Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Yazılı Fetvalar

Umreye giden herkesin kurban kesmesi veya oruç tutması mı gerekiyor?

İfrad haccı yapanların veya sadece umreye gidenlerin kurban kesmeleri gerekmez. Bakara sûresinin 196. ayetinde hacca gidip de hac zamanı gelinceye kadar umre yapanların yani temettu’ veya kıran haccı yapanların bir kurban kesmeleri; ama (kurban bulamama, maddi imkânsızlık gibi sebeplerle) kurban kesemeyenlerin üçü hacda, yedisi hac dönüşünde olmak üzere toplam on gün oruç tutmaları gerektiği bildirilmiştir.

www.fetva.net/yazili-fetvalar/ifrad-hacci-ve-hacda-kurban-kesmeye-guc-yetiremeyen-kimseler.html

Bakara suresi 196. ayetin ilgili bölümü mealen şöyledir:

“… Güven içinde olursanız hacca kadar umreden yararlanan kişi, kolayında olan bir kurban keser. Bulamayan, üç gün hacda, yedi gün de geri döndüğünde oruç tutar. Toplamı on gün eder. Bu, ailesi Mescid-i Haram civarında oturmayanlar içindir. Allah’tan çekinerek kendinizi koruyun. Bilin ki Allah, vereceği sevap ile yapılan iş arasında sıkı bir bağ kurar.”

Dolayısıyla hac mevsimi dışında umre yapanların kurban kesmeleri veya oruç tutmaları gerekmemektedir.

Helal gıda araştırmalarını Müslümanlar olarak nasıl değerlendirmeliyiz?

“Dindar ve özellikle de Müslüman olan insanlar için gıdaların sağlığa uygun olup olmadığı kadar, dini açıdan helal olup olmadığı da önemlidir. Hatta işin dini boyutu bir adım önde yer alır. Dinin kesin bir dille yasakladığı (haram) bir gıdanın, sağlık yönünden faydasının olup olmamasının bir Müslüman için hiçbir önemi yoktur. İşte bu noktada hangi gıdanın helal, hangisinin haram olduğunun çok iyi bilinmesine ihtiyaç vardır. Çünkü Allah Teâlâ: “Allah’ın size verdiği rızıkların helâl ve temiz olanından yiyin.” (Mâide, 5/88, Nahl, 16/114) buyurarak gıdaların mutlaka “helal” olmasını şart koşmuştur.”

Helal Gıda Araştırmalarının Önemi başlıklı yazımızdan yapılan bu alıntının devamı için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.suleymaniyevakfi.org/helal-gida-arastirmalari/helal-gida-arastirmalari.html

Seninle konuşursam kafir olayım sözünün hükmü nedir?

Babanızın ettiği yemin, onun hayırlı bir iş yapmasına engel olmamalıdır. Bu yeminini bozsun ve keffaretini ödesin.

Bir ayette Allah Teala şöyle buyurmuştur:

“Yeminlerinizde Allah’ı; iyilik yapmanıza, takvanıza ve insanların arasını düzeltmenize engel yapmayın. Allah işitir ve bilir.” (Bakara, 2/224)

Peygamberimizden de şöyle rivayet edilmiştir:

“Günaha yemin edenin yemini yemin değildir. Akraba ile ilişkiyi kesmeye yemin edenin yemini yemin değildir.” (Ebu Davud, Talak, 7)

“Bir konuda yemin eder, sonra başkasını hayırlı görürsen yeminini boz, keffaretini ver ve hayırlı gördüğüne gel.” (Buhari, Eyman 1, Müslim, Eyman, 11 (1650)

Bu konu ilmihallerde de şöyle anlatılır: “Bir kimse: “Şöyle yaparsam kâfir olayım” yahut “Yahudi, Hristiyan olayım”, yahut “Allah’ın kulu, Peygamberim ümmeti olmayayım”, yahut “Kıblesi başka tarafa olanlardan olayım” yahut “Allah ruhumu imansız alsın” yahut “Allah’a iki demişlerden olayım, Peygamberin ümmetinden olmayayım” yahut “Peygambere dil uzatanlardan olayım”, demiş olsa onun inancına ve maksadına bakılır. Eğer bu sözü yemin maksadı ile sözünü sadece kuvvetlendirmek için söylemişse, bu bir yemin olur. Yeminini bozunca üzerine keffaret gerekir.” (Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, “Yeminin Mahiyeti ve Yemin Sayılmayan Şeyler”, 193. paragraf)

Hz. Adem’in ilk doğan kız ve erkek çocuklarının isimleri nelerdir?

“İsrâiliyat’tan kaynaklanan bazı bilgi­lere göre Âdem ile Havva, cennetten çıktıktan 223 gün sonra evlenmişlerdir. Havvâ, Âdem’e her batında bir kız ve bir erkek olmak üzere, yirmi batında kırk çocuk doğurmuştur. İlk ikizler Kabil ile kız kardeşi Aklima, son ikizler ise Abdülmugis ve Emetülmugis‘tir. Sadece Şît tek doğmuştur. Kabil ve Aklima‘dan sonra ise Hâbil ile Lebuda doğmuştur.

Âdem’in ilk çocuk­larının isimleri, apokrif kabul edilen ki­taplarda farklı şekillerde verilmektedir. “Hazineler Mağarası“na göre Kabil (Cain) ile Lebuda, Hâbil (Adel) ile Kelimath; “Âdem’in Ve­fatı” (La mort d’Adam) adlı esere göre Kabil ile Kainan, Hâbil ile Ema; “Âdem ve Havva’nın Mücadelesi”‘ne göre ise Kabil ile Luva, Hâbil ile de Aklejane dünyaya gel­miştir.” (Süleyman Hayri Bolay, “Âdem”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 1, s: 363)

Yukarıda da söylendiği gibi bu bilgiler ayet veya hadis değil, İsrailiyat kaynaklıdır. Yani doğruluğu şüphelidir. O gözle değerlendirilmesi gerekmektedir.

Mezarlıklar şehrin dışında mı, yoksa içinde mi olmalıdır?

Mezarlıkların şehrin dışına yapılması dinin bir emri veya tavsiyesi değildir. Medine’de bulunan ve Peygamberimiz zamanından beri kullanılan Bakî’ Mezarlığı (Cennetü’l-Bakî’) Peygamberimizin evinin yaklaşık 50 m yakınında bulunmaktadır. Bu da mezarlıkların evlerin yakınında bulunabileceğini göstermektedir.

Bunun yanı sıra Peygamberimizin, Ebu Bekir ve Ömer radıyallahu anhumanın (üçünün yan yana) Peygamberimizin yaşadığı eve defnedilmesi de ayrı bir delil olarak kabul edilebilir.

Bu açıdan yukarıda adı geçen eserdeki tespitler yerindedir.

Kur’an’a göre soğan, sarımsak, mercimek değersiz yiyecekler midir?

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Bir ara şöyle demiştiniz: “Musa! Biz tek çeşit yemeğe katlanamayız. Haydi, bizim için Rabbine yalvar, bize yerde yetişen şeylerden çıkarsın; sebzesinden, hıyarından, sarımsağından, mercimeğinden ve soğanından…” O da şöyle demişti: “Yani üstün olanı daha aşağı olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? İnin bir şehre, orada istediğiniz her şeyi bulursunuz”. Başlarına sefillik ve çaresizlik çöktü. Tekrar Allah’ın azabına çarpıldılar. Evet, öyle! Çünkü Allah’ın âyetlerini görmezlikten geliyorlar, peygamberlerini haksız yere öldürüyorlardı. Evet, öyle! Çünkü isyana dalıyorlar ve aşırı gidiyorlardı.” (Bakara 2/61)

“…Üstün olanı daha aşağı olanla değiştirme…” gıdaların karşılaştırılması şeklinde yorumlanmıştır. Bize göre burada karşılaştırılan, tarım toplumu ile avcı toplumdur. Çünkü âyette yer alan istekler, Yahûdileri tarım toplumu haline getirir. Hâlbuki kudret helvası ve bıldırcın avı, onları avcı toplum yapmıştı. Böyle toplumlar, av peşinde koştukları için çok gezer ve yeni şeyler öğrenme konusunda duyarlı ve istekli olurlar. Güvenliklerini de en üst düzeyde sağlarlar. Toprağa bağlı olanların dünyaları toprakları ile sınırlı olur. Gelişmeleri takip edemez, kolayca sömürülürler. “Yerin bitirdiği sebze, hıyar, sarımsak, mercimek ve soğan”ı tercih edenlerin “… başlarına sefillik ve çaresizlik çökmüş….” olmasının sebebi bu olmalıdır. Çölde kalan Yahûdiler ise Calut’u yenerek büyük bir başarı elde etmişlerdi.

Bugünkü Yahudilerde de çoğunlukla avcı toplumu özelliği görülür. Av aletleri artık para; peşine koştukları ise ekonomik değeri olan işlerdir. Dünyanın neresinde önemli bir ekonomik değer üretilirse onları orada bulmak mümkün olur.

Musa aleyhisselam onların talep ettikleri yiyecekleri küçük görmedi, “… İnin bir şehre, orada istediğiniz her şeyi bulursunuz” dedi. Yani istediğiniz yiyecekleri elde etmek için tarım yapmanız gerekmez. Hangi şehre inseniz onları bulursunuz, demiş oldu. Böylece onları, tarım yerine ticarete teşvik ediyordu.

KAYNAK: Abdulaziz Bayındır, Kur’an Işığında Doğru Bildiğimiz Yanlışlar, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2010, s: 278-279.

Gusül abdesti nasıl alınmalıdır?

Gusül tepeden tırnağa iyice yıkanmak demektir. Ancak gusülde ağza ve burna su vermek Hanefi ve Hanbelî mezheplerine göre farz; Şafii ve Maliki mezheplerine göre ise sünnettir. Bunun sebebi, ağız ve burnun bedenin iç kısmından mı dış kısmından mı sayılacağı konusundaki tercihtir. Hanefi ve Hanbelî mezhepleri, ağız ve burnu bedenin dış kısmından saymış ve bunların iyice yıkanması gerektiğine hükmetmiş, Şafii ve Malikiler ise bunları bedenin iç kısmından saydıkları için yıkanmasını farz görmemişlerdir.

Gusül abdestinde dikkat edilmesi gereken husus bütün vücudun yıkanmış olup olmadığıdır. Bu sağlandığında gusül abdesti tamamlanmış demektir. Gusül abdesti için söylenen diğer şeyler, gusül için müstehap veya sünnettir. Yani olmasa da olur şeylerdendir.  Mesela gusülden önce besmele getirmek, namaz abdesti almak, önce sağ, sonra sol omuza, sonra baştan aşağı su dökmek guslün sünnetlerindendir.

Tekrarlamak gerekirse gusül abdesti şöyle alınır: Varsa avret mahallindeki pislikler giderilir. Daha sonra namaz abdesti alır gibi eller yıkanır ve ağız ve burun iyice temizlenir. Daha sonra da bütün vücut iyice yıkanır, kuru yer kalmamasına özen gösterilir. Gusül abdesti bu kadardır.

Nebîmizin gusül abdestini anlatan hadislerden birkaçı şöyledir:

Âişe radıyallahu anha’dan: “Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem cünüplükten yıkanacağı zaman ellerini yıkamaktan başlardı. Sonra namaz için abdest alır gibi abdest alırdı. Sonra parmaklarını suya daldırır ve onlarla saçlarının diplerini hilâllerdi (yani aralıklarına su geçirirdi). Sonra iki eliyle başı üzerine üç avuç su dökerdi. Ondan sonra suyu bütün bedeni üzerinden akıtırdı.” (Buhârî, Gusül, 1)

Meymûne radıyallahu anha’dan: “Resûlullâh yalnız ayaklarını yıkamayarak namaz için abdest alışı gibi abdest aldı. Bacak aralarını ve oralarına isabet eden yıkanacak şeyleri de yıkadı. Sonra kendi üzerine su döktü. Sonra ayaklarını yerinden ayırıp yıkadı. Onun cünüplükten dolayı yıkanması işte budur.” (Buhârî, Gusül, 1)

Meymûne radıyallahu anha’dan: “Ben Resûlullâh’a yıkanması için su koydum. Kendisi iki yahut üç kere ellerini yıkadı. Ondan sonra sol eli üzerine su boşaltıp hayalarını yıkadı. Sonra elini yere sürdü. Sonra ağzını çalkaladı ve burnuna su çekti. Yüzünü ve ellerini yıkadı. Sonra bedeni üzerine su akıttı. Sonra yerinden ayrılıp ayaklarını yıkadı.” (Buhârî, Gusül, 5)

Serra isminin manası nedir? Kur’an’da geçiyor mu?

Serrâ (السَّرَّاءُ) Arapça’da “bolluk, saadet, refah, genişlik” gibi manalara gelmektedir. Kur’an-ı Kerim’de iki ayette (Âl-i İmrân, 3/134 ve A’râf, 7/95) bu manalarda kullanılmıştır.

Buna göre Serra isminin çocuklara isim olarak konulmasında herhangi bir sakınca bulunmamaktadır.

Ölmüşlerimiz için okuduğumuz Yasin’in sevabı onlara ulaşır mı?

Ölmüşlerimizin ardından Kur’an okunması gerektiğine veya okunacak Kur’an’ın sevabının onlara ulaşacağına dair herhangi bir ayet veya hadis bulunmamaktadır.

Ölmüşlerimizin ardından yapılması ve yapılmaması gerekenlerle alakalı geniş bilgi aşağıdaki linklerde bulunmaktadır. Lütfen tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/olulerin-ruhlarina-kuran-okunur-mu.html

www.fetva.net/yazili-fetvalar/cenaze-defnedildikten-sonra-imamin-telkin-yapmasi-gerekir-mi.html

www.fetva.net/yazili-fetvalar/olulerin-ardindan-verilen-sadakanin-sevabi-onlara-ulasir-mi.html

www.fetva.net/yazili-fetvalar/olen-kisi-adina-kurban-kesilebilir-mi.html

Üçüncü talaktan sonra kadın ne kadar iddet bekler?

Talakla ilgili ayetlerde (Talak, 65/1-2, Bakara, 2/229), birinci ve ikinci boşanmanın iddet süresinin üç kur’ yani üç temizlik dönemi olduğu bizlere bildirilmektedir.  Talak Suresinin “Bilemezsin, belki Allah bunun ardından yeni bir durum ortaya çıkaracaktır.” (Talak 65/1) ayetinde ise, iddet beklemenin hikmeti açıklanmaktadır. Talakla ilgili tüm ayetleri (Bakara, 2/229 ve Talak, 65/2) göz önünde bulundurduğumuzda, o ayetlerde anlatılan iddetin, ric’î (dönüşlü) talak için olduğu görülmektedir.

Üçüncü talaktan sonra eşlerin birbirilerine dönmeleri helal olmadığından (Bakara, 2/230), bu durumda kadının üç kur’  iddet beklemesi de gerekmemektedir. Böyle birinin bekleyeceği süre bir hayız dönemidir. Bu da “istibra” yani kadının hamile olmadığının belli olması içindir.

Üçüncü talaktan sonra iddet beklenmesi/beklenmemesi ile ilgili olarak peygamber aleyhisselam’dan çok sayıda hadis rivayet edilmemiş olması da bu konunun ayetlerde gayet açık olmasından dolayıdır. Konuyla ilgili bir hadis şöyledir:

Ebû Amr b. Hafs, Fatıma’yı gıyaben boşamış da vekili ona arpa göndermiş. Fâtıma buna razı olmamış. Fakat Ebû Amr’ın vekili;

— Vallahi senin bizde bir hakkın yoktur; demiş. Bunun üzerine Fatıma, Resülüllah aleyhisselama gelerek bu meseleyi ona anlatmış. Peygamber aleyhisselam: “Senin onda nafaka hakkın yoktur.” buyurmuş ve iddetini Ümmü Şerîk’in evinde geçirmesini emretmiş. Sonra: “Ümmü Şerik ashabımın daima ziyaretine gittikleri bir kadındır. Sen İbn Ümmi Mektûm’un yanında iddet bekle, çünkü o a’mâ bir adamdır. (Yanında) çarşafını atabilirsin! (evlenmek için) helâl olduğun zaman bana bildir!” buyurmuşlar….” (Müslim Talak, 36(1480)

Hadiste görüleceği gibi Peygamber aleyhisselam Fatıma bnt. Kays’a, “git üç kur’  bekle” dememiş, aksine “git, iddetini geçir ve helal olduğunda (yani evlenebileceğin zaman geldiğinde) bana gel” demiştir.

Bu hadisle ilgili olarak İbn Teymiyye şunları söylemiştir:

“Bu hadisin lafızlarında “üç hayız müddeti iddet bekle” ibaresi yoktur. Bize ulaştığı kadarıyla âlimler de böyle bir şey söylememişlerdir. Şayet bu görüş icma ise, bu haktır ve ümmet batıl üzerinde birleşmez. “Üçüncü boşanma sonrası kadının beklemesi gereken süre üç hayız süresi değildir ancak istibra’dır” sözü, şayet bazı âlimlerin görüşü ise, bu taktirde bu görüşü güçlü kılacak bir yön vardır. Şöyle ki: İddet süresinin uzun olması, ric’at hakkının sabit olmasıyla ilgilidir. Yani iddetin üç hayız süresi olması bundandır. Ric’at hakkı olmayanlar, üç hayız süresi beklemez. Kur’an’ın zahirinde bu söze uygunluktan başka bir şey de yoktur.” (İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetava, c: 32, s: 342)

Hul’ yoluyla kocasından ayrılan kadının durumuna gelince: Bu konu talaktan bahseden Bakara Suresinin 229. ayetinin devamında anlatılmaktadır. Ancak bu olay ayet-i kerimede hul’ veya talak olarak değil, “iftidâ” şeklinde geçmektedir.

Kur’an-ı Kerim ve Peygamber aleyhisselamın sünnetinde iftida, talak sayılmadığından bu yolla eşinden ayrılan kadının da üç kur’ iddet beklemesi gerekmemektedir.

Abdullah İbn Abbas (r.a.)’tan gelen rivayete göre Sabit b. Kays’ın karısı Resûlullah aleyhisselam zamanında Sabit’ten hul’ yoluyla (yani bir bedel karşılığında) ayrılmıştı. Peygamber aleyhisselam ona bir hayız müddeti iddet beklemesini emretmişti. (Tirmizi, Hul’, 10)

Görüldüğü gibi iftidâ sonucu kocasından ayrılan kadının beklemesi gereken süre, bir hayız müddetidir. Bu da kadının hamile olup olmadığının tespiti içindir.

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/ucuncu-bosanmadan-sonra-kadin-hemen-bir-baskasi-ile-evlenebilir-mi.html

Zemzem içenlerin içki içmesi daha fazla mı günah?

Allah içkiyi haram kılmış ve ondan uzak durmamızı emretmiştir. O şöyle buyurmuştur:

“Müminler! İçki, kumar, dikili taşlar ve fal okları şeytan işi pisliklerdir. Onlardan uzak durun ki umduğunuza kavuşasınız.

Şeytanın istediği tek şey içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin sokmak bir de Allah’ın zikrinden (Kur’an’dan) ve namazdan sizi alıkoymaktır. Artık vazgeçersiniz değil mi?

Allah’a itaat edin, Elçi’ye itaat edin ve dikkatli olun. Eğer yüz çevirirseniz bilin ki Elçimizin sorumluluğu açık tebliğden ibarettir.” (Maide, 5/90-92)

İçki içmek zemzem içmeden de haramdır, içtikten sonra da… Zemzem içmek içkinin günahını ne artırır ne de azaltır. Dolayısıyla “ben Müslümanım” diyen herkesin ayette belirtildiği gibi Allah’ın haram kıldığı şeylerden uzak durması gerekir.

www.fetva.net/yazili-fetvalar/ickiye-neden-kesin-olarak-haramdir-diyorsunuz.html

Resûlullâh son ayet ininceye kadar Kur’an’la hüküm vermedi mi?

Tâhâ suresinin 114. ayetinde Yüce Allah, vahiy süreci tamamlanmadan önce Resûlullah’a, Kur’an’la hüküm verme konusunda acele etmemesi gerektiğini bildiriyor. Vahiy süreci ile kastedilen, bütün Kur’an’ın değil, o konu ile ilgili ayetlerin inişidir. Çünkü Kur’an, anlam kümelerinden oluşan bir kitaptır. Konuyla ilgili anlam kümeleri tamamlandıktan sonra hüküm verilir. Resûlullah’tan istenen buydu. Kıyâmet suresinin 16 – 19. ayetleri ile İsrâ suresinin 106. ayeti bu gözle değerlendirilmelidir.

Bazı ayetler, bir konuyu çok açık olarak anlatır. O açık hüküm hemen uygulanabilir. Ama o ayette tam olarak anlaşılamayan başka hükümler de olabilir. O hüküm, ancak ilgili âyet kümesi tamamlanınca netleşir. İşte Resûlullah’a emredilen, o oluşumu beklemesidir. Yoksa ondan Kur’an’ın son ayeti ininceye kadar yani 23 yıl boyunca hiç hüküm vermemesi istenmiş değildir.

Dr. Fatih Orum

Kur’an-ı Kerim’i anlamada ictihadi faaliyetlerin önemi nedir?

Hûd suresinin 1 ve 2. ayetleri mealen şöyledir:

“Elif, Lâm, Râ. Bu, ayetleri hakîm (doğru karar veren) ve habîr (her şeyden haberdar) olan Allah tarafından muhkem kılınmış ve de açıklanmış bir kitaptır. Böyle olması Allah’tan başkasına kulluk etmemeniz içindir. (De ki:) Ben de O’nun tarafından size uyarı yapan ve müjde veren biriyim.”

Görüldüğü üzere Kur’an’ı açıklamayı bizzat Yüce Allah üzerine almıştır. Kıyamet suresinin 16 ila 19. ayetlerini de aynı doğrultuda anlamak gerekir. Bize düşen, Allah’ın açıklamalarını tespit etme gayreti göstermektir. İctihad faaliyeti ancak bu aşamada söz konusu olabilir. Bu ön kabulden hareketle, Allah’ın açıklamalarına ulaşmak için gösterilen ictihadî faaliyet, insan olmamız sebebiyle hatalara açıktır ve bu mazur görülür. Yapılan ictihadî faaliyetlerde niyet, Allah’ın açıklamalarını tespit değil de Kur’ân’da olmadığı iddia edilen çözümlerin oluşturulması olursa pek çok şâri’ (kural koyan kişi, makam) ortaya çıkar ki bu durumda “indirilmiş” değil “oluşturulmuş” dinin dindarları oluruz.

Kur’an’ın açıklanması usulüne dair aşağıdaki linkte geniş bilgi vardır. Okumanızı tavsiye ederiz:

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/kurani-aciklamada-usul.html

Dr. Fatih Orum

Şeytan, Adem ve Havva’yı kandırmak için cennete nasıl girdi?

Şeytan mü’minlerin ahiret yurdu olan cennetten değil, Allah Tealanın huzurundan ve o ana kadar bulunduğu yüce mevkiden kovuldu.

Âdem ve eşi Havva ise dünyada yaratıldılar ve yine dünyada bulunan bir cennete yani bir bahçeye yerleştirildiler. Şeytanın onları kandırması da burada oldu. Yani Âdem aleyhisselamın yaşadığı cennet de ahiretteki cennet değil, dünyada bulunan bir bahçedir. Adem ve Havva’nın yasak ağacın meyvesini yemelerinin ardından hepsi birden buradaki cennetten kovuldular.

Bununla ilgili geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linkleri tıklayınız:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/adem-aleyhisselam-cennette-mi-yaratildi-yoksa-bu-dunyada-mi.html

www.suleymaniyevakfi.org/sizden-gelenler/adem-aleyhisselam-ve-cennet.html

Kur’ân’ın anlaşılmasında Arapça sözlüklere ne kadar güvenilir?

Kur’ân’ın açık bir kitap olması, açıklamayı Allah’ın yapması anlamındadır. Bize düşen ise açıklamaları tespit etme gayreti göstermektir. Bunu belli bir usul çerçevesinde yapmamız gerekir. Bu usule dair Kur’ân’da detaylı açıklamalar olduğunu görüyoruz.

www.suleymaniyevakfi.org/kuran-arastirmalari/kurani-aciklamada-usul.html

Muhkem ve müteşabih ayetleri mesânî prensibine göre anlam kümeleri oluşturacak şekilde bir araya getirmek bu usulün ana prensibini oluşturuyor. Ancak irtibat kurarken çeşitli kriterleri de dikkate almamızı bizzat Kur’ân emrediyor. İşte bunlardan biri de Arap dilidir.

Bir meselede çözüme gitmenin, yani o meseleyle ilgili anlam kümesini oluşturmanın yolu, anlam ve lafızda irtibat kurmayla olur. Lafız boyutuyla ilgilenirken o lafza Kur’ân’ın verdiği anlamların önemi çok büyüktür. Bu aşamada sözlükler de kullanılır. Ancak sözlükler salt delil olamaz. Sözlükler, insanların oluşturdukları ıstılahları ve belli bir görüşü ön plana çıkarma gayreti içinde de olabilir. Bu yönüyle sözlük alıntıları kontrol dâhilinde olmalı ve lafızlara anlam verirken Kur’ân’ın bütünlüğü dikkate alınmalıdır. Mesela

ما بال الحائض تقضي الصوم ولا تقضي الصَلاة ؟ فَقَالَتْ: أحَرُورِيَّةٌ أنْتِ؟ قلت لست بحرورية ولكني أسأل. قالت كان يصيـبنا ذلك فَنُؤْمَرُ بقَضَاءِ الصَّوْمِ وَلا نُؤمَرُ بِقَضَاءِ الصَّلاةِ.

hadisinde geçen “kaza” kelimesine, bir ibadeti vaktinden sonra yerine getirme anlamı veren sözlükler vardır. Hâlbuki kelimenin doğru anlamı, bir ibadeti vaktinde ve tam yapmaktır.

Dr. Fatih Orum

Konut kredisinde bankalarla katılım bankaları arasında fark var mıdır?

Mevcut kredili ev alım/satımı işlemlerinde (faizli) banka, müşteriye belli miktarda kredi verir. Fakat krediyi, müşteriye teslim etmeyip, konutu satana, müşteri adına teslim eder.

Müşteri aldığı kredi ve başlangıçta belirlenen faizi kadar bankaya borçlanır. Bu işlemde banka konutu satın alıp, müşteriye satmamakta; müşterinin fiilen ve hukuken satın aldığı konutu finanse etmekte; müşteriye borç vermekte, karşılığında ise faiz almaktadır.

Katılım bankalarında da şayet aynı uygulama varsa hüküm aynı olur.

Eğer katılım bankaları, konutu, sahibinden peşin olarak alır, size vadeli şekilde satarsa veya finansal kiralama yaparsa alışverişinize haram karışmaz.

Ödenen meblağın ve vade farkının önceden belirli olması değil, bu ödemelere temel teşkil eden işlemin hukuki yapısı hüküm bakımından önemlidir. Kısaca borçtan elde edilen gelir faiz, ticaretten elde edilen gelir ise kâr olup helaldir.

Doç. Dr. Servet Bayındır

Sabit bir kâr garantisi ile ortaklık yapmak caiz mi?

Bahsettiğiniz ortaklık fıkıhta mudarebe diye adlandırılır. Mudarebenin temel kuralı; sermaye bir taraftan onun çalıştırılması ise diğer taraftan olmak üzere kârın anlaşılan oranda bölüşülmesidir.

Zarar olması durumunda ise, sermayedar sermayesini işletmeci ise emeğini kaybeder. Bu tür bir ortaklığın meşru ve caiz olması için önceden sabit bir getirinin ve sermaye garantisinin olmaması gerekir. Soruda senet imzalandığı ve her ay belli oranda getiri ödendiği belirtilmiş. Bu durum, sermaye ve gelir garantili bir anlaşma olduğunu hissettiriyor. Şayet durum anlaşıldığı gibi ise ondan elde edilen gelir faiz olur.

Şöyle bir uygulama yapılabilir:

Aranızda sermaye-emek ortaklığı anlaşması yaparsınız. Anlaşmada sermayenin hangi alanlarda (hatta ne kadar süre ile hangi malın alımı satımında vb.) işletileceği ve oluşacak kar’ın yüzde üzerinden nasıl paylaşılacağını belirlersiniz. Zarar olması durumunda, zararın sermayeden gideceği, işletmecinin ise bu zarar mukabili emeğini kaybetmiş olacağını yazarsınız. İşletmecinin, kasıt, kusur veya ihmali sonucu doğan zararın işletmeciden tahsil edileceğini kabul ve imza edersiniz. O zaman yaptığınız ortaklık ve o yolla aldığınız gelir caiz olur.

Doç. Dr. Servet Bayındır

Âmin kelimesi İslâm’a Yahudilik’ten mi geçmiştir?

Dualardan sonra “kabul buyur”, “icâbet eyle” anlamında kullanılmakta olan âmin (آمين) kelimesini söylemek sünnettir. Bu, bizzat Nebîmiz tarafından böyle yapılmış ve yapılması tavsiye edilmiştir. Konu ile ilgili hadisler şöyledir:

Ebû Hureyre radıyallâhu anh anlatıyor:

“Resûlullâh aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “İmam âmin deyince siz de âmin deyin. Zira kimin âmini meleklerin âminine tevafuk ederse geçmiş günahları affedilir.” İbn Şihâb der ki: “Resûlullâh âmîn derdi.” (Buhârî, Ezân 112; Müslim, Salât 72, (410); Muvatta, Salât 44, (1, 87); Ebû Dâvûd, Salât 172; Tirmizî, Salât 185; Nesâî, İftitâh 34, 35; İbn Mâce İkâmet 14).

Buhârî’de diğer bir rivayette şöyle gelmiştir:

“Kârî (okuyucu) âmîn deyince siz de âmîn deyin. Zira melekler de “âmin” der. Kimin âmin’i meleklerin âmin’ine tevafuk ederse geçmiş günahları affedilir.” (Buhârî, Daavât, 63.)

Bazı kaynaklara bakarak bu kelimenin İsrailiyattan gelmiş olabileceğini kabul edenler acaba niçin aynı kaynaklarda geçen yukarıdaki bilgilere itibar etmezler?! Kelimenin kaynağından ziyade Arap dilinde ve Resûlullâh tarafından hangi anlamda kullanıldığının bir önemi yok mudur? Sadece Resûlullâh tarafından kullanılmış olması bile bir Müslüman için yeterli değil midir?

Amin kelimesinin kökenine ve anlamlarına dair geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linkte belirtilen kaynağa müracaat ediniz:

cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/3/C03001070.pdf

Benzer bir soru-cevap için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/amin-demenin-dini-dayanagi-nedir.html

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/sumer-kitabeleri-ve-dinler-arasindaki-iliskiyi-nasil-degerlendiriyorsunuz.html

Hz. Zekeriyya üç gün boyunca konuşmadı mı, konuşamadı mı?

Zekeriya aleyhisselam olayında, “üç gün boyunca kimseyle konuşmayacaksın” tarzında bir yasak söz konusu değildir. Mesele şöyledir: Zekeriyya aleyhisselama melekler tarafından bir erkek evladı olacağı müjdelenince, aynen İbrahim aleyhisselam gibi (Bakara, 2/260) kalbinin yatışması içi Cenâb-ı Hak’tan bir ayet/işaret ister. Bunun üzerine Allah (c.c) şöyle buyurur:

“Senin ayetin üç gün boyunca, işaretleşme dışında insanlarla konuşamamandır. Rabbinin adını çokça an ve sabah akşam ibadet et.” (Âl-i İmrân, 3/41)

Dil açısından ayete bakıldığında olayın “konuşamama” olduğu görülecektir. Şöyle ki, “أَن لا تُكَلِّمَ” fiilin sonu mansub yani üstünle bitmektedir. Bu da fiilin başındaki “لا”nın nehyeden/yasaklayan “lâ” olmadığını, nefyeden yani olumsuzluğu ifade eden “lâ” olduğunu gösterir. Bundan dolayı fiilin sonu “أَن” ile üstün olmuştur.

Zekeriyya aleyhisselamın konuşamamasının hikmetine dair Razi tefsirinde şu açıklamalar vardır:

“Bil ki, Zekeriyya aleyhisselam kendisine verilen müjdenin aşırı sevinci, Rabbinin ikramı ve kendisine verdiği nimetinden dolayı, bu hamileliğin bulunduğuna dair bir alâmetin gösterilmesini istedi. Çünkü hamilelik durumu hemen belli olmaz. İşte bunun için O, “Ya Rabbi, bana bir alâmet göster” deyince, Cenâb-ı Hak da, “Senin alâmetin, işaretleşmen dışında, insanlara üç gün bir şey söyleyememendir” buyurmuştur.

Bunda şu iki fayda vardır:

1- Bunun, hanımının çocuğa hamile kaldığına alâmet olması.

2- Allah Teala, o süre içerisinde kendini zikir ve kendisine tâatla meşgul olsun da bu büyük nimete şükretsin diye, onun dilini dünyevî şeylerden alıkoymuş ve onu zikir, tesbih (subhânallâh) ve tehlilde (lâ ilâhe illallâh) bulunmaya teşvik etmiştir. ” (Fahreddîn er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebir, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, 3. bs: , Beyrut, 1999, c: 3, s: 215)

Kur’an hangi konuda bize aydınlatıcı bilgiler verir?

Kur’ân, insanın dünya ve ahireti ile ilgili her konuda bilgi verir. Kur’ân bunu “hatırlatma”, “uyarma”, “aydınlatma”, “müjdeleme” gibi usullerle yapar.

Şirk konusu üzerinde ısrarla durur. Bununla, insanı bu dünyada hür ve ahirette mutlu kılmayı amaçlar.

Dünyanın bir imtihan yurdu olduğunu sık sık hatırlatır. Böylece kulun, hayatı anlamlandırmasını ister.

Kur’an’da Allah-kul ilişkisinin sağlam bir temele oturtulabilmesi için ibadetler üzerinde durulur.

Yeryüzünde fesadın olmaması için haklara dokunulmamasını ve geçmiş milletlerden ders alınmasını ister.

İnsanın kendisini ve çevresini keşfedip medeniyet kurabilmesi için fıtrata vurgu yapar.

Çok genel hatlarıyla toparlayacak olursak Kur’ân, kişinin Allah ile, kendisi ile ve çevresi ile ilgili tüm ilişkilerini düzenler.

Dr. Fatih Orum