Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Yazılı Fetvalar

Resûlullâh’ın soyundan gelmek insana ayrı bir değer kazandırır mı?

İslâm tarihinde “Seyyid” tabiri, Resûlullâh’ın torunu Hz. Hüseyin’in soyundan gelenleri belirtmek üzere kullanılmıştır. Resûlullâh’ın diğer torunu Hz. Hasan’ın soyundan gelenler ise “Şerif” olarak adlandırılırlar. Hem Hasan hem de Hüseyin’in soyundan gelmiş olanlara ise “Seyyid Şerif” denilir.

Resûl-i Ekrem’in so­yu, kendisinden altı ay kadar sonra vefat eden küçük kızı Fâtıma’dan olma torun­larıyla devam etmiştir. Bugün de onlardan varlığını sürdürenler vardır. Bunlar tek bir bölgede yerleşmiş değillerdir. Dünyanın birçok bölgesine dağılmışlardır, ülkemizde de bulunabilirler.

Şunu söylemek gerekir ki bir kimsenin Resûlullâh’ın soyundan geliyor olması, ona bir ulviyet kazandırmaz. Kişiye değer katan, kendi imanı ve amelidir. İman ve amelde eksiklik olursa Nebî çocuğu dahi olmak kişiyi kurtarmaya yetmez! Nitekim Nuh Aleyhisselamın oğlu, babasına ve onun dinine inanmadığı için kâfir olarak ölmüştür. Ayrıca şu ayet de konumuz açısından büyük önem arz etmektedir:

“Bir zamanlar Rabbi, İbrahim’i bir takım sözlerle imtihan etmiş, o da tam başarı göstermişti. Rabbi ona ‘Ben seni insanlara önder yapacağım.’ dedi. O ‘Soyumdan da olsun.’ deyince Rabbi ‘Yanlış yapanlar için söz vermem.’ dedi.” (Bakara, 2/124)

Ayet mealinde altı çizili yerden de görüleceği gibi İbrahim aleyhisselamın soyundan gelip de yanlış davranışlarda bulunanlar için Allah Teala herhangi bir garanti vermemektedir. Bu hüküm, bizim Nebîmizin soyundan gelenler için de aynen geçerlidir.

Konuyla ilgili daha geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linkte yer alan soru-cevabı da inceleyiniz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/peygamberimizin-kac-torunu-vardi-nesli-nasil-devam-etti.html

Yatak odasında Kur’an bulunmasında herhangi bir sakınca var mı?

Her ne kadar bazı kitaplarda yatak odasında Kur’an veya ayet yazılı levha bulundurulmaması gerektiği yazsa da bunun herhangi bir delili yoktur. Bu görüşte olanlar Kur’an’a saygı gerekçesi ile bunu hoş karşılamadıklarını belirtirler. Ama ne ayetlerde ne hadislerde bu tür bir saygıdan söz edilmektedir!

Kur’an’a ve içindekilere saygı; onlara inanmak, okumak, sahip çıkmak ve yaşamakla olur. Yatak odası da dâhil evin herhangi bir odasında mushaf veya ayet yazılı levhaların bulunmasında hiçbir sakınca yoktur.

Benzer bir soru-cevap için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/yatak-odasinda-namaz-kilmanin-hukmu-nedir.html

Haraç veren de alan gibi günah işlemiş olur mu?

Haraç, kişinin başkasının malını zorla hakkı olmadığı halde almasıdır. Büyük günahtır.

Allah Teâlâ, “Mümin­ler, mallarınızı aranızda batıl yolla değil, karşılıklı rızaya dayalı ticaretle yiyin” (Nisa, 4/29) diye buyurmaktadır

Abdullah  b. Amr, Peygamberimizin şu sözünü işittiğini söylemiştir:

“Kim malını korurken öldürülürse o, şehittir.” (Buhari, Mezâlim, 34; Müslim, İmân, 62).

Kişi malını vermemek için gücü yettiğince gayret göstermelidir. Eğer her isteyene haraç veriyor, zorla malını alanları ilgili mercilere şikâyet etmiyorsa bu durumda şerre göz yummuş olmanın vebalini üstlenir.

Namaz niçin bazı Müslümanların şirke düşmesini engellemiyor?

Kişi kendini şirke karşı korumazsa hiçbir şey, onun müşrik olmasını engellemez. Peygamberlerin ibadetlerinde kusur etmeyecekleri açıktır; ama Allah Teâla onları bile şirk konusunda uyarmış ve şöyle buyurmuştur:

“De ki: ‘Ey cahiller! Allah’tan baş­kasına kulluk etmemi mi istiyorsunuz?’

Sana da, senden önceki elçilere de mu­hak­kak şu vahyedil­miştir: ‘Eğer şirke düşersen yaptıkların yanar gider ve sen, kaybeden­lerden olursun.’

Hayır, yalnız Allah’a kulluk et ve şükreden­ler­den ol.

Bunlar Allah’ı gereği gibi değer­lendiremediler. Oysa kıyamet günü, bütün yer­yüzü onun avucunda, gökler de sa­ğında dürülü olacaktır. O, ortak koştuk­larından uzak ve yücedir.” (Zümer, 39/64-67)

“De ki: ‘Gökleri ve yeri bölünme kanunu ile yaratan Allah’tan başkasını mı veli edineceğim? O her şeye bakan; ama bakıma ihtiyacı olmayandır.’ De ki: ‘Bana şu emir verildi: ‘Müslümanların en önde geleni ol; sakın müşriklerden olma.’

De ki: ‘Eğer Rabbime baş kaldıracak olsam ben o büyük günün azabından korkarım.’” (En’âm, 6/14-15)

Sorunuzda geçen ayet ise şöyledir:

اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاءِ وَالْمُنْكَرِ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ

“Sana vahyedilen kitaba uy ve namazı tam kıl. Çünkü namaz, hayâsızlığı ve kötülüğü engeller. Allah’ı zikir, elbette büyüktür. Allah, ne yaptığınızı bilir.” (Ankebût, 29/45)

Namazın kötülüğe engel olması, namaz kılanın içinin bu konularda daha hassas olması anlamına gelir. Böyle birinin büyük günah işlemeye devam etmesi ya da Allah’a şirk koşması, onun kıldığı namazın gerektiği gibi olmadığını gösterir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemden nakledilen bir rivayet şöyledir:

من لم تنهه صلاته عن الفحشاء والمنكر لم تزده من الله إلا بعدا

“Kimin namazı onu hayâsızlıktan ve kötülükten engellemiyorsa o namaz ona, Allah’tan uzaklaştırma dışında bir katkı sağlamaz.” (Taberâni, Mu’cemü’l-Kebîr, c: 11, s: 54)

Çünkü böyle biri yoldan çıktığı halde, namaz kıldığı için kendini doğru yolda zanneder.

Meleklerle iletişime geçmek, onlardan yardım istemek mümkün müdür?

Büyük ölçüde uzak doğu felsefesinden ve Hristiyanlık’tan esinlendiği anlaşılan bu şekilde bir melek kavramının İslam dini açısından kabul edilemez olduğunu belirtmek gerekir. Tarih boyunca her kültürde ve dinde melek inancı olagelmiş ve insanlar bu varlıkları çeşitli şekillerde tasvir ederek onlarla iletişime geçmeye çalışmışlardır.  İslam dininde de meleklerin varlığına inanmak bir inanç esasıdır ve her Müslüman için buna inanmak zorunludur.

Melekler, duyu organlarıyla algılanamayan; ancak Allah’ın bildirmesi (vahiy) ile hakkında bilgi edinilen varlıklardır. Kur’an-ı Kerim’de ve peygamberimizin sözlerinde meleklerin özellikleri ve görevleri hakkında bilgiler verilmiştir. Onlar Allah’ın emrini yerine getirirler ve O’na karşı gelemezler (Nahl 16/50).  Bazı durumlarda vazifelerini yerine getirmek amacıyla çeşitli şekillere bürünerek insanlara görünebilirler (Meryem 19/16-17). Melekler asla geleceği bilemezler (Neml 27/65).

Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde meleklerin görevleri de belirtilmiştir. Melekler; peygamberlere vahiy getirmek yanında (Bakara 2/97-98) insanları koruyup gözetirler (Kâf 50/18, 21; Ra’d 13/11). Onlar doğru yolda ilerleyen müminler (Fussilet 41/30-31) ile yeryüzündeki tüm insanlar için Allah’tan af dilerler (Şûrâ 42/5). Peygamberlere ve müminlere maddî, manevî destek veren (Bakara 2/123-125) ve insanların yaptıklarını kaydeden melekler de vardır (İnfitâr 82/10-11) Kur’an’da meleklerin ilâhî cezaların yerine gelmesine vesile oldukları (Ankebût 29/31) Allah’ı yüceltip tesbih ettikleri (A’râf 7/206; Enbiya 21/20) ve peygambere salat ve selam getirdikleri de kaydedilir (Ahzâb 33/56). Bunun yanında melekler tabiatın yönetimi ve ilahi kanunları icrası konusunda verilen görevleri de yaparlar (Nâziât 79/1-5; Secde 32/11). Kıyamet günü ile cennet ve cehennemde görevli olan melekler de vardır (Enfâl 8/50; Ra’d 13/23-24; Zümer 39/71-72)

Görüldüğü üzere melekler Allah Teâlâ’nın tabiattaki bazı hadiselerin gerçekleşmesine vesile kıldığı varlıklardır. Cenab-ı Hakkın emri ve izni olmadan faaliyette bulunmaları, insanlara yardım etmeleri söz konusu değildir.

Kur’an-ı Kerim’de bazı özel hallerde peygamberlerin ve bazı kimselerin meleklerle diyalogundan bahsedilir. Bunun dışında bir kimsenin meleklerle konuşması, onlardan yardım istemesi ya da mucize vb. işaret göstermesini istemesi mümkün değildir. Bu türden bir anlayış, yukarıda çerçevesini çizdiğimiz İslâm dininin melek inancıyla izah edilemez. Böyle bir iddia, İslam inancının esasını oluşturan Allah’ın birliği (tevhid) ilkesine de aykırıdır. Tevhid ilkesi, müminlerin yardım taleplerini ve ihtiyaçlarını doğrudan Yüce Allah’a iletmelerini ve bu hususta hiçbir varlığı O’na aracı kılmamalarını öngörür. Namazların her rekâtında okunan Fatiha suresinde geçen “Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.” (Fatiha 1/4) ayetinde bu husus belirtilmiş ve bir müminin günde beş defa bunu hatırda tutması istenmiştir. Bunun yanında mucize göstermek, peygamberlere ait bir özelliktir. Meleklerin mucize gösterdiklerine dair bir bilgiyi dinin ana kaynaklarından hareketle doğrulamak söz konusu olamaz. Tabiattaki her işleyiş, Allah Teâlâ’nın kontrolü altındadır ve melekler buna sadece aracı olabilirler. Dolayısıyla aracılardan dilenmek ve Allah’a ulaşmak için çeşitli varlıklara yönelmek doğru değildir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette putperestliğin bu gerekçeyle sert bir dille yasaklandığı görülür. (bk. Mâide 5/76; Yûnus 10/18, 106) Müminler, savaş vb. durumlarda melekler tarafından yardım edilseler de burada asıl fâil Allah’tır ve meleklerin görevlerini yerine getirmek dışında bir fonksiyonları yoktur. Bilinçli bir mümine düşen görev ise dini konularda doğru bilgilenmek ve inancına zarar veren bu tür davranışlardan uzak durmaktır.

Dr. Osman Demir

Gözyaşı abdesti bozar mı?

Abdesti bozan durumlar, aşağıdaki ayet-i kerimede şöyle belirtilmiştir:

… Hasta veya yolcu olur veya sizden biri ayakyolundan gelir ya da kadınlara temas etmiş olur da su bulamazsanız temiz toprağa teyemmüm edin; onunla yüzünüzü ve ellerinizi mesh edin…” (Mâide, 5/6)

Ayet, abdestin tuvalette olan şeylerle bozulacağını bildirmektedir. Bunlar; büyük abdest, küçük abdest ve yellenmedir.

Uyluklarından biri yerden kesilmiş olarak uyuyan kişinin yellenme ihtimali yüksek olduğundan bu şekilde uyumak da abdesti bozar. Nebîmizin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

إِنَّمَا الْوُضُوءُ عَلَى مَنْ نَامَ مُضْطَجِعًا

“Sadece yan üstü yatarak uyuyanın abdest alması gerekir.” (Ebû Dâvûd, Tahâret, 80)

Gözlerin yaşarması ise hangi sebepten olursa olsun abdesti bozmaz. Bu yüzden ister namaz öncesinde ister namaz esnasında gözleriniz yaşardığında abdestiniz bozulmayacağı için bu durumda namaz kılmanızda/namaza devam etmenizde herhangi bir sakınca yoktur.

Abdesti bozan şeylerle alakalı olarak aşağıdaki linklerde bulunan soru-cevapları okumanızı/izlemenizi tavsiye ederiz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/uyku-ve-yellenmek-abdesti-bozar-mi.html

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/abdesti-bozan-seyler-nelerdir-kan-ve-uyku-abdesti-bozar-mi.html

Resûlullâh hiç “Ölülerinize Yasin okuyun” demiş midir?

Nebîmize nispet edilen bu rivayet şöyledir:

“Ölülerinizin ardından Yasin okuyun (اقرءوا { يس } على موتاكم ).” (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 24; İbn Mâce, Cenâiz, 4)

Bu rivayetin zayıf olduğunu çeşitli hadis âlimleri eserlerinde zikretmektedirler. Ebu Bekr İbnü’l-Arabî, Dârekutnî’nin bu rivayetle ilgili olarak “Bu hadisin isnadı zayıftır, metni meçhuldür, bu konuda sahih bir hadis yoktur.” dediğini rivayet etmiştir: (İbn Hacer, et-Telhîsu’l-Habîr, c: 2, s. 244-245. Ayrıca bkz: Mizzi, Tuhfetü’l-Eşrâf, c: 8, s. 465; İbnü’l-Kattân, Beyânü’l-Vehm ve’l-Îhâmi’l-Vâkıayn fî Kitâbi’l-Ahkâm, c: 5, s. 49).

Zayıf hadisler de dini konularda delil olamaz.

www.fetva.net/yazili-fetvalar/zayif-hadisle-amel-edilir-mi.html

Ölülerin ardından Kur’an okunması ile ilgili ilmi bir makale kaleme almış olan Mustafa Özel, makalesinde şu sonuçlara varmıştır:

1- “Ölülere Kur’an okunmasıyla ilgili Kur’an-ı Kerim’de ne doğrudan ne de dolaylı bir bilgi mevcuttur.

2- Peygamberimizin sözlerini içeren makbul ve muteber hadis kitaplarında da bu konuyu doğrudan ele alan sahih/sağlam bir haber bulunmamaktadır. Kaynaklarda yer alan hadislerin tamamına yakını ya zayıf ya da mevzu/uydurmadır. Bu bağlamda sahih hadis kitaplarındaki tek hadis, Ebû Dâvûd ve İbn Mâce’de yer alan ve her iki kaynakta da Mâ’kil b. Yesâr tarafından rivayet edilen Yasin suresinin okunmasıyla ilgili hadistir. İlk kaynakta alâ (علي) cer edatıyla, ikinci kaynakta ise “inde (عند)” mekân zarfıyla yer alan hadisin delâleti sorunludur.

3- İslam’ın ilk dönemlerinde olmayan bu uygulama, büyük ölçüde, tarihi süreç içerisinde ortaya çıkan uygulamalara dayanmaktadır. Bu, bir takım psikososyal nedenlerle ortaya çıkmış olabilir. En azından bunun Müslümanların öte dünyaya yolcu ettikleri dindarlarıyla ilişkilerini bir biçimde devam ettirme ve onlara saygı aracı olarak değerlendirdikleri düşünülebilir.” (Mustafa Özel, “Ölünün Ardından Kur’an-ı Kerim Okunmasının Dini Dayanakları”, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, sayı: 7, Nisan 2006, s. 484-485. Makaleye erişim: isamveri.org/pdfdrg/D02533/2006_7/2006_7_OZELM.pdf)

Ölülerin ardından Kur’an okunmasıyla ilgili daha geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/olulerin-ruhlarina-kuran-okunur-mu.html

Dârülharpta faiz alınabileceğine dair hadis var mı, varsa sahih mi?

Faizin dârülharpta alınıp verileceğine dair bir hadis yoktur. Fakat bazı Hanefîlerin delil aldığı şöyle bir rivayet vardır:

لَا رِبَا بَيْنَ الْمُسْلِمِ وَالْحَرْبِيِّ فِي دَارِ الْحَرْبِ

“Dârülharpta Müslüman ile harbî arasında faiz yoktur.”[1]

İmâm Zeylâî (v. 762/1360), bu rivayete Nasbü’r-Râye li-Ehâdîsi’l-Hidâye adlı kitabında “garîb” demiştir.[2] Ona göre garîb, senedi bulunmayan rivayettir.[3]

İbn Hacer el-Askalânî (v. 852/1449) de “böyle bir rivayet bulamadım = لم أجده” demiştir.[4]

Bu rivayet, kaynaklarda farklı lafızlarla geçmiştir.[5] Hanefî kaynaklarında da tek râvisi tâbiînden Mekhûl (v. 112/730) olup mürsel tarikle (sahabe atlanarak) Peygamber (sav)’e isnat edilmiştir. Bu şekliyle hadis, delil alınacak nitelikte değildir.

Hanbelî fakihi İbn Kudâme (v. 620/1223)’in aşağıdaki ifadeleri konuyu özetler mahiyettedir. O, şöyle demiştir:

“Haramlığı Kur’ân, sünnet ve icmâ ile sabit olan bir hükmü, sahih veya müsned veya diğer güvenilir hadis kitaplarında geçmeyen meçhul bir hadise dayanarak terk etmek olmaz. Ayrıca hadis hem mürseldir hem de Allah’ın elçisinin faizi dârülharpta yasakladığı anlamına da gelebilir. Çünkü ‘faiz olmaz’ sözü ‘faiz yasaktır’ şeklinde de anlaşılabilir. Nitekim bir ayette şöyle geçmektedir. ‘فلا رفث ولا فسوق ولا جدال فى الحج , Hacda kadına yaklaşmak, kötü söz söylemek ve dövüşmek olmaz.’ (Bakara, 2/197)”[6]

Faizin, dârülislam ve dârülharp ayrımı olmaksızın kesin bir şekilde haramlığıyla ilgili ayrıntı için aşağıdaki kaynaklara bakabilirsiniz:

Abdülaziz Bayındır, Ticaret ve Faiz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 2007, s. 130-137.

Servet Bayındır, “Din ve Ülke Farklılığının Faizin Hükmüne Etkisi”, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2006, sayı: 14, s. 207-235

Bunun yanı sıra aşağıdaki linkte bulunan soru-cevabı da okumanızı tavsiye ederiz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/faiz-ve-darul-harp.html

 


[1] el-Merğinânî, el-Hidâye, c: 3, s. 66.

[2] Zeylai, Nasbü’r-Râye, c: 4, s: 44. İmâm Şâfiî’nin bu rivayetin sâbit olmadığı ve delil olamayacağına ilişkin ifadesi için bkz. Şâfiî, el-Ümm, c: 7, s: 359.

[3] Zeylâî’nin “garib” lafzını Nasbü’r-Râye’de aslı olmayan hadis anlamında kullandığıyla ilgili bkz: Abdullah Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, Hadisevi Yayınları, İstanbul, 2006, s: 101.

[4] İbn Hacer, ed-Dirâye fî Tahrîci Ehâdîsi’l-Hidâye, c: 2, s: 158.

[5] Bu farklılıklar için bkz. Şâfiî, el-Ümm, c: 7, s: 359; Beyhaki, Marifetü’s-Sünen ve’l-Âsâr, c: 13, s: 272.

[6] İbn Kudame, el-Muğnî, c: 4, s: 176-177.

İmâm Nesâî güvenilir bir hadis âlimi midir?

Nesâî, Kütüb-i Sitte’den (altı hadis kitabı) biri olan es-Sünen’in müellifidir.  Kütüb-i sitte müelliflerinden tarih olarak en sonuncusu olup Hicrî 303/ Miladî 915’te vefat etmiştir.

Güvenilir bir hadis âlimi olmasının yanında hadis münekkidi de olan Nesâî’nin çok sayıda kitabı vardır. Henüz elimizde bulunmayan, hadis ravilerini güvenirliliklerine göre incelediği el-Cerh ve’t-ta’dîl isimli eserinin önemli olduğu belirtilmektedir.

(Ayrıntı için bakınız. M. Yaşar Kandemir, “en-Nesâî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c: 32, s: 563-565).

Nesâî’nin güvenilir olması, onun es-Sünen’inde naklettiği rivayetlerin tamamının kabul edileceği anlamına gelmez. Her bir rivayetin hadis ilmi kıstaslarına göre senet ve metin tenkidinin yapılması ve ilgili tüm hadislerle birlikte Kur’an-Sünnet bütünlüğü açısından değerlendirilmesi gerekir.

Aclûnî’nin Keşfü’l-Hafâ isimli eseri güvenilir bir kaynak mıdır?

Keşfü’l-Hafâ, İsmâil b. Muhammed el-Aclûnî (v. 1167/1749)’nin halk arasında hadis olarak bilinen yaygın rivayetlere ilişkin eseridir.  Halk arasında yaygın olan rivayetlerden hangisinin sahih hadis, hangisinin uydurma rivayet, vecize, atasözü veya hikmetli söz olduğunu belirlemek amacıyla kaleme alınmıştır. Büyük ölçüde Şemseddin es-Sehâvi’nin el-Makâsidü’l-Hasene’sine dayanmaktadır.

Aclûnî’nin bazı âlimlerin mevzû (uydurma) kabul ettiği rivayetleri savunduğu, bunların zayıf veya hasen li-gayrihî olduğunu ileri sürdüğü, bazen bir rivayeti nakleden herhangi bir kaynağı zikretmekle yetindiği, bir rivayet hakkında âlimlerin görüşlerini kaydetmekle beraber kesin bir kanaat ortaya koymadığı görülmektedir. Hadis olmadığını belirttiği veya tereddüdünü dile getirdiği çeşitli sözlerin manasının sahih olduğunu söylediği gibi bir kısım rivayetlerin içeriğinin batıl olduğunu da söylemiştir. Bunların yanında kitapta sehven yapılmış tekrarlar, değerlendirme yapılmadan bırakılmış rivayetler ile hadis olup olmadığına karar verilemeyip araştırılması istenen sözler de vardır.

(Kaynak: Bünyamin Erul, “Keşfü’l-Hafa”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 25. Cilt, s. 320-321.)

Sonuç olarak Keşfü’l-Hafâ, temel bir hadis kaynağı değildir. Bir rivayet, temel hadis kitaplarından teyid edilmediği müddetçe “Bu, Keşfü’l-Hafâ’da geçiyor.” şeklinde tek başına kaynak olarak gösterilemez.

Dayım öldü. Çocukları varken annem onun malından miras alabilir mi?

Miras bırakanın (dayınızın) çocukları bulunduğunda kardeşleri (yani anneniz ve varsa diğer kardeşleri) terekeye mirasçı olamazlar.

Anneniz, babasının veya annesinin terekesi mirasçılar arasında taksim edilmemişse onlara mirasçı olabilir.

Benzer bir soru-cevap için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/olenin-cocuklari-varsa-kardesleri-mirastan-pay-alabilirler-mi.html

Hıdrellez nedir? Bu günün dinimizde yeri var mıdır?

Hıdrellez gü­nü kır çiçeklerinin kaynatılarak suyundan içilmesinin hastalıklara şifa vereceği, hıd­rellez gecesi bütün sulara nur yağacağı düşünülerek o gece suya girmenin her türlü has­talığa karşı bağışıklık sağlayacağı, o gece evlerdeki yiyecek ve içeceklerin ağ­zının açık bırakılması, dileklerin bir kâğıda yazılarak gül ağaçlarının dibine konul­ması gibi şeylerin dinimizde yeri yoktur. Bunlar halk geleneğidir.

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/hidrellez-olarak-kutlanan-gunun-dinimizde-yeri-var-midir.html

Bununla ilgili tarihi bilgi ise özetle şöyledir:

“Hızır ve İlyâs isimlerinin halk ağzında aldığı şekilden ibaret olan hıdrellez, kö­kü İslâm öncesi eski Orta Asya, Ortado­ğu ve Anadolu yaz bayramlarına dayanan, Hızır yahut Hızır ve İlyâs kavramları et­rafında dinî bir muhtevaya bürünmüş halk bayramının adıdır. Bu bayram, mer­kezini özellikle Anadolu ve Balkanlar’ın, Kırım, Irak ve Suriye’nin teşkil ettiği Batı Türkleri arasında, bugün kullanılmakta olan Gregoryen takvimine göre 6 Mayıs gü­nü kutlanmaktadır.

Hıdrellez, halk arasında ölümsüzlük sır­rına erdiklerine ve biri karada, diğeri de­nizde darda kalanlara yardım ettiklerine inanılan Hızır ve İlyâs peygamberlerin yılda bir defa bir araya geldikleri gün ola­rak kabul edilir.

6 Mayıs, Türkler’in Anado­lu’ya yahut daha genel bir ifadeyle Orta­doğu’ya geldikten sonra tanıdıkları bir tarihtir. Zira Doğu Hristiyanlığının Aziz Yorgi (Aya Yorgi, Hagios Georgios, Saint George) ya da Yeşil Yorgi kültü bu tarihte kutlanmaktaydı. Doğu Hristiyanlığında da çok önemli bir yeri olan bu kült, zaman içinde Hızır-İlyâs kültü ile birleşerek öz­deşleşmiş ve bu suretle 6 Mayıs tarihi Or­tadoğu ve Balkanlar’da Hristiyan-Müslüman kültür etkileşimi sonucunda hem Aziz Yorgi hem de Hızır- İlyâs kültünün iç içe girmesinin bir sonucu olarak kutlan­maya başlanmıştır.”

(Geniş bilgi için bkz: Ahmet Yaşar Ocak, “Hıdrellez”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 17, s. 313-315)

Bir anne-baba çocuklarına getirilen hediyeleri başkasına verebilirler mi?

Sabînin yani rüşd çağına ulaşmamış çocuğun velisi, onun adına tasarrufta bulunur. Bu tür tasarruflarda kural şudur:

Veli, rüşd çağına ulaşmamış küçüğün menfaatini gözeterek tasarruflarda bulunabilir. Bahsedilen konuda, hediyenin mahiyet ve maddi kıymeti önemlidir. Şayet kıymetli bir mal ise başkasına hediye edildiğinde çocuk zarara uğratılıyorsa veli bu tasarrufta bulunamaz. Ancak maddi anlamda önemli bir meblağı oluşturmuyor, başkasına verildiğinde çocuğun fiili anlamda kayda değer bir maddi zararına sebebiyet verilme durumu söz konusu değil ise veli uygun gördüğü tasarrufta bulunabilir.

Doç. Dr. Servet Bayındır

“İki günü eşit olan ziyandadır” sözü hadis midir? Hadisse sahih midir?

Sorunuzda bahsi geçen rivayetin metni şöyledir:

Abdülaziz b. Revvâd anlatıyor: Rüyamda Hz. Peygamber’i gördüm. Ona ‘bana nasihat edin ya Rasulallah!’ dedim. O da şöyle buyurdu:

İki günü eşit olan aldanmıştır. Günü geceden (dününden) kötü olan lanetlenmiştir. (Gününe) ilavede bulunmayan ziyandadır. Ölüm onun için daha iyidir. Cennete istek duyan hayıra koşar.’

Muhaddislerden el-Fettenî (öl. 986) ve Aliyyü’l-Kâri (öl. 1014) bunu Beyhakî’nin rivayet ettiğini belirtmişler ve uydurma hadislerle ilgili kitaplarında kaydetmişlerdir. (Muhammed b. Tahir el-Fettenî, Tezkiratü’l-Mevzûa, s. 22; Aliyyü’l-Kâri, el-Esrârü’l-Merfûa fi’l-Ahbâri’l-Mevzûa, s. 219. Hadisin Beyhakî’nin “Zühd” isimli eserinde olduğu belirtilmekle birlikte, orijinal nüshada yer alıp almadığı ihtilaflıdır. Bu konudaki görüşler için bkz.: Enbiya Yıldırım, “Beyhaki ve Hadis Rivayetinde Rüyaya Verdiği Değer”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c.: 5, sayı:1, 2001, s. 183.)

Ayrıca Deylemî’nin bu rivayeti Ali b. Ebi Talib’e “zayıf” bir senetle izafe etmek suretiyle naklettiği söylenmiştir. (bkz.: Sehâvî, el-Mekâsidü’l-Hasene, s. 471).

Diğer taraftan bu nakil tabiundan Hasan Basri’ye senetsiz biçimde izafe edilmiştir. (bkz.: Ebü’l-Leys es-Semerkandî, Tenbîhü’l-Gâfilîn, s. 220). Ayrıca mutasavvıflardan İbrahim b. Edhem’e dayandırılan bir rivayete göre Hasan Basri bu hadisi Hz. Peygamber’den rüya yolu ile almıştır. (bkz.: Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c. 8, s. 35) Başka rivayetlerde ise Hz. Peygamber’i rüyasında görmek suretiyle hadisi alanın “Süleym oğullarından bir şeyh”  veya “bir kişi” olarak kaydedildiği görülmektedir. Dolayısıyla rüyayı kimin gördüğü hakkında bile bir anlaşmazlık ve kararsızlık olduğu görülmektedir. (bkz.: İbn Ebi’d-Dünya, el-Menâmât, s. 144; Hatib el-Bağdadi, İktizâü’l-İlm, s. 139)

Muhaddislerin belirlediği hadis rivayet etme yöntemleri arasında “rüya” yer almamıştır. Dolayısıyla rüya veya keşif yoluyla hadis rivayeti makbul görülmemektedir. Bu görüşte olan bazı ilim adamlarını şöyle sıralayabiliriz: Aliyyü’l-Kâri, Leknevi, Mübarekfûri, İzmirli İsmail Hakkı, Abdülfettah Ebû Gudde, Elbâni, Ahmed ez-Zeyn ve hadis profösörlerinden Hayri Kırbaşoğlu ile İbrahim Canan.(geniş bilgi için bkz.: Seyit Avcı, “Keşif Yoluyla Hadis Rivayeti Meselesi”, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, c.: 4, sayı: 4, Aralık 2004, s. 183 – v.d.)

Prof. Dr. İbrahim Canan’ın sözlerini vermek konuyu tamamlayıcı niteliktedir:

“Bazı kitaplarda rastlanan mükaşefe ve rüya yoluyla Hz. Peygamber’den telakki edildiği söylenen sözlere hadis denemez, onların dini hiçbir değeri yoktur… Rüya sadece gören kimse için bir kıymet taşır. Hâlbuki hadis kıyamete kadar herkes için din ortaya koyar. Bunun yolu da objektif şartlara ve belli kaidelere göre, her zaman kontrolü, tahkiki mümkün olan rivayetten geçer. Bunun aksini söyleyen ve sübjektiviteyi esas alan tek bir Sünni muhaddis çıkmamıştır. (İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, c. 2, s. 68)

Muhaddisler güvenilir hadisleri toplamak için seyahatler yapmışlar, hadisleri rivayet edenleri tespit edip güvenilirliklerini teyit etmek amacıyla kitaplar yazmışlar, günümüzde de insanlar hadis ilmini öğrenebilmek için yıllarca dirsek çürütmüşlerdir. Hatasıyla sevabıyla, hadislerin sıhhati için bin yılı aşkın süredir devam eden bu gayretleri, hadis ilmi hakkında kaleme alınmış ve sayıları yüzlerce cilde ulaşmış kitaplar incelendiğinde fark etmek mümkündür. Şayet rüya veya keşif yolu ile hadis nakletmek uygun olsaydı bu çabalara hiç gerek olmazdı. “İki günü eşit olan aldanmıştır…” rivayeti gibi güvenilir kabul edilen hadis kitaplarında geçmemekle birlikte, rüya yoluyla Hz. Peygamber’den alındığı iddia edilen rivayetleri kabul etmek en hafif ifadeyle hadisçilerin emeğine saygısızlıktır.

Cüneyt Coşkun

Keşif veya rüya yoluyla hadis rivayetinde bulunmakla ilgili olarak sitemizde yer alan benzer bir soru-cevabı okumak için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/kenz-i-mahfi-gizli-hazine-sozu.html

İnsanın yaratılışından önce çok zaman geçti ayetini nasıl anlamalıyız?

İnsan suresindeki ayet şöyledir:

هَلْ أَتَى عَلَى الْإِنْسَانِ حِينٌ مِنَ الدَّهْرِ لَمْ يَكُنْ شَيْئًا مَذْكُورًا  إِنَّا خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ أَمْشَاجٍ نَبْتَلِيهِ فَجَعَلْنَاهُ سَمِيعًا بَصِيرًا

“İnsan, mezkûr bir şey oluncaya kadar çok zaman geçmiştir. İnsanı karışık bir sudan (döllenmiş yumurtadan) yarattık. Onu imtihan edeceğiz. Bu yüzden onu gören ve dinleyen bir varlık yaptık.” (İnsan 76/1-2)

Mezkûr; “zikrolunmuş”, “zikre konu” anlamındadır. Zikir, kullanıma hazır doğru bilgidir. “İnsan, mezkûr bir şey oluncaya kadar…” sözü; “insanla ilgili bilgi oluşuncaya kadar” demek olur.

Burada “şey (شَيْء)” kelimesi önemlidir. Şey Arapçada “varlık” anlamına gelir. “Şey (شَيْء)”in “lem yekun (لَمْ يَكُن )” fiiliyle birlikte geçmiş olması da çok önemlidir. Çünkü insanın bir varlık olarak ortaya çıkmasının öncesini bildirmektedir.

“Şey (شَيْء)”in oluşumu, ancak Allah’ın “kün (كُنْ)” emrinin çıkması ile başlar. Allah Teala, yaratma kanununu bize şöyle bildirir:

إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ

“Bir şeyin oluşmasını istediği zaman onun verdiği emir sadece “kün”dür. Sonra o şey oluşmaya başlar.” (Yasin 36/82)

İşte İnsan Suresi birinci ayetteki لَمْ يَكُن شَيْئًا مَّذْكُورًا ifadesi, “kün = ol” emrinin verilmesinden öncesini bildirmektedir.

“İnsanı karışık bir sudan (döllenmiş yumurtadan) yarattık. Onu imtihan edeceğiz. Bu yüzden onu gören ve dinleyen biri yaptık.” ayeti de “kün = ol” emrinden sonraki safhaları yani insanın oluşumunun safhalarını özetlemektedir.

Ölçüleri belirlenmiş ama henüz yaratılmamış olana da şey (شَيْء) dendiği için “kün = ol” emri çıkmadan önce insanın ölçülerinin belirlenmiş olduğunu; ama bunu Allah’tan başka bilen kimsenin olmadığını da bu ayetlerden öğrenmiş oluyoruz.

Demek ki insan, toprak içinde erkek ve dişi yumurtaların oluşumundan ve döllenmesinden itibaren farklı bir varlıktır.

İlk oluşum, tıpkı bir bitkinin oluşumuna benzetilerek şöyle buyrulur:

“Allah sizi yerden bir bitki gibi bitirmiştir. Sonra sizi yeniden toprağa döndürecek ve bir kere daha aynı şekilde çıkaracaktır.” (Nuh 71/17-18)

Bu ayetlere göre bu dünyada ilk insanın oluşumu, bitkinin oluşumu gibidir. Ahirette yeniden oluşum da yine bitkinin oluşumu gibi olacaktır. Öyleyse insan, herhangi bir hayvanın insana dönüşümü ile değil, farklı bir varlık olarak yaratılmıştır.

Resulullah’ın Kur’an’ı tebyin etmesi, onu açıklaması demek değil midir?

Bahsettiğiniz eleştiriye daha önce sitemizde yer vermiştik:

www.suleymaniyevakfi.org/elestiriler/bayindir-dogru-mu-soyluyor.html

Kur’an Arapça bir kitaptır. Yüce Allah birçok yerde bu hususu vurgulamıştır. Dolayısıyla onu anlamak için Arap dilinin prensipleri de göz önünde bulundurulmalıdır. Ancak, Kur’an’da geçen herhangi bir kavramın anlamını, öncelikle Kur’an’dan çıkartmaya çalışmalıyız. Örneğimizden hareket edersek Kur’an, tebyin kelimesini hangi anlamda kullanmıştır? Bunun için kelimenin tüm türevleriyle Kur’an’da geçtiği yerler tespit edilmeli, anlam çerçevesi belirlenmeye çalışılmalıdır. Bu, birinci aşamadır. İkinci aşamada, kavramın anlam bakımından irtibatı olan diğer kavramlar taranmalıdır. İlk kavramın, ilişkili kavramlarla irtibatı araştırılmalı, üzerinde çalışılan kavramın anlamına etki eden bir irtibatın olup olmadığı üzerinde durulmalıdır. Mesela tebyin kelimesinin anlam çerçevesinin belirlenmesinde, rasul, nebi, itaat, tebliğ, tafsil, tasrif, tasdik gibi pek çok kavramın tebyin kelimesi ile irtibatı ortaya konmalıdır. Tüm bunlar yapılırken, kullanımlarıyla Kur’an’ın da tasdik ettiği cihetle Arap dilinin prensipleri hep göz önünde bulundurulacaktır. Anlam çerçevesi belirmeye başladığında, mantık örgüsü içinde ve de Kur’an’ın bütünü dikkate alınarak üzerinde araştırma yapılan kavramın tanımı yapılmaya çalışılır. Ortaya çıkan tanımın sağlaması, tanımın geçtiği ayetlerle tekrar okunarak yapılır. Ortaya çıkan tanım, kavramın geçtiği ayetlerle örtüşüyorsa bu, başarılı bir tanımlama kabul edilebilir.

Görüleceği üzere, dili Arapça olan bir Kitabın herhangi bir kelimesine anlam vermek, sadece sözlüklere ya da Arap gramerine havale edilebilecek bir işlem değildir. Arap grameri ve sözlükler araçtır. Son söz mercii değildir.

Tebyin kelimesi, Kuran’da çeşitli türevleri ve ilgili diğer kavramlarla birlikte taranıp tahlil edildiğinde -Allah’a nisbetle- “açıklamak, ayrıntılı bir şekilde ortaya koymak” anlamına gelir. Allah ayetlerini açıklamış, detaylandırmış, sonuçta açık bir Kitap (kitab-ı mübin) ortaya çıkmıştır. Kelime peygamberler de dâhil insanlar için kullanıldığında ise, zaten açık olan kitabı, “olduğu gibi ortaya koymak” demektir. Yani Kur’an’ın zaten ihtiva ettiği açıklamaları ortaya koymak demektir. Bu yönüyle tebyin, peygamberlere ve diğer insanlara verilmiş bir görevdir. Bunun içindir ki insanlar için kullanıldığında “saklama” ve “gizleme” kelimelerinin zıddı olarak kullanılmıştır. Konunun detaylı şekilde açıklaması sitemizde tebyin başlığı altında vardır.

www.suleymaniyevakfi.org/kuran-arastirmalari/kurana-gore-resulullahin-tebyin-gorevinin-anlami.html

Rasulullah’ın sünnetine gelince: Bu, hikmetin çıkarımıdır. Kur’an’ın ihtiva ettiği açıklamaların, detayların, ahkâmın yani hikmetin, belli bir gayret sonucu ortaya çıkartılmasıdır. Rasulullah, hikmeti talim etmiştir. Yani çıkarmış ve yolunu insanlara öğretmiştir. Konuyla ilgili detaylı bilgi sitemizde Kitap ve Hikmet başlığı altında vardır.

www.suleymaniyevakfi.org/kutsanan-gelenek-ve-kuran/kitap-ve-hikmet.html

Dr. Fatih Orum

Bir rehberin turistleri götürdüğü dükkandan komisyon alması caiz midir?

Şayet turistlere normal fiyattan satılıyor, size de ayrıca komisyon veriliyorsa bunda bir mahzur olmaz. Fakat size verilen komisyon turistlere fatura ediliyorsa bu durumda ancak turistlere haber vermeniz şartıyla helal olur. Komisyonun yukarıdaki şartlar doğrultusunda olması durumunda bir sınırı yoktur.

Doç. Dr. Servet Bayındır

Ceyda ismi ne manaya gelir? Bebeğimize bu ismi verebilir miyiz?

Ceyda ismi Arapça (جَيْدَاءُ) olup “zarif ve ince boylu kız, kadın” anlamına gelmektedir.

Kız çocuklarına bu ismin verilmesinde herhangi bir sakınca yoktur.

Bir erkek evde eşine ve çocuklarına imam olarak namaz kıldırabilir mi?

Erkekler namazlarını öncelikle camide kılmak durumundadırlar. Sünnete uygun olan budur.

www.fetva.net/yazili-fetvalar/farz-namazi-ozrumuz-olmadan-tek-basimiza-kilabilir-miyiz.html

Ama ezan okunur ve cemaate yetişememe gibi bir durum olursa o takdirde ev halkıyla birlikte cemaatle namaz kılmak en iyisidir. Bu durumda kişi eşi, annesi, babası veya çocuklarıyla birlikte namaz kılabilir. Bunda bir sakınca bulunmamaktadır. Bu durumda kadınların erkeklerin arkasında durmaları sünnettir ve namazın adabındandır. Buna riayet edilmesi gerekir.

www.fetva.net/yazili-fetvalar/kadinlarla-erkekler-ayni-safta-namaz-kilabilir-mi.html

Evde kılınması tavsiye edilen namaz, farzlar değil, nafile namazlardır. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem farz namazlarının haricindeki namazlarını mescidinde değil evinde kılar, ashabına da böyle yapmalarını tavsiye ederdi. Konuyla ilgili hadisler şöyledir:

Zeyd b. Sâbit radıyallahu anh’tan rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Ey insanlar! Evinizde namaz kılınız. Zira farz namaz dışındaki namazların en makbulü, insanın evinde kıldığı namazdır.” (Buhârî, Ezân 81, İ’tisâm 3; Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn, 213.)

Abdullah b. Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Namazınızın bir kısmını evlerinizde kılınız da oraları kabirlere çevirmeyiniz.” (Buhârî, Salât 52, Teheccüd 37; Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn, 208, 209; Ebû Dâvûd, Salât 199, Vitir 11; Tirmizî, Salât 213; Nesâî, Kıyâmü’l-Leyl, 1.)

Câbir radıyallahu anh’tan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Biriniz farz namazını mescitte kıldığı zaman, o namazından evine de bir pay ayırsın. Zira Allah Teâlâ bu namaz sebebiyle evinde hayır yaratır.” (Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn, 210; İbni Mâce, İkâmet 186.)

Niyetle ilgili sorunuzun cevabını ise aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/imamlik-yapan-kisinin-kendisine-tabi-olanlara-niyet-etmesi-gerekir-mi.html

Kadınlar cuma günü öğle namazını ne zaman kılabilirler?

Cuma namazına gidemeyen kadınlar, o günün öğle namazını kılmakla mükelleftirler. Öğle namazı da vakti girdiği andan itibaren kılınabilir. Bunun için erkeklerin cuma namazını kılıp çıkmalarını beklemek gerekmez.

Fakat ilmihal kitaplarında şöyle bir bilgi yer almaktadır:

“Ma’zur veya mahpus olanların Cuma günü şehirde öğle namazını Cuma namazından evvel veya sonra cemaatle kılmaları mekruhtur. Bunların öğle namazlarını Cuma namazı kılındıktan sonra kılmaları müstehaptır. Çünkü o vakte kadar özürlerinin zevali umulur.” (Ömer Nasuhi Bilmen’in Büyük İslam İlmihali)

Fıkıh mezheplerine göre kadınlara cuma namazı zaten farz olmadığı için onları bu hükmün dışında sayarlar.

Kadınlara cuma namazının farz olup olmadığı hakkındaki cevabımız için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/kadinlara-cuma-namazi-farz-midir.html