Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Yazılı Fetvalar

Kadınların küpe takmak için kulak deldirmelerinde bir sakınca var mı?

Kadınların veya kız çocuklarının küpe takmak için kulaklarını deldirmelerini yasaklayan herhangi bir delil yoktur. Hakkında yasaklayıcı bir delil bulunmayıp sağlık açısından da herhangi bir mahzuru olmayan bu gibi konularda “Eşyâda aslolan ibâhadır” kuralı geçerli olur ve bunların caiz olduğuna hükmedilir.

Burada zihinleri karıştıran konu, küpe deliklerinin gusül abdesti alırken yıkanıp yıkanmayacağıdır ki bununla ilgili cevabımızı aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/gusulde-kupe-deliklerinin-de-yikanmasi-sart-mi.html

Seferilikte namazları kısaltmadan dört rekât kılmanın hükmü nedir?

Normalde (hazarda: yolculuk hali dışında) 4 rekât olan farz namazlar yolculukta (seferde) 2 rekâttır. Yani yolculuk boyunca farz namazların 2 rekât halinde kılınması, bir kısaltma/kasr olmayıp namazın o şekilde farz olması sebebiyledir.

Nisâ, 4/101-103. ayetler, namazı kısaltmanın yani 2 rekattan 1 rekata düşürmenin sadece korku durumuna has olduğunu açıkça göstermektedir. İlgili ayetler şöyledir:

“Yolculuğa çıktığınızda, ayetleri görmezden gelenlerin (kafirlerin) size saldırı yapmasından korkarsanız o namazı (yolculuk namazını) kısaltmanızda bir günah yoktur. Çünkü kafirler, size açık düşmandırlar.

İçlerinde olur da onlar için namazı tam kılarsan onların bir kısmı seninle beraber namaza dursunlar ve silahlarını kuşansınlar. (İlk) secdeyi yaptıktan sonra çekilsinler; bu defa namazı kılmamış öbür kısım gelsin, seninle namaz kılsınlar, tedbirli olsunlar ve silahlarını kuşansınlar. Kafirler ister ki silahlarınızdan ve eşyanızdan uzak kalasınız da üzerinize ani bir baskın yapsınlar. Yağmurdan zarar görür veya hasta olursanız silahlarınızı bir yere koymanızda bir günah yoktur; ama tedbiri elden bırakmayın. Allah, o kâfirlere küçük düşürücü bir azap hazırlamıştır.” (Nisâ, 4/101-102).

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/seferilikte-namazlari-kisaltarak-kilmak-sart-midir.html

Nisâ 4/102’deki “ekâme” (أقام) fiilinin mef’ûlü “es-salat” kelimesidir. Kur’an’da bu ifadenin geçtiği yerlerde namazın tam kılınması gerektiği anlaşılır. Resûlullâh (sav)’in namazı kısaltma yapmadan tam ve 2 rekât kılarak cemaate de imamlık yaptığı durum “فأقمت لهم الصلاة , onlar için namazı tam kıldığın zaman” şeklinde ifade edilmektedir. Namazı tam ve 2 rekât kılan Nebîmizin aksine onun ardında kısaltarak yani 1 rekâta düşürerek kılanlar için “فلتقم طائفة منهم معك  onların bir kısmı seninle namaza dursunlar” denilmektedir.

Abdullah İbn Ömer’den nakledilen bir rivayet şöyledir:

Resûlüllâh ile birlikte (birçok) yolculukta bulundum. İki rekâttan fazla namaz kılmadı. Ebû Bekir’le birlikte bulundum, o da -Allah ruhunu kabzedinceye kadar- iki rekâttan fazla kılmadı. Ömer ve Osman’la da beraber bulundum; onlar da aynı şekilde hareket ettiler.(İbn Mâce, İkâmetü’s-Salât, 75; Nesâi, Taksîru’s-Salâtu’s-Salât, 5)

Nebîmiz yolcuyken 4 rekâtlı namazları daima 2 rekât halinde kıldığına ve “Benim namazı nasıl kıldığımı görüyorsanız siz de öyle kılın” (Buhârî, Ezân, 18) dediğine göre bizim de bu şekilde kılmamız gerekmektedir.

Tekrar etmek gerekirse: Seferlikte akşam hariç bütün namazlar iki 2 rekâttır ve burada herhangi bir kısaltma yoktur. Namazlar ancak düşman korkusu varsa kısaltılabilir. Bu da yukarıda belirtildiği gibi 2 rekâtlı farz namazların 1 rekât kılınması şeklinde olur.

Seferilikte namaz konusunda geniş bilgi edinmek için aşağıdaki linkte bulunan cevabımızı da izleyiniz:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/seferilikte-namazlar-kisaltilir-mi-kisaltilmaz-mi.html

Çalgılı, danslı, oyunlu, kadın-erkek karışık düğüne gitmek caiz midir?

Eğer düğünde dinimizin onaylamadığı, izin vermediği durumlar yaşanıyorsa orada bulunmamanız gerekir. Dinen birbirlerine yabancı sayılan kadın ve erkeklerin üstelik uygunsuz kıyafetlerle bir arada oynamaları, içki, bira gibi haram şeylerin davetlilere ikram ediliyor olması sakıncalı durumların başında gelmektedir. Eğer böyle bir durum yoksa o düğüne iştirak etmeli ve akrabalık, komşuluk vazifenizi yerine getirmelisiniz.

Fakat çalgılı, kadın-erkek karışık oyunlu düğün yapan akrabadan, komşulardan kopmamak için düğün salonuna gidebilir, henüz oyunlar başlamadan çiftleri ve ailelerini tebrik eder, varsa hediyenizi takdim eder, oyunlar başladığında da salondan çıkarsınız. Bu da bir seçenektir.

Lütfen aşağıdaki linki de tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/islama-uygun-dugun-nasil-yapilir.html

Bir malı bedeli ödendiğinde geri almak şartıyla satmak caiz midir?

Fıkıhta “bey’ bi’l-vefâ (البيع بالوفاء)” diye bilinen ve faizli işleme alım-satım görüntüsü veren bu işlem caiz değildir.

“Bey’ bi’l-vefâ, bedeli iade edilince geri almak üzere bir malı satmaktır. Bu, rehin ile satışın birleştirilmesiyle oluşturulmuş bir akittir. Halkın, “para faizsiz, tarla kirasız” dediği yöntemle yapılır.

Krediye ihtiyacı olan kişi tarlasını, evini veya başka bir malını peşin olarak satar; şu şartla ki, parayı ne zaman verirse malı geri alacaktır. Bu şart ya akit sırasında açıkça ifade edilir ya da önce anlaşma yapılır, sonra işlem gerçekleştirilir. Para geri gelinceye kadar müşteri o maldan yararlanır.

Diyelim ki, bir kişinin 10.000 liraya ihtiyacı var; parayı %10 ile bulabiliyor, ama bu farkın faiz sayılmayacak bir yöntemle ödenmesi gerekiyor. Eğer yıllık 1.000 lira kira getiren tarlası veya dükkânı varsa onu 10.000 liraya bey’ bi’l-vefâ yoluyla satar. Parayı geri getirinceye kadar kirayı müşteri alır. Eğer parayı getiremezse dükkân temelli müşterinin olur. Satıcının başkaca bir borcu olmaz. Bir safkada iki safka yasağı bu işlemin faiz sayılıp yasaklanmasını gerektirir.” (Abdülaziz Bayındır, Ticaret ve Faiz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2007, s. 70-71)

Safka, eli ele vurma anlamına gelir. Akit yapanlar, sözleşmeyi tamamladıklarını göstermek için böyle yaptıklarından akit anlamında kullanılır. Allah’ın Elçisi bir safka içinde iki safkayı yasaklamıştır.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/398)

Bu, bir akit içinde iki akdin yasaklanmasıdır. Ebû Hureyre’nin bildirdiğine göre Allah’ın Elçisi bir satış içinde iki satışı yasaklamış (Tirmizî, Buyû’, 18)  ve şöyle demiştir:

“Kim bir satış içinde iki satış yaparsa ya bedellerin düşüğünü alır ya da faize girer.” (Ebu Davud, Buyû’, 55)

Bey’ bi’l vefâ hakkında daha geniş bilgi için bkz: (Bayındır, Ticaret ve Faiz, s: 218-225)

Sıhrî akrabalık yoluyla ebedi evlenme yasağı doğan kişiler kimlerdir?

Sıhriyet yani evlilik yoluyla kurulan hısımlıkta “ebedi” evlenme yasağı bulunanlar dört sınıftır:

1. Kişinin baba ve dedesinin eşleri. Bunlar üvey ana ve üvey ninelerdir. (Kişinin öz annesi veya ninesi ise kan bağıyla kurulan akrabalıktan dolayı haramdır.)

2. Gelinler. Bunlar, kişinin oğlunun veya torunlarının eşleridir. Bir kimse kendi oğlunun veya torunlarının boşanmış veya dul kalmış eşleriyle evlenemez.

3. Kayınvalideler. Bunlar, kişinin eşinin annesi ve nineleridir.

4. Annesiyle gerdeğe girilmiş olan üvey kızlar.

Bir erkek, karısından boşansa veya karısı ölse dahi bu sayılan dört sınıftan herhangi birisiyle ebediyen evlenemez.

Konuyla yakından ilgili bir soru-cevap için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/bir-erkek-karisini-bosayip-baldizini-alabilir-mi.html

Karı-kocanın dudak dudağa öpüşmesi günah mıdır?

Karı-kocanın dudak dudağa öpüşmelerinde herhangi bir sakınca yoktur. Aksine, cinsel ilişki öncesinde bu ve benzeri davranışların sünnet-i müekkede olduğu dahi kabul edilmiştir. (Bkz: Abdurraûf el-Münâvî, Feyzu’l-Kadîr Şerhu’l-Câmii’s-Sağîr, 2. Baskı, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, 1972, c: 5, s: 90, 6536. rivayetin şerhi)

Eşler arasında kesin olarak yasak olan, ters (anal) ilişki ve kadının adet döneminde yaşanan ilişkidir.

Konu hakkında geniş bilgi için lütfen “Cinsel Hayat” kategorisinde yer alan aşağıdaki soru-cevapları okuyunuz.

Bankaların kredi kartlarına verdiği bonuslara niçin caiz diyorsunuz?

Kredi kartı bonusu ile Bireysel Emeklilik geliri bir birinden farklıdır. Bireysel emeklilikte üye, emeklilik şirketine belli bir miktar para yatırır ve demiş olur ki: “Bu paramı faizli ürünlerde değerlendir ve elde edilen geliri benim hesabıma kaydet.”

Diğerinde ise bonusu alan kişi bunları verenle herhangi bir faiz sözleşmesi yapmış değildir. Aradaki fark budur.

Doç. Dr. Servet Bayındır

Soruda bahsi geçen cevaplara aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/hediye-puanlari-bonus-kullanmak-caiz-midir.html

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/bireysel-emeklilik-sisteminden-faydalanmak-caiz-midir.html

Düğünden önce boşanma olursa kadına mehir vermek gerekir mi?

Gerdekten önce meydana gelecek boşanmalarda iki durum söz konusu olmaktadır: Taraflarca mehrin belirlenmiş veya belirlenmemiş olması.

Her iki durumu da açıklayan ayetler şöyledir:

Kadınları, mehirlerini belirleyinceye kadar el sürmeden boşarsanız bunun size bir günahı olmaz. Onlara yararlanacakları bir şey verin. İmkânı olan, gücü ölçüsünde, darlık içinde olan da gücü ölçüsünde, marufa uygun olarak, onları yararlandırsın. Bu, güzel davrananlar üzerine bir borçtur.

Kadınları, el sürmeden boşadığınızda, mehirlerini belirlemiş olursanız belirlediğiniz mehrin yarısını vermeniz gerekir; kadınlar veya nikâh düğümü elinde olan taraf[1] hakkından vazgeçerse başka. (Ey erkekler!) Sizin vazgeçmeniz takvaya daha uygundur. Aranızdaki üstünlüğü unutmayın. Allah yaptığınız her şeyi görür.” (Bakara, 2/236-237)

Bu ayetlere göre gerdekten önce meydana gelen boşanmalarda eğer mehir tespit edilmişse bunun yarısının kadına teslim edilmesi gerekir. Fakat henüz mehir belirlenmeden boşanma olursa o zaman erkeğin, kıza maruf ölçüsünde yararlanacağı herhangi bir mal vermesi gerekir.

————–

[1]- Nikah düğümü erkeğin elindedir. Çünkü o düğümü çözmek demek olan talak, erkeğin hakkıdır.

Mayo veya bikini ile denize giren evli bir kadının nikâhı düşer mi?

Evli olsun bekâr olsun bir kadının avret yerlerini kendisine dinen yabancı olan erkeklere göstermesi haramdır. Bu, kadını günahkâr yapar. Ama bunun nikâhla hiçbir ilgisi bulunmamaktadır, nikâhını düşürmez.

Benzer bir soru-cevap için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/bir-kadin-erkeklerin-onunde-oynarsa-nikahi-duser-mi.html

Kefir içmek caiz midir?

Kefir fermente yani mayalanmış-ekşitilmiş bir süt ürünüdür. Her fermente edilen üründe olduğu gibi kefirde de mayalanma esnasında alkol oluşmaktadır.

Kefirin çeşitleri mayalama sürelerine bağlı olarak tatlı kefir, orta sert kefir, sert kefir, çok sert kefir diye adlandırılmaktadır. Bu süreler 12, 24, 48, 60-72 saat olabilmektedir. Bu sürelerde oluşan alkol miktarı, geçen zamanla doğru orantılı olarak azdan çoğa doğru artmaktadır.

Tatlı kefirde on binde bir ile binde bir civarında oluşan alkol, mayalama süresi uzadıkça artmaktadır. Özellikle sert kefir ve çok sert kefirde bu oran yüzde ikiye, üçe çıkmaktadır. Bir sene gibi bir süre bekletilen kefirde bu oran yüzde 4 düzeyine yükselmektedir. Türkiye’de tatlı kefir üretilmektedir.

Sirke, şıra, turşu, boza, ekmek ve diğer mayalı unlu mamullerde de fermantasyondan dolayı doğal olarak alkol oluşmaktadır. Ekmekte sıcaklıkla özellikle kabuk kısmındaki alkol uçmakta ancak içinde önemli bir miktar kalmaktadır. Bu ürünlerdeki oran yüzde 2-3 gibidir. Aynı zamanda portakal, limon, nane v.b. doğal ürünlerde yüzde 2-3 oranında alkol vardır. Ancak bunların hiçbiri insanı sarhoş etmez.

Buna göre Türkiye’de üretilen tatlı kefirin içinde oluşan alkol da sarhoş etmeyeceğinden üretilmesinde, satılmasında ve içilmesinde herhangi bir sakınca yoktur.

Bununla ilgili görüntülü bir cevabımızı aşağıdaki linkten izlemenizi tavsiye ederiz:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/icinde-alkol-bulundugu-soylenen-kefir-ve-boza-icmek-caiz-midir.html

Namazlardan sonra camide musafaha yapmanın hükmü nedir?

Birbirleri ile karşılaşan Müslümanların önce selamlaşmaları ardından da musafaha (tokalaşma) yapmaları sünnettir. Musafaha ile ilgili olarak Peygamberimizden nakledilen iki hadis şöyledir:

Berâ radıyallahu anh anlatıyor: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“İki Müslüman karşılaşıp musafahada bulununca ayrılmalarından önce (küçük günahları) mutlaka affedilir.” (Ebû Davud, Edeb, 153; Tirmizi, İsti’zân, 31)

Atâ el-Horasani anlatıyor: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

Musafaha edin ki kalplerdeki kin gitsin. Hediyeleşin ki birbirinize sevgi doğsun ve aradaki düşmanlık bitsin.” (Muvatta, Hüsnü’l-Hulk, 16).

Fakat vakit namazlardan sonra cemaatin cami içinde sıraya girerek birbirlerine “Allah kabul etsin” deyip musafaha etmeleri ve bunu adet haline getirmeleri, bu sünnetin kapsamına dâhil değildir. Kütüb-ü Sitte’den “Sünen-i Ebî Davud” un Türkçe tercüme ve şerhinde konuyla ilgili şu faydalı bilgiler yer almaktadır:

Sabah Ve İkindi Namazlarından Sonra Musafaha Yapmak (Caiz Midir?)

İmam Nevevî, “el-Ezkâr” isimli eserinde musafaha konusunda şöyle diyor:

“Şunu bil ki her karşılaşmada musafaha yapmak müstehabtır. Hal­kın sabah ve ikindi namazlarından sonra âdet hâline getirdiği güzel musa­fahanın ise şeriatla ilgisi yoktur. Ancak bunun zararı da yoktur. Çünkü prensip olarak musafaha sünnettir. Ve halkın çoğu hallerde aşırı giderek bunu kusurlu halde yapmaları onu sünnet olmaktan çıkarmaz. (…) Mubah olan bidatlerden birisi de sabah ve ikindi namazlarından sonra tokalaşmaktır.” (Muhammed İbn Allân, el-Futûhâtü’r-Rabbâniyye, V, 397-399.)

Hanefi ulemasından Aliyyü’l-Kâri, İmam Nevevî’nin bu görüşüne itiraz ederek şöyle demiştir:

“İmam Nevevî’nin bir nevi çelişki içinde bulunduğu aşikârdır. Çünkü halkın bazı vakitler işledikleri sünnete bid’at denilemeyeceği gibi, halkın bu sünneti sabah ve ikindi namazlarından sonra müstehab ve meşru olma­yan şekliyle yapmalarına da sünnet denilemez. Çünkü meşru olan musafahanın zamanı, ilk karşılaşma zamanıdır. Bazen halk karşılaştıkları halde musafaha yapmadan uzun süre sohbet ve ilim müzakeresi yapıyorlar. Sonra namazı kılınca musafaha ediyorlar. Nerede sünnet, nerede bunların yaptıkları! Onun için bizim Hanefî ulemasından bazıları, İmam Nevevî’nin sözünü ettiği bid’atin mekruh ve mezmûm (kınanmış) bidatlerden olduğunu açıkça ifade etmişlerdir.” (Aliyyü’l-Kârî, Mirkâtü’l-Mefâtîh, IV, 74-575.)

(…) Bu konuda İbn Abidin şöyle diyor:

“Sadece namazlardan sonra musafahaya devam etmek, bazı cahillerin bunun sünnet olduğunu ve diğer zamanlarda yapılan musafahalardan daha faziletli olduğunu zannetmelerine yol açar. Oysa seleften hiç­bir kimse bu vakitlerde musafaha etmemiştir. Binaenaleyh namazdan sonra musafaha her hâlükârda mekruhtur ve Rafızîlerin sünnetlerindendir.” (İbn Abidin, Reddu’l-Muhtâr, V, 244.)

KAYNAK: Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Hüseyin Kayapınar, Necati Yeniel, Necat Akdeniz, Şamil Yayınevi, Edep, 141-142. bâb. 5212. hadisin şerhi)

Adam öldü. Karısı ve dört kızı kaldı. Miras nasıl taksim edilir?

Adamın karısı mirasın sekizde birini alır. Kalanın tamamını (kalanın üçte ikisini farz hisse olarak, kalan üçte birini de akrabalıkla) ise kız çocuklar alırlar. Hepsi kız çocuk olduğu için mirası aralarında eşit olarak paylaşırlar.

Mirasın tamamı 32 hisse kabul edilirse sekizde  biri olan 4 hisseyi  karısı alır. Kalan 28’lik hisseden de her  bir kız çocuk 7’şer hisse alırlar. 4+7+7+7+7=32

Kişinin çocuğu varken kardeşleri mirastan pay alamaz. Nisa 4/176’da kardeşlerin mirasçılıkları için kişinin veledinin (yani kız veya erkek çocuğunun) bulunmaması şartı koşulmuştur. İlgili ayet şöyledir:

Senden fetva istiyorlar. De ki: Kelâle konusundaki fetvayı size Allah veriyor. Bir kimse çocuğu yokken ölür, bir kız kardeşi kalırsa bıraktığının yarısı onun olur. Çocuksuz ölen kız ise erkek kardeş bütün mirası alır. Kız kardeşler iki tane ise mirasın üçte ikisi onlarındır. Kardeşler erkekli kızlı iseler erkek, iki kıza payı alır. Yanılırsınız diye açıklamayı size Allah yapıyor. Allah her şeyi bilir. (Nisâ, 4/176)

Kızların evli veya bekâr olmaları ya da küçük-büyük olmaları mirasçılıklarına etki etmez.

Satılan mal müşteri tarafından teslim alınmazsa nasıl hareket edilmeli?

Bir alım satımda satıcının görevi malı teslim etmek, alıcının görevi ise teslim almaktır. Sorudan anlaşıldığına göre müşteri gayrimenkulü teslim almamıştır; çünkü gayrimenkulün teslim ve tesellümü, tapunun nakli ile gerçekleşir.

Kişi, soruda belirtildiği üzere uzun yıllardır ortaya çıkmıyor, malını teslim alıp sahip olmuyor, arandığı halde kendisine veya hakkında tasarrufta bulunmaya yetkili birine de ulaşılamıyor ve bu durum malı satan tarafı mağdur ediyorsa şöyle hareket edilmelidir:

Alım-satım akdini geçersiz kılıp müşterinin yazlık için ödediği bedelin o günkü değerini, müşterinin çıkıp gelmesi ihtimaline karşı makul bir süre saklı tutmak, süre sonunda da ortaya çıkmazsa onun adına hayra harcamaktır.

Doç. Dr. Servet Bayındır

Namaz vakitleriyle ilgili fecr ve felak kelimeleri aynı manaya mı geliyor?

Fecr (الْفجْر) kelimesi mastar olarak ‘yarma’, ‘akıtma’ ve ‘fışkırma’ anlamlarına gelir. İsim olarak ise ‘sabahın erken saatlerinde güneşten doğu ufkuna ulaşan kızıllık’ demektir. Gecenin sonuna doğru ufkun üst tarafında görülmeye başlayan kızıl ve beyaz ışıklar, zayıf bir ışık kubbesi oluşturarak yavaşça ufka iner. Giderek renkler ayrışmaya ve ufuk açılmaya başlar. Sonra fecrin, yani ufka gelen kızıl ışıkların, ufuk boyunca kümeleşerek bir kızıl ışık kuşağı oluşturduğu görülür. Onun üstünde de beyaz ışık kuşağı oluşur. Bu sırada yeryüzü karanlık olduğu için kara parçası, ufuk boyunca uzayan siyah bir kuşak gibi gözükür. Bu kuşaklar şüpheye yer kalmayacak şekilde netleşince ışıklar ikiye ayrılmış, ikinci doğuş başlamış olur. O ana kadar olan aydınlık, seher vakti aydınlığıdır, onunla sabah namazı ve oruca başlama vakti girmez. O aydınlık insanları yanılttığı için ona “fecr-i kâzib” denir.

“Fâliq’ul-ısbâh (فَالِقُ الْإِصْبَاحِ) sabahı bölen Allah” anlamına gelir. Allah, seher vaktinin başından itibaren ufuktaki karanlıkla karışık olan kızıl ve beyaz ışıkları,  kızıl ve beyaz ışık kuşağıyla böler. Dolayısıyla “fecr” ufku yararak seheri ayıran kızıl ışığın adı, Fâliq de o yarmayı yapan zat yani Allah Teala’dır.

Ölen kişinin ruhununun bedeni ile ilişkisini biraz daha anlatır mısınız?

İnsan, ruh ile vücudun birleşmiş halidir. Vücut, ruhun evi gibidir; oturulacak hale gelince oraya yerleştirilir. Ruh, vücudu bir uykuda iken bir de ölümü sırasında terk eder. Kur’ân her iki durumu da “vefat” kelimesi ile ifade eder. Şu ayet bunu anlatmaktadır:

“Allah ölüm esnasında ruhları vefat ettirir, ölmeyen­lerinkini de uykuda vefat ettirir. Ölümüne hükmettiğini tutar, ötekini belli bir vakte kadar salıverir Bunda düşünen bir toplum için ayetler vardır.” (Zümer, 39/42)

“Geceleyin sizi vefat ettiren, gündüzün ne yap­tığınızı bilen odur. Sonra belirli süre doluncaya kadar gündüzün sizi kaldırır.” (En’âm, 6/60)

Vefat, ruhun bedenden alınmasıdır. Uyuyan ve ölen ruh değil bedendir. Uyku, vücudun dinlenmesi, ölüm de sonsuz ahiret hayatına uygun olarak yeniden yaratılması için zorunludur.

Kur’ân’a göre ölüm bir uyku, kabir bir uyuma yeri, öldükten sonra dirilme de uykudan uyan­ma­dan başka bir şey değildir. Uyuyan kişi, uykuda ne kadar zaman geçti­ğini bilemez. Ölü de aynıdır. Nitekim Kur’ân’da biri ölü, diğeri uyu­yanla ilgili iki örnek vardır.

Ashab-ı Kehf, mağarada 309 yıl uyumuştu (Kehf, 18/25) Allah Teâlâ onlarla ilgili olarak diyor ki:

“Birbirlerine sorsunlar diye onları uyandırdık. İçlerinden biri: ‘Ne kadar kaldınız?’ diye sordu. ‘Bir gün, belki de daha az kaldık’ diye cevap verdiler.” (Kehf, 18/19)

Ölümle ilgili ayet de şudur:

“Şuna da bakmaz mısın? O, tavanları çök­müş ve duvarları üzerlerine yıkılmış bir kente uğramıştı da ‘Allah burayı ölümünden sonra nasıl dirilte­cek?’ demişti. Bunun üzerine Allah onu orada yüz yıl ölmüş halde bıraktı, sonra kaldırdı ve ‘Ne kadar kal­dın?’ diye sordu. O da ‘Bir gün, belki de bir günden az kaldım.’ dedi. Allah buyurdu ki: ‘Yok, tam yüz yıl kaldın. Şimdi yiyeceğine ve içeceğine bak­, bozulmamışlar bile. Bir de şu eşeğine bak. Seni insanlara bir ibret yapalım diye bunu yaptık. Kemiklere bak, on­ları nasıl birleştirecek, sonra onları ete büründürece­ğiz.’ Bunlar apaçık belli olunca şöyle dedi: ‘Ben artık anladım ki, Allah’ın gücü gerçekten her şeye yeter.’” (Bakara, 2/259)

Yüz sene ölü kalıp dirilen ile 309 sene uy­kuda kalanlar orada “Bir gün veya bir günden az.” kaldık­larını sanıyorlar.

Uyuyan kişi, vücudundan nasıl habersizse ölü de habersizdir. Beden canlı olduğu için uyuyanın ruhu gelip tekrar aynı bedene gire­r. Yukarıdaki ayette; “Ölümüne hükmettiğini tutar” (Zümer, 39/42) buyurulmuştur. Yani Allah ölümüne hükmettiği bedenden ayrılan ruhu tutar, bedene geri göndermez. Ahirette vücut yeniden yaratılıp ruh ile eşleşince kişi, ken­dini uykudan uyanmış gibi hisseder ve “Bizi yattığımız yerden kim kaldırdı?” (Yasin, 36/51-52) der. Beden toprakta çürü­müş, yeniden yaratılmış; ama o bunun farkında değil, uyuyup uyandı­ğını zannediyor! Aradan geçen zamanın da far­kında değil. İşte ölüm bize bir uyku kadar, kıyâmet de uykudan uyanmak kadar yakındır.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir:

“Her kul, ne üzere öldüyse o şekilde dirilti­lir.” (Müslim, Cennet, 83 -(2878)

Veda Haccı’nda birisi bineğinden düşmüş, boynu kırılmıştı. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Onu su ve sidr ile yıka­yın, iki parça bez içinde kefenleyin, koku sür­meyin ve başını örtmeyin. Çünkü o, kıyamet günü telbiye getirir durumda kaldırılacaktır.” (Buhârî, Cenâiz, 20)

Peygamberimiz o şahsın ölümünü, ihramlı bir hacının uyuması gibi saymıştır. İhramlı koku sürünmez, uyurken başını örtmez. Uykudan kalkınca da telbiye getirir.

Görüldüğü gibi aşağıdaki linkte verilen cevapla Tarikatçılığa Bakış kitabının “Ölüden Yardım İsteme” bölümünde anlatılanlar arasında herhangi bir çelişki yoktur. Dirilerin ölülere seslerini işitememeleri ve ölülerin dirilere yardım edememesi başka bir şeydir; ölen ruhun, ölmüş bedenin parçalarının bulunduğu kabirle ilgisini kesmemiş olması başka bir şeydir.

www.fetva.net/yazili-fetvalar/insan-olunce-ruhu-ile-bedenin-iliskisi-tamamen-kesiliyor-mu.html

İş yerinde namaz kılmak için patrondan izin almak şart mıdır?

Farz namaz için işverenden izin alınmaz. Bu, sizin insan olmanızdan kaynaklanan hakkınızdır. Ancak size farz olmayan ibadetler için izin almanız gerekir. Mesela öğle namazının dört rekâtı için değil; ama başında ve sonundaki sünnetler için izin almanız icap eder. Fakat “Nasıl olsa izin alınması gerekmiyormuş” diyerek farz namazları da uzatamazsınız. 4 rekâtlık bir namaz, bir kişinin ortalama 4 dakikasını alır. Selam verir vermez işinizin başına dönersiniz. Eğer işyerindeki molalar namaz vakitlerine denk geliyorsa namazları bu vakitte kılmalısınız.

Konu hakkında daha geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linki de tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/isveren-musaade-etmedigi-takdirde-mesai-saatinde-namaz-kilmak-caiz-mi.html

Memur maaşı ile geçinen kimseler fitre kabul edebilirler mi?

Fıtır sadakasında zekâtta olduğu nisap miktarı mala sahip olma şartı yoktur. Ramazan ayında oruç tutmaya gücü yeten zengin-fakir her Müslümanın fitre vermesi gerekir. Buna fitre alma durumunda olan fakir Müslümanlar da dâhildir.

www.fetva.net/yazili-fetvalar/kimlerin-fitre-vermesi-gerekir.html

Fitre, muhtaç durumda kalmış olan kimselere verilir. Zekât veya fitre alabilmek için “miskin” olmak, yani işsiz güçsüz olmak veya geçimine yetecek kadar bir geliri olmamak gerekir. Verdiğiniz bilgiye göre sizin geliriniz iyi olduğu için fitre alamazsınız.

Fitreler vekâlet yoluyla ödenebilir mi?

Fitrelerin en geç bayram namazı vaktine kadar ödenmesi gerekir. Bu konudaki hadisler, fitrenin, bayramın birinci günü sabah namazı ile bayram namazı arasındaki vakitte verilmesinin uygun olacağını belirtse de fakihler, muhtaçların lehine olacağını düşünerek bayramdan bir kaç gün önce de verilebileceğini söylemişlerdir.

www.fetva.net/yazili-fetvalar/fitir-sadakasi-ramazandan-sonra-da-verilebilir-mi.html

Fakat fitrenizi vekâletle verebilirsiniz. Buna göre vekil kıldığınız kişi, sizin yerinize vaktinde ihtiyaç sahiplerine verir, siz de daha sonra ona verirsiniz.

Lütfen aşağıdaki linki de tıklayınız:

www.fetva.net/fitre/fitreler-vekalet-yoluyla-odenebilir-mi-2.html

Ağır işlerde çalışan kişiler oruçlarını kazaya bıraksalar olur mu?

Zor işlerde çalışıyor olmak orucu tutmaya engel değildir. Dinimizde sadece hasta ve yolculara oruç tutmama ruhsatı verilmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Onu (orucu) sayılı günlerde tutun. Sizden kim hasta veya yolculukta olursa tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde tutsun. (…) Sizden kim Ramazanı yaşarsa onu oruçlu geçirsin. Kim o ayda hasta yahut yolculukta olursa o günler sayısınca diğer günlerde oruç tutsun. (Bakara, 2/184-185)

Sıcakta çalışma, oruç saatlerinin uzun olması, ağır işte çalışma vb. gibi durumlar oruç tutmamak için meşru mazeret değildir. Fakat bu gibi kişiler hastalanırlarsa o takdirde oruçlarını bozabilirler.

Zaten orucun hikmetlerinden biri de (sıcak, soğuk, uzun günler vs. gibi) her türlü şart ve ortam altında kişilerin Allah’ın emirlerini yerine getirip getirmeyeceklerinin belirlenmesidir. Yukarıda meali verilen ayetlerden görülebileceği gibi dinimizin oruç ibadetindeki kolaylık prensibi, sadece hasta ve yolcuları kapsamaktadır. Yoksa oruç tutmak istemeyen herkes kendince haklı bir sebep bulabilir ve kolaylık prensibinden yararlanabilirdi.

Lütfen aşağıdaki linklerde bulunan soru-cevapları da gözden geçiriniz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/doktorluk-itfaiyecilik-vs-gibi-zor-meslek-erbabi-nasil-oruc-tutacaklar.html

www.fetva.net/yazili-fetvalar/asiri-sicak-ve-uzun-gunler-oruc-tutmaya-engel-midir.html

 

Ramazan ayında tatile gidenler oruçlarını kazaya bırakabilirler mi?

Oruç, tamamen kişi ile Allah arasında kalmış bir ibadettir. O, hasta veya yolcu olanların oruç tutmayabileceklerini bildirmiştir. Kişinin hangi amaçla yolculuğa çıktığını Allah Teâlâ mutlaka bilir. Eğer kişinin niyeti oruçtan kaçmak ise bunun hesabını Allah’a verir. Buna biz kullar karar veremeyiz. Bize göre zâhirde bu kişi yolculuğa çıkmışsa amacına bakmaksızın biz onun orucu kazaya bırakabileceğini söyleriz. Fakat seferi olmalarına rağmen oruçlarını tutarlarsa tabii ki daha iyi olur.

YAYIMLANDIĞI YER: Yahya Şenol, Ramazan ve Oruç, 3. Bs., Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2017, s. 91.

Seferlikte oruç tutulması ile ilgili başka bir cevabımız için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/yolculukta-oruc-tutmak-caiz-midir.html