Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Yazılı Fetvalar

Göz, kulak ve burun damlaları orucu bozar mı?

Hayır. Çünkü bu ilaçlar mideye ulaşmaz. Hatta bu ilaçların çoğu kana bile karışmaz. Sadece burun damlalarının bir miktar kana karışması mümkün olabilir. Ama bu da orucu bozmaz. Göz ve kulak damlaları ise (tıpkı cilde uygulanan bir merhem gibi) daha çok tatbik edildikleri bölgelere etki ederler. Bu şekildeki topikal (bölgesel) ilaçların kana karışan kısımları yok denecek kadar azdır. Özetle bu ilaçlar orucu bozmaz.

KAYNAK: Zeki Bayraktar, “Oruçlu Hastalar İçin Bazı Tıbbi Öneriler”, Kitap ve Hikmet Dergisi, Temmuz-Eylül 2015, Sayı: 10, s: 21.

Dil altı haplar boğazdan mideye ulaşıyor mu, orucu bozar mı?

Dil altı (sublingual) haplar mideye ulaşmaz. Adından da anlaşılacağı üzere dil atında eriyerek ağız içi mukozadan emilir. Böylece kana karışma (ve etki) hızları diğer ilaçlara göre daha hızlı olur.  Yani bu ilaçlar orucu bozmaz.

KAYNAK: Zeki Bayraktar, “Oruçlu Hastalar İçin Bazı Tıbbi Öneriler”, Kitap ve Hikmet Dergisi, Temmuz-Eylül 2015, Sayı: 10, s: 21.

Doktorluk, itfaiyecilik vs. gibi zor meslek erbabı nasıl oruç tutacaklar?

Sağlıklı bir bireyin (çok özel ve nadir haller dışında) bu tür meslekleri oruçlu olarak ifa etmesine engel bir durum yoktur. Normal şartlarda da (nöbet vs gibi durumlar nedeniyle) yoğun mesai yapan bu meslek mensupları, meslekleri gereği bu şartlara zaten adapte olmuşlardır. Ancak hasta olmaları söz konusu ise elbette ki herkes için geçerli olan ruhsatlar bu tarz meslek mensupları için de geçerlidir.

KAYNAK: Zeki Bayraktar, “Oruçlu Hastalar İçin Bazı Tıbbi Öneriler”, Kitap ve Hikmet Dergisi, Temmuz-Eylül 2015, Sayı: 10, s: 21.

Aşağıdaki linkte bulunan soru-cevabı da okumanızı tavsiye ederiz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/susuzluktan-dolayi-gucsuz-dusenler-oruclarini-bozabilirler-mi.html

Şiddetli baş ağrısı yaşayan migren hastaları oruç tutabilir mi?

Açlık, migren ağrısını tetikleyen hallerden biri olabilir. Bu durumda –eğer önlemler yeterli olmuyorsa- elbette ki oruç ertelenebilir.  Zira hastalık orucun ertelenmesi için bir ruhsattır. Ne var ki migren kronik (kalıcı) bir hastalık olduğundan bu hastalar Ramazan’dan sonra da oruç tutamayabilirler. Bu nedenle ilaçlarını almak şartıyla oruçlarını tutmaları mümkün ise bu yolu tercih etmelidirler. Ama bu da çözüm olmuyorsa (oruç, ilaçlara rağmen migreni tetikliyorsa) oruç tutmayabilirler.

KAYNAK: Zeki Bayraktar, “Oruçlu Hastalar İçin Bazı Tıbbi Öneriler”, Kitap ve Hikmet Dergisi, Temmuz-Eylül 2015, Sayı: 10, s: 19.

Sık sık su içmesi gereken böbrek hastaları oruç tutabilir mi?

Her böbrek hastalığı sık sık su içmeyi gerektirmez. Hatta bazı böbrek hastalıklarında su kısıtlaması bile yapılır. Ama özellikle böbrek taşı bulunan hastalar ve iltihabi böbrek hastalıkları gibi durumlarda sık su içmek tavsiye edilir. Buradaki amaç, günlük idrar miktarını artırmaktır (bu hastaların 24 saat boyunca en az 1-1,5 litre idrar çıkarması istenir). Bunun için de böbreklerde sirküle olan sıvı miktarının artırılması gerekir. Aksi halde bu kadar idrar çıkışı sağlanamaz. Bu nedenledir ki böbrek taşı olan veya iltihabi böbrek hastalıkları bulunan hastaların günlük olarak (24 saatte) en az 3 litre sıvı almaları gerekir. Ancak bu takdirde 1-1,5 litre idrar çıkarabilirler. Çünkü yaklaşık 2 litre sıvı vücut tarafından metabolik ihtiyaç için kullanılır (bir miktar da bağırsak ve solunum yoluyla atılır). Bunların haricinde arta kalanı da idrar olarak çıkarır.

Bazı böbrek hastalarına neden bol sıvı alması öğütlenir? Çünkü böbreklerde devri daim olan sıvı miktarı arttıkça idrar miktarı da artar. Artan idrar miktarı, debisi artan nehir yataklarının sürüklediği taş ve ağaç kütükleri gibi, böbreklerdeki taş, kum ve iltihap atıklarını sürükler. Ve neticede sürüklenen bu maddeler idrar yolu ile dışarı atılır.

İdrar artışı için önemli olan, 24 saat boyunca alınan toplam sıvı miktarıdır (su, çay, ayran, süt, çorba vs). Bu sıvıların belli bir zaman diliminde alınması da aynı faydayı sağlayabilir. Bu nedenledir ki, oruçlu hastalar, iftar ile sahur arasında yeterli sıvıyı alırlarsa sorun kalmaz (en azından günlük idrar miktarını 1 litre altına düşürmemelidirler). Bu amaçla;

1) İftarda sıvı ağırlıklı besinleri tercih etmeli,

2) Sahura kadar saat başı en az bir bardak su içmeli,

3) Sahurda da yine bol sıvı alınmalıdır.

Kısaca iftardan sahura kadar (iftar ve sahur yemeği dâhil) yaklaşık olarak 2,5-3 litre sıvı almalıdırlar. Bu durum –başka bir olağan dışı durum yoksa- 24 saatlik periyot için 1 litre idrar çıkışını garanti eder. Ama sıvı kaybına neden olan ishal ve ateşli hastalıklar gibi başka bir durum varsa sıvı alımı daha da artırılmalıdır. Eğer bu, bulantı ve kusma gibi muhtelif nedenlerden dolayı yapılamıyorsa ve/veya damar yolu ile serum vermeyi gerektiren bir durum varsa –bu takdirde- oruç ertelenebilir.

KAYNAK: Zeki Bayraktar, “Oruçlu Hastalar İçin Bazı Tıbbi Öneriler”, Kitap ve Hikmet Dergisi, Temmuz-Eylül 2015, Sayı: 10, s: 18-19.

Ramazanda sınavı olan öğrencilerin oruç tutmama ruhsatı var mı?

Sınavlar orucun ertelenmesi için bir mazeret olamaz. Zira oruç için sefer ve hastalık hali dışında herhangi bir mazeretin bulunmadığı ayetle sabittir. Kaldı ki sınavlar genelde sabah saat 09.00’da başlar. Bu saatte sınava girecek adaylar zaten normalde sabah saat 07.00 civarında kahvaltı yaparlar. Oruç tutan adaylar ise sahur yemeği nedeniyle bu kahvaltıyı yaklaşık 2 saat daha erken yapmış gibi kabul edilebilir. Şöyle ki:

Oruca, tan yerinin ağarmasından itibaren başlarız. Tan yeri ise doğu ufkunda gökle yerin birleştiği ufuk çizgisi birbirinden net olarak ayrılınca (sabah aydınlığı görülünce) ağarmış olur. Buna imsak vakti denir. Oruç tutan müminler bu ana kadar yiyip içebilirler. Hatta bunu (bir tavsiye olarak) yapmalıdırlar. Zira Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Şafağın kara çizgisi ak çizgisinden, sizce, tam seçilinceye kadar yiyin için. Sonra orucu akşama kadar tamamlayın.” (Bakara 2/187)

Bu nedenle, oruç tutan herkesin sahura kalkması ve imsak saatine (tan yerinin ağarmasına) kadar yiyip içmesi, yani tıbbî deyimle hem sıvı hem katı besinler alarak dengeli bir beslenmeye sahip olması, hem bu ayetin hem de tıbbın tavsiye ettiği bir durumdur. Bu ise (bir bakıma) her gün mutad olarak yapılan kahvaltının yaklaşık olarak iki saat erkene alınması demektir. Bu durumun da sınav saati itibari ile beslenme açısından herhangi bir problem doğurmayacağı açıktır. Hatta (dengeli bir sıvı ve katı besin tercihi şartıyla) daha ideal bir açlık-tokluk dengesinin elde edilebileceği bile söylenebilir. Zira sahur/kahvaltı’dan 3 saat sonra başlayan bir sınav saatinde henüz adayı olumsuz düzeyde etkileyecek bir açlık duygusunun başlamayacağı açıktır.  Tam tersine (sahurda herhangi bir beslenme hatası yapılmaması koşuluyla) ideal bir kan konsantrasyon düzeyi tam da sınav saati itibari ile elde edilmiş olur (ne tokluk, ne açlık vardır).

Bunun için, sahurda (tatlı ve pilav gibi) şekerli-karbonhidratlı besinlerden ve sindirimi zor yağlı/kızartmalı besinlerden kaçınılmalıdır. Daha çok süt, yumurta ve peynir gibi protein ağırlıklı bir beslenme tercih edilmelidir. 4-5 adet zeytin de alınabilir (fazlası susatabilir). Bu şekildeki protein ağırlıklı bir beslenme gün boyu tok tutar. Bir avuç fındık ve ceviz gibi kuru yemişler de alınabilir. Kurutulmuş kayısı ve üzüm gibi meyveler ve hurma gibi lifli besinler de hem kontrollü bir şeker düzeyine vesile olur hem de kabızlığı önler. Beyaz ekmek yerine 1-2 dilim buğday ekmeği tercih edilmelidir. Ama her halükarda yeterli miktarda sıvı (birkaç bardak su) mutlaka alınmalıdır. Sıvının bir bölümü (aşırı koyu olmamak şartıyla) birkaç bardak çay ile de alınabilir. Sucuk, pastırma ve salam gibi susama ihtiyacı doğuracak  baharatlı ve tuzlu yiyeceklerden kaçınılmalıdır.   En önemlisi,  bu beslenme düzeni sadece sınav günü değil her sahurda yapılmalıdır ki, sınav günü alışık olunmayan bir beslenme düzenine geçilmiş olmasın. Bu şekilde bir sahur beslenmesi yapılabilmesi için de iftarda  mideyi rahatsız edecek tarzda bir beslenmeden (aşırı yağlı, baharatlı ve kızartmalı besinlerden) kaçınılmalıdır. Aksi halde beslenmeden kaynaklanan problemler sahura yansır.

KAYNAK: Zeki Bayraktar, “Oruçlu Hastalar İçin Bazı Tıbbi Öneriler”, Kitap ve Hikmet Dergisi, Temmuz-Eylül 2015, Sayı: 10, s: 20-21.

Oruç tutmak için sahura kalkmak şart mı?

Sahura kalkmak orucun şartlarından değildir. Tavsiye edilir, sünnettir, sağlık açısından son derece faydalıdır. Fakat sahura kalkmayanlar, kalkamayanlar da oruç tutabilirler. Yeter ki imsak vakti başladıktan sonra bir şeyler yenilip içilmesin.

Tutulacak orucun Ramazan orucu, kaza orucu veya nafile oruç olması arasında da herhangi bir fark yoktur. Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in: “Sahur yemeği yiyin. Çünkü sahurda bereket vardır.”[1] buyurduğu rivayet edilmiştir. Bu yüzden mümkün mertebe onun bu tavsiyesine uyarak sahur bereketinden istifade etmek gerekir.

[1] Buhârî, Savm, 20; Müslim, Sıyâm, 45 (1095); Tirmizî, Savm, 17; Nesâî, Sıyâm, 18, 19; İbn Mâce, Sıyâm, 22; Dârimî, Savm, 9; Ahmed b. Hanbel, 2/377, 477; 3/32, 99.

YAYIMLANDIĞI YER: Yahya Şenol, Ramazan ve Oruç, 3. Bs., Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2017, s. 86.

Ölüm meleği Azrail mi?

Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde Azrail ismine rastlanmaz. Bu kelimenin muhtemelen İbrânice asıllı olup (Yahudi din bilginlerine ait eserlerde ondan fazla ölüm meleği adı zikredilirken bunlardan bir tanesi de Azrael’dir) önceleri Yahudi iken daha sonra Müslüman olan Ka’b el-Ahbâr ve Vehb b. Münebbih gibi şahısların etkisiyle İslami eserlere geçtiği düşünülmektedir. (Bkz: Ahmet Sâim Kılavuz, “Azrâil”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c: 4, s: 350-351.)

Kur’an-ı Kerim’de canları almakla görevli olan melekten “melekü’l-mevt” yani “ölüm meleği” şeklinde bahsedilmekte ve ölüm meleğinin bir tane olmadığı anlaşılmaktadır. İlgili ayetler mealen şöyledir:

“De ki: Size vekil kılınan ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.” (Secde, 32/11)

“O, kulları üzerinde tam hâkimdir. Size korumalar gönderir. Sizden birinin ölüm zamanı gelince de elçilerimiz bir yanlışa düşmeden onu vefat ettirirler.” (En’âm, 6/61)

Konuyla ilgili hadislerde de aynen ayetlerde olduğu gibi “melekü’l-mevt/ölüm meleği” tabiri geçmekte, Azrail ismine yer verilmemektedir. (Bkz: Buhari, Cenâiz, 69, Enbiyâ, 31; Müslim, Fezâil, 157, 158; Tirmizî, Tefsir, 7; İbn Mâce, Cihâd, 10.)

Bu ayet ve hadislerden her insanın canını almakla görevlendirilen ayrı bir ölüm meleği olduğu  ve dolayısıyla yaygın geleneksel bilgilerin aksine, yalnızca bir tane değil; birden fazla ölüm meleği bulunduğu anlaşılmaktadır.

KAYNAK: Yahya Şenol, “Bize Soruyorlar”, Kitap ve Hikmet Dergisi, Nisan-Haziran 2015, Sayı: 9, s: 66-67.

Konuyla ilgili görüntülü bir cevabımız için lütfen aşağıdaki linki de tıklayınız:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/azrail-sadece-bir-tane-mi-yoksa-birkac-tane-mi.html

Tecavüz eden kimseye nasıl bir ceza verilir?

Kur’ân ışığında yaptığımız çalışmalardan ortaya çıkan sonuca göre tecavüz suçu işleyene iki tür yaptırım uygulanmalıdır. Bunlardan ilki kul hakkı kapsamındaki tazminatlar, ikincisi ise ceza kapsamındaki yaptırımdır. Suçla birlikte doğan Allah hakkı ise suçlu ile Allah arasındadır; kişi tövbe eder, kendini düzeltirse uhrevî cezadan kurtulur. İşlediği suça karşı verilecek ceza kamu hakkı kapsamında olduğu için, suç sabit olduktan sonra suçlu hiçbir şekilde cezadan kurtulamaz. Verilecek tazminat cezaları kul hakkı kapsamında olduğu için mağdur tarafından affedilebilir.

1. TAZMİNATLAR

Mağdurun durumuna göre tazminatın miktarı değişir. Aşağıdakilerden biri veya birkaçı aynı anda takdir edilebilir.

a. Diyet: Tecavüz fiilinden dolayı vücutta meydana gelebilecek doku yaralanmalarına karşılık ödenecek tazminat tam diyet üzerinden tespit edilir.

b. Mehr-i Misil: Evliliğinin zamansız bitmesi veya hiç evlenememe veyahut dengi olmayanla evlenme zorunda kalması ihtimaline binaen suçluya mehr-i misil yükletilir. Mesela bekar bir kızın tecavüze uğraması neticesinde artık hak ettiği dengi biriyle evlenememe veya dul biriyle evlenmek zorunda kalma ihtimali, evli kadının tecavüze uğraması sonucunda kocasının onu boşaması gibi durumlara karşılık olmak üzere faile mehr-i misil yükletilir.

c. Hükümet-i Adl: Mağdurun sahip olduğu maddi menfaati kaybetmesi durumunda bilirkişilerce usulü dairesince takdir ve tayin edilecek diyettir. Örneğin mağdurun işini, çevresini ve itibarını kaybetmesi gibi durumlarda faile yükletilir.

2. CERRÂHÎ KASTRASYON CEZASI

Fail hukûken ve ahlâken dokunulması yasak bir organa hakkı olmayarak ve zorla zarar verdiği için kendi organına da zarar verilmesini hak eder. Failin verdiği zarar mağdurda bir ömür boyu etkisini sürdürecektir. Suçun bu vasfından dolayı verilecek ceza da fail üzerinde bir ömür boyu kalıcı olmalıdır. Bu vasfı sağlayacak ceza; cerrâhî kastrasyon yani cerrâhî hadım işlemidir. Şu halde tecavüz suçunun cezası cerrâhî hadımdır.

Bu ceza ile birlikte bir defalık zarara karşı sürekli zarar verilmiş olur denecek olursa: hırsızlık suçunda  da fail bir defa zarara karşılık ömür boyu kesik elle dolaşmak zorunda kalmaktadır.

Ceza ağır denilecek olursa, cezanın ağırlığı suçun ağırlığından kaynaklanmaktadır. Normal hırsızlıkta sadece el kesiliyorken, fesat yollu hırsızlıkta (hirabe durumunda) elle birlikte ayak da kesilmektedir (Bkz: Mâide, 5/33). Suçun ağırlığı arttıkça cezanın ağırlığı da artmaktadır.

Tecavüz suçunun cezasına dair daha geniş bilgi için aşağıdaki linkte bulunan mukayeseli fıkıh müzakeresinin izlenmesini tavsiye ederiz:

www.kurandersi.com/mukayeseli-fikih-dersleri/tecavuz-sucunun-cezasi/

Dr. Adem Yıldırım

Not: Konuyla ilgili olarak kaleme aldığımız akademik bir makale hakemli dergide yayımlanmıştır. Aşağıdaki bağlantıdan ulaşılabilir:

dergipark.org.tr/tr/download/article-file/519279

Kur’an-ı Kerim okurken başörtüsü takmak gerekir mi?

Hayır, gerekmez! Müslüman bir kadın kendisine dinen yabancı olan erkeklerin yanında ve bir de namaz kılacağı zaman başını örter. Kadınların arasında veya evde kocasının, çocuklarının, babasının, kayınpederinin, erkek kardeşlerinin ve yeğenlerinin yanında başını örtmek zorunda değildir.

Allah Teâlâ Nûr Suresinin 31. aye­tinde şöyle buyurmuştur:

“Mümin kadınlara söyle, gözlerini sakınsınlar; edep yerlerini ve çevresini örtsünler. Görünen kısım dışındaki süslerini açmasınlar. Başörtülerini yakaları üstüne kadar indirsinler. Kocaları,  babaları, kocalarının babaları, oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları, elleri altında bulunan esirler, ele bakar hale gelmiş ve erkekliği kalmamış kimselerle kadınların edep yerlerinin farkına varamamış çocuklar dışında hiç kimseye süslerini açmasınlar…” (Nûr, 24/31)

Kur’an okunacağı zaman ne yapılması gerektiği ile alakalı olarak ise Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Kur’an okuyacağın zaman; taşlanmış şeytandan Allah’a sığın.” (Nahl, 16/98)

Bu ayete göre kadın olsun erkek olsun Kur’an okumak isteyen her Müslümanın yapması gereken tek şey, şeytandan Allah’a sığınmaktır. Bunun dışında herhangi bir emir bulunmamaktadır. Dolayısıyla Kur’an okurken kadınların başları açık olabilir. O esnada başı örtmeyi emir veya tavsiye eden herhangi bir ayet veya hadis yoktur.

Kadınlar Kur’an okurken tilavet secdesine rast gelirlerse o secdeyi de başları açık yapabilirler. Bunda da bir sakınca olmaz. Çünkü tilavet secdesi namaz hükmünde değildir, başı açık bir şekilde yapılabilir. Nitekim ilmi araştırmalar ve fetva kurumu el-Lecnetü’d-Dâime de bu yönde fetva vermiştir.[1]

KAYNAK: Yahya Şenol, “Fetvalar”, Kitap ve Hikmet Dergisi, Ocak-Mart 2015, Yıl: 2, Sayı: 8, s. 54-55.

 


[1] Bkz: Heyet, el-Lecnetü’d-Dâime, c: 7, s: 263, fetva no: 13376.

Kur’an’daki toplam ayet sayısı 6.666 değil mi?

Kur’an ayetlerinin sayısı hakkında ulema arasında farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Bu farklılığın bazı sebepleri vardır. Bunlar; bazı âlimlerin Kur’an’da ayet sonu olarak kabul ettiği yerleri diğerlerinin kabul etmemesi, sure başlarında yer alan besmelelerin ve Yâ-Sîn, Hâ Mîm, Elif-Lâm-Râ gibi hurûf-u mukattaa’nın müstakil birer ayet sayılıp sayılmaması, mushafta tek ayet olarak yer alan bazı ayetleri bir kısım alimin iki veya üç ayet olarak kabul etmesi vs. dir.

Basra, Kûfe, Mekke ve Medine ekolüne mensup âlimler, Kur’an’daki ayet sayısı konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.

İlk Medinelilerden İmam Nâfi’ye göre Kur’an 6.217, sonraki Medinelilerden Şeybe İbn Nisah’a göre 6.214, Ebû Cafer’e göre 6.210 ayettir.

Ayet sayısı Mekkelilere göre 6.219 veya 6.220,

Şamlılara göre 6.220,

Basralılara göre 6.205,

Kûfelilere göre de 6.236 ayettir.

Müfessirlerden Zemahşerî ise ayet sayısının 6.666 olduğunu öne sürmüştür ki halk arasında en çok bu görüş yayılmıştır.

Fakat İslam âleminde en yaygın olan ve şu an elimizde bulunan mushaflar, Kûfe usulüne göredir ve o da herkesin kolaylıkla hesap edebileceği gibi 6.236 ayetten ibarettir. Hulefâ-i Râşidîn’den Ali b. Ebî Tâlib’in de bu görüşte olduğu rivayet edilmiştir.[1]

Ayet sayısındaki bu ihtilafın sebepleri yukarıda açıklanmıştır. Yoksa Kufelilerin elinde bulunan Kur’an ile Mekke, Medine, Şam veya Basralıların elinde bulunan Kur’an arasında metin açısından hiçbir fark yoktur! Herkes kendi usulüne göre; ama aynı Kur’an üzerinde yorumda bulunmuştur. Dolayısıyla ekoller arasındaki sayı farklılığına bakılarak şu an elimizde bulunan mushaflarda herhangi bir eksiklik veya fazlalık olduğu iddia edilemez.

KAYNAK: Yahya Şenol, “Fetvalar”, Kitap ve Hikmet Dergisi, Ocak-Mart 2015, Yıl: 2, Sayı: 8, s: 54.


[1] Konu hakkında geniş bilgi için bkz: Hasan Keskin, “Âyetlerin Sayısı Hakkındaki İhtilaf Nedenleri”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2009, cilt: 13, sayı: 2, s: 49-67.

Babaanne-torun evliliğine dair Kur’an’da bir hüküm yok mu?

Kur’an’ın anlaşılmasında hadislerin oldukça önemli olduğu muhakkaktır. Fakat yukarıda öne sürülen iddia tamamen bir çarpıtmadan ibarettir! Bunu ortaya atanlar da gayet iyi bilirler ki Kur’an’da geçen “âbâ” yani “babalar” kelimesi ile kişinin hem babası hem de babasının babası, onun babası vs. yani yukarıya doğru bütün üst soyu (fıkıh diliyle, usulü) kast edilir. Nisâ suresinin 22. ayetinde de “Babalarınızın nikahladığı kadınları nikahlamayın” buyurulmuştur. Bu, kişinin kendi babasının nikahladığı kadınları kapsadığı gibi dedesinin nikahladığı kadınları da kapsar. Buna göre dedesinin nikahladığı babaannesi de kendisiyle evlenilmesi haram olan kadınlar sınıfına girmektedir. Nitekim bu husus fıkıh kitaplarında da bu şekilde izah edilmektedir. Mesela Hanefi mezhebinin temel kitaplarından el-İhtiyâr‘da konuyla ilgili olarak şu bilgiler yer almaktadır:

“Ne kadar yukarıya çıksalar da (anne ve baba tarafından) babanın ve dedenin boşadığı kadınlar, oğul ve toruna haramdırlar. Çünkü Allah Teala şöyle buyurmuştur:  “Geçmişte olanlar bir tarafa babalarınızın nikahladığı kadınları nikahlamayın.” (Mevsılî, el-İhtiyâr li Ta’lîli’l-Muhtâr, c: 3, s: 85)

Kitap ile Sünnet arasındaki bütünlüğün görülememesi, dini anlama ve uygulamada ardı arkası kesilmez yanlışlara ve sıkıntılara sebep olmuştur. Sünnetin, vahy-i gayri metluv sayılması, Kitap ile Sünnetin iki ayrı kaynak kabul edilmesi ve Sünnetin Kitap üzerine hâkim görülmesi bu yanlışların en önemlilerindendir.

Kur’an-Sünnet ilişkisine dair kaleme aldığımız ve sitemizde yayımladığımız Kur’an’a ve Geleneğe Göre Kitap ve Hikmet başlıklı yazımızı aşağıdaki linkten mutlaka okumanızı tavsiye ederiz:

Kutsanan Gelenek ve Kur’an

Bakara sûresinin son iki ayeti vasıtasız olarak mı vahyedilmiştir?

Abdullah b. Mesud şöyle demiştir: “Resûlullâh (s.a.v.)’e miraçta üç şey verilmiştir. Bunlar: Beş vakit namaz, Bakara sûresinin son ayetleri ve ümmetinden Allah’a şirk koşmayanların büyük günahlarının mağfi­ret olunacağıdır.”[1]

Ayetlerin normalde Resûlullâh’a nasıl vahyedildiği konusunu bizzat Kur’an-ı Kerim’den inceleyecek olursak bu işlemin belli bir sisteme göre gerçekleştiğini görebiliriz. Allah Teâlâ, insanlarla nasıl konuşacağını şöyle ifade etmiştir:

“Allah, herhangi bir beşerle ilham yoluyla, perde arkasından veya tercih ettiği şeyi kendi izniyle içine fısıldasın diye elçi gönderme dışında bir yolla konuşmaz. Yüce olan ve doğru kararlar veren O’dur.” (Şûrâ, 42/51)

Ayete bakıldığında Allah Teâlâ’nın insanlarla ancak üç şekilde konuşacağı, bunlardan birisinin vahiy yoluyla yani ilham şeklinde olduğu ifade edilmiştir.[2] Ayette belirtilen bir diğer husus, perde arkasından konuşmak şeklinde gerçekleşmektedir. Allah’ın insanlarla konuşmasının son örneği ise Allah Teâlâ’nın elçi göndermek suretiyle ona vahiyde bulunmasıdır.

Risaletle (tebliğle) ilgili vahiylerin sadece melek vasıtasıyla geldiği anlaşılmaktadır. Bu tür vahiyler sadece ve sadece nebîlere gelmekte[3] ve Allah tarafından koruma altına alınmaktadır.[4] Kur’an ayetleriyle ilgili vahiylerin Cebrail (a.s.)’ın vasıtasıyla olduğunu ifade eden bazı ayetler şunlardır:

“De ki: Cebrail’e kim düşman olabilir? Kendinden öncekileri onaylayan, doğru yolu gösteren ve inananlar için müjdeci olan bu Kur’an’ı senin kalbine o, Allah’ın izni ile indirmiştir.”(Bakara 2/97).

“Onu güvenilir Ruh (Cebrail) indirmiştir. O Kur’ân, elbette âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.” (Şuara 26/193-194)

Bu ayetler çerçevesinde Allah Teâlâ’nın tüm insanlarla ya ilham (vahiy) yoluyla ya perde arkasından ya da bir elçi göndererek konuştuğu anlaşılmaktadır. Bütün bunlar hem Nebiler ve hem de diğer insanlar için geçerlidir. Ancak risaletle yani tebliğle ilgili olan vahyin sadece Nebilere mahsus olduğu ve bunun da ancak melek Cebrail (a.s.) vasıtasıyla geldiği anlaşılmaktadır.[5] Dolayısıyla Bakara sûresinin son iki ayetinin Resûlullâh’a Cebrail (a.s.)’ın aracılığı olmaksızın bizzat Allah tarafından verildiğine dair rivayet, başta Şûrâ sûresi 51. ayet olmak üzere Kur’an’ın vahiy sistemiyle çelişmektedir.

DİPNOTLAR

[1] Müslim, İman, 76; Ayrıca bkz: Tirmizi, Tefsîru’l-Kur’ân, 53; Nesai, Salât, 1; Buhârî, Salât, 1, Müsned, 1, 422; Müslim, İman, 74.

[2]  Ebu Abdullah Fahreddin Muhammed b. Ömer b. Fahreddin er-Râzî (ö. 606/1209), et-Tefsîru’l-Kebîr, Daru İhyai’t-Türasi’l-Arabi, Beyrut/Lübnan, 1999/1420, IX, 611.

[3] Bakara 2/113; Nisa 4/163.

[4] Cin 72/27, 28.

[5] Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz: Fatih Orum, Kur’an ve Sünnet Temelinde Kur’an’ı Anlama Usûlü,  48-61.

Resmi tatillerde çalışan işçiler mesai ücreti almaya hak kazanıyorlar mı?

Bu, işverenle çalışan arasındaki anlaşmaya bağlıdır. Şayet başlangıçta bu tür tatil günleri için ayrıca ücret ödeneceği veyahut ödenmeyeceği şeklinde bir anlaşma yapılmışsa uygulama ona göre olur.  Yok, eğer başlangıçta böyle bir anlaşma yapılmamışsa o mesleğin örfüne bakılır.  O meslek erbabı resmi tatil günlerinde çalışınca ayrıca ücret alıyorsa muamele de ona göre olmalıdır.

Prof. Dr. Servet BAYINDIR

Gelirini fakir fukaraya vermek amacıyla şans oyunu oynamak caiz mi?

Hayır, doğru olmaz. Şans oyunları kumardır ve kumar da haramdır. İslam hukukunda yerleşik olan bir kaideye göre de “İyi niyetler haramları mubahları kılmaz.” Dolayısıyla bir Müslümanın ne niyetle olursa olsun hiçbir şekilde şans oyunları oynaması caiz değildir.

Konu hakkında daha geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linkleri tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/sans-oyunlarindan-elde-edilen-kazanc-dinimize-gore-haram-midir.html

www.fetva.net/yazili-fetvalar/hediye-piyango-biletine-ikramiye-isabet-etse-durum-ne-olur.html

Envarul Aşıkin nasıl bir kitaptır? Hakkında bilgi verir misiniz?

Envâr’ul-Âşıkîn adlı eser Ahmed Bîcan tarafından kaleme alınmış dînî içerikli ve didaktik (öğretim amaçlı) bir eserdir. Bu eser her biri belli bir konu etrafında gelişen beş ana babdan oluşmaktadır. Genel olarak kainattaki nizam, gök ve yerdeki varlıklar, Nebilerin hayatları, mucizeleri, özellikle Hz. Muhammed’in hayatına uzunca yer verilmiş, dört halife, melekler ve görevleri, kıyamet, çeşitli ibadetler, cennet, cehennem gibi konular eserde işlenmiştir.

Eserin kaynakları arasında İncil ve Tevrat’ın bulunması, faydalanılan tefsirlerdeki bazı bilgilerin kontrolsüz olarak kullanılması, yine nakil yaparken zayıf rivayetleriyle tanınan Ka’b el-Ahbar, Vehb b. Münebbih gibi ravilerden aktarmalarda bulunması kitabın güvenilirliği açısından tartışmalara sebep olmuştur.

Ayrıca hadis konusunda da döneminde mevzu hadisleri tanıma konusundaki çalışmalar yeterli olmadığı için eserinde mevzu yani uydurma hadislere de yer vermiştir.

Sonuç olarak Envâru’l-Âşıkîn, tasavvufi bir eserdir ve içinde doğru bilgiler yer aldığı gibi yanlış bilgiler de yer almaktadır. Bu nedenle okunacaksa bunlara dikkat ederek okumak gerekmektedir.

Ayrıntılı bilgi için bkz: Mustafa Uzun, “Envaru’l-Aşıkîn”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 11, s: 258-260.

“Kıyamet günü Cennete ilk giren ben olacağım” hadisi sahih midir?

“Kıyamet günü Cennet’e ilk giren ben olacağım” şeklindeki rivayet, İmam Suyuti’nin Câmiu’l-Ehâdîs (5666, 5667. hadisler) ve Heysemî’nin Mecmau’z-Zevâid adlı eserlerinde (Fiten, 12547. hadis) geçmektedir.

Heysemi, rivayet zincirinde yer alan Muaviye b. Vâhib’i tanımadığını ifade etmiştir.

Kur’an açısından bakıldığında bu rivayetin sahih olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü Allah Teala Peygamberimize şöyle söylemesini emretmiştir:

“De ki: Elçilerin ilki ben değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” (Ahkâf, 46/9)

Ayette belirtildiği gibi kendisine nasıl muamele edileceğini bilmediğini ifade eden Resûlullâh’ın “cennete ilk giren ben olacağım” şeklinde bir açıklamada bulunmuş olmasının doğru olamayacağı anlaşılmaktadır.

İhram ne demektir? İhrama girmenin gerekliliğinin delili nedir?

Hac veya umre ibadetine başlayan kişi normal zamanlarda yaptığı bazı şeyleri yapamaz. İhram, işte böyle bir yasağın içine girmek demektir. Bu olmadan ibadete başlanmış olunamayacağı için ihram, hac ve umrenin farzlarındandır. Bu tıpkı, namaza başlayan kişinin yiyip içememesi ve konuşamaması gibidir. Namazdayken yeme, içme ve konuşma gibi yasaklar, niyet edip “Allâhu Ekber” dedikten sonra başlar. Onun için o tekbire, “tahrîme tekbiri” yani kişiyi ihrama sokan tekbir denir. Hac veya umre için ihrama girmek de niyet ve telbiye ile olur. İlgili âyette şöyle buyrulur:

“Kim o aylarda hacca başlarsa hac sırasında ne müstehcenlik yapar ne günaha girer ne de kavga eder…” (Bakara, 2/97)

Hac ibadetine başlamak, ayette sözü edilen yasaklı konuma gelmektir. Böyle bir kişinin av yapması da yasaktır. Allah Teala şöyle buyurmuştur:

“Müminler, ihramlıyken avı öldürmeyin.” (Mâide, 5/95)

“Kara avı ihramda olduğunuz sürece haram kılındı.” (Mâide, 5/96)

İhram ve ihramlıyken yasak olan şeyler konusunda geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linkleri de tıklayınız:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/kisaca-ihram-yasaklarindan-bahseder-misiniz.html

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/ihramli-iken-dikisli-elbise-giyme-yasaginin-dayanagi-nedir.html

www.fetva.net/yazili-fetvalar/ihrama-girmeden-once-parfum-deodorant-veya-koku-surmek-caiz-mi.html

Mirasta kız çocuklar erkek kardeşleriyle eşit hisse isteyebilirler mi?

Miras payları kesindir, bir Müslümanın bunları değiştirme hakkı yoktur.

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/bir-kisi-mirasini-cocuklarindan-sadece-birine-birakabilir-mi.html

Nisa suresi 11 ve 12. ayetlerde miras paylaşımının ayrıntıları verildikten sonra şöyle buyurulmuştur:

“Bunlar (miras paylaşımları) Allah’ın koyduğu sınırlardır. Kim Allah’a ve Elçisine boyun eğerse onu içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar, orada temellidirler, büyük kurtuluş işte budur.

Kim Allah’a ve Elçisine başkaldırır ve sınırlarını aşarsa onu temelli kalacağı cehenneme sokar. Alçaltıcı azap onadır” (Nisa, 4/13-14)

Görüldüğü gibi miras paylaşımı ile ilgili uygulamaların tümü Allah’ın değişmez yasalarıdır. Çeşitli gerekçelere dayanarak bu yasaları değiştirmeye kimsenin hakkı ve yetkisi yoktur. Her konuda olduğu gibi bu konuda da tam bir teslimiyetle Allah’ın ayetlerine teslim olmak, onları olduğu gibi kabul etmek gerekir.

www.fetva.net/yazili-fetvalar/kurandaki-miras-hukumlerini-uygulama-yukumlulugumuz-nedir.html

Eğer kız çocuklar, Kur’an’daki hükümlere göre değil de yürürlükteki kanunlara göre mirasın taksimini talep ederlerse sorumluluk onlara ait olur. Bu durumda onlar erkek kardeşlerinin hakkını yemiş olurlar.

Erkeklerin genel olarak kadınlardan fazla miras almalarının hikmetlerine ilişkin açıklamalı bilgi için lütfen aşağıdaki cevabımızı inceleyiniz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/kuran-i-kerim-mirasdan-kadina-1-erkege-2-pay-verilmesini-ongoruyor-neden.html

Kâr ve zarara katlanmadan sabit bir gelir karşılığı ortaklık kurulur mu?

Böyle bir ortaklık caiz olmaz. Alınan para faiz olur. Ortaklık kurulmak isteniyorsa anlaşılan hisse anlaşılan bedel karşılığında satın alınır. Şirket kâr ederse kârı, anlaştıkları oranda paylaşırlar. Zarar edilmesi durumunda ise her ortak hissesi oranında zarara katlanır.

Daha geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linkleri de tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/zarara-katlanmadan-sadece-kara-dayali-ortaklik-kurulabilir-mi.html

www.fetva.net/yazili-fetvalar/sabit-bir-kar-garantisi-ile-ortaklik-yapmak-caiz-mi.html