Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Yazılı Fetvalar

Kur’an-ı Kerim’e göre sadece aşırı orandaki faiz mi haram?

Kur’an-ı Kerim’e göre gelir amaçlı verilen her türlü borç faizli işlem; borçtan elde edilen gelir de miktarı, oranı ne olursa olsun faizdir.

Bakara Suresi’nin 275. ayetinde faizin haram kılındığı; 278. ayetinde faiz olarak belirlenen meblağın miktarına bakılmaksızın alınmayıp, borçluya terk edilmesi gerektiği; 279. ayetinde ise alacaklının sadece ana malını; sermayesini alabileceği, arta kalanın faiz olacağı belirtilir.

Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’de sadece aşırın faizin yasaklandığı, düşük orandaki faizin alınabileceği şeklindeki yaklaşımları meşru kılacak hiçbir delil yoktur.

Doç. Dr. Servet Bayındır

Her şeyin öğretildiği insan cenaze defnetmeyi kargadan mı öğrendi?!

Aslında cevap, sorunuzun içinde gizlidir. Allah Teâlâ her şeyin ismini Âdem aleyhisselama öğretti, oğullarına değil! Eğer bu olay Âdem aleyhisselamın başına gelmiş olsaydı, o, cesedi ne yapması gerektiğini bilirdi.

Ayetlerden anlaşıldığına göre Kabil, Habil’i öldürdüğünde yanında hiç kimse bulunmuyordu. Dolayısıyla babasından ve o anda hayatta olan diğer insanlardan gizli bir şekilde kardeşini öldürmüş ama şimdiye kadar böyle bir durumla karşılaşmadığı için kardeşinin cesedini ne yapacağını bilememişti. Allah Teâlâ da Maide Suresinin 31. ayetinde buyurduğu gibi bir karga göndermek suretiyle cesedin gömülmesi gerektiğini ona göstermiştir.

Konuyla ilgili ayetler şöyledir:

“Onlara Âdem’in iki oğluna ait şu gerçek olayı anlat. Bir gün Allah’a birer sunuda bulunmuşlardı da birininki kabul edilmiş, diğerininki edilmemişti. (Sunusu kabul edilmeyen) “Seni kesinkes öldüreceğim” dedi. Öteki “Allah sadece kendinden çekinenlerinkini kabul eder.” dedi.

Beni öldürmek için el kaldırsan; seni öldürmek için ben el kaldırmam. Ben varlıkların sahibi Allah’tan korkarım.

Dilerim ki benim günahımı kendi günahınla birlikte sırtlanasın da cehennemi boylayasın. Zalimlerin cezası işte budur.

İçinden bir dürtü onu, kardeşini öldürmeye itti ve öldürdü. Böylece kaybedenlere karıştı gitti.

Derken Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstermesi için, yeri eşeleyen bir karga gönderdi. “Yazık bana, ne kadar aciz kaldım?! Şu karga kadar olup kardeşimin cesedini gömemedim?” dedi. Sonra ettiğine pişman oldu.” (Maide, 5/27-31)

Kâbe’nin örtüsü niçin siyah?

Kâbe’nin örtüsünün siyah olması dini bir gerekçeye değil, geleneğe dayanmaktadır. Peygamberimiz zamanından itibaren Kâbe’ye her yıl 10 Muharrem’de yani aşure gününde kırmızı örtü, 27 Ramazan’da da beyaz örtü asılırdı. Abbasi Halifesi Me’mun zamanında beyaz bir örtü ilavesi ile Kâbe yılda üç kez farklı örtü ile örtülmeye başlanmıştır. Abbasi halifelerinden Nasır Lidinillah halifeliğinin ilk yıllarında Kâbe’ye yeşil örtü gönderirken, son yıllarında gönderdiği örtü siyah renkli ve sarı yazılıdır. Bu durum zamanımıza kadar da böyle devam etmiştir.

Geniş bilgi için lütfen bkz: Sadettin Ünal, “Kâbe”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 24, s: 17-19.

Kâbe ile ilgili aşağıdaki linkte yer alan soru-cevabı da okumanızı tavsiye ederiz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/kabe%E2%80%99nin-icinde-ne-var.html

Rüya ile amel etmek gerekir mi?

Rüya ile amel etmek şart değildir. Rüyada gördüğünüzün aksine hareket etmeniz de günah değildir.

Nebimizin rüya ile ilgili olarak şöyle dediği rivayet edilmiştir:

“Rüya üç çeşittir: Biri sahih rüyadır ki bu, Allah’tan bir müjdedir.

İkincisi kişinin ruhuna konuşması yani bedenin ruha fısıldamasıdır;

üçüncüsü de şeytanın kişiyi üzmesidir. Biriniz (rüyasında) hoşlanmadığı bir şey görürse kalkıp namaz kılsın, onu kimseye anlatmasın.” (Müslim, Rüya 6 (2263).

Nebimizin rüya ile ilgili diğer bir sözü de şöyledir:

“Sizden biri sevdiği bir rüya görürse bilsin ki o Allah’tandır. Bunun için Allah’a hamd etsin ve rüyayı anlatsın. Bunun dışında hoşuna gitmeyen bir şey görürse bilsin ki o da şeytandandır; şerrinden Allah’a sığınsın ve kimseye anlatmasın. O rüya ona zarar vermez.” (Buhârî, Rüya, 3)

Eğer gördüğünüz rüya ile ilgili olarak içiniz rahat bir şekilde uyanmışsanız o, sizin için bir müjdedir; ama bu rüyanın hemen çıkacağı anlamına gelmez. Tefsirlerde Yusuf aleyhisselamın rüyasının 40 veya 80 yıl sonra çıktığı rivayet edilir. Rüyadan sıkıntı duymuşsanız hadiste belirtildiği gibi bundan Allah’a sığınır, geçersiniz.

Rüyanın insan hayatındaki yeri ve önemi hakkında geniş bilgi edinmek için lütfen aşağıdaki linki tıklayın:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/ruyanin-insan-hayatindaki-yeri-ve-onemi.html

Ölülerin ardından verilen sadakanın sevabı onlara ulaşır mı?

Sorunuzdaki hadiste yer alan “şayet konuşabilseydi, sadaka verilmesini vasiyet ederdi” cümlesi, “şayet konuşsaydı, sadaka verecekti = لَوْ تَكَلَّمَتْ تَصَدَّقَتْ” şeklindedir. Anlaşıldığına göre ölümün ansızın gelmesi, kadının sadaka vermesine engel olmuş. Kadının oğlu, annesinin vermek istediği sadakayı vermek istemiş, Peygamberimiz de bunun sevabının annesine ulaşacağını söylemiştir.

Nebîmizden konuyla ilgili şöyle hadisler rivayet edilmiştir:

Ebû Habibe et-Taî radıyallahu anh şöyle demiştir: “Bir adam (ölümü esnasında) Allah yolunda harcanmak üzere bir miktar para vasiyet etti. Ebu’d Derdâ radıyallâhu anh’a bu durum sorulunca o, Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’den şu hadisi nakletti:

“Ölümü sırasında sadaka veren veya bir esiri hürriyetine kavuşturan, doyduktan sonra ikramda bulunana benzer.” (Nesâî, Vesâyâ, 1)

Ebû Hureyre radıyallahu anh’tan: Resûlullâh’a bir adam gelerek:

“Ya Resûlallâh!  (Sevap itibarı ile) sadakanın hangisi daha büyüktür?” diye sordu. Resûlullâh da şöyle buyurdular:

“Senin sıhhatli, son derece cimri olduğun, fakirlikten korkar ve zenginliği umar bir halde verdiğin sadakadır. (Bu işi), can gırtlağa gelip de filâna şu kadar, filâna da şu kadar (verilsin) deyinceye kadar geri bırakma. Dikkat et ki (o mal) zaten filanın olmuştur.” (Buhari, Zekât, 10; Müslim, Zekât, 92 (1032)

Bu kadın, ölüm emareleri ortaya çıkmadan, ansızın öldüğü için bu gruba girmemiş, kendi niyet ve kararından dolayı sevap almıştır. Bu durumda olmayanların ardından yapılan iyilikler onlara ulaşmaz.

Öldükten sonra hayır ve hasenatı devam edecek olanlar, ölmeden geride bir şeyler bırakanlardır.  Onlarla ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Ölüleri diriltecek olan biziz. Yaptıkları şeyi de geride bıraktıklarını da yazmaktayız…” (Yasin, 36/12)

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/olen-kisinin-mali-ile-hayir-yapilmasi-ona-bir-fayda-saglar-mi.html

Ebû Hureyre radıyallahu anh’dtan rivayet edildiğine göre Resûlullâh şöyle buyurmuştur:

“İnsan ölünce, şu üç ameli dışında bütün amellerinin sevabı kesilir:

1. Sadaka-i cariye, (bir kimsenin ölümünden sonra da devam eden ve Allah rızası için insanların istifadesine sunulmuş olan sadaka).

2. Kendisinden istifade edilen ilim,

3. Arkasından dua eden hayırlı evlât.” (Müslim, Vasiyyet 14 (1631). Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vasâyâ 14; Tirmizî, Ahkâm 36; Nesâî, Vasâyâ 8)

Ölülerin ardından yapılması gerekenlerle ilgili bilgi için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/olulerin-ruhlarina-kuran-okunur-mu.html

Katılım bankalarının gayrimenkul finansmanı faizli midir, değil midir?

Vekâlet, bütün hak ve sorumluluklarıyla uygulansa, yapılacak bir sözleşme ile katılım bankası alıcı ve satıcı sıfatını kazansa bu alım satımın bir sakıncası olmaz. Tapu kayıtları konusu, buna uygun olarak bir kanunla düzenlenebilir.

Bugün katılım bankalarının iddia ettikleri vekâletin hiçbir hukuki sonucu yoktur. Dolayısıyla onların yaptığı gayrimenkul finansmanı ile faizli bankaların yaptığı aynıdır; her ikisi de faizli işlemdir.

Lütfen aşağıdaki linki de tıklayınız:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/katilim-bankalarindan-arac-ve-konut-kredisi-alinir-mi.html

Cünüp olan kişinin dokunduğu eşyalar pislenmiş mi sayılır?

Cünüplük hali “maddi” değil namaza engel olan “manevi” bir pislik halidir. Dolayısıyla cünüp olan birinin herhangi bir eşyaya dokunması halinde o eşya pis olmaz, yıkanması da gerekmez.

Cünüpken yemek yemek veya hazırlamak da yasak değildir.

Benzer soru-cevapları okumak ve konu hakkında daha geniş bilgi edinmek için aşağıdaki linkleri tıklayabilirsiniz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/cunupken-giyilen-elbise-gusul-abdesti-aldiktan-sonra-tekrar-giyilir-mi.html

www.fetva.net/yazili-fetvalar/cunupken-yattigimiz-yataga-gusul-aldiktan-sonra-yatarsak-ne-olur.html

Ümmet kelimesi Kur’an’da kaç farklı manada kullanılmıştır?

Ümmet kelimesi Kur’ân’da farklı manalarda kullanılmıştır. Bunları dört başlık altında toplamak mümkündür:

1. “Din, akide” anlamında: Yunus, 10/19; Enbiya, 21/92

2. “Cemaat, topluluk” anlamında: A’raf, 7/159 ve 181

3. “İmam, önder” anlamında: Nahl, 16/ 120

4. “Zaman”, “uzun zaman” anlamında: Hud, 11/8; Yusuf, 12/45.

Hud Suresi 8. ayet ile Yusuf Suresi 45. ayette geçen ümmet kelimesi “zaman topluluğu” yani “uzun bir süre” anlamında kullanılmıştır. Bu kelimenin neden kullanıldığına dair söylenecek olanlar, nihayet bir yorumdan öteye geçemez. Neticede her dilde olduğu gibi Arap dilinde de bir kelimenin birden fazla manaya gelmesi ve aynı manayı ifade eden birden çok kelime bulunması normaldir.

Hanefi olan bir kişi Şafii olan bir imama uyabilir mi?

Hanefi olan birinin Şafiî imamın arkasında Cuma veya diğer namazları kılması konusu, Hanefi fıkıhçılar arasında farklı şekillerde değerlendirilmiştir. Rivayetlerden anlaşıldığına göre ilk dönemlerde bu tür konular bir sorun teşkil etmiyormuş. Mesela İmam Ebû Yusuf, hacamat yaptırıp abdest almadan imamlık yapan ve bu konuda İmam Malik’ten fetva alan Halife Harun Reşid’in arkasında namaza durmuş ve namazını iade etmemiştir. (Ali b. Muhammed b. Ebi’l-İzz ed-Dimaşkî, Şerhü’l-Akîdeti’t-Tahâviyye, Beyrut, 1408/1988, c: 2, s: 530)

Ancak Hanefilerin sonra gelen âlimleri, böyle bir namazın sıhhati için belirli şartlar öne sürmüşlerdir. Fetavay-ı Hindiyye kitabında şöyle bir ibare geçmektedir:

“Şafii mezhebinden olan bir imama uymak, muhakkak ki sahihtir. Ancak —arkasında, Hanefi mezhebinden olan bir kimsenin namaz kılma ihtimali olan— Şafiî bir imam ihtilaflı yerlerden sa­kınmalıdır. Mesela: Bir yerinden kan çıkınca abdest almalı, kıble istikametinden fazla dönmemeli ve bunlar gibi diğer ihtilafı husus­lara dikkat etmelidir.” (el-Fetâvâ el-Hindiyye, Dâru Sâdır, 1991, Beyrut, c: 1, s: 84)

Kısacası, son dönem Hanefi âlimlerine göre Cuma ve diğer namazlarda Hanefi birinin Şafii imamın arkasında namaza durabilmesi için, imamın Hanefilerce abdesti ve namazı bozan şeylerden uzak durması gerekir. Cemaatten biri imamın Hanefi mezhebine göre namazı veya abdesti bozan bir eylemde bulunduğu bilgisine sahip ise, o imamın arkasında namaza durması sahih değildir.

Fakat bu iddiaların ayet veya sahih hadislerde herhangi bir dayanağı yoktur. Hanefi Şafiye, Şafii de Hanefi’ye (veya diğer mezhep mensuplarına) tabi olarak namaz kılabilir.

Arkasında namaz kılınması caiz olmayan kişi, inancında “kesin olarak” şirk unsurları taşıyan kişidir. Fakat imamlık görevinde bulunan kişide esas olan, inancının sahih olmasıdır. Aksi sabit oluncaya kadar -fıkhî ihtilaflara bakılmaksızın- her imamın arkasında namaz kılınabilir.

Kur’an sadece erkeklere hitap eden bir kitap mıdır?

Kur’an sadece erkeklere değil kadın-erkek her Müslümana hitap eden bir kitaptır. Ayetlerde geçen “Ey Âdemoğulları”, “ey insanlar”, “ümmet”, “kavim”, “erkek ve kadın”, “mü’min erkekler mü’min kadınlar”, “Müslüman erkekler, Müslüman kadınlar” vs. gibi umumi hitapların kapsamına daima kadınlar da dâhildir.

Fakat vahyin ilk muhatabı Nebîmiz olduğu için birçok hüküm doğrudan onun şahsına hitap edilerek bildirilmiştir.

Mesela aşağıdaki ayetler böyledir:

“Mümin erkeklere söyle, gözlerini (haramdan) sakınsınlar, mahrem yerlerini korusunlar…” (Nûr, 24/30)

“Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (haramdan) sakınsınlar; mahrem yerlerini korusunlar. Güzelliklerinden görünen kısım dışındakileri açmasınlar. Başörtülerinin bir kısmını yakalarının üstüne vursunlar. …” (Nûr, 24/31)

“Ey Nebî! Eşlerine, kızlarına ve inanıp güvenenlerin kadınlarına söyle de cilbablarını (büyük başörtülerini) üzerlerine yaklaştırsınlar….” (Ahzâb, 33/59)

Bu ifadelerde anormal bir durum yoktur. Bazı ayetlerde de hitap doğrudan kadınlara olmuştur:

“Ey Nebi’nin hanımları! Sizden kim ispatlanabilir bir fuhuşla gelirse o suçun cezası iki kat olur. Bu Allah’a kolaydır.” (Ahzâb, 33/30)

“Sizden kim de Allah’a ve Elçisine boyun eğip iyi iş yaparsa ona da iki kat ödül veririz. Zaten ona cömertçe rızık hazırlamışızdır.” (Ahzâb, 33/31)

“Ey Nebi’nin hanımları! Siz kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Allah’tan sakınıyorsanız cilveli konuşmayın, kalbi bozuk olan kimse umuda kapılır. Sözü, ciddiyeti bozmadan söyleyin. “ (Ahzâb, 33/32)

“Evlerinizde oturun, önceki Cahiliye döneminde olduğu gibi dişiliğinizi öne çıkarmayın, namazı tam kılın, zekatı verin. Allah’a ve Elçisine itaat edin. Ey ehl-i beyt! Allah’ın istediği, sadece, sizden pislikleri uzak tutmak ve sizi tertemiz yapmaktır. “ (Ahzâb, 33/33)

Niçin hocaların verdikleri fetvalar farklı oluyor?

Fetvalarda yaşanan farklılıklar, bu konuda birlik sağlanmasının mümkün olup olmadığı ve mükellefin ne yapması gerektiği hakkında aşağıdaki linklerde daha önce verdiğimiz cevaplar bulunmaktadır. Okumanızı tavsiye ederiz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/dunyadaki-muslumanlarin-fetva-konusunda-ortak-dili-var-mi.html

www.fetva.net/yazili-fetvalar/hangi-fetvaya-uyacagimizi-sasirdik-ne-yapmamiz-gerekir.html

O linklerde yazılanlara ilaveten şunları söyleyebiliriz: Siz kimin ne dediğine değil; neyi nasıl söylediğine bakmakla mükellefsiniz.  Mesela sorulan bir sorunun cevabı için önce “caizdir” diyenlerin delillerine bakın. Ardından “caiz değildir” diyenlerin delillerine… Hangisinin delilleri daha kuvvetli ise ona göre hareket edersiniz. Bunu yapmadan işinize geleni seçerseniz tabiî ki siz mesul olursunuz.

Bizim araştırmalarımızda ve fetvalarımızda takip ettiğimiz usul hakkında geniş bilgi edinmek isterseniz aşağıdaki linkte bulunan yazıyı okuyabilirsiniz:

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/kurani-aciklamada-usul.html

Bayezid-i Bestami bir şeyhin etrafında tavaf ederek mi hacı olmuştur?

Bayezid-i Bestami’nin hacca giderken yolda bir şeyh/pir ile karşılaşması ve Kâbe yerine o şeyhin etrafında yedi kere tavaf etmesi, Mevlana’nın Mesnevi adlı kitabında geçmektedir. Mevlana, bu hikâyeyi anlattıktan sonra Bayezid-i Bestami’nin orada hakikati anladığını, bundan dolayı derecesinin arttığını ve artık son noktaya ulaştığını söylemiştir!

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/mevlana-celaleddin-rumi-hakkindaki-dusunceleriniz-nelerdir.html

Mesnevi’de geçen bu hikayeyi aşağıya alıntılıyoruz:

 

Bir şeyhin Bayezid’e “Kâbe benim; benim çevremde tavaf et” demesi

2210: Ümmetin şeyhi Bayezid Hac ve Umre için Mekke’ye doğru koşuyordu

İlk defa gittiği şehirlerde değerli kişileri soruşturup arardı. (…)

2215: (…)

Bayezid, yolculukta zamanının Hızır’ı olan bir kimseyi bulmak için çok arardı.

 

2220: Boyca hilâl gibi bir şeyh gördü; Onda erlerin gücünü ve sözünü gördü.

Gözü kör ama gönlü güneş gibiydi; rüyasında Hindistan’ı görmüş bir fil gibiydi.

Gözü kapalı uyumuş kişi yüz neşe görür de, gözünü açınca görmezse şaşılacak şey!

Rüyada nice şaşılacak şey aydınlanır; gönül uykuda pencere olur.

Uyanık olan ve hoş rüya gören kişi, âriftir; -ayak- toprağını gözüne sür.

 

2225: Önünde oturdu. Durumunu sordu; onu yoksul ve aile sahibi buldu.

-Şeyh- “Ey Bayezid! Niyetin nereye! Gurbet dengini nereye götüreceksin?” dedi.

-Bayezid- “Erken vakitte Kâbe’ye niyetim var” dedi. -Şeyh- “Peki! Yol azığı olarak neyin var?” dedi.

-Bayezid- “İki yüz gümüş dirhemim var; işte elbisemin köşesine sıkıca bağlı” dedi.

-Şeyh- dedi: “Benim çevremde yedi defa tavaf et; bunu hac tavafından daha iyi say.

 

2230: Ey cömert! O dirhemleri önüme koy; bil ki hac yaptın muradın gerçekleşti.

Umre yaptın, baki ömrü elde ettin; temizlendin, Safa’da koştun

Canının gördüğü Hakk’ın hakkı için; Hak, beni kendi evine üstün tutmuştur.

Kâbe onun lütuf evi ise de tabiatım (vücudum) onun sır evidir.

O evi yaptığından beri, ona gitmedi. Bu eve ise o Hay/diri Hakk’tan başkası girmedi.

 

2235: Madem beni gördün, Hakk’ı gördün; sadakat Kâbe’sinin çevresini döndün.

Bana hizmet, Allah’a itaat ve şükürdür; sanma ki Hakk, benden ayrıdır.

Gözünü iyice aç, bana bak; böylece insanda Hakk’ın nurunu göreceksin.”

Bayezid, bu nükteleri anladı; altın halka gibi kulağına taktı.

Ondan dolayı Bayezid’in derecesi arttı; Sonra ulaşan, son noktaya vardı.

 

KAYNAK: Mevlana Celâleddîn Rûmî, Mesnevî, Hazırlayan: Adnan Karaismailoğlu, Yeni Şafak Kültür Hizmeti, İstanbul, 2004, c: 1, s: 234-235.

Mevlana’nın anlattığı bu hikâyenin İslam’la uzaktan yakından bir ilgisi olmadığını, bu soruda geçen ve aşağıdaki linkte bulunan görüntülü cevabımızdan izleyebilirsiniz:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/cebrail-aleyhisselamin-vahiy-aldigi-perde-arkasinda-kim-vardi.html

Çocuklara Beren ismi koymanın dinen bir sakıncası var mıdır?

Türk Dil Kurumu Kişi Adları Sözlüğü Türkçe kökenli olan ve hem kız hem de erkek ismi olarak kullanılan Beren ismi için;

1. Güçlü, kuvvetli.

2. Akıllı.

3. Tanınmış.

4. Kadife kumaş manalarını vermiştir.

Görüldüğü gibi bu ismin dinimize aykırı bir tarafı bulunmamaktadır. Dolayısıyla çocuklara isim olarak konulmasında bir sakınca yoktur.

Alevi bir erkekle Sünni bir kız evlenebilir mi?

Cevap için lütfen aşağıdaki linkleri tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/bir-alevi-ile-bir-sunni-evlenebilir-mi.html

www.fetva.net/yazili-fetvalar/es-seciminde-nelere-dikkat-etmemiz-gerekiyor.html

Rüya yoluyla ilim, kesin bilgi edinmek mümkün müdür?

Rüya kişiye bir kanaat verir ama kesin bilgi vermez. Uyarı ve umut içerir. Yusuf aleyhisselam gördüğü bir rüyayı babasına şöyle anlatmıştı:

“Babacığım! Rüyamda on bir yıldızı, güneşi ve ayı bana secde ederken gördüm” demişti.

Babası dedi ki; “Yavrucuğum! Rüyanı kardeşlerine anlatma, sana tuzak kurarlar; zira şeytan insanın apaçık düşmanıdır.”

“Rabbin seni rüyandaki gibi (elçi) seçecek, sana olayları yorumlamayı öğretecek; daha önce, ataların İbrahim ve İshak’a nimetlerini tamamladığı gibi, sana ve Yakub soyuna da tamamlayacaktır. Doğrusu Rabbin bilir, hakimdir.”(Yusuf 12/4-6)

11 yıldız Yusuf’un 11 kardeşi, güneş ve ay da anne-babası diye yorumlanmıştı. Günün birinde bunlar onun karşısında saygıyla eğileceklerdi. Yusuf aleyhisselamın kuyuya atılıp Mısıra götürülmesi ve uzun yıllar ayrı kalması, Yakub aleyhisselamı çok üzmüş, gözlerini görmez hale getirmiş ve neredeyse tükenmişti ama rüyadan dolayı yine de umudunu kaybetmemişti.

“Müjdeci gelip, gömleği Yakub’un yüzüne bırakınca, hemen gözleri açıldı. Bunun üzerine Yakub “Ben size, Allah katından sizin bilmediğinizi biliyorum dememiş miydim?” dedi.” (Yusuf 12/96)

Eğer rüya kesin bilgi verseydi Yakub aleyhisselam kendini tüketir miydi?

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem de gördüğü bir rüyayı ashabına anlatmış, hep birlikte Mekke’ye gitmişlerdi. Rüyası gerçekleşmemiş ve Hudeybiye’den geri dönmek zorunda kalmışlardı. Allah Teâlâ bunun üzerine şu ayeti indirmişti:

“Allah, Elçisinin rüyasının gerçek olduğunu tasdik eder. Allah emir verdiğinde, başlarınızı tıraş etmiş veya saçlarınızı kısaltmış olarak, güven içinde Mescid-i Haram’a gireceksiniz.” (Fetih 48/27)

Eğer tek başına rüyaya güvenilebilseydi Allah böyle bir ayet indirmezdi. Zaten rüyalar bazı müjdeler ve uyarılar içerir. Rüya bilgi edinme yolu olmadığı için sadece o rüyayı göreni ilgilendirir.

İcra dairelerinde ihaleyle satılan hacizli malları almak günah mıdır?

Bu tür malların alım satımı caizdir. Geniş bilgi aşağıdaki linkte bulunmaktadır. Lütfen tıklayın:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/hacizli-mallari-alip-satmak-caiz-midir.html

Batılı bilim adamlarının Kur’an’ın tahrif edildiği iddialarına ne diyorsunuz?

Bu tür iddiaların hiçbir bilimsel dayanağı yoktur. İlk muhataplarının Arap olması dolayısıyla Kur’an Arap dilinde indirilmiştir. Buna rağmen birkaç kelimenin o dönemde yaşayan yakın dillerden alınarak Arapçalaştırıldığı tefsir ve usul kitaplarında zikredilmektedir. Fakat bunlar bizzat Allah tarafından kullanılmış olup, daha sonra insanlar tarafından değiştirilmemiştir.

www.fetva.net/yazili-fetvalar/kuran-bir-kitap-haline-getirilirken-herhangi-bir-mudahale-olmus-mudur.html

Ayrıca sizin de belirttiğiniz gibi her dilde buna benzer kullanımlar vardır. Köken olarak başka dile ait bir kelime yeni bir anlam kazanarak yeni bir dilde kullanabilir.

Huri kelimesinin kökenine ve ne manaya geldiğine gelince:

“Hûr kelimesi “beyaz olmak, beyazlaş­mak” anlamındaki haver kökünden sıfat olan havranın çoğulu olup Türkçe’de te­kili için kullanılan hûrî Arapça’da yoktur. Araplar, çölde yaşayan kadınların aksine şehir hanımlarının ten beyazlığını ifade etmek için havâriyyât kelimesini kullanır­lar.

Haver kökünden türeyen kelimeler çeşitli ayet ve hadislerde bir güzellik un­suru olarak göze nispet edilmiştir. Arap dilcileri bu durumda kelimenin ne anlama geldiği, yani haver ile ifade edilen göz şeklinin hangi nitelikleri taşıdığı ko­nusunda farklı görüşler ileri sürmüşler­dir. Asmaî, gözdeki haverin ne anlama geldiğini bilmediğini söylerken genellikle dilciler huri için “beyaz tenli, gözünün be­yazı saf, siyahı koyu ve yuvarlak, göz ka­pakları ince ve nazik” tasvirini yapmışlar­dır. Bir telakkiye göre huri, ceylan gözlü, yani gözünün tamamı siyah olan demek­tir ki böylesine insanlarda rastlanmaz.

İlgili âyet ve hadislerde hûr kelimesinin yanında zaman zaman “în” sı­fatı da zikredildiğinden iri gözlü (şahin göz­lü) olmayı da bu tasvire ilâve etmek gere­kir.” (Bekir Topaloğlu, “Huri”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 18, s: 387)

Boşanmanın başında mı şahit getirmek gerekir, sonunda mı?

İlgili bütün ayetleri, birlikte değerlendirmeden, aradaki ilişkiyi sağlıklı bir şekilde kurmadan hüküm vermeye kalkışmak yanlıştır. Allah Teâlâ kimseye böyle bir yetki vermemiştir. İlgili ayetlerden ikisi şöyledir:

“Elif, Lâm, Râ. Bu, ayetleri hakîm ve habîr olan Allah tarafından muhkem kılınmış ve de açıklanmış bir kitaptır. Böyle olması Allah’tan başkasına kulluk etmemeniz içindir. (De ki:) Ben de O’nun tarafından size uyarı yapan ve müjde veren biriyim” (Hûd, 11/1-2)

Konu ile ilgili ayetleri bir arada değerlendirince talak konusunda bazı şartlar ve görevlerin olduğu, şahitsiz bunların yerine getirilemeyeceği görülür. Buna göre;

a. Talak sırasında kadının adetli olmadığının ve o temizlik döneminde eşlerin ilişkiye girmediğinin tespiti gerekir. Bu da ancak tarafların şahitler huzurunda beyanı ile olur.

b. Müslümanlar, ayrılmak üzere olduğunu duydukları çiftlerin arasını bulması için hakem göndermek zorundadırlar. Bu da durumun bilinmesini gerektirir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Karı kocanın arasının açılmasından havf ederseniz, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin; düzelmek isterlerse, Allah aralarını buldurur. Allah bilir ve işin iç yüzünden haberdardır.” (Nisa 4/35)

Havf; zanna veya bilgiye dayalı bir emareden dolayı kötü beklenti içinde olmaktır. Böyle bir bilgi ancak olayı bilenlerin beyanı ile ortaya çıkar. Bunu bilebilecek olanlar da şahitlerdir.

Lütfen aşağıdaki linki de tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/sahitsiz-bosanmalar-gecerli-midir.html

Âl-i İmrân suresi 100. ayet mezhep taraftarlığını mı yasaklıyor?

Âl-i İmrân Suresinin 100. ayeti mealen şöyledir:

“Müminler! Kendilerine kitap verilenlerin bir kesimine uyarsanız, inanmanızdan sonra sizi evirip çevirir, Allah’ı görmezlikten gelecek hale sokarlar.”

Bu ayet Yahudi ve Hristiyanlarla ilgilidir.

Sizin bahsettiğiniz konuyla ilgili ayet ise şöyledir:

“Dinlerini bölük bölük edip her biri bir kişinin taraftarı olmuş olanlar var ya, sen hiçbir konuda onlardan olamazsın. Onların işi Allah’a kalmıştır. Daha sonra Allah, onların yaptıklarını kendilerine bildirecektir.” (En’âm, 6/159)

Allah bize Müslüman adını vermiştir; bu addan başkası uygun değildir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Allah uğrunda gerektiği gibi savaşın. Sizi seçkin kılan odur. Din işinde size hiçbir güçlük göstermemiştir. Atanız İbrahim’in tuttuğu yolu tutun. Elçisi size örnek olsun, siz de başkalarına örnek olasınız diye size bundan önce de bu Kur’ân’da “Müslüman” adını o verdi. Öyleyse namazı kılın, zekâtı verin ve Allah’a sımsıkı sarılın. O sizin koruyucunuzdur. Ne güzel koruyucudur, ne güzel yardımcıdır o.” (Hac, 22/78)

Sad sûresi 29. ayeti niçin meallerden farklı bir şekilde tercüme ettiniz?

Ayetin mealine herhangi bir ekleme yapılmamıştır. “Ayetlerindeki ilişkiler ağını görsünler” ifadesi; لِّيَدَّبَّرُوا آيَاتِهِ kelimelerinin mealidir.

لِّيَدَّبَّرُوا sözüدُبْر kökündendir ve ليتدبروا = tedebbür etsinler, anlamındadır. دُبْر “arka” demektir. Tedebbür, bir şeyin önünü, arkasını ve anlamının nereye varacağını düşünmektir[1].

Keşşaf tefsirinde bu ayetle ilgili şöyle bir açıklama vardır:

“Ayetleri tedebbür; onları düşünmek, ilk anlamının götürdüğü doğru bağlantıları ve güzel manaları görmektir. Çünkü okunan ayetin ilk anlamı ile yetinen, çoğu kere ondan fayda görmez. Bu kişi yeni doğum yapmış bol sütlü devesi olduğu halde onu sağmayan kimse gibidir. Ya da çokça doğum yapabilecek bir dişi tayı olan, ama ondan yavru almak istemeyen kişiye benzer. (Tabiîn ulemasından) Hasan (Basrî)’nin şöyle dediği bildirilmiştir:

“Bu Kur’an’ı, bağlantılarını bilmeyen çocuklar ve köleler de okurlar. Harflerini ezbere bilirler ama onu çevreleyen şeyin farkında olmazlar. Böyle birisi tutar der ki: “Vallahi, bir tek harf bırakmadan Kur’an’ı okudum.” Ama vallahi o Kur’ân’ın tamamını bırakmıştır. Çünkü onun ahlakında da davranışında da Kur’ân’ın etkisi görülmez. Vallahi! Onu çevreleyen şeyi bilmeden ezberlemek de ne oluyor? Vallahi onlar doğru karar veren kişiler olmadığı gibi hafız da değillerdir. Allah böyle insanların sayısını artırmasın!… Allahım! Bizi tedebbür eden âlimlerden eyle. Kendini bir şey sayan okuyuculardan da koru[2].”

Tedebbürün Türkçe karşılığını meale taşıyabilmek için “ayetlerindeki ilişkiler ağını görsünler” ifadesini kullandık. Onun yerine “ilişkili olduğu ayetleri düşünsünler” ifadesi de kullanılabilirdi. Bize göre ayetin anlamı Türkçeye başka şekilde taşınamaz.

 


[1] ودَبَّرَ الأَمْرَ وتَدَبَّره: نظر في عاقبته، ، والتَّدَبُّر: التفكر فيه. Lisan’ul-Arab.

[2] Ebu’l-Kasım Carullah Mahmud b. Ömer ez-Zemahşerî, elKeşşâf, Tahkik: Adil Ahmed Abdülmevcud, Ali Muhammed Muavvıd, Mektebetü’l-Ubeykan, Riyad, 1998, c: 5, s. 263.