Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Yazılı Fetvalar

Teyemmüm nasıl alınır? Bu konuda da doğru bildiğimiz yanlışlar var mı?

Teyemmüm “yemm” (يَمّ) kökünden türemiş olup, sözlükte “kastetmek” anlamına gelmektedir. Fıkıhtaki anlamı ise “su bulunmadığı veya suyu kullanmaya güç yetirilemediği zaman, toprak cinsinden temiz bir şeyle abdestsizliği gidermek için yapılan bir işlemdir.”

Kur’an-ı Kerim’de teyemmümden şöyle söz edilir:

“… Hasta veya yolcu olur veya sizden biri ayakyolundan gelir ya da kadınlara temas etmiş olur da su bulamazsanız temiz toprağa teyemmüm edin; onunla yüzünüzü ve ellerinizi mesh edin…” (Maide, 5/6)

Teyemmüm şu durumlarda alınır:

1. Mukim veya seferi iken su bulunamadığında

2. Su bulunup da hastalık veya başka bir sebepten dolayı kullanılmadığında.

Yukarıdaki ayette “temiz toprağa teyemmüm edin; onunla yüzünüzü ve ellerinizi mesh edin…” buyurularak teyemmümün temiz toprakla yüzü ve elleri mesh etmekten ibaret olduğu öğretilmiştir.

Maide suresinin 6. ayetinde abdest alınacağı zaman kolların dirseklerle beraber yıkanması emredilirken teyemmümde bu şart yoktur. Hanefiler abdeste kıyasen teyemmümde de kolların dirseklerle beraber mesh edilmesi gerektiğini söylerler. Hâlbuki onların da kabul ettiği meşhur bir kurala göre “ibadetlerde kıyas olmaz”. Doğrusu, teyemmümde ellerin bileklere kadar mesh edilmesidir.

Konuyla ilgili hadislere gelince:

1- Tek vuruşla ve ellerin bileklere kadar mesh edileceğini gösteren hadisler:

Ammar b. Yasir aktarmaktadır: Ben Hz. Peygambere (s.a.v) teyemmümün nasıl alındığı sordum. O’da şöyle cevap verdi:

“Yüz ve eller için tek bir defa yere vur ve teyemmüm al” diye buyurdu.” (Ebu Davud, Taharet, 123)

Ömer b.Hattâb radıyallahu anha biri geldi. “Ben cünüp oldum ve su da bulamadım. Ne yapmam gerek?” diye sordu Ömer, “namaz kılma” cevabını verdi. Bunun üzerine Ammâr b. Yâsir, Ömer b. Hattâb’a şöyle dedi: “Hatırlamaz mısın? İkimiz bir seferde idik. Cünüp olmuş ve su bulamamıştık. Bu yüzden sen namaz kılmamıştın ama ben toprakta yuvarlandıktan sonra namazı kılmıştım. Daha sonra bu yaptığım işi Peygamber’e (s.a.v) arz ettim.  Peygamber (s.a.v), iki elini yere vurdu, ellerine üfürdü, sonra iki avucu ile yüzüne ve iki eline mesh etti. Ve “Sana bu kadarı yeterdi” diye buyurdu. (Buhari, Teyemmüm, 3; Müslim, Hayız, 112 (368); Ebu Davud, Taharet, 123; İbn Mâce, Taharet, 91)

2. İki vuruşla ve ellerin dirseklere hatta omuzlara kadar mesh edileceğini gösteren hadis:

Ammâr b. Yâsir (r.a) şöyle haber vermiştir:

“Sahâbîler, Resûlullah (s.a) ile beraber oldukları halde, sabah na­mazı için yeryüzü (toprak) cinsinden bir şeyle teyemmüm ettiler. Şöyle ki: Ellerini yere vurdular sonra yüzlerini bir kere mesh ettiler. Bilahare ellerini tekrar yere vurdular ve her iki ellerini omuzlarına ve koltuk altlarına kadar avuçlarının içiyle mesh ettiler. (Ebu Davud, Taharet, 121)

İbn Hacer el-Askalanî, Fethu’l-Bari adlı eserinin teyemmüm bölümünde şöyle demektedir:

“Teyemmüm konusunda Ebû Cüheym ve Âmmar hadisi dışındaki hadisler ya zayıftır ya da merfu mu mevkuf mu oldukları tartışmalıdır. Tercih edilen görüş, merfu olmadıkları yönündedir.

Ebû Cüheym hadisinde eller “mücmel” (belirsiz) bir şekilde zikredilmiştir. Ammar hadisinde ise, Buhari ve Müslim’de “bileklere kadar”, Sünen kitaplarında “dirseklere kadar” şeklinde geçmektedir. Bir rivayette, “dirseklerin yarısına kadar”, başka bir rivayette ise “koltuk altına kadar” şeklinde geçmiştir.

“Dirseklere” ve “dirseklerin yarısına kadar” rivayetleri hakkında birçok söz söylenmiştir. “Koltuk altlarına kadar” rivayeti için ise, İmam Şafiî ve diğer bazı kişiler şöyle demişlerdir: “Eğer bu emir peygamberimizden (s.a.v) gelmişse, daha sonra peygamberimizden sabit olan teyemmüm alma şekli bunu neshetmiştir. Şayet Peygamberden (s.a.v) gelmemişse, bu durumda hüccet olan onun verdiği emirdir.”

Bir de Sahihayn’da geçen rivayetlerin doğruluğunu güçlendiren, Âmmar’ın Peygamberden sonra teyemmümde yüz ve ellerin bileklere kadar mesh edileceği şeklinde fetva vermesidir. Hadisin ravisi müçtehit bir sahabi ise tabiî ki olayın gerçek yüzünü diğerlerinden daha iyi bilir.” (İbn Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bari, c: 2, s: 265, 339. hadisin şerhi)

İbn Hacer’in söyledikleri doğrudur. Teyemmümde önce yüzün, daha sonra ellerin bileklere kadar mesh edilmesi yeterlidir. “Dirseklere kadar” ifadesi abdest için geçerli olup teyemmümde böyle bir şart bulunmamaktadır.

Cuma namazını kılabilen engelliler farz görevini yerine getirmiş olurlar mı?

Cumaya gidebildiğiniz sürece farzı yerine getirmiş olursunuz. Cuma kendisine farz olmayanlar, meşru mazeretlerinden dolayı cumaya gidemeyecek durumda olanlardır.

Fıkıh kitaplarında hasta olduğundan dolayı cuma namazına çıktıkları takdirde hastalığının artmasından veya uzamasından korkan kimselere, kötürüm veya ayakları kesilmiş olan kimselere cumanın farz olmadığı ama gidip cuma namazını kılmaları halinde  o günün öğle namazını kılmakla yükümlü olmadıkları ifade edilmektedir.

Cuma namazını kılamayanlar o günün öğle namazını kılmak zorundadırlar.

Cumanın farzından sonra kılınacak namaz hakkındaki cevaplar için lütfen aşağıdaki linkleri tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/cuma-namazi-kac-rekattir.html

www.fetva.net/yazili-fetvalar/zuhr-i-ahir-namazi.html

Bahis şirketlerinin açıklarından faydalanarak kazanç elde etmek caiz mi?

Bahis şirketlerinin oynattığı oyunlar kesin bir şekilde kumardır, bunda hiçbir şüphe yoktur. Kumar da büyük günahlardandır. Dolayısıyla bir Müslümanın şans oyunları oynaması kesinlikle caiz değildir. Bu, işin birinci bölümüdür.

Bununla ilgili daha açıklamalı bilgi için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/kumar

Sorunuzun ikinci bölümüne gelince: Keşfettiğiniz açık sayesinde sistemden yasal olmayan bir yolla para kazanılacağını siz de gayet iyi biliyorsunuz. Oynanan oyunun kumar olması, onların parasını çalmayı gerektirmez. Bir Müslümanın “içki satıyorlar” diye meyhaneyi, “zina yapıyorlar” diye genelevi soyması nasıl caiz değilse “kumar oynatıyorlar” diyerek kumar şirketlerinin hesaplarını boşaltması da caiz değildir. Bu, açık bir hırsızlık olur. Hırsızlık da tıpkı kumar gibi büyük günahlardan biridir. Asla bu yola tevessül etmeyiniz.

10 fakiri doyurmak bir köle azad etmeye denk bir şey midir?

Keffaretlerde sıralanan seçeneklerin birbirlerine denk olması diye bir şey yoktur. Mükellefin maddi durumuna göre “zordan kolaya” şeklinde seçenekler sunulmuştur. Mesela köle azadı seçeneği, yemin keffaretinde olduğu gibi zıhar ve adam öldürme keffaretlerinde de vardır. Ama zıharda köle bulamayan kişinin 60 fakiri doyurması istenmiştir.

Aynı şekilde yeminde son seçenek olarak 3 gün oruç tutulması istenirken zıhar ve adam öldürmede peş peşe olmak kaydıyla iki ay oruç tutulması istenmiştir. Bunlar birbirine denk olan şeyler değildir. Keffaret, kulluk gereği yerine getirilmesi gereken görev olduğu için Allah nasıl emrediyorsa odur.

Fatiha’da geçen sadece senden yardım dileriz ayetini açıklar mısınız?

Ayetleri, kendi başımıza açıklamaya kalkmamız doğru değildir. Çünkü Allah Teâlâ buna izin vermemekte ve şöyle buyurmaktadır:

“Elif, Lâm, Râ. Bu, ayetleri hakîm (doğru karar veren) ve habîr (her şeyden haberdar) olan Allah tarafından muhkem kılınmış ve de açıklanmış bir kitaptır. Böyle olması Allah’tan başkasına kulluk etmemeniz içindir. (De ki:) Ben de O’nun tarafından size uyarı yapan ve müjde veren biriyim.” (Hûd, 11/1-2)

Allah Teâlâ, âyetleri, âyetlerle açıklamıştır. Bize düşen ise aynı konuyla ilgili ayetleri ve Resûlullah’ın uygulamalarını toparlayarak Allah’ın açıklamalarına ulaşmaya çalışmaktır.

Buradan hareketle, Fatiha Suresinin ilgili ayetinde geçen istiâne kavramının kapsamı diğer ayetlerde açıklanmış ve gereken durumlarda insanların birbirlerinden yardım isteyebilecekleri belirtilmiştir. Fakat “olağanüstü” veya “olağandışı” dediğimiz ve sadece Allah’ın yapabileceği yardımları O’ndan başkasından istemenin şirk olduğu da yine diğer ayetlerde özellikle vurgulanmıştır. Buna göre Fatiha Suresinde geçen “sadece senden yardım isteriz” cümlesi, diğer ayetlerin delaleti ile “senden başkasının yapamayacağı şeyleri başkasından değil; sadece senden isteriz” demek olur.

Dolayısıyla ayeti sizin dediğiniz şekilde anlamlandırmak doğru olmayacaktır.

www.fetva.net/yazili-fetvalar/sadece-allahtan-yardim-istemek-ne-manaya-gelir.html

Kur’an’ı açıklamada usul konusuyla ilgili geniş bilgiye aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/kurani-aciklamada-usul.html

Ölüler bizi işitmezlerse niçin onlara selam vermemiz tavsiye edilmiştir?

Bizler selamı, sesimizi kabirdekilere işittirmek veya onlardan bir cevap beklemek için vermiyoruz. Selam bir duadır. Biz Allah Teala’nın tavsiyesine ve Peygamberimizin uygulamalarına göre bizden önce imanla gelip geçmiş kardeşlerimize selam vererek onlar için hayır duada bulunuyoruz.

Ayrıca “Dirilerle ölüler de bir olmaz. Şüphesiz Allah, dilediğine işittirir. Sen kabirlerdekilere işittiremezsin!” (Fatır, 35/22) ayetine göre bizim selamımızı Allah Teala’nın bizzat kendisinin onlara işittiriyor olması da mümkündür. Yani biz işittiremeyiz ama Allah Teala işittirebilir.

Yukarıda bahsi geçen cevabımızı aşağıdaki linkten okumanızı tavsiye ederiz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/mezarlik-yanindan-gecerken-sarki-turku-dinlemek-caiz-mi.html

“Yere göğe sığmam, mü’min kulumun kalbine sığarım” sözü hadis midir?

Hadis diye bilinen bu sözün aslı yoktur. İmam Gazali’nin İhyâ-u Ulûmiddîn adlı eserinde de geçtiği bildirilen bu söz hakkında İhyâ hadislerini tahric eden Hâfız el-Irâkî “bunun herhangi bir aslını göremedim” demiştir.

İbn Teymiye de bunun İsrailiyattan olduğunu ve Peygamberimizden geldiği bilinen bir senedinin olmadığını söylemiştir. (Sehâvî, el-Makâsıdu’l-Hasene, s: 438, hadis no: 990; Aliyyü’l-Kârî, el-Esrâru’l-Merfûa, s: 301, hadis no: 423; Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, c: 2, s: 195, hadis no: 2256)

Görüldüğü gibi halk arasında hadis diye bilinen bu sözün hadis değeri bulunmamaktadır. Dolayısıyla herhangi bir yerde “bir hadiste geçtiği üzere …” diyerek bu sözü hadismiş gibi anlatmak doğru değildir.

 

Başka din mensuplarının camilerimizde ayin yapmaları caiz mi?

Siyer kaynakları, Peygamberimizle görüşmeye gelen altmış kişilik Necran Hristiyanlarının Peygamberimizin mescidinde ibadet yaptıklarını kaydetmişlerdir. Muhammed Hamidullah, İbn Hişam’dan yaptığı alıntıyla bu olayı şöyle nakletmiştir:

“Necrânlı Hristiyanlar, Midras’larının (okul ve mahkeme) başkanı ve piskoposları durumundaki Ebû Hârise İbn Alkame, onun naibi Abdu’l-Mesîh ve kervan başkanı el-Eylem’in idaresinde altmış kişilik bir heyeti Medine’ye gönderdiler. Kaynağımız bu konuda birçok ayrıntılı bilgi verir: Onların giysileri ve develeri Medinelileri çok etkilemişti; öğleden sonra geç saatlerde, Mescid-i Nebevî’de Muhammed (a.s.)’ın huzuruna çıktılar. Daha sonra kendilerine has ibâdetlerini yerine getirmek istediler; bu amaçla Resûlullah (a.s.) dışarı çıkıp Mescid’i onlara bıraktı: “İbâdetleri sırasında doğuya yöneldiler.” (Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, c: 1, s: 619-620, 1022. paragraf)

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ibadet için mescidini onlara terk ettiğine göre bunda herhangi bir sakınca olmadığı anlaşılmaktadır.

Karı kocanın dışarıda el ele, kol kola gezmesi caiz midir?

Karı kocanın dışarıda el ele, kol kola gezmesinde bir sakınca yoktur. Fakat ibadette bile orta yolu emreden İslam, karı koca da olsalar insanların dışarıdaki hal ve hareketlerine dikkat etmelerini ister. Buna göre normal bir şekilde kol kola girmekte bir sakınca olmaz ama etraftakilerin dikkatlerini çekecek derecede sarmaş dolaş yürümeleri de caiz olmaz.

Türkçe veya Kürtçe her toplum kendi dilinde ezan okuyabilir mi?

Ezan, Mâide sûresinin 58 ile Cuma sûresinin 9. ayetleri ve bunun yanı sıra Nebîmizin uygulamalarıyla sabit olmuş; kelimeleri ve cümleleri ile evrensel bir şiar, sembol haline gelmiştir. Allah’ın sembollerine saygı göstermek de Allah’a saygı göstermek manasına gelir. Bununla ilgili bir ayet şöyledir:

“Müminler, Allah’ın koyduğu işaretlere/sembollere, haram ayına, hac kurbanına, gerdanlıklı kurbanlara ve Rablerinin ikramını ve rızasını aramak için Kabe’ye yönelenlere saygısızlık etmeyin!…” (Maide, 5/2)

Bir başka ayette ise Allah Teâlâ, şeâirullâh’a yani kendi koyduğu sembollere saygı gösterilmesinin, kalplerin takvasına bağlı olduğunu bildirmektedir. (Bkz: Hacc, 22/32)

Evrensel hale gelmiş olan ezanın kelimelerine, cümlelerine olduğu gibi bağlı kalmak da bu saygının bir göstergesidir. Her milletin kendi dilinde ezan okuması ezanın evrenselliğine gölge düşürecek ve birçok sıkıntının yaşanmasına sebep olacaktır.

Bu konuda Diyanet İşleri Başkanı Sayın Mehmet Görmez’in aşağıdaki ifadelerine aynen katılıyoruz:

“Ezan-ı Muhammedi Sevgili Peygamberimizin ilk mescidi inşa ettiği günden bu güne kadar bütün zamanlarda, bütün coğrafyalarda, bütün Müslümanların ortak inancının sembolü ve simgesi olmuştur. Ezan-ı Muhammedi’nin her kelimesi ve cümlesi Şeair-i İslamiye’dendir. Şeair demek dünya var oldukça Müslüman olma bilincimizi ve Müslüman kalma şuurumuzu diri tutacak ve kaybolmayacak bir sembol demektir.

Binaenaleyh ezanın herhangi bir dile ve lehçeye çevirisinin Müslümanların ortak inancı ve bilincini ifade eden ezan sayılması asla mümkün değildir.”

Bir evlat her çağırıldığında anne ve babasının yanına gitmek zorunda mı?

Annenizin her çağırıldığında anne ve babasının yanına gitmesi zorunlu değildir. Ama yaşlıları da mümkün mertebe kırmamak esastır. Bu konuda annenize yardımcı olunması gerekir. Eğer kardeşleri (teyze veya dayınız) varsa kendi aralarında nöbetleşe olarak ebeveynlerinin hizmetine koşmaları veya onlara bir hizmetçi tutmaları gerekir.

Eğer annenizin kardeşleri yoksa ona çocukları olarak sizin yardımcı olmanız lazımdır. Yani ne yaşlıları yalnız bırakın ne de bütün yükü annenize yıkın… Her şeyde olması gerektiği gibi bunda da orta yolu bulmaya çalışın.

Kürtaj yaptırmanın hükmü nedir?

Annenin sağlık durumunun ciddi bir tehlikeye maruz kalması gibi bir zaruret varsa anne ve evladını birlikte kaybetme yerine sadece evladı feda etmek caiz olur. Sadece bu amaçla kürtaj yaptırabilir. Aksi taktirde kürtaj yaptırmak yani cenini öldürmek, doğmuş bir çocuğu öldürmek gibi haramdır.

Doğacak çocuğun hasta, özürlü, kusurlu, geri zekâlı veya kısa ömürlü olması gibi nedenlerden dolayı cenine müdahale ederek hayatına son vermek de caiz değildir. Bu konuda genetik bilimine ve ultrasonografi yöntemine güvenirlik derecesi tartışmalıdır. Çünkü günümüzde ultrasonografi yöntemiyle özürlü doğacağı ve birtakım hayati riskler taşıdığı tespit edilen bir kısım ceninlerin kürtaj edilmeyip, doğumları gerçekleştiğinde sapasağlam doğdukları görülmektedir. Birçok hukukçu da bu gerçeği müşahede etmiştir.

Sonuç olarak hamileliğin ilk safhasından itibaren kesin ve meşru bir zaruret olmaksızın, düşürmek veya aldırmak yoluyla bir ceninin hayatına son vermek caiz değildir. Ceninde özürlülüğün tespit edilmesi, kürtaj nedeni olarak kabul edilmez. Sadece annenin hayatının kurtarılması, haklı ve meşru bir zaruret kabul edilmiştir.

Aşağıdaki linkte bir öğrencimize yaptırdığımız İslâm Hukukunda Cenine Müdahalenin Hükmü başlıklı yüksek lisans tezi bulunmaktadır. Konuyla ilgili delilleri oradan okumanızı tavsiye ederiz:

www.suleymaniyevakfi.org/fitrat-ve-tip-arastirmalari/kurtaj-ve-cenin.html

Banka teminat mektubu alınmasında bir sakınca var mıdır?

Banka teminat mektubu alınmasında bir sakınca yoktur.

“Bankanın, bir kişi ya da kuruluş adına belli bir meblağa kadar doğacak borcu, belli süre için üstlendiğine dair verdiği belgeye banka teminat mektubu denir. Bu, her ne kadar kefalete benzese de kefaletten farklıdır. Çünkü kefalet bir şahsın borcunu üstlenmek ve o borcun borçlu ile birlikte kendinden istenmesini kabul etmektir. Kefalette kefil olunan kişi aleyhine doğmamış bir borç kefilden istenemez, ama teminat mektubunda istenebilir. Meselâ bir kişiden 1 milyon TL tutarında veresiye mal alacak olan kimse, o kişiye bir teminat mektubu verse de henüz hiçbir şey almasa, o kişi mektupta yazılan meblağı ilgili kurumdan alabilir. Bu durum fıkıh bakımından kabul edilemez.

Kefalet iyilik ve teberru sayıldığı için bundan ücret alınması caiz görülmemiştir.[1] Kefalet, kefilin söylediği bir söz ile tamam olur. Bunun için bir belge düzenlenmesi şart değildir. Ama teminat mektubu, özel ifadeler içeren bir belgedir. Bu belgeyi herkes değil, belli finansal kuruluşlar düzenleyebilir.

Belge düzenlemeye karşılık ücret alınabilir. Nitekim bir fakih verdiği fetvadan ücret alamaz, ama onu bir kâğıda yazmak için ücret alabilir.[2] Çünkü “Bizzat tecviz olunamayan şey bi’t-teba tecviz olunabilir.”[3] Yani tek başına yapılması caiz olmayan şey, başka bir şeye bağlı olarak yapılabilir. Fetvasını bir kâğıda yazan fakihin alacağı ücret bir kâtiplik ücreti değildir. Kâtip, hazır bir belgeyi yazar. Ama fakih yeni bir belge hazırlar. Kefalet belgesi düzenleme işi de bu kapsamdadır.” (KAYNAK: Abdülaziz Bayındır, Ticaret ve Faiz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2007, s: 274-275)



[1] Abdullah b. Mahmud b. Mevdûd el-Mevsılî, el-İhtiyar li ta’lîli’l-Muhtâr, Mısır, 1370/1951, c. 2, s. 167.

[2] Alauddin el-Haskefi,  Dürrü’l-Muhtâr (İbn Abidin ile birlikte), Mısır, 1386/1966, c. 6, s. 92.

[3] Mecelle, madde 54.

Adam öldü. Üç oğlu, dört kızı kaldı. Miras nasıl taksim edilir?

Miras bırakanın üç erkek, dört kız çocuğu bıraktığı durumda miras taksimi her bir erkek çocuğun iki kız çocuk hissesi alacağı şekilde paylaştırılır. Bu meselede toplam miras 10 hisse kabul edilir, her bir kız çocuk 1’er hisse (toplamda 4 hisse), her bir erkek çocuk da 2’şer hisse (toplamda 6 hisse) alırlar.

Murdar olmuş bir hayvanın yenilebilecek herhangi bir yeri var mıdır?

Kesilmeden ölmüş olan hayvanın (meyte) hiçbir yerinin yenilmesi caiz değildir. Bu, “meyte size haram kılınmıştır” ifadesi ile dört ayette kesin olarak yasaklanmıştır. (Bkz.: Bakara, 2/173; Maide, 5/3; En’âm, 6/145; Nahl, 16/115)

Fakat meytenin derisinin tabaklanarak kullanılması caizdir.

Hz. Peygamberin hanımlarından Meymûne validemizin azatlı cariyesine, toplanan zekâttan bir koyun verilmişti. Bir gün koyun ölmüş, Hz. Peygamber de bunu görmüş ve oradakilere: “Onun derisinden faydalansaydınız ya!” demişti. Oradakiler: “Ama o meytedir.” diye cevap verince, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: “Onun yalnızca yenilmesi haram kılınmıştır.”[1] buyurarak meytenin derisinden faydalanılabileceğini ifade etmiştir.

Hadis, değişik varyantlarda “derisini tabaklayıp kullansaydınız ya” şeklinde gelmiş ve sahabenin de o hayvanın derisini tabaklayıp kullandıkları belirtilmiştir.[2]

Yine Peygamberimizin hanımlarından biri olan Sevde validemizden gelen bir rivâyet şöyledir:

“Bizim bir koyunumuz öldü, onun derisini tabakladık. Sonra eskiyinceye kadar içinde nebîz (hurma veya üzümden yapılan bir çeşit içecek) yapmaya devam ettik.”[3]

Fıkıh mezhepleri, meyte’nin haramlığını bildiren ayetten ve derisinden yararlanmayı tavsiye eden yukarıdaki hadislerden yola çıkarak, bunlar hakkında farklı görüşlere varmışlardır.

Şafiî mezhebinin yaygın olan görüşüne göre, bir hayvan öldüğü andan itibaren onun yünü, kılı, tüyü ve kemiği necis olur. Dolayısıyla bunlardan yararlanmak caiz değildir.

Mâlikî ve Hanbelî mezheplerine göre, meyte’nin etinden yararlanmak caiz olmadığı gibi kemiğinden yararlanmak da caiz değildir. Fakat kemiğinin aksine yünü, kılı ve tüyü ise temizdir; kullanılabilir.

Hanefî mezhebine göre ise meyte’nin kemiğinden, kılından ve yününden yararlanmakta herhangi bir sakınca yoktur. Ayet ve hadislere uygun olması açısından bize göre de doğru olan görüş budur.



[1] Buhârî, Zekât, 61; Müslim, Hayz, 100, 101, Zebâih, 30; Ebû Dâvûd, Libâs, 38, 39; Nesâî, Fer’, 4, 5; Muvatta, Sayd, 16; Ahmed b. Hanbel, 1/262, 265, 314.

[2] Müslim, Hayz, 100, 102, 104; Ebû Dâvûd, Libâs, 38; Nesâî, Fer’, 5; Ahmed b. Hanbel, 4/329, 334, 336.

[3] Buhârî, Eymân, 21; Nesâî, Fer’, 4; Ahmed b. Hanbel, 6/429.

Namazda bir rekât içinde niçin bir rükû, iki secde var?

Bunun cevabı “ibadet” kelimesinde yatmaktadır: İbadet “kulluk etmek” demektir. Bunu emreden ise Allah Teala’dır. Allah Teala birçok emir ve yasakların sebeplerini bizlere bildirmemiştir. Biz bunları kul olduğumuz için sorgulamadan yerine getiririz. Neden sabah namazı iki rekât da akşam namazı üç ya da diğerleri dört? Bir rekâtta iki secde varken neden bir rükû var? Bu ve bunun gibi ibadetlerin neden böyle olduğu Allah ve resulü tarafından açıklanmış değildir. Yani onlar böyle dediği için böyle olmuştur.

Bazı âlimler bunun böyle olmasının hikmetlerini aramaya çalışmışlar ve bazı şeyler söylemişlerdir. Fakat bunlar bir yorumdan öteye geçememekte ve gerçek sebebi açıklayamamaktadır.

Ramazan ve kurban bayramları da kandil geceleri gibi bidat mıdır?

Hz. Peygamber ve ashab-ı kiram dönemlerinde görülmeyip onunla amel edilmeyen, hatta bir benzeri olmayan ve İslam’dan olmadığı halde sonradan ortaya çıkan ve ibadet kabul edilen görüş ve amellere, sünnete aykırı davranışlara bid’at denilir. (M. Sait Şimşek, “Bid’at”, Şamil İslam Ansiklopedisi)

Bayramlar kesinlikle bid’at değildir. Zira Peygamberimiz ramazan bayramında da kurban bayramında da bayram namazları kılmış, bu bayramları kutlamış, bayram olduğu için bu günlerde oruç tutulmasını yasaklamıştır. Bununla ilgili hadisleri aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/ramazan-ve-kurban-bayramlari-aslinda-kac-gundur.html

Ayrıca bayram namazlarına, teşrik tekbirlerine dair ayet-i kerimeler mevcuttur. Buradan hareketle bayramların ve bu günlere özel bayram namazlarının Kur’an ve sünnetle sabit olduğu kesin bir şekilde söylenebilir.

Aşağıdaki linkten konuyla ilgili düzenlemiş olduğumuz dersimizi izlemenizi tavsiye ederiz:

www.kurandersi.com/mukayeseli-fikih-dersleri/bayram-namazlari/

Üç ayların başında, ortasında ve sonunda oruç tutmak mı gerekiyor?

Dinimizde “üç aylar” mefhumu yoktur. Nafile oruç tutacaksanız pazartesi ve perşembe günleri ile Şaban ayını tercih edebilirsiniz.

Recep, Şaban ve Ramazan aylarına halk arasında üç aylar ismi takılmış, zamanla bu yaygınlaşmış ve bir gelenek haline gelmiştir.

Ramazan ayının önemi herkesçe malumdur. Diğer aylarda olmayıp da sadece Recep ve Şaban aylarına mahsus herhangi bir ibadet çeşidi bulunmamaktadır. Fakat Şaban ayı, Nebîmizin ramazandan sonra en çok nafile oruç tuttuğu aydır. Dolayısıyla bu ayda nafile oruç tutulması müstehap kabul edilmiştir.

Daha geniş cevap için lütfen aşağıdaki linkleri tıklayın:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/regaip-kandilinde-kilinmasi-gereken-bir-namaz-var-midir.html

www.fetva.net/yazili-fetvalar/hz-ebu-bekir-ve-hz-omer-recep-ayinda-oruc-tutanlara-kizmislar-midir.html

www.suleymaniyevakfi.org/kandil-geceleri/recep-ayi-hakkinda-uydurulmus-hadisler.html

Biz de dualarımızda Nebimiz gibi refiki alayı talep edebilir miyiz

Konuyla ilgili hadislere göre Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem, vefatı esnasında “Allahım, beni er-Refîku’l-A’lâ zümresine kat!” (اَللَّهُمَّ … وَأَلْحِقْنِي بِالّرَفِيقِ الْأَعْلى) şeklinde dua etmiştir (Buhari, Merdâ, 19, Fedâilu’s-Sahâbe, 5, Megâzî, 83, 84; Müslim, Selâm, 46 (2191).

O zümreye dâhil olabilmek için bizlerin de aynı şekilde dua etmemizde herhangi bir sakınca yoktur.

Kur’an’da yasaklanan şeylerin illetleri neye göre tespit edilir?

Sırf imtihan için olanlar dışında, Yüce Allah’ın emir ve yasaklarının sebepsiz olabileceği düşünülemez. Ancak illet ile hikmet birbirine karıştırılmamalıdır. Kur’ân’da hamr yani yenildiğinde, içildiğinde, kullanıldığında kişiyi sarhoş edici her şey yasaklanmıştır. İlleti, bizzat isminden anlaşılacağı gibi aklı örtmesi yani sarhoş etmesidir. Bu durumda, hamr, illeti Şâri’ (Allah Teala) tarafından belirlenmiş bir yasak olur ve bu yasağın kapsamına, sarhoş edici tüm maddeler girer.

Sarhoş edicilerin yasaklanmasının hikmeti ise bunların şeytan işi pislikler olması, insanların arasına düşmanlıklar sokması, Allah’ı anmaktan alıkoymasıdır.

Ribânın (faizin) illeti, borçtan gelir elde etmektir ve bu kapsamdaki tüm işlemler ribâdır. Yasağın hikmeti ise, sömürü düzeninin oluşması, ekonomik krizlere sebebiyet vermesi vb. dir.

Sorunuzun en önemli tarafı; yasakların illetlerinin çok iyi tespit edilmesinin gereğidir. Bu illet, mutlaka Kur’ân’dan tespit edilmelidir. Tespit edilen illetin kapsamına nelerin girdiği meselesi ictihadi bir konudur. Bu aşamada yapılacak hatalar affedilir. Ancak bizzat ictihatla illet tespiti kabul edilemez. Çünkü o bir hata değil, haddi aşmak olur.

Fıkıhta kıyas anlayışı ve değerlendirmesi konusunda kaleme aldığımız bir makaleyi aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz:

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/fikihta-kiyas-ve-degerlendirilmesi.html

Dr. Fatih Orum