Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Namaz

Bir kadın erkeklere imamlık yapabilir mi?

Na­mazda huşû çok önemlidir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Namazlarında huşû içinde olan mü­minler umduklarına kavuşacaklardır.” (Mu’minûn, 23/1-2)

Huşû, kişinin Allah’ın huzurunda olduğu bilinciyle tevazu gös­terip boyun eğmesini ifade eder. Bu yüzden gerek kıyamda ve gerekse namazın diğer bölümlerinde huşûya engel olacak şeylerden uzak durmak gerekir. Bir kadının erkeklerin önünde imamlık yapması hem onun için, hem de arkasında bulunan cemaat için huşûya engel teşkil eder. Bu, şeytana arayıp da bulamadığı fırsatlar verir. Zira şeytan, bulunduğu yerden kovulup kıyamete kadar yaşama sözü alınca Allah Teâlâ’ya şöyle demişti:

“…. And olsun ki ben de onlar için, senin doğru yolunun üzerinde oturacağım.

Sonra onlara; önlerinden, arkalarından, sağla­rından, sollarından sokulacağım. Onların çoğunu sana şükreder bulamayacaksın.” (Arâf, 7/16-17)

Namaz kılmakta olan kişi, doğru yolda olacağından şeytan hemen göreve başlar. Namaz kılanlar, onun kendilerine ne vesveseler verdiğini gayet iyi bilirler. Kadının imam olması halinde o, yeni vesvese imkânları elde eder. Kadında da erkekte de artık huşu kalmaz. Bu sebepten dolayı Nebîmiz sallallahu aleyhi ve sellem mescitte saf düzenini önce erkekler, onların arkasında erkek çocukları, sonra kadınlar ve kız çocukları olacak şekilde tanzim etmiştir. (Bkz: Buhârî, “Salât”, 20, Ezân, 78, 161, 164; Müslim, “Mesâcid”, 266-268, (658-660); Muvatta, “Kasru’s-Salât”, 31; Ebû Dâvud, “Salât”, 71; Tirmizi, “Salât”, 173; Nesâî, “Mesâcid”, 43)

Ebû Dâvûd başta olmak üzere bazı hadis, tabakat ve tefsir kaynaklarında Ümmü Varaka adlı sahabi bir hanımın erkeklere imamlık yaptığı ve ona bu iznin bizzat Nebîmiz tarafından verildiği rivayeti yer almaktadır. Fakat bu rivayet, kendisi ile amel edilemeyecek derecede zayıftır. (Bkz: Mustafa Ertürk, “Kadının Erkeklere Namaz Kıldırabileceğine Dair Bir Rivayet ve Referans Değeri”, Hadis Tetkikleri Dergisi, cilt: 3, sayı: 1, yıl:2005, s. 91-106. Makaleye şu bağlantıdan ulaşılabilir: dergipark.org.tr/tr/download/article-file/606971)

Sırf bu kaynaklarda yer almasına bakarak bu zayıf rivayete dayanmak ve kadının erkeklere imamlık yapabileceğini söylemek mümkün değildir. M. Ertürk yukarıda adı geçen araştırmasının sonuç bölümünde şu tespitlerde bulunmuştur:

“Gerek naklediliş biçimi gerekse seneddeki râvilerin durumu açısından Ümmü Varaka rivayeti sahih veya hasen hadisin şartlarını taşımamaktadır. Sahih veya hasen hadisin şartlarını taşımayan rivayet ise zayıf hadis kategorisine girmektedir.

Metnin muhtevasına gelince, geçmişte kimi âlimler isnadının durumunu hiç dikkate almayarak bu haberi fıkhî meselelerde tartışma konusu yapmışlar, kimileri de isnadının zayıf olduğunu söyleyerek sadece nakletmekle yetinmişlerdir. Bununla beraber rivayetin muhtevasının genel kabul gören anlayışın ve uygulamanın tam tersine olduğunu, cemaatle kılınan namazlarda kadının erkeklerin önünde değil, arka saflarda bulunması gerektiğine dair çok sayıda sahih rivayetin yer aldığını belirten âlimler bu habere itibar etmemişlerdir. Sadece Ebû Sevr, Müzenî ve Taberî’nin naklettiğimiz rivayeti esas alarak kadının da erkeklere imam olabilmesinin câizliğine dair görüşler ileri sürmesi, biraz önce belirttiğimiz gibi, isnad çerçevesinden bakıldığında sağlam bir zemine dayanmayan bir rivayetten kaynaklanmaktadır. Zemini sağlam olmayan bir rivayeti itibara almanın ve onun İslâmî açıdan uygulanabilir bir özelliğe sahip olduğunu söylemenin bir değer ifade etmediği gayet açıktır.

Sonuç olarak isnadı şüpheli ve sorgulanabilir bir rivayet, sadece ‘falan hadis kaynaklarında geçiyor’ düşüncesiyle ve anlayışıyla sahih ve doğru kabul edilerek günümüzde bir problem olarak çıkarılan/çıkarılacak olan ‘kadının erkeklere imam olabilmesi’ meselesine mesned teşkil edecek kadar sağlam bir zemine dayanmamaktadır. Değer açısından bakıldığında, gerek isnadı sağlam zemine dayanmayan gerekse pratikte uygulaması olmayan bir rivayetin İslâmî bir delil/hüccetmiş gibi gösterilerek pratiğinin de İslâmî olduğunu savunmanın bilimsel bir değer taşımadığı da kesinlik kazanmaktadır. Eğer böyle bir uygulama yapılacaksa bunun İslâm’ın değil, modernizmin öngördüğü ‘dinin sekülerleştirilmesi’ veya bir başka ifadeyle ‘dinin Protestanlaştırılması’ gayesine yönelik olduğu bilinmelidir.” (Mustafa Ertürk, “Kadının Erkeklere Namaz Kıldırabileceğine Dair Bir Rivayet ve Referans Değeri”, Hadis Tetkikleri Dergisi, cilt: 3, sayı: 1, yıl:2005, s. 106)

NOT: Kadının kadınlara imamlık yapması ile ilgili olarak aşağıdaki linkte yer alan cevamızı da okumanızı tavsiye ederiz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/kadin-kadinlara-imamlik-yapabilir-mi.html

Mekke döneminde namazlar abdestsiz mi kılındı?

Abdest ve namaz diğer ibadetlerde olduğu gibi sadece Nebîmize ve biz ümmetine değil, her nebîye ve ümmetlerine farz kılınmıştır. Übeyy İbn Ka’b’ın şöyle dediği rivayet olunmuştur:

“Resûlullâh su istedi ve abdest uzuvlarını birer defa yıkayarak abdest aldı. Sonra buyurdu ki:

‘Bu, kişinin öyle bir abdestidir ki onu almazsa Allah, hiç bir namazını kabul etmez.’

Bundan sonra o, uzuvlarını ikişer defa yıkayarak abdest aldı ve şöyle buyurdu:

‘Bu, kişinin öyle bir abdestidir ki onu aldığı zaman Allah iki kat sevap verir.’

Daha sonra o, uzuvlarını üçer defa yıkamak suretiyle abdest aldı ve sonra şöyle buyurdu:

‘Bu, benim ve benden önceki Resûllerin abdestidir.’ (İbn Mâce, Tahâret, 47)

Hadisin Ahmed b. Hanbel rivayetinde bu son cümle “Bu, benim ve benden önceki nebîlerin abdestidir.” şeklinde yer almaktadır. (Ahmed b. Hanbel, 2/98.)

Hadiste görüldüğü gibi Nebîmiz “Bu, benim ve benden önceki Resûllerin/Nebîlerin abdestidir.” dediğine göre, abdestin Mekke’de biliniyor olması ve namazların ta en başından beri abdestli olarak kılınmış olması gerekir.

Üsâme b. Zeyd’in, babası Zeyd b. Hârise’ye dayanarak rivayet ettiği bir başka hadise göre abdest ve namaz, ilk gelen vahiyle birlikte Cebrail Aleyhisselâm tarafından Nebîmize öğretilmiştir. (Ahmed b. Hanbel, 4/161)

Abdest ayeti olarak bilinen Mâide sûresi 6. ayetin Medine döneminde nazil olması, içerdiği bir kolaylıkla alakalıdır ki o da abdest alırken ayakların mesh edilebilmesidir. Öyle bir kolaylık gelmeyecek olsaydı muhtemelen abdesti tarif eden herhangi bir ayet bulunmayacak; fakat buna rağmen namazlar yine de abdestsiz kılınmayacaktı. Çünkü tarihi geçmişi ilk peygambere kadar dayanan namaz ibadetinin hangi ön şartlar (abdest, gusül, vakit, kıble vs.) altında ifa edileceği gayet iyi bir şekilde biliniyor olacaktı.

İlave bilgi olarak şunlar da söylenebilir:

“ … Cebrail’in Hz. Peygamber’e namaz ve abdesti öğrete­rek birlikte abdest alıp namaz kıldıkları ve söz konusu ayetin nüzulünden önce asla abdestsiz namaz kılınmadığı, siyer âlimlerinin üzerinde ittifak ettikleri bir husustur. Abdestin ilgili ayetle farz kı­lındığı, daha önceleri ise namaz için ab­dest almanın mendub olduğu yolunda­ki münferit görüşler bir yana, bütün Müslüman âlimler abdestin Cebrail’in öğretmesiyle Mekke’de namazla birlik­te farz kılındığını, zikredilen ayetin de mevcut bir hükmün ehemmiyetine bi­naen teyit ve takriri mahiyetinde oldu­ğunu kabul ederler. Böylece abdest, üzerinde ihtilâf söz konusu olamaya­cak kesin ve müstakil bir nassa dayan­dırılmış olup, namaza bağlı tâli bir hü­küm mülahazasıyla zamanla önemsen­meyerek ihmal edilmesi ihtimali orta­dan kaldırılmıştır.” (Abdulkadir Şener, “Abdest”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 1, s: 69.)

Cevabın yayımlandığı yer için bkz: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2016, s. 141-143.

Çekyatta namaz kılan hastalar yastık üzerine secde edebilirler mi?

Secde etmek için yastık kullanmasına gerek yoktur. Oturduğu yerden namazını ima ile kılabilir. Rükûda biraz öne eğilerek, secdede rükûdan da biraz daha eğilerek namazınızı tamamlar.

Daha geniş bir cevap için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/namazi-ayakta-kilamayanin-sandalyeye-oturup-kilmasi-dogru-mudur.html

Namazdan sonra topluca tesbih çekmek bidat mı?

Namazlardan sonra Peygamber Efendimizin bir imam olarak veya Bilal-i Habeşî, Abdullah İbn Ümm-i Mektûm gibi sahabilerin müezzin olarak cemaate tesbih çektirdiğine ve dua ettirdiğine dair temel kaynaklarda bir bilgi yoktur. Bunlar daha sonra -özellikle Osmanlı döneminde- ve Türk bölgelerinde cami adabına eklenmiş uygulamalardır. Farz namaz kılındıktan sonra kişinin imamla ilişkisi biter, nafile namaz kılacaksa tek başına kılar, tesbih çekecekse tek başına çeker. Bunun için kimsenin komutuna gerek yoktur. Aşağıdaki hadise göre namaz kılan her müslümanın kendi başına tesbih çekmesi sevaptır.

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/namazlardan-sonra-tesbih-cekmenin-hukmu-nedir.html

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/zikirlerin-muayyen-sayida-olmasinin-hikmeti-nedir.html

Ebû Hureyre’nin rivayet ettiği bir hadise göre Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Kim her namazın peşinden otuz üç defa Allah’ı tesbih eder (Sübhânallâh), otuz üç defa Allah’a hamd eder (Elhamdulillâh) ve otuz üç defa da Allah’ı tekbir eder (Allâhu Ekber), yüzü tamamlamak için de: Lâ ilâhe illallâhu vahdehu lâ şerike leh, lehülmülkü ve lehülhamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr, derse, hata ve günahları deniz köpüğü kadar çok olsa bile bağışlanır.” (Müslim, Mesâcid, 146 (597). Benzer hadisler için bkz: Buhari, Ezân, 155; Tirmizi, Salât, 302; Nesâî, Sehv, 91.)

Benzer bir soru cevap için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/toplu-duanin-islamiyetteki-yeri-nedir.html

Fatiha okumadan namaz olur mu? Kişi kendi dilinde namaz kılabilir mi?

Seferi olmanın şartları nelerdir? Bursa’dan İstanbul’a giden seferi olur mu?

Güneş doğduktan sonra sabah namazı kılınabilir mi?

“Sabah namazı öğle ezanı okuyuncaya kadar kaza değil; eda edilir” sözü, namazını kasten kılmayanlar için geçerli değildir. Uyanmak istediği halde uyanamayan kişiler uyandıkları zaman namazlarını hemen kılarlar. Onlar için sabah namazı kaza değil; eda olur. Özürsüz olarak namazı kılmayanlar o namazı artık kılamazlar. Sabah namazının vakti güneşin doğması ile birlikte çıkar. Bir namazı özürsüz olarak vaktinde kılmamak büyük günahlardandır.

www.fetva.net/yazili-fetvalar/kaza-namazi

Erken kalkmanın ve gün içinde yorgun düşmemenin en temel şartı; erken yatmaktır. Yapılan araştırmalar yetişkin bir insana bir günde 6-7 saatlik bir uykunun yeterli olacağını göstermektedir. Bugünlerde İstanbul’da güneşin doğuşu 06.46 civarındadır. Eğer akşam 12’de yatar 06.00’da uyanırsanız namazınızı kılar, ardından derse gideceğiniz vakte kadar tekrar uyuyabilirsiniz. Böylece hem namazınızı rahat bir şekilde kılar hem de güne dinç bir şekilde başlamış olursunuz.

Benzer sorular için lütfen aşağıdaki linkleri tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/bazen-sabah-namazlarina-kalkamiyorum-bu-durumu-nasil-gideririm.html

www.fetva.net/yazili-fetvalar/nasil-olsa-kalkinca-kilinabiliyorsa-sabah-namazina-neden-kalkalim.html

Rükû ve secdelerde yapılan tesbihatın uzunluğu ne kadar olmalıdır?

Namazlarda esas olan, Peygamberimizin yaptıklarını yapmaktır. Zira o “benim nasıl namaz kıldığımı gördüyseniz namazı öyle kılın” (Buhârî, Ezan, 18) buyurmuştur. Hadis kitaplarında yer alan konuyla ilgili rivayetlere göre Peygamberimiz sallallahu aleyhi v sellem, rükû ve secdelerde her zaman aynı tesbihatı söylemezdi. Bu yüzden bazen rükûsu uzun, bazen de kısa sürerdi.

Namazla ilgili hadisleri toparlayan âlimler, bu tesbihatın en az üç defa yapılmasının sünnet ve yeterli olduğunu fakat dileyenlerin bu tesbihatı istediği kadar uzatabileceğini, bunun da sünnete uygun olduğunu söylemişlerdir. İslam ülkelerinde görülen farklılıkları bu gözle değerlendirmek; birine doğru diğerine yanlış gözüyle bakmamak gerekir.

Konuyla ilgili bir hadis şöyledir:

Abdullah İbn Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayete göre, Resulullah şöyle buyurmuştur:

“Sizden biriniz rükû’a varınca rükû’ halinde iken üç sefer; “Sübhâne Rabbiye’l-Azîm” derse yaptığı rükû’ tamam olur, bu en azıdır. Secdeye varınca secdelerinde de üç kez “Sübhâne Rabbiye’l- A’lâ” derse secdeleri tamam olmuş olur, bu da en az söylenmesi gereken miktarıdır.” (Tirmizî, Salât, 194)

Namazlarımızda niçin İbrahim Aleyhisselama için dua ediyoruz?

Kur’an-ı Kerim’de sık sık İbrahim Aleyhisselâmın kıssasına yer verildiği görülmektedir. Birçok ayette Allah Teâlâ Resûlullâh’a “İbrahim’in dinine tabi ol” emri vermektedir. Aynı emir diğer Müslümanlara, Mekkeli müşriklere, Yahudilere ve Hristiyanlara da verilmiştir. Zira bu üç zümre de kendilerini İbrahim aleyhisselâma nispet etmekte ve ona değer vermektedirler. Bu açıdan İbrahim Aleyhisselâm diğer nebîlerden farklıdır. O, “nebîlerin babası” olarak da bilinir. Resûlullâh’ın namazlarda ona dua etmesinin sebebi bu olabilir.

Ayrıca Kur’an’da İbrahim Aleyhisselâmın “(Rabbim!) Sonrakilerin beni güzel şekilde anmalarını sağla.” (Şuarâ, 26/84) şeklindeki duasına yer verilir. Namazlarımızda ona da salât ve bereket dilenmesi bu duanın kabulü sayılabilir.

Bârik, “bereketlendir” anlamına gelir. Bereket; çoğalma ve artma demektir. İbrahim Aleyhisselâma bereket dilenmesi, maddi ve manevi olarak kendisinin ve mü’min zürriyetinin Allah’ın nimetlerinden bolca faydalanmasını ve isminin kıyamete kadar baki kılınmasını ve sürekli onun övülmesini, hayrının, iyiliğinin hatırlanmasını Cenab-ı Allah’tan niyaz etmektir. Bir ayette şöyle buyurulmuştur:

“İnsanlar içinde İbrahim’e en yakın olanlar, ona tâbi olanlar, bu Nebî ve bu Nebî‘ye iman edenlerdir. Allah müminlerin dostudur.” (Âl-i İmrân, 3/68)

Ayette görüldüğü gibi İbrahim Aleyhisselâma en yakın olanlardan biri bizim Nebîmizdir. Dolayısıyla onun, namazlarda İbrahim Aleyhisselâma dua etmesinin ve bizlerden dua etmemizi istemesinin bir sebebi de bu yakınlık olabilir.

Cevabın yayımlandığı yer için bkz: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2016, s. 164-165.

Karanlıkta namaz kılmak mekruh mudur?

Karanlıkta namaz kılmayı yasaklayan ayet veya hadis yoktur. Aksine Resûlullâh’ın karanlıkta namaz kıldığı rivayet edilmiştir. Konuyla ilgili bir hadis şöyledir:

Âişe validemiz şöyle demiştir:

“Ben Resûlullah’ın ön tarafında, ayaklarım onun kıblesine (yani secde ede­ceği yere) gelmek üzere uyurdum. O secdeye vardığı zaman eliyle beni dürterdi, ben de ayaklarımı geriye çekerdim. Secdeden kalktığı zaman yine uzatırdım.” Âişe validemiz devamla demiştir ki: “O zamanlarda evlerde kandiller (yani ışık­lar) yoktu.” (Buhârî, Salât, 22, 104; Müslim, Salât, 272; Nesâî, Tahâret, 19; Muvatta, Salâtü’l-Leyl, 2; Ahmed b. Hanbel, 6/148, 225)

Önemli olan secde edilecek olan yerin namaz kılmaya elverişli olmasıdır. Bazen namaz kılınacak yerde namaza engel bir necaset veya secde edildiğinde kişiye zarar verebilecek cam kırıkları, iğne vb. şeyler bulunabilir. Eğer böyle bir şey yoksa karanlıkta namaz kılmakta herhangi bir sakınca olmaz.

Cevabın yayımlandığı yer için bkz: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2016, s. 179-180.

Namaz kılan birini ön saftan arka safa çekmek diye bir şey var mı?

Ön safta yer olmadığı için yalnız başına arkada namaz kılmak mecburiyetinde kalan kimsenin durumunda ihtilâf edilmiştir.

a. İmam Şafii’ye göre, bu kimse ön saftan birini yanına çekmeden tek başına kılar. Çünkü eğer ön saftan birini yanına çekecek olursa evvelâ o kim­seyi ön safta bulunmanın faziletinden mahrum eder ve ayrıca o safta da bir gedik açmış olur. Bu bakımdan yalnız başına kılar.

b. İmam Malik’e göre ise, safların arkasında namaz kılan kimsenin na­mazı tamdır. Önden bir kimseyi yanına çekmesine lüzum yoktur. Şayet çe­kecek olursa, çekilen kimse o adama itaat etmemelidir.

c. Bazı âlimler de ön safta bulunan bir kimseyi arka safa çekmenin o kimseye zulüm olduğunu söylemişlerdir.

d. Hanefilere göre ise, o kimse imam rükû’a eğilmek isteyinceye kadar bir kimsenin dışarıdan gelmesini bekler. Gelmeyeceğini anlayınca da imam rükû’a varmadan ön safta bulunan birisini yanına çeker ve namazım öyle kılar. Bu hareketiyle hadis-i şerifteki nehye muhatap olmaktan kurtulur.

Şafiî ulemasının çoğunluğuna göre bu durumda kalan kimse namaza dur­duktan sonra ön safta bulunan bir kimseyi çekerek yanına durdurur. O kimse de bu adamın isteğine itaat etmekle büyük ecirlere nail olur.

Her ne kadar hüküm bu ise de, zamanımız insanlarının bunu bilmeme­si, tatbikinden doğacak mahzurları da göz önüne alarak safta tek başına na­mazını kılabileceği ifade edilmiştir.

Nimet-i İslâm müellifi merhum Mehmed Zihni Efendi’nin şu kıymetli mütalaasını da unutmamak lâzımdır:

“Yalnız durmak zamanınızda evlâdır. Çünkü namaz meselelerini bil­memek halkın büyük çoğunluğu arasında yaygın olduğundan çekilen kişi­nin namazının fasit olma ihtimali vardır.”

KAYNAK: Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Necati Yeniel, Hüseyin Kayapınar, Kontrol: Mehmed Savaş, Şamil Yayınevi, İstanbul, 1988, c: 3, s: 47-48.

Saflar dolmadığı halde müezzin mahfilinde namaz kılmak doğru mudur?

Cami duvarlarının içi tek bir mekân sayıldığı için müezzinler için ayrılan yerde namaz kılınabilir. Ama ön saflar dolmadan arkada namaz kılmak mekruh olur. Caminin ve cemaatin eşyasını korumak maksadıyla orada duruluyorsa mekruh olmaktan çıkar. Safların tertibi ile ilgili hadislerden birkaç tanesi şöyledir:

Nu’man b. Beşir radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Ya saflarınızı düzeltirsiniz ya da Allah kalplerinize (veya yüzlerinize) muhalefet atar …” (Buharî, Ezân 71, Müslim, Salât 127, (436); Ebu Davud, Salât 94; Tirmizi, Salât 167; Nesâî, İmâmet 25.)

Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Saflarınızı düzgün tutun, zira safların düzeltilmesi namazın kemalini(i sağlayan şartlar)dandır.” (Buharî, Ezân 132, 72, 74, 76; Müslim, Salât 124, (433, 434); Ebu Dâvud, Salât 94; Nesâî, İmâmet 27, 28, 30.)

Abdullah İbn Ömer radıyallahu anhumâ anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

“Safları düz tutun, omuzları bir hizaya getirin, aradaki boşlukları kapatın, kardeşlerinizin (sizi düzeltmeye çalışan) ellerine karsı nezaketli olun. Arada şeytan gedikleri bırakmayın. Kim safa kavuşursa Allah ona kavuşur. Kim de saftan koparsa Allah da ondan kopar.” (Ebu Davud, Salât 94; Nesâî, İmâmet 31.

Vâbisa b. Ma’bed radıyallahu anh anlatıyor:

“Resulullah aleyhissalâtu vesselâm bir adam gördü, safın gerisinde tek başına namaz killiyordu. Ona namazını yeniden kılmayı emretti.” (Ebu Dâvud, Salât 100; Tirmizî, Salât 170.)

Resulullah aleyhissalâtu vesselâm, Ashabında bir gerileme görmüştü:

“İlerleyin bana uyun. Sizden sonrakiler de size uysunlar. Bir kavim gerilemeye devam eder eder de Allah da onları geriletiverir ” buyurdu.” (Müslim, Salât 130, (438); Ebu Davud, Salât 98; Nesâî, İmâmet 17)

Câbir b. Semüre radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

Meleklerin Rabbleri indinde saf tutmaları gibi siz de saf tutmaz mısınız?” Biz: “Melekler nasıl saf tutarlar? ” dedik.

Onlar dedi, ön safları tamamlarlar ve safta muntazam dururlar.” (Müslim, Salât 119, (430); Ebu Dâvud, Salât 94.)

Küsuf namazı niçin kılınıyor? Hâşâ Güneş’e mi tapılıyor?

“Hadis kaynaklarında, aralarında bazı rivayet farklılıkları bulunmakla birlikte güneş tutulduğu zaman Hz. Peygamber’in küsûf namazı kıldırdığını ifade eden çok sayıda hadis mevcuttur. Bu ha­dislerde Resûl-i Ekrem’in bu namaz sıra­sında kıraati uzun tuttuğu, namazı ta­mamlayınca güneş ışığının tekrar ortaya çıkmasından sonra cemaate hitap ede­rek, “Ay ve güneş Allah’ın varlığını ve kud­retini gösteren alâmetlerdendir. Bunlar hiç kimsenin ölümünden veya yaşama­sından doğmasından dolayı tutulmaz. Ay veya güneş tutulmasını gördüğünüz zaman açılıncaya kadar namaz kılın, dua edin” dediği, bazı rivayetlerde ise Allah Resulü’nün bu iki hadiseye şahit olundu­ğunda tekbir getirilmesi, sadaka veril­mesi ve köle azat edilmesini istediği ifa­de edilir.” (Kamil Yaşaroğlu, “Küsuf”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 26, s: 577)

Bu namazın güneşe tapmakla herhangi bir ilgisi yoktur. Eğer öyle olsaydı her gün doğan güneşe her gün tapmak icap ederdi!

“Küsûf namazına kıyas edilerek sel, dep­rem, fırtına vb. tabii âfetlerin meydana geldiği zamanlarda bu namaza benzer bir namaz kılmanın müstehap olduğunu ifade edenler de vardır. Nitekim İbn Abbas’ın deprem sırasında bu şekilde bir namaz kıldığı nakledilir. Ancak araların­da İmam Mâlik ve İmam Şafiî’nin de bu­lunduğu çoğunluk bu görüşe katılmaz.

Konuyla ilgili rivayetlerden anlaşıldığı kadarıyla güneş ve ay tutulması sırasın­da namaz, dua ve Allah’ı anma ile meş­gul olmak, sırf  Hz. Peygamber’in sünne­tine uymayı göstermesinin yanı sıra çok seyrek olarak gerçekleşen bu tür olayla­rın insanlar üzerinde meydana getirece­ği korku ve endişeyi Allah’a sığınmak su­retiyle gidermek, bu vesileyle gerçek ya­ratıcıyı hatırlamak ve O’na şükran duy­gularını ifade etmek, O’ndan hayırlar ta­lep etmek gibi hikmetler de içermektedir.” (Yaşaroğlu, “Küsuf”, a.g.e., c: 26, s: 577.)