın ilk olarak Kur’an tarafından öngörülmediği şeklinde bir değerlendirmeye imkân vermektedir. Bununla birlikte, Kur’an’ın Cahiliye döneminde yer alan mevcut cezayı bazı ilave ve şartlarla devralıp devam ettirdiği şeklinde kaynaklarda yer alan ifadeler[1] ise tahlile muhtaçtır. Tarihsel bir bakış açısıyla, İslam’ın kendisinden önce var olan “el kesme” cezasını devralıp devam ettirdiği şeklindeki bir yaklaşımın, Kur’an’ın suç-ceza konusundaki ilkelerini yok sayan, önceki şeriatlarla bağlantısını göz ardı eden, yüzeysel bir değerlendirme olacağı ortadadır.

El kesme cezasının İslam öncesi dönemdeki varlığını iki ihtimal üzerinden konuşmak mümkündür: İlki, ilahî bir kaynaktan bağımsız olarak, insan doğasında (fıtrat) var olan suça göre ceza belirleme içgüdüsünün bir sonucu, diğeri ise ilahî vahyin evrenselliği, değişmezliği (sünnetullah) ve Kur’an’ın kendisinden önceki kitapları/şeriat tasdik eden[2] özelliğinin bir sonucudur. İkinci ihtimal söz konusu cezanın Kur’an’dan önceki şeriatlarda yer aldığı anlamına gelmektedir. Bu bağlamda Hammurabi kanunlarında yer alan[3] hırsızlık suçu karşılığında öngörülen “el kesme” cezasının dahi vahiy kaynaklı olması ihtimal dışı değildir.

Yusuf aleyhisselamın kardeşlerinin hırsızlık suçunun cezası bağlamında kendilerine yöneltilen soruya cevap olarak verdikleri مَنْ وُجِدَ فى رَحْلِهِ فَهُوَ جَزَاؤُهُ  “… kimin yükünde bulunursa o kimse(nin alıkonması/köleleştirilmesi) onun cezasıdır…” (Yusuf, 12/75) şeklindeki ifadelerin bağlayıcılığı tartışma konusu olsa da Kur’an’da yer almasının anlamlı olduğu düşünülebilir. Hemen devamındaki كَذٰلِكَ نَجْزِى الظَّالِمينَ  “… Biz zalimleri böyle cezalandırırız.” şeklindeki ifadeler, bu sözün rastgele söylenmediği ve söz konusu yaptırımın yürürlükte olan uygulamanın varlığına işaret etmesi açısından anlamlıdır. Ayrıca bu sözü söyleyen kişilerin Yakup aleyhisselamın çocukları olduğu hesaba katıldığında sözün değeri bir kat daha artmaktadır.

Yusuf suresi 70-76. ayetler ile çerçevesi çizilen “nitelikli hırsızlık” suçu karşılığında öngörülen mülkiyet hakkına el koyma/köleleştirme cezasının, mülkiyetin yok edilmesi şeklinde suç-ceza uygunluğu açısından da yerinde bir yaptırım olması, söz konusu cezanın vahiy kaynaklı olma ihtimalini güçlendirmektedir.

Tevrat’ta yer alan “Hırsız, çaldığının karşılığını kesinlikle ödemelidir. Hiçbir şeyi yoksa hırsızlık yaptığı için köle olarak satılacaktır” (Çıkış, 22/3) şeklindeki ifadeler, borcun tahsili için bir yöntem anlamında kullanılmış olsa da Tevrat’ın tahrif edilmiş olma niteliği göz önünde bulundurulduğunda hırsızlık suçunun beraberinde “…köle olarak… satılacaktır…” ifadesi de manidar bulunabilir. Bununla birlikte Tevrat’ta konu ile ilgili ifadelerin “basit hırsızlık” şeklinde olduğu görülmektedir. (Çıkış, 22/3, 4, 7, 9) Bu sebeple cezaların “köleleştirme” ya da “el kesme”  yerine, suç-ceza genel ilkeleri çerçevesinde çalınan malın misli ile ödeme olarak gerçekleştiği görülmektedir. Yukarıda ifade edildiği üzere “el kesme” cezasının eski şeriatlardaki varlığı konusunda kesin bir bilgiye sahip olmamamız sebebiyle,  Tevrat’ta yer alan cezalar üzerinden hareketle, “el kesme” cezasının misli ile mi hayırlısıyla mı nesh edildiği konusunda kesin bir yargıya varmak mümkün gözükmemektedir.

Bununla birlikte, “el kesme”  cezasının ilahi kitaplardan ilk olarak Kur’an’da yer aldığı varsayımı ve “köleleştirme” konusunda yukarıdaki yorum üzerinden yapılacak bir değerlendirmede, “el kesme” yaptırımının önceki hükmün hayırlısıyla nesh edildiği söylenebilir. “El”in insan bedeninde mülkiyeti temsil eden bir organ olması sebebiyle “nitelikli hırsızlık” suçu karşılığında mülkiyeti temsilen kesilmesi, temsili olarak mülkiyetin yok edilmesi anlamındadır. Bu yönüyle nitelikli hırsızlık suçu karşılığında “köleleştirme” ile “el kesme” cezalarının birbirinin “misli” olan yaptırımlar olduğu da anlaşılmaktadır. “Nitelikli hırsızlık” suçu karşılığında öngörülen “köleleştirme” cezasının geri dönüşü olmayan bir yapıda olma ihtimali hesaba katıldığında “el kesme” cezasının daha hayırlı bir ceza olduğu düşünülebilir. Zira “köleleştirme” cezasında mal üzerinde tasarruf /mülkiyet hakkı temsili olarak değil, gerçek anlamda yok edilmektedir.

HAZIRLAYAN: Suat ERDOĞAN

———-

[1] İbn Kesîr, Tefsirü’l-Kur’âni’l-Azîm, V, 208; İbn Aşûr, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, VI, 192; Ali Bardakoğlu, “Hırsızlık”, DİA, XVII, 385.

[2] Bakara,2/41, 91, 97; Âl-i İmrân,3/3, 39, 50; Nisâ, 4/47; Mâide, 5/46, 48; Fâtır, 35/31; Ahkâf, 46/30.

[3] “Bir kişi başka biriyle tarlasını işlemesi için anlaşır ve ona ekmesi için tohum verirse boyunduruğa koşulmuş bir çift öküz ve o kişi mısırı ya da diğer ürünü çalar ve kendisine ayırırsa elleri baltayla kesilir.” Hammurabi Kanunları, md. 253.

Nafile oruç tutmak isteyenler en geç ne zamana kadar niyet edebilirler?

Sorunuzla ilgili şöyle bir hadis bulunmaktadır:

Mü’minlerin annesi Âişe radıyallâhu anhâ’dan rivayete göre o, şöyle demiştir:

“Resûlullah bir gün yanıma geldi ve ‘yanımızda yiyecek bir şey var mı?’ Dedi. Ben de yok dedim. O da ‘O halde ben oruçluyum’ buyurdular. (Buhârî, Savm 21, 51; Müslim, Sıyâm 169 (1154)-170)

Bu hadise göre “nafile oruç” tutan kişiler, eğer imsak vaktinden sonra yemek, içmek ve cinsel ilişki gibi orucu bozacak herhangi bir şey yapmamışlarsa kaba kuşluk vakti denilen vakte yani öğle namazı vaktinden 5-10 dakika öncesine kadar oruca niyetlenebilirler.

Bir insanın çift cinsiyetli olarak dünyaya gelmesi mümkün mü?

Fıkıh dilinde ‘hünsâ’, Tıp dilinde ise ‘hermafrodizm/intersex’ denilen çift cinsiyetlilik, genetik –kromozomal- cinsiyet ile uyumsuz cinsel gelişim halidir. Bu durumdaki insanlarda iç ve dış cinsel organlar ya tam gelişemez ya da farklı yönde gelişir (erkek olan dişi gibi, dişi olan erkek gibi veya karışık). Neticede bu durum, doğumsal bir gelişim bozukluğudur. Tıpkı el, ayak, ağız, burun vs gibi organlarda görülen doğumsal gelişim bozukluğu gibi.

El, ayak, ağız-burun vs. gibi organlarında doğuştan anomali bulunan bir bebeğin erkek mi kız mı olduğu, normal olan cinsel organlarına bakılarak anlaşılabilir. Ama cinsel organlarında anomali bulunan bir bebeğin cinsiyetine –sadece dış cinsel organlara bakarak-karar verilemez. Bunun için kromozom analizleri gerekir.

Tıbbi bilgilerimize göre, cinsiyetin döllenme ile birlikte (zigot aşamasında) belli olduğunu biliyoruz (kromozom yapısı 46XY ise erkek, 46XX ise kızdır). Nitekim bu durum yani cinsiyetin daha döllenme ile belli olduğu şu ayette bildirilmektedir:

وَأَنَّهُ خَلَقَ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْأُنْثَى مِنْ نُطْفَةٍ إِذَا تُمْنَى

 “İki eşi, erkeği ve dişiyi yaratan O’dur. Ölçü konduğu zaman onları nutfeden/zigottan (yaratmıştır).” (Necm, 53/45-46)

Cinsiyete Göre Cinsel Organların Gelişimi

Cinsiyet, döllenme anında belli olduğu halde gebeliğin ilk 7 haftasına kadar embriyoda erkek veya dişi yönde bir gelişim olmaz. Cinsel organların gelişim süreci 8. haftadan itibaren başlar (fetal dönemde). Genetik cinsiyet erkek -46XY- ise gonadlardan (yumurta) erkeklik hormonu (Testesteron) salgılanır ve bu hormon iç ve dış cinsel organların erkek yönde gelişmesini sağlar (testis, epididim, vaz deferens, veziküla seminalis, prostat, penis ve skrotum gelişir). Genetik cinsiyet dişi -46XX- ise testesteron salgılanmaz ve böylece dişi yönde gelişim sağlanır (overler, uterus, tuba uterina, vagina, klitoris, labia major gelişir). Dişi yönde gelişim sürecine yumurtalardan salgılanan östrojen hormonu katkı yapar.

Anne karnında, erkek veya dişi yönde gelişen bu sürecin her hangi bir aşamasında meydana gelen aksaklık (eksik veya fazla hormon üretimi veya erkeğin östrojene, dişinin testesterona maruziyeti vs), muhtelif cinsel gelişim bozukluklarına (hünsâlığa) neden olabilir. Cinsel organları erkek gibi görünen dişi, dişi gibi görünen erkek veya ara formlar olabilir.

Bu Durumda Ne Yapılmalı?

Görünürde çift cinsiyetli (hünsâ) zannedilen bu kişilerin önemli bir bölümü aslında erkek veya dişidir. Ancak dış cinsel organlarına bakılarak cinsiyetleri anlaşılamaz. Bunun için bazı tıbbi tetkikler ve özellikle de  kromozom analizi gerekir. Kromozom yapısı 46XY ise erkek, 46XX ise dişi olduğuna karar verilir.

Kromozom analizi ile cinsiyet tayini yapıldıktan sonra ihtiyaç duyulan tedaviler (ilaçla ve/veya ameliyatla) yapılabilir. Ancak bunun için mutlaka ilgili uzmanlardan oluşan bir heyetin (ürolog, endokrinolog, jinekolog, psikolog vs) karar vermesi gerekir.

Hünsâların büyük bir bölümünde, kromozom analizi yapılarak cinsiyet tayini yapılabilir.  Ancak çok kısıtlı da olsa karışık kromozom yapıları olabilir (mozaik tip veya kimerizm olguları). Bunlarda 46XY (erkek) veya 46XX (dişi)  şeklinde saf değil, 45X/46XY veya 46XX/46XY gibi karışık (mikst) kromozom yapıları vardır. Bu tür hastalarda hem testis (erkek yumurta organı) hem de over (kadın yumurtalığı)  bulunabilir (ovotestis). Bu grup hastaların cinsiyetine karar verilirken sıkıntı yaşanabilir.  Ama bu karışık tiplerde dahi yüzde 50’den fazla olan kromozom yapısına göre karar verilebilir Tabi ki bu kararı mutlaka ilgili uzman heyet vermelidir.

Sonuç itibari ile doğan her insan –cinsel organlarında bazı gelişim bozukluğu olsa bile- gerçekte ya erkektir ya da dişi. Nitekim Allah Teala insanı erkek veya dişi olarak yarattığını bildirmektedir:

يَاأَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَأُنْثَى

 “Ey insanlar! Biz sizi erkek ve dişiden yarattık.” (Hucurât, 49/13).

O halde yaratılan her insan ya erkektir ya da dişi. Üçüncü bir ara kategori yoktur. Hünsâ olarak görülen kimseler (çift cinsiyetliler) ilgili uzmanlar tarafından tetkik ve tedavi edilebilir. Doğuştan böyle bir problemi olmadığı halde ameliyatla cinsiyet değiştirenler (transeksüeller) ise tamamen farklı bir kategoridir ve bunun konumuzla bir ilgisi yoktur.

Doç. Dr. Zeki BAYRAKTAR

Üroloji Uzmanı

Gayrimenkullerden elde edilen kira ile faiz aynı şeyler midir?

Faiz, borçtan elde edilen gelirdir. Borçlu, borç aldığı şeyi tüketir, ödeme gününde borcu faiziyle birlikte öder. Bu sebeple faiz, tüketilen mallarda olur.

Kira ise bir malın menfaatinden yararlandırmaya karşılık ödenen şeydir. Kiracı, kiraladığı malı tüketemez; kullandıktan sonra geri verir. Onun için tüketilen mallar kiraya verilemez.

Faizi kiraya benzetmek, kafaları karıştırarak faizi helal görme gayretinden başka bir şey değildir.

Daha geniş bir cevap için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/mulklerden-elde-edilen-kira-geliri-ile-faiz-arasinda-ne-fark-var.html

Bu gibi konularda geniş bilgi edinmek isteyenler Süleymaniye Vakfı Yayınları’ndan çıkmış olan Ticaret ve Faiz adlı kitabımızı okuyabilirler.

Hz. İbrahim’in hanımının adı Sara mı, Sare mi? Hangisi doğru?

Sara ile Sare arasında bir fark yoktur. İsmin orijinali (سارة) dır. Arapça’daki (ر) yani R harfi üstün (fetha) olarak harekelenirse “Ra” olarak telaffuz edilir. (رفاح) “rafâh”, (رفيق) “rafîk” gibi. Fakat bu tür kelimeler Türkçeye geçerken “Refah”, “Refik” gibi genelde “Re” olarak seslendirilir.

Sara ve Sare de bunlardan biridir; her ikisi de aynıdır. Dolayısıyla birilerinin aklınızı karıştırmasına fırsat vermeyiniz.

Bu isimle ilgili olarak daha önce yayınladığımız soru-cevabı aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/cocuguma-sara-ismini-koymam-uygun-olur-mu.html

Online satış yapan internet siteleri cuma saatinde kapatılmalı mıdır?

Cuma namazı şirkete değil, şirkette çalışan Müslümanlara farzdır! Dolayısıyla şirket merkezinin nerede bulunduğu önemli değildir. Hangi bölgede Cuma vakti gelmişse orada çalışan kişinin/kişilerin Cuma’ya gitmesi farzdır.

Cuma vaktinde alışveriş, kişiyi namazdan alıkoymaması için yasaklanmıştır. Buna göre cumaya gitmeyenlerin veya bulunduğu bölge itibariyle şirket merkezine göre cumayı erken kılanların (doğu bölgeler) veya geç kılacak olanların (batı bölgeler) internet üzerinden yapacağı alışverişin size bir zararı yoktur.

www.fetva.net/yazili-fetvalar/cuma-vakti-okul-kantininden-alis-veris-yapmam-haram-mi.html

Aişe Validemiz, Nebîmizin vefatından sonra bir daha evlenmiş midir?

Aişe Validemiz, Nebî hanımlarının başkalarıyla evlenmelerini yasaklayan Kur’an hük­müne uyarak bir daha evlenmemiştir.

O, Nebîmizin vefatından sonra kırk yedi yıl da­ha yaşamış ve 17 Ramazan 58 (14 Tem­muz 678) Çarşamba gecesi, vitir nama­zını kıldıktan sonra Medine’de vefat etmiştir. (Mustafa Fayda, “Aişe”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 2, s. 202)

Akupunktur bantları gusül abdestine engel midir?

Akupunktur bantlarının takılması gusül abdesti alınmasını gerektirmediği gibi, onlar kulağa veya vücudun herhangi bir yerine yapıştırılmış bir şekilde gusül alınmasında da bir sakınca bulunmamaktadır. Zira bu, bir tedavi yöntemidir.

Dinin emrettiği konular hususunda Allah Teala insanlara hiçbir zorluk yüklememiştir. O, şöyle buyurmuştur:

“Allah, sizi sıkıntıya sokmak istemiyor. Onun isteği sizi arındırmak ve size olan nimetini tamamlamaktır. Belki şükredesiniz.” (Mâide, 5/6)

“O, Din konusunda size hiçbir zorluk yüklememiştir.” (Hacc, 22/78)

Ezan duasını camide cemaatle birlikte toplu olarak yapmak doğru mu?

Ezan duasında sünnete uygun olan, ezanı dinleyen her bireyin duayı tek başına yapmasıdır.

Peygamberimizin ezan okunurken müezzinin söylediklerini tekrarladığı ve ezan bittikten sonra da ezan duasını yaptığı (Bkz. Buhari, Ezan, 8) kaydedilirken toplu olarak cemaate dua yaptırdığına ilişkin herhangi bir rivayet yoktur.

Cemaatle yapılan toplu dualar hakkında bilgi edinmek için aşağıdaki linkte bulunan cevabımızı okumanızı tavsiye ederiz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/toplu-duanin-islamiyetteki-yeri-nedir.html

Cuma namazı kılabilmek için en az kaç kişilik cemaat bulunmalı?

Hanefî mezhebine göre cuma namazı için cemaatin en az miktarı, imam haricinde üç kişinin bulunmasıdır. İmam Ebû Yusuf’a göre imamdan başka en az iki kişi olması da yeterlidir.

Şâfiî ve Hanbelî mezheplerinin meşhur görüşüne göre cuma için en az kırk kişi bulunmalıdır.

Mâlikîler imamdan başka en az on iki kişiden oluşan cemaatle cuma namazı kılınabileceği görüşüyle birlikte mezhebe hâkim olan kanaat cemaatin sayı ile değil asgari bir köy nüfusuna göre belirlenmesidir. (Hayreddin Karaman, “Cuma”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 8, s: 86.)

Cuma namazıyla ilgili ayet şöyledir:

“Müminler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığında hemen Allah’ı anmaya yönelin ve alım satımı bırakın. Bilseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Namaz bitince hemen yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan isteyin. Allah’ın adını çokça anın ki umduğunuza kavuşanız.” (Cuma 62/9–10)

Bu ayette ve Hz. Peygamberden nakledilen hadislerde cuma namazının kılınabilmesi için asgari cemaat sayısı belirtilmemiştir. Fakat ayet-i kerimede “alım satımı bırakın” ifadesinden cumanın kılınacağı yerin pazarı da olan bir yerleşim yeri olması gerektiği anlaşılmaktadır. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem zamanında da Medine çevresindeki küçük yerleşim yerlerinde cuma kılınmamış olması, yerleşim yerlerinden uzak yerlerde çok az bir cemaat sayısıyla cuma kılınamayacağını göstermektedir. Dolayısıyla cuma namazı kılınması için en az şu kadar cemaat olmalıdır şeklinde tam bir sayı belirtmek mümkün değildir.

Bununla ilgili görüntülü bir cevabımız için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/dag-koylerinde-uc-bes-kisi-bir-araya-gelerek-cuma-namazi-kilabilirler-mi.html

Cuma namazı ile ilgili geniş bilgi edinmek için aşağıdaki linkte bulunan “Delillerle Cuma Namazı” başlıklı yazıyı okumanızı tavsiye ederiz:

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/delillerle-cuma-namazi.html

Devlet kurumunda işe girmek için torpil yaptırmak caiz midir?

Uygun değildir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğüt verir. Allah işitir ve görür.” (Nisâ, 4/58)

Dolayısıyla devlet kurumunda işe alım için mülakatı yapacak kişilerin adil olmaları gerektiği gibi işe müracaat edenlerin de adil ve ehliyete uygun şekilde yerleştirmeyi etkileyecek davranışlardan uzak durmaları gerekir.

Caminin sağ tarafında namaz kılmak daha mı faziletlidir?

Caminin kıbleye göre sağ tarafında namaz kılmanın faziletli olduğuna dair herhangi bir ayet ve sahih hadis bulunmamaktadır.

Cemaatle namazla kılarken sağ ve sol ayırt etmeden önce ön safları doldurmak, safları da düzgün ve sık tutmak gerekir. Bu konuda nakledilen hadislerden bir kısmı şöyledir:

Enes radıyallahu anh anlatıyor: Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Saflarınızı düzgün tutun, zira safların düzeltilmesi namazın kemalini (sağlayan şartlar)dandır.” (Buharî, Ezân 132, 72, 74, 76; Müslim, Salât 124, (433, 434); Ebû Dâvûd, Salât 94; Nesâî, İmâmet 27, 28, 30.)

Abdullah İbn Ömer radıyallahu anhumâ anlatıyor: Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Safları düz tutun, omuzları bir hizaya getirin, aradaki boşlukları kapatın, (safları düzeltmeye çalışan) kardeşlerinizin ellerine karşı nezaketli olun. Arada şeytan gedikleri bırakmayın. Kim safa kavuşursa Allah ona kavuşur. Kim de saftan koparsa Allah da ondan kopar.” (Ebû Dâvûd, Salât 94; Nesâî, İmâmet 31).

Câbir b. Semüre radıyallahu anh anlatıyor: Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Meleklerin Rabbleri indinde saf tutmaları gibi siz de saf tutmaz mısınız?” Biz: “Melekler nasıl saf tutarlar?” dedik.

Onlar dedi, ön safları tamamlarlar ve safta muntazam dururlar.” (Müslim, Salât 119, (430); Ebû Dâvûd, Salât 94)

Namazda saf düzeni ile alakalı bir cevabımız için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/saflar-dolmadigi-halde-muezzin-mahfilinde-namaz-kilmak-dogru-mudur.html

“Üç şeyden dolayı Arapları seviniz” diye bir hadis var mı?

Bazı hadis kitaplarında geçen rivayet şöyledir:

أحبوا العرب لثلاث لأني عربي والقرآن عربي وكلام أهل الجنة عربي

 “Şu üç şeyden dolayı Arapları seviniz: Çünkü ben Arap’ım, Kur’an Arapçadır ve Cennetliklerin dili Arapçadır.” (Hâkim, el-Müstedrek, c: 4, s: 87; Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, c: 3, s: 34).

Ahmed b. Hanbel’in bu rivayeti “zayıf” gördüğü, Ukaylî’nin “münker” ve “aslı yoktur” ve Zehebî’nin ise “uydurma” dediği kaydedilmiştir.

Muhaddislerin gerek bu ifadeleri ve gerekse rivayetin farklı geliş yolları ve râvileriyle ilgili değerlendirmeleri hakkında geniş bilgi için bkz: Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, c: 10, s: 25; Zehebî, Telhîsu Kitâbi’l-Mevzûât, c: 1, s: 92; Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, c: 1, s: 404-405; Fettenî, Tezkiretu’l-Mevzûât, c: 1, s:112; İbn Arrâk, Tenzihü’ş-Şeria, c: 2, s: 30-31; Şevkânî, el-Fevâidü’l-Mecmûa, s: 413; Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, c: 1, s: 54-55.

Ayrıca cennette hangi dilin konuşulacağı konusunda Kur’an’da ve sahih sünnette bir delil yoktur. Dolayısıyla yukarıdaki rivayete bakarak bu konu hakkında konuşmak doğru değildir.

Adam öldü. Mirası karısı, 2 kızı ve ölmüş oğlunun çocuklarına nasıl verilir?

Miras bırakanın karısı öncelikle terekenin sekizde birini alır. Geri kalan ise diğer mirasçılar arasında pay edilir. Buna göre:

A. Terekenin tamamı 96 hisseye ayrılır. Miras bırakanın karısı sekizde biri olan 12 hisseyi alır.

B. Kalan 84 hisseden 21’er hisse iki kızına verilir. 42 hisse de daha önce ölen oğlunun hayatta bulunan bir kız bir erkek oğlu arasında erkeğin iki kız hissesi alacağı şekilde (erkek çocuğa 28, kız çocuğa 14 hisse) pay edilir.

Mirasla ilgili ayette “Allah çocuklarınız hakkında terekeden erkek çocuğun iki kız çocuk hissesi almasını emreder.” (Nisâ 4/11) buyrulmaktadır. Babaları veya anneleri daha önce ölmüş torunlar da ayetteki çocuk kapsamındadırlar.

Kur’an’da zina suçuna öngörülen ceza gerçek mi, sembolik mi?

Zina edenlerin hem bu dünyada hem de ahirette cezası vardır. Bununla ilgili olarak Allah Teala şöyle buyurmuştur:

Zina eden kadınla zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun. Eğer Allah’a ve son güne inanıyorsanız, Allah’ın verdiği cezayı yerine getirirken onlara karşı yumuşamayın. İnananlardan bir takımı da onlara yapılan azabı gözleriyle görsün” (Nûr, 24/2)

Zina edene 100 sopa vurulması imgesel değil, gerçek bir cezadır. Aksi takdirde ayette belirtilen “İnananlardan bir kısmı da onlara yapılan azabı gözleriyle görsün” ifadesinin bir anlamı olmazdı.

Zina edenlere vurulan 100 sopa cezası dünyadaki cezadır. Kişi tövbe etmediyse bunun ahiretteki cezası ayrıdır.

www.suleymaniyevakfi.org/kuran-arastirmalari/nesih-ve-recim-cezasi.html

Allah Teâlâ zinayı büyük günahlar arasında sayarak ahiretteki cezasıyla ilgili de şöyle buyurmaktadır:

“Onlar, Allah’la beraber bir başka tanrı oluşturarak ondan yardım dilemezler. Allah’ın dokunulmaz kıldığı bir cana haklı sebep olmadan kıymazlar. Zina da etmezler. Her kim bunları yaparsa şerre yaklaşmış olur ve kıyamet günü onun azabı katlanır. O azap içinde alçalmış olarak ölümsüzleşir. Ancak tövbe eden, inanan ve iyi iş yapan başkadır. Allah onların günahlarını sevaba / iyiliğe çevirir. Allah bağışlar, ikram eder. Kim tövbe edip iyi davranış gösterirse, şüphesiz o, tövbesi kabul edilmiş olarak Allah’a döner. Çünkü Allah Teâlâ bağışlar ve ikramda bulunur.” (Furkân, 25/68-70).

Şartlar gerçekleştiğinde bu ceza aynen günümüzde de uygulanır. Bununla ilgili olarak daha önce gelen bir soruya verdiğimiz cevabı aşağıdaki linkten okumanızı tavsiye ederiz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/gunumuzde-zina-sucu-isleyen-kisilerin-cezasi-ne-olmalidir.html

Buğlem isminin anlamı nedir? Çocuğumuza isim olarak koyabilir miyiz?

Buğlem ismi hakkında birçok internet sitesinde “cenneti müjdeleyen melek” anlamı verilse de bunu doğrulatabilmek mümkün değildir. Arapça kökenli olduğu söylendiği halde biz bunun kökeninin ve ne manaya geldiğini Arapça sözlüklerden tespit edemedik.

Daha önce birçok isim için söylediğimiz gibi biz hem kaynağı belli hem de anlamı dinimize ve örfümüze uygun düşen isimler bulmanızı tavsiye ederiz.

Ayrıca isimlerle ilgili olarak hiçbir kaynak belirtmeyen, kulaktan dolma bilgilerle hazırlanan ve yüzlerce isim için “cennette bir melek”, “cennete düşen ilk yağmur damlası”, “cennette şu”, “cennette bu” vs. gibi asılsız tanımlamalarda bulunan internet sitelerine itibar etmemenizi tavsiye ederiz.

Çocuk isimleri ve tavsiye ettiğimiz isimler hakkında geniş bilgi edinmek için aşağıdaki linki tıklayabilirsiniz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/isim