Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Yazılı Fetvalar

Alacağı tahsil etmek için borçluya evini sattırmak zulüm müdür?

Borçlu borcunu keyfi olarak ödemiyorsa bundan sorumludur. Alacaklı bunun için  her türlü meşru yola başvurabilir. Fakat başına gelen bir musibet dolayısıyla borcunu ödeyemiyorsa ona bolluğa çıkıncaya kadar süre vermek Allah’ın emridir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Borçlu darlık içinde ise rahata çıkıncaya kadar beklemeniz gerekir. Alacağınızı sadakaya/zekâta saymanız sizin için daha hayırlıdır. Bunu bir bilseydiniz!” (Bakara, 2/280)

Borçlu borcunu ödeme niyeti ve gayreti içerisinde olmuyorsa alacaklı bütün teşebbüsleri gösterdikten sonra en son sıra eve kadar gelinmiş ve başka çare de kalmamışsa evi sattırıp borcunu tahsil edebilir. Bunda fıkhi bir mahzur yoktur.

Borçlunun yapması gereken, alacaklı ile anlaşıp borcunun ödenmesi için bir vade belirlemesi ve uygun taksitlerle borcunu ödemesidir. Ya da evini satıp paraya çevirmesi, bununla borcunu ödemesi, -şayet kalırsa- kalan miktar ile de daha mütevazi bir ev alıp bu evde oturmasıdır.

Kısacası asıl olan, borcun ödenmesidir. Borcunu tahsil için alacaklının kullandığı meşru bütün yöntemler fıkhen de geçerlidir.

Prof. Dr. Servet BAYINDIR

Küfür etmek orucu bozar mı?

Küfür etmek orucu bozmaz; ama sevabını alır götürür! Bir taraftan oruç tutup diğer taraftan insanlara küfürler savuran, onların kişilik haklarına tecavüz eden bir kişi boş yere aç kalmış olur. Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de orucun amacını şöyle belirtmiştir:

“Ey inanıp güvenenler! O oruç, sizden öncekilere yazıldığı şekliyle size de yazıldı ki kendinizi koruyasınız.” (Bakara, 2/183)

Bu ayete göre, oruç tutan bir mümin, günahlara karşı kendisini diğer zamanlardan daha çok korumak durumundadır. Nebîmizden rivayet edilen bir hadis şöyledir:

 “Oruç tutan öyle insanlar vardır ki kârları sadece açlık ve susuzluk çekmektir.” (İbn Mace, Sıyâm, 21; Ahmed b. Hanbel, 2/373)

Madem orucunuzu tutarak Allah’ın bir emrini yerine getiriyorsunuz; o halde onun yasakladığı şeylerden de uzak durmalısınız.

Nebîmizden rivayet edilen başka bir hadis de şöyledir:

“Oruç bir kalkandır. Oruçlu kimse kötü söz söylemesin. Kendisiyle itişmek ve dalaşmak isteyene ‘ben oruçluyum, ben oruçluyum’ desin ve onunla dalaşmasın.” (Buhârî, Savm, 2; Müslim, Sıyâm, 163; Ebû Dâvûd, Sıyâm, 25; Tirmizi, İman, 17; Nesâî, Sıyâm, 42; İbn Mâce, Sıyâm, 1; Dârimî, Savm, 27; Muvatta, Sıyâm, 57; Ahmed b. Hanbel, 1/195, 196, 2/257, 273)

YAYIMLANDIĞI YER: Yahya Şenol, Ramazan ve Oruç, 3. Baskı, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2017, s. 95-96.

Bununla ilgili görüntülü cevabımızı aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz:

www.fetva.net/oruc/oruc-tutan-kisi-kufur-ederse-orucu-bozulur-mu.html

Oruç tutan bir müminin kazanması gereken dînî ve ahlaki değerleri anlatan bir yazımızı aşağıdaki linkten okumanızı tavsiye ederiz:

www.suleymaniyevakfi.org/ramazan-ve-oruc/firsatlar-ayi-ramazan.html

Kadınlardan gelen günlük akıntılar abdesti bozar mı?

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“… Hasta veya yolcu olur veya sizden biri ayakyolundan gelir ya da kadınlara temas etmiş olur da su bulamazsanız temiz toprağa teyemmüm edin; onunla yüzünüzü ve ellerinizi mesh edin…” (Mâide, 5/6)

Bu ayet, abdestin, tuvalette olan şeylerle bozulacağını bildirmektedir. Bir kadından gelen günlük akıntılar, tuvalette olan şeylerden olmadığı için abdesti bozmaz. Onun abdesti bozacağına dair sahih veya zayıf herhangi bir hadis, sahabe veya tabiin sözü de yoktur.

Konu ile ilgili tıbbî bilgiler özetle şöyledir:

“Vajinal akıntı bir salgıdır ve burun salgısı olan sümük, ağız salgısı olan tükürük, gözyaşı, kulak salgısı olan buşon gibi, bulundukları ortamı koruyan, ya da işlevlerine yardımcı olan maddelerdir.”

“Vajinal salgı mutlaka olması gereken yani fizyolojik bir salgıdır; olmaması hastalıktır. Ve burun salgısı, gözyaşı, ağız salgısı ve diğer salgılar gibi, olmadığı zaman yani bu salgılar salgılanmadığı zaman vücutta hastalık ortaya çıkar.”

“Vajen, cinsel bölgede bulunan üç açıklıktan birisidir. Burası çok önemli, çünkü dini olarak iki açıklıktan bahsediliyor. Önde idrar torbasından gelen üretra denen bir idrar kanalı vardır. Arkada bağırsak son kısmı olan rektum denilen bölgenin çıkış kısmı yani anüs vardır ve dışkının atılımını sağlar. Vajen bu iki açıklığın ortasında yer alan bir açıklıktır.”

“Anüs ve üretradan yani idrar torbasından ve büyük abdest yaptığımız kalın bağırsaktan atıkların dışarı atılması iradi olarak ortaya çıkar. Biz bunları dışarıya çıkartırken değişik kaslarımızı kullanarak bunları dışarı atıp atmama konusunda bir iradeye sahibiz. Oysa akıntıyla ilgili böyle bir iradeye sahip olmayız. Yani bunların dışarı atılmasını engelleyecek bir kas sistemi, bir kapak sistemi ya da kasılmayı sağlayan sfinkter dediğimiz bir sistem ortada yoktur ve akıntının dışarı atılması irade haricinde ortaya çıkar.”

“Vajen-döl yolunda salgı bezi yoktur. Beyaz bir akıntıdır, kokusu yoktur, yapışkandır. Yapışkan olmasını sümük gibi değerlendiriyoruz, biz buna mukus diyoruz. Mukus hem burundan hem de vajenden gelen akıntı için geçerli olan bir ifadedir. Kaşıntı yapmaz, nonirritan’dır yani değdiği dokuda rahatsızlık vermez. Bu özellik idrar ve dışkıda yoktur. Çünkü idrar ve dışkı gerçekten zararlıdır, içinde birtakım zararlı maddeler vardır, mikroorganizmalar bulunur.” (Ayşe Filiz Yavuz Avşar, “Kadınlardan Gelen Vajinal Akıntının Tıbbî Keyfiyeti”, Güncel Dini Meseleler İstişare Toplantısı -V, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Afyon, 2012, s. 443-448)

Kadınların özel halleri konusunda sağlam ve geniş bilgi edinmek için kadın hastalıkları ve doğum uzmanı bir jinekolog doktor tarafından vakfımızda verilen semineri izlemenizi tavsiye ederiz. Bu seminerde kadınların âdet günleri, âdet düzensizlikleri, âdet dışı lekelenmeler, lohusalık, lohusalık müddeti ve günlük normal akıntılar hakkında bilgi verilmiştir. Semineri aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz:

KOAH hastalarının kullandığı inhalasyon ilaçları orucu bozar mı?

Bu ilaçlar ile mideye herhangi bir sıvı veya gıda gitmez. Zira kendileri zaten gıda içermez, solunum yollarını açan bazı maddeler içerir. Bu yüzden bunlar orucu bozmaz.

Doç. Dr. Zeki Bayraktar

Aşağıdaki linkte bulunan cevabı da gözden geçirmenizi tavsiye ederiz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/astim-ve-bazi-hastaliklar-icin-kullanilan-spreyler-orucu-bozar-mi.html

Kan vermek orucu bozar mı?

Kan vermek orucu bozan hallerden değildir. Yemek, içmek ve cinsel ilişkinin bozduğu orucu vücuttan çıkan hiçbir şey bozmaz. Sahabeden Abdullah İbn Abbâs, Resûlullâh’ın ihramlı ve oruçlu iken kan aldırdığını bildirmiştir. (Buhârî, Savm, 32; Ebû Dâvûd, Sıyâm, 29; Tirmizî, Savm, 61)

Hadisten anlaşıldığına göre oruçlu olmak da ihramlı olmak da kan vermeye engel değildir.

YAYIMLANDIĞI YER: Yahya Şenol, Ramazan ve Oruç, 3. Baskı, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2017, s. 105-106.

Namaza nasıl niyet edilir?

Namazda niyet, hangi namazı kıldığının farkında olmaktır. Arapça, Türkçe veya başka bir dille telaffuz edilmesi şart değildir. Zaten Nebîmizim namaza dururken “niyet ettim falan namazın farzını/sünnetini kılmaya” şeklinde niyet ettiği vaki değildir. O, şöyle buyurmuştur:

“Ameller niyetlere göredir.” (Buhârî, Bed’ül-Vahy, 1, İman, 41; Müslim, İmâret, 155)

Niyetle ilgili olarak sadece bu hadis vardır. Öyleyse hangi namaz kılınacaksa kılınsın, namaz kılan kişi namaza başlama esnasında bunun şuurunda, farkında olursa bu, onun niyetidir; yani özellikle “niyet ettim şu namazın farzını/sünnetini kılmaya” şeklinde söylemesi şart değildir.

KAYNAK: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2016, s. 140.

Sorunun görüntülü cevabını da aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz:

Kur’an’da dede-torun evliliğinin haramlığına dair bir delil yok mu?

Öncelikle ifade etmek isteriz ki sorunuzda belittiğiniz gibi sürekli olarak farklı örnekler geliştirmek suretiyle “İşte bakın, bu ifade Kur’an’da geçmiyor! Öyleyse hadislere ve fıkıh kitaplarına bakmamız lazım” diyerek Kur’an’da eksiklik aramanın bir anlamı yoktur.

Babaanne-torun evliliğinin yasaklığı nasıl ayetle sabitse dede-torun evliliğinin yasaklığı da ayetle sabittir. Şöyle ki:

Arap diline göre “baba” denilince kişinin kendi babası, onun babası, onun babası… olmak üzere bütün üst soyu (usûl) anlaşılır.

“Çocuk” denilince de kişinin kendi çocuğu, çocuğunun çocuğu, onun çocuğu… olmak üzere bütün alt soyu (fürû’) kast edilir.

Bu yüzden Nisâ sûresinin 23. ayetinde “Kızlarınız size haram kılınmıştır” buyurulmakla baba-kız evliliği nasıl yasaklanmışsa dede-kız torun evliliği de yasaklanmış olmaktadır. Bunun ayrı bir cümle ile ifade edilmesi gerekmez.

NOT: Babaanne-torun evliliğinin yasak olması ile ilgili fetvamıza aşağıdaki linkten ulaşılabilir:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/babaanne-torun-evliligine-dair-kuranda-bir-hukum-yok-mu.html

Bankaların likit fonlarında para değerlendirmek caiz midir?

Faizli bankalara ait likit fonlara gelir amaçlı olarak yatırım yapmak caiz değildir. Çünkü bu tür bankacılık sisteminde likit fonlara yatırılan paralar, helal-haram ölçüsü dikkate alınmaksızın çok büyük bir oranda faizde değerlendirilmekte ve bu şekilde elde edilen gelirin bir kısmı yatırımcılara yansıtılmaktadır. Faiz gibi haram yollarla gelir elde etmek ise caiz değildir.

KAYNAK: Yahya Şenol, “Bize Soruyorlar”, Kitap ve Hikmet Dergisi, Nisan-Haziran 2016, Sayı: 13, s. 105.

Banka hesaplarında istenmeden oluşan faiz fakirlere verilebilir mi?

Faiz parasından hiçbir şekilde istifade edilmesi caiz değildir. Bunun ihtiyacı olanlara verilmesi uygun olur. Çünkü o para, sahibi bilinmeyen mal hükmünde olur. Zira banka o parayı geri alamaz. Faiz de haramdır, tek yol onu muhtaçlara vermektir.

İslam hukukunda haramlar ikiye ayrılır.

Birine haram li aynihî denir ki bu, “kendi yapısında haramlık olan şey” demektir. Domuz eti, şarap ve ölü hayvan eti böyledir. Bir Müslüman bunları tüketemeyeceği gibi bir başkasına da veremez.

Diğerine haram li gayrihî denir ki bu da “kendisinde haramlık olmayan; ama kazanma şekli haram olan şey” demektir. Faizden kazanılan para böyledir. O para ile, alın teri silinerek kazanılan para arasındaki tek fark; onu kazanma şeklidir. Bu da sadece kazanan kişiyi ilgilendirir.

Haram nedir, çeşitleri nelerdir?

Bakara sûresinin 278. ayeti, tahakkuk eden faizin alınmamasını emreder. Ancak halihazırdaki bankalar alınmayan faizleri kendi hesaplarına iade edemezler. Onları ayrı bir hesapta biriktirerek başka yerlere aktarırlar. Bu sebeple banka faizleri, sahibi bilinmeyen mal hükmüne girer. Bu durumda o paranın bankadan alınıp maddi açıdan zor durumda olanlara verilmesi caiz olur. Verirken de bunun faiz parası olduğunu söylemek gerekmez. Çünkü alan kişi, onun faiz parası olduğunu bilirse bundan rahatsızlık duyabilir. Ayrıca bu parayı veren kişinin faiz aldığının bilinmesi de iyi olmaz. Zira günahları açıklamak değil; örtmek gerekir.

KAYNAK: Yahya Şenol, “Bize Soruyorlar”, Kitap ve Hikmet Dergisi, Nisan-Haziran 2016, Sayı: 13, s. 105.

Bankaların “yüzde sıfır faizli” dedikleri kredileri almak caiz midir?

Kredi faizli borç demektir. Hiçbir banka faizsiz borç vermeye yanaşmaz. Dosya masrafı adı altında da olsa verdikleri borçtan gelir elde etme yoluna giderler. Bugün 100 lira verip daha sonra 101 lira almak faizdir. Bankaların “komisyon”, “dosya masrafı” adı altında aldıkları da faizdir. Bu, insanları kandırmaktan başka bir şey değildir. Dikkatli olmak gerekir.

KAYNAK: Yahya Şenol, “Bize Soruyorlar”, Kitap ve Hikmet Dergisi, Nisan-Haziran 2016, Sayı: 13, s. 105.

Dârülharp sayılan bir ülkede faiz almak caiz midir?

Hanefi mezhebinden İmam Ebû Hanife ile İmam Muhammed’e göre gayrimüslimlerin ülkesinde (dârülharp) bulunan bir Müslüman, o ülkenin vatandaşıyla faizli işlem yapabilir. O şahıs isterse orada Müslüman olmuş ve henüz İslam ülkesine (dârülislam’a) göç etmemiş olsun..

Fakat Hanefilerden İmam Ebû Yusuf bu görüşte değildir. Çünkü İslam ülkesine girmesine müsaade ettiğimiz bir gayrimüslim (müste’men) burada faizli işlem yapamayacağına göre bir Müslüman da onların ülkesinde bu işlemi yapamaz.

Mâlikî, Şâfiî, ve Hanbelî mezheplerine göre de faiz her yerde yasaktır. Çünkü faizi yasaklayan ayet ve hadislerde “dârülislam’da haramdır, dârülharp’ta değil” gibi herhangi bir yer ayrımı yoktur.

Eğer yiyorlarsa dârülharp ahalisine ölmüş hayvan eti ve domuz satmada ve onlarla kumar oynamada da aynı ihtilaf geçerlidir. Ebû Hanife ve İmam Muhammed’e göre bunlar da yapılabilir.

Her iki tarafın da görüşleri incelendiğinde faizin herhangi bir yer ayrımı olmaksızın her yerde haram olduğu açık bir şekilde görülmektedir. Bu konudaki ayet ve hadisler kesinlikle dârülislam – dârülharp ayırımı yapmamaktadır. Dolayısıyla bir Müslümanın hiçbir ülkede faiz alıp vermesi caiz değildir.

KAYNAK: Yahya Şenol, “Bize Soruyorlar”, Kitap ve Hikmet Dergisi, Nisan-Haziran 2016, Sayı: 13, s. 104-105.

NOT: Bu konu ile ilgili olarak www.suleymaniyevakfi.org sitemizde “Daru’l-Harbde Faizin Hükmü” başlıklı bir araştırmamız bulunmaktadır. Her iki görüşün delillerini ve bu delillerin değerlendirmesini o yazıdan okuyabilirsiniz.

Aşağıdaki linke tıklayarak ilgili yazıya ulaşabilirsiniz.

www.suleymaniyevakfi.org/islam-iktisadi/darul-harbde-faizin-hukmu.html

Ticarette nakit sıkıntısını aşmak için bankadan kredi çekilebilir mi?

Ticaret kolay bir şey değildir. Birçok sorunların yaşanması normaldir. Tabii bunların ilki, para, yani nakit sıkıntısıdır. Zora düşmeyen hiçbir insan sadece keyif olsun diye faizli borç almaz! Faizli borç arayan, zaten sıkıntıya düşmüş kişidir. Ama Allah Teâlâ buna rağmen kesin bir dille faizi haram kılmış ve bunu bile bile alanları, bunda ısrar edenleri kendisine ve resulüne savaş açmış saymaktadır.

Ticaretle uğraşanlar nakit sıkıntılarını daima göz önünde bulundurmalı ve ayaklarını yorganlarına göre uzatmalıdırlar. Bu tür ticari sıkıntılar karşısında hemen faize yönelmek doğru değildir. Mümkün olan her şeyi denemek ve sabretmek gerekir. Bunun da dünya imtihanının bir parçası unutulmamalı, tercihler buna göre yapılmalıdır.

KAYNAK: Yahya Şenol, “Bize Soruyorlar”, Kitap ve Hikmet Dergisi, Nisan-Haziran 2016, Sayı: 13, s. 104.

Koç yumurtası yemek caiz midir?

Sorunuzun cevabına dair helal gıda konusunda yapılmış bir çalışmanın ilgili bölümü şöyledir:

Tâbiûn’dan Mücâhid (ö. 104/722), Hz. Peygamber’in hayvanların kanları ile birlikte erkeklik ve dişilik organları, yumurtalıkları, idrar ve safra keseleri ile bezelerinin yenilmesini mekruh gördüğünü rivayet etmiştir (Abdurrezzâk, Musannef, Thk: Habîburrahmân el-A’zamî, Beyrut, 1403 h., c: 4, s. 535; Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, Zeyl: el-Cevheru’n-Nakî, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, 1992, c: 10, s. 7).

Hz. Peygamber’den bir sahabinin değil de tâbiûndan olan Mücâhid’in rivayet etmesinden de anlaşıldığı gibi bu, “mürsel” bir rivayettir ve zayıftır (İmam Nevevî, el-Mecmû’, c: 9, s. 49).

Beyhakî (ö. 458/1066), bu hadisin Hz. Peygamber’e ulaştırılarak/mevsûlen de rivayet edildiğini; ama bunun sahih olmadığını belirtmiştir. Bu yüzden hadis âlimlerinden Hattâbî (ö. 388/998), kesilen hayvanın akmış olan kanının kesin olarak haram olduğunu; fakat yukarıda ismi geçen şeylerin sadece mekruh olduğunu söylemiştir (Beyhakî, a.g.e., c: 10, s. 8).

Hanefîlerden Kâsânî (ö. 587/1191) de hayvanların yenilmeyecek organlarını sayarken Hz. Peygamber’den nakledilen yukarıdaki rivayete yer verdikten sonra Ebû Hanife (ö. 150/767)’nin “Kan (kesin olarak) haramdır, diğer altı şeyi ise mekruh görüyorum.” sözüne yer vermiş ve şu açıklamayı yapmıştır:

“Ebû Hanife akıtılmış kana “haram”, diğerlerine “mekruh” demiştir. Çünkü mutlak haram, kesin bir delille haram olan şeydir. Akıtılmış kanın haramlığı, kesin bir delille sabittir. O da Cenâb-ı Hakk’ın şu sözüdür:

“De ki: Bana vahyolunanda, leş, akıtılmış kan, domuz eti -ki pistir- ve Allah yolundan çıkarak Allah’tan başkasının adı anılarak kesilen hayvandan başkasını yemenin haram olduğuna dair bir emir bulamıyorum…” (En’âm, 6/145)

Akıtılmış kanın haramlığı konusunda icmâ oluşmuş olması da ayrı bir delildir. Ama diğer altı şeyin haramlığı, kesin bir delille sabit olmamıştır. Aksine, onların hükmü ictihadla veya başka bir şekilde de tevil edilmesi mümkün olan ayetin zahiri veya hadisle sabit olmuştur. Bu yüzden (Ebû Hanife) isim(lendirme) konusunda akıtılmış kanla diğerlerini ayırmış, birine “haram”, diğerlerine “mekruh” demiştir.” (Kâsânî, Bedâiu’s-Sanâi’, Thk: Muhammed Muhammed Tâmir, Muhammed es-Saîd ez-Zeynî, Vecîh Muhammed Ali, Dâru’l-Hadîs, Kahire, 2005, c: 6, s. 256)

Bize göre kan dışında kalan şeyler eğer sağlık açısından yiyene zarar vermeyecekse mekruh olarak da nitelendirilmemelidir. Zira konuyla ilgili hadisin zayıf olduğu yukarıda görülmüştü. Dolayısıyla fıkıhtaki meşhur “Eşyâda aslolan ibâhadır” kuralı gereği yukarıdaki altı şeyin mubah olması gerekir. Nitekim yeme başta olmak üzere birçok amaçla hayvan kesimi asırlardır süregelen yaygın bir uygulamadır. Doğal olarak Hz. Peygamber’in yaşadığı dönemde de yoğun bir şekilde hayvan kesimi yapıldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Eğer yukarıda sayılan şeyler mekruh olmuş olsaydı sadece Mücâhid’den değil, çok sayıda sahabiden bu konuda rivayetlerin gelmesi gerekirdi. Fakat kaynaklarda bu yönde rivayetlere rastlanılmamaktadır.

KAYNAK: Yahya Şenol, Kuran ve Sünnet Işığında Helal Gıda, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 2. Bs., İstanbul, 2015, s. 294-296.

www.suleymaniyevakfi.com/kuran-ve-sunnet-isiginda-helal-gida

Namazda namaz sûrelerini okumak şart mıdır?

Her Müslümanın namazını kılabilecek kadar Kur’an’dan ayet veya sûre bilmesi gerekir. Madem siz bu miktarda sûre biliyorsunuz namaz için bu size yeterlidir. Fil sûresinden aşağısı, kısa sûrelerden meydana geldiği için halk arasında “namaz sûreleri” olarak meşhur olmuştur. Halkımızın büyük çoğunluğu sadece bu sureleri ezbere bildiği için namazda bunları okumaktadır. Ama namazda sadece bunların okunacağı şeklinde bir şart yoktur!

Çevrenizdekilerin namaz sûrelerini “mutlaka ezberlemen lazım” demesi bu alışkanlıklarından dolayıdır. Tabii ki bunları ezberlemeniz arzu edilir. Zira Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim’den ne kadar fazla ayet ezberlerseniz sizin için o kadar iyi olur. İbadetlerinizi daha şuurlu bir şekilde yerine getirirsiniz. Fakat bundan da önemlisi metnini ezberlediğiniz ayet veya sûrelerin anlamlarını da bilmenizdir. Çünkü bir şeyin “zikir” olmasının önemli özelliklerinden biri onun ne manaya geldiğinin biliniyor olmasıdır. Bu açıdan namazda okuyacak kadar ezberleyebildiğiniz yerlerin anlamlarını da bilmeniz namazı daha bir huşû içerisinde kılmanız açısından hayli önemlidir.

Son olarak Kur’an’da geçen dua ayetlerini anlamlarıyla birlikte ezberleyip bunları namazda zamm-ı sûre olarak okumanızı da bir tavsiye olarak buraya kaydedebiliriz.

KAYNAK: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2016, s. 165-166.

Namaz kılarken takke takmak, sarık sarmak gerekli midir?

Peygamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellem namaz için özel elbiseler giymezdi. Yaşadığı bölgenin sıcak olması sebebiyle genelde başı örtülü gezip dolaştığı için namazlarını da başı örtülü bir şekilde kılmıştır. Günümüzde yaygın olarak kullanıldığı gibi yanında namaza özel bir başlık (takke, sarık) taşımazdı.

Erkeklerin namazı başları açık ve çorapsız bir şekilde kılmalarının herhangi bir sakıncası bulunmamaktadır, günah değildir. Çünkü erkeklerin baş ve ayakları namazda örtülmesi gereken yerlerden değildir.

Fıkhu’s-Sünne adlı kitabında Seyyid Sâbık bu konuda şu bilgilere yer vermiştir:

“İbn Asâkir’in İbn Abbas’tan rivayet ettiğine göre Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem çoğu kez başındaki başlığı çıkarır, önüne sütre olarak koyar­dı.

Hanefilere göre erkeklerin başları açık olarak namaz kılmalarında bir sakınca yoktur. Fakat huşû için daha uygun olduğu düşünülürse baş açık olarak namaz kılmak müstehap olur. Namazda başı örtme­nin fazileti hakkında herhangi bir delil yoktur.” (Seyyid Sâbık, Fıkhu’s-Sünne, Dâru’l-Feth, 12. Bs., Kahire, 1996, c: 1, s. 98.)

KAYNAK: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2016, s. 149-150.

Bununla ilgili görüntülü bir cevabımız için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/takke-ve-sarikla-namaz-kilmak-daha-faziletli-midir.html

Hacet namazı diye bir namaz var mıdır?

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir.(Bakara, 2/153)

Buna göre Allah’tan bir şey isteneceği zaman namaz kılınması aslen ayetin hükmüdür. Dört Sünnî mezhebe ve Caferiler’e gö­re müstehap olan hacet namazının meş­ruiyetine dair şu hadis zikredilmektedir:

“Kimin Allah’tan veya insanlar tarafından giderilecek bir ihtiya­cı varsa usulüne uygun abdest alıp iki rekât namaz kılsın, arkasından Allah’a hamd edip Peygambere salâvat getirsin ve şöyle desin:


لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ الْحَلِيمُ الْكَرِيمُ سُبْحَانَ اللَّهِ رَبِّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ أَسْأَلُكَ مُوجِبَاتِ رَحْمَتِكَ وَعَزَائِمَ مَغْفِرَتِكَ وَالْغَنِيمَةَ مِنْ كُلِّ بِرٍّ وَالسَّلاَمَةَ مِنْ كُلِّ إِثْمٍ لاَ تَدَعْ لِي ذَنْبًا إِلاَّ غَفَرْتَهُ وَلاَ هَمًّا إِلاَّ فَرَّجْتَهُ وَلاَ حَاجَةً هِيَ لَكَ رِضًا إِلاَّ قَضَيْتَهَا يَا أَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ

“Al­lah’tan başka ilâh yoktur. O Halîmdir, Kerîm’dir. Büyük arşın rabbi olan Allah tüm eksikliklerden münezzehtir. Her şeyin sahibi ve yaptığı her şeyi güzel yapan Allah’a hamdüsenalar olsun. Allahım! Senden rah­metine ve affına ulaştıracak davranış­larda bulunmayı, her türlü iyiliği elde et­meyi, her türlü günahtan salim olmayı diliyorum. Bende bağışlamadığın günah, gidermediğin keder ve karşılamadığın rızana uygun bir ihtiyaç bırakma, ey mer­hametlilerin en merhametlisi olan Allahım!” (Tirmizî, Vitir, 17; İbn Mâce, İkâme, 189)

Her ne kadar bu hadis, hadis uzmanlarınca senet açısından tenkide tabi tutulup zayıf olarak nitelendirilmişse de yukarıda görüldüğü gibi bir hacet için namaz kılmak ayetle sabit olan bir uygulamadır. Buna göre, herhangi bir ihtiyacı olan kişi en az iki olmak üzere miktarını kendisi belirleyeceği kadar nafile namaz kılar ve ardından ister hadisteki duayı isterse de kendi istediği şekilde dua eder.

KAYNAK: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2016, s. 163-164.

Hiç mazeretimiz yokken farz namazları tek başımıza kılabilir miyiz?

Kur’an-ı Kerim’de cemaatle namazın önemine işaret eden birkaç ayet bulunmaktadır.[1] Peygamberimiz de cemaatle namaz kılmaya büyük önem vermiştir. Bu önem sebebiyle sahabe dönemde özürsüz yere cemaate katılmayanlara neredeyse münafık gözü ile bakıldığı rivayetlere yansımıştır![2] Bunun yanı sıra Resûlullâh, gözleri görmeyen bir sahabiye bile ezanı işittiği müddetçe cemaati terk etmemesi konusunda uyarıda bulunmuştur.[3]

Bazı âlimler konu hakkındaki delillerden hareketle cemaatle namaz kılmayı farz-ı ayn, bazıları da farz-ı kifâye kabul etmişlerdir. Fakat çoğunluğun görüşü bunun sünnet-i müekkede olduğu yönündedir ki bizce de doğrusu budur. Çünkü Abdullah İbn Ömer’den nakledilen bir hadise göre Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:

“Cemaatle kılınan namaz tek başına kılınan namazdan yirmi yedi derece daha faziletlidir.”[4]

Buradaki “daha faziletlidir” sözü cemaatle namazın farz olmadığını göstermektedir. Fakat mümkün mertebe özürsüz olarak cemaatin terk edilmemesi gerekir. Çünkü unutmamak lazımdır ki cemaatle namaz kılmak; ezan, minare, kurban gibi ümmet-i Muhammed’in sembollerinden, nişanelerinden biri olmuştur. Asrı saadetten bu yana Müslümanlar, vakit namazlarını camide diğer kardeşleri ile birlikte omuz omuza kılmışlar, çocuklarına bu güzel ibadeti miras bırakıp bugünlere kadar gelmesine vesile olmuşlardır. Zaman zaman dini hayatta olumsuzluklar, gevşeklikler yaşanmasına rağmen bu, cemaatle namaza yansımamıştır. Sahabeden Ebu’d-Derdâ radıyallahu anh’ın “Cemaatle namaz kılmaları müstesna vallahi Muhammed ümmetini tanıyamaz oldum”[5] demesinden de anlaşıldığı gibi selef cemaatle namaz konusunda oldukça titiz davranmış, bazı şeylerden olsa da cemaatle namaz kılmaktan asla taviz vermemişlerdir.

Aslında bizzat mescitlerin/camilerin ve ezanın varlığı bile namazların cemaatle eda edilmesi gerektiğini gösterir. Zira mescitler/camiler, insanlar namazlarını cemaatle birlikte burada kılsınlar diye inşa edilmiştir. Eğer namazların evlerde/iş yerlerinde tek başına kılınması gerekli olsaydı camilerin yapılmasına ihtiyaç duyulmazdı. Aynı şey ezan için de geçerlidir. Ezan, namaz vaktinin girdiğini haber vermek için değil, namazın birlikte kılınması için yapılan bir çağrıdır. “Hayye ale’s-salât/haydi namaza”, “Hayye ale’s-felâh/haydi kurtuluşa” cümlelerinin cemaate davetten başka ne anlamı olabilir ki!

[1] Bkz: Bakara, 2/43; Nisâ, 4/102; Mâide, 5/58.

[2] Abdulah İbn Mes’ud’un bu konuda şöyle söylediği rivayet edilmiştir: “Allah’a yemin ederim ki ben nifâkı malum münafıktan veya hasta olanlardan başka hiçbirimizin cemaatle namaza katılmaktan geri kaldığını görmedim! Hatta hasta olanlar bile iki adamın arasına girerek (onların omuzlarına tutunarak) de olsa mutlaka namaza gelirlerdi…” (Müslim, Mesâcid, 256 (654).

[3] Bkz: Müslim, Mesâcid, 255 (653),

[4] Buhârî, Ezân, 30; Müslim, Mesâcid, 249-250 (650); Nesâî, İmâmet 42; İbni Mâce, Mesâcid 16. Cemaatle kılınan namazın tek başına kılınan namazdan yirmi beş derece daha faziletli olduğuna dair de hadisler vardır. Bunun için bkz: Buhârî, Ezân 30; Müslim, Mesâcid , 245-247 (649).

[5] Buhârî, Ezân, 31.

KAYNAK: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2016, s. 175-176.

Konuyla ilgili görüntülü cevaplarımız için lütfen aşağıdaki linkleri tıklayınız:

Namazlarımızı camide kılmak zorunda mıyız?

Cemaatle namaz kılmak için mutlaka camiye mi gidilmeli?

Bir çocuğa namaz kaç yaşında iken farz olur?

Dinimizde ibadetlerle yükümlü olmak, ergenlik çağı ile başlar. Ali radıyallâhu anh’dan rivayete göre Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Kalem (sorumluluk) üç kişiden kaldırılmıştır: Uyanıncaya kadar uyuyan kimseden, akıl baliğ oluncaya kadar çocuktan, aklî dengesi yerine gelinceye kadar deli ve benzeri kişilerden.” (Tirmizî, Hudûd, 1. Ayrıca bkz: Buhârî, Talak, 11, Hudûd, 22; Ebû Dâvûd, Hudûd, 17; Nesâî, Talak, 21; İbn Mâce, Talak, 15; Ahmed b. Hanbel, 1/116, 118.)

Diğer ibadetler gibi namaz da ergenlik çağına girmiş ve akıllı olan kadın-erkek her Müslümana farzdır. Ergenlik erkeklerin ihtilam olmaya (rüyalarında boşalmaya), kızların da âdet görmeye başladıkları zamandır.

Ergenlik çağının başlangıcı kızlar için 9, erkekler için de 12 yaştır. Ebû Hanife’ye göre erkekler 18, kızlar 17 yaşını tamamlayınca, İslam hukukçularının büyük çoğunluğuna göre ise kız-erkek ayrımı gözetilmeksizin çocuklar 15 yaşını tamamlayınca hükmen ergen olmuş sayılırlar. (Ali Bardakoğlu, “Bülûğ”, DİA, İstanbul, 1992, c: 6 s: 414) 15 yaşına kadar âdet görmeye başlamamış bir kız ile ihtilam olmamış bir erkek de ergenliğe girmiş sayılır. Dolayısıyla bu yaşta olanların namaz kılmaları farz olur.

KAYNAK: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2016, s. 139-140.

Görüntülü cevabımız için lütfen aşağıdaki linki tıklayın:

www.fetva.net/namaz/namaz-cocuklara-kac-yasinda-farz-olur.html

Savaşta esir alınan kişilere kısas cezası uygulanabilir mi?

Savaşta adam öldürmek, savaş kuralları çerçevesinde normal karşılanan bir eylemdir. Savaşa katılmış bir kişiye niçin adam öldürdüğü sorulmaz. Fakat savaş dışında adam öldürmek böyle değildir. Savaş olmadan bir cana kıymak suçtur ve cezası da kısastır. Tabii ki maktulün ailesinin affetme ve diyet alma hakkı da her zaman için saklıdır (Bkz: Bakara, 2/178).

Kişi savaş meydanında esir alındıktan sonra ona Muhammed sûresi 4. ayette belirtilen esirlik hükümleri uygulanır. Onlar da ya karşılıksız salıverme ya da bir bedel karşılığında salıvermedir. Bu kişilere kısas hükmü tatbik edilmez.

Savaş esirlerine tatbik edilmesi gereken hükümlerle alakalı geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.suleymaniyevakfi.org/tarih-arastirmalari/savas-esirleri-ve-cariyelik.html

Mûnise ne anlama gelir, kızımıza bu ismi koymamız sakıncalı mıdır?

Arapça kökenli olan Mûnise; “Kolayca dostluk kurabilen, sokulgan, sıcakkanlı, cana yakın kız/kadın” anlamlarına gelir.

Kız çocuklarına isim olarak konulmasında herhangi bir sakınca yoktur.