4 rekâtlı bir namazda beşinci rekâta kalkanlar ile ilgili olarak Şafii mezhebinin görüşleri kısaca şöyle sıralanabilir:
“Eğer beşinci rekâtta teşehhüd yapmış ve selam verdikten sonra hatırlamışsa Peygamberimizin yaptığı gibi * sehiv secdesi yapar.
Teşehhüdü okuduktan sonra fakat selam vermeden önce hatırlarsa sehiv secdesi yapar, sonra selam verir.
Beşinci rekâtın teşehhüdünden önce hatırlarsa ve dördüncü rekâtta da teşehhüdde bulunmadıysa hemen oturur, teşehhüdde bulunur, sonra sehiv secdesi yapar ve selam verir…” (Ebu’l-Hüseyn Yahya b. Ebi’l-Hayr b. Sâlim el-İmrânî, el-Beyân fî Mezhebi’l-İmami’ş-Şâfiî, Dâru’l-Minhâc, Beyrut, 2000, c: 2 s: 333)
* Abdullah ibn Mes’ûd radıyallahu anh şöyle demiştir:
(Bir defasında) Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selem öğle namazını beş rekât kıldırdı. Kendisine: Namazda artırma mı yapıldı? diye soruldu. Rasûlullah: “Ne oldu, neden sordunuz?” buyurdu. Sahâbî: “Namazı beş rekât kıldırdınız da”, dedi. Bunun üzerine Resûlullah, selâm verdikten sonra (yanılmadan dolayı) iki defa secde etti” (Buhari, Sehv, 2; Müslim, Mesâcid, 89 (572).
Namaz
Üzerinde Kâbe resmi bulunan seccadede namaz kılmayı yasaklayan herhangi bir delil bulunmamaktadır. Bazıları “Kâbe’ye hürmetsizlik olur” diye bunu caiz görmezler. Fakat hiç kimse “Kâbe ayaklar altına alınsın”, “ona hürmetsizlik olsun” diye seccade kullanmaz. Dolayısıyla bu tür seccadeleri kullanmakta bir sakınca yoktur.
Namaz kılanın başı üstünde veya kendisine yakın olarak ön tarafında veya kendisine yakın olmasa da, sağ ve sol tarafından hizasındaki duvar veya tavan üzerine çizilmiş veya asılmış büstümsü canlı yaratık şekillerin bulunması mekruhtur. Arka tarafta bulunması da çoğunlukça mekruh sayılmıştır. Fakat bunun keraheti nispeten azdır.
Namaz kılanın ayakları altında veya oturduğu yerde bulunan veya karşıdan organları seçilemeyecek kadar küçük olan veya başları kesilmiş veya yüzleri büsbütün silinmiş veya örtülüp yok edilmiş bulunan bir resmin bulunması, namaz bakımından keraheti gerektirmez.
Yine, kese ve cüzdan gibi şeyler içinde bulunan paralar üzerinde basılı bulunan resimler veya bir organda dövme suretiyle çizilip elbise ile örtülen şekiller veya yüzük taşına oyulup belirsiz halde kalan resimler namazın kerahetini gerektirmez.
Canlılara ait olmayan resimlerde de kerahet yoktur. Ağaç, bina, ay ve güneş resimleri bu kısımdandır. Çünkü bunların resimlerine ibadet edilmemiştir. Ancak namaz kılınan zihnini meşgul edecek bir durum bulunursa, kerahet olur. Bir de kuştan daha küçük olan bir şekil veya bir yerde bulunduğu halde ayakta iken bakılınca organlarının ayrımı belirsiz olan resim, namaz kılanın yanında bulunsa, keraheti gerektirmez.
Bilindiği gibi, öteden beri birçok kavimler, yalnız bir olan Allah’a iman inancını bırakıp şirke düşmüşler ve tasarladıkları canlı tanrılarının resim ve heykellerini yaparak onlara tapınmışlar, hürmet göstermişler ve ibadethanelerini onlarla doldurmuşlardır.
Bugün madde yönünden pek yüksek görülen nice milletler de henüz kendilerini böyle putlara tapmaktan kurtaramıyorlar. İslâm dini ise, insanlara tevhid (yalnız bir Allah’a ibadet) inancını tebliğ edip öğretmiştir. Allah’a ortak koşan kavimlerin bu putlara tapma hallerini çok fazla kötülemiştir. Artık ezelî ve ebedî olan, her şeye hâkim bulunan bir yaratıcının varlığına inanan ve yalnız O’na ibadetle şeref kazanan İslâm toplumunun bu putlara tapanlara karşı bir ayrılık nişanı göstermesi gerekir. Yalnız bir Allah’a iman (tevhid) inancını daima göstermek için mabedlerini ve namaz kılacakları yerleri, bu gibi puta tapanları taklit ve onlara saygı anlamına gelecek şeylerden uzak bulundurmaları bir görev gereğidir.
Gerçekten hiç bir müslümanın bu gibi resim ve heykellere tapınmak hatırından geçmez. Fakat şu putperest milletlere karşı bir ayrılık eseri göstermek ve zihni az çok meşgul edecek şeylerden namazgâhlarını uzak bulundurmak dinimizin yüksek hikmetleri gereğidir. (Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, s: 211-212, “Namazın Mekruhları”, 48 ve 49. paragraflar)
Geleneğimizde canlı resimlerinin çizilmesi hoş karşılanmadığı için üzerinde canlı resmi bulunan bir elbise ile de namaz kılmak mekruh kabul edilmiş; ama yine de bu şekilde kılınanın namazın geçerli olduğu belirtilmiştir. Fakat resimli elbise ile namaz kılmayı yasaklayan herhangi bir ayet veya sahih bir hadis bulamadığımızı da belirtmemiz gerekir.
Hanefi mezhebinin temel fıkıh kitaplarından el-Hidâye’de resimli elbise ile namaz kılma konusunda şu bilgiler yer almaktadır:
“Eğer kişi (namazda) içinde resimler bulunan bir elbiseyi giyerse üzerinde put taşıyan kimselere benzediği için bu mekruh olur. Fakat bu hallerin hepsinde kılınan namaz, sıhhat şartları eğer yerine getirilmiş ise sahihtir…” (el-Merğînânî, el-Hidâye, c: 1, s: 64)
Ömer Nasuhi Bilmen de İlmihal’inde konuyla ilgili olarak şunları yazmıştır:
“Üzerinde canlı resimleri bulunan bir elbise ile namaz kılınması ve canlıya ait bir resim üzerine secde edilmesi mekruhtur. Fakat böyle bir elbisenin üzerine başka bir elbise giyerlerse onunla namaz kılınmasında kerâhet yoktur. Bir de yere serili olup üzerinde böyle resimler bulunan bir serginin, resim bulunmayan kısmında namaz kılınması ve secde edilmesi mekruh değildir.” (Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, “Namazların Mekruhları”, s: 212; 49. paragraf.)
Cevabın yayımlandığı yer için bkz: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2016, s. 179-180.
Sabah namazına kalkmak için bütün önlemleri almalısınız. Öncelikle, geç yatmayın ki erken kalkabilesiniz. Sabah kalkabilmeniz için saat veya cep telefonu alarmını kullanabilirsiniz. Bunları kapatıp tekrar uykuya dalmamak için yatağınıza uzak bir yere koyun ki çaldığında yataktan kalkmanızı sağlasın.
Ayrıca evinizde bulunanlardan veya sabah namazına kalkan arkadaşlarınızdan da yardım alabilirsiniz. Telefonunuzu açık bırakırsınız, onlar sizi ararlar. Zaten zamanla alışkanlık kazanır ve rahatça namaza kalkmaya başlarsınız.
Tüm önlemlere rağmen uyuyakalıp kalkamadığınız zamanlarda da namazınızı uyandığınızda kılarsınız.
Cevabın yayımlandığı yer için bkz: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2016, s. 181.
Lütfen aşağıdaki linki de tıklayınız:
www.fetva.net/yazili-fetvalar/gunes-dogduktan-sonra-sabah-namazi-kilinabilir-mi.html
Nebîmiz ayakkabıları ile namaz kılmıştır. Çünkü o dönemde Mescid-i Nebi’nin tabanı günümüzde olduğu gibi halılarla kaplı değildi; zemin taş ve topraktandı. Bu yüzden taş veya toprak bir zeminde namaz kılarken ayakkabıların çıkarılması gerekmez. Temiz olup olmadıkları kontrol edilir, namaza engel herhangi bir pislik varsa bunlar giderilir ve ayakkabılarla namaz kılınır. Aşağıdaki hadisler bunu göstermektedir:
Ebû Mesleme radıyallâhu anh’dan rivayete göre o, şöyle demiştir: “Ben Enes b. Mâlik’e: Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem ayakkabıları ayağında iken namaz kılar mıydı? Diye sordum. Enes ‘Evet’ cevabını verdi.”[1]
Kitabına bu hadisi alan Tirmizî, “İlim adamları bu hadisle amel ederler” açıklamasına da yer vermiştir.
Abdullah b. Mes’ûd şöyle demiştir: “Şüphesiz biz Resûlullâh’ı ayakkabılarla ve mestlerle namaz kılarken gördük.”[2]
Ebû Saîd el-Hudrî demiştir ki: “Resûlullâh ashabına namaz kıldırırken ayakkabılarını çıkarıverdi ve sol tarafına koydu. Bunu gören cemaat de ayakkabılarını çıkardılar. Resûlullah namazı bitirince: ‘Ayakkabılarınızı niçin çıkardınız?’ diye sordu, (Onlar da:) ‘Senin çıkardığını gördük de (onun için) çıkardık.’ dediler. Bunun üzerine Resûlullâh şöyle buyurdu:
‘Bana Cebrail gelip ayakkabılarımda pislik olduğunu haber verdi. (Ve sözlerine devam ederek) Sizden bir kimse mescide geldiği zaman, baksın, ayakkabılarında pislik varsa silsin ve onlarla namaz kılsın.’ buyurdu.”[3]
Şeddâd b. Evs, babasından (Evs’ten) rivayetle demiştir ki: ‘Resûlullâh şöyle buyurdu:
‘Yahudilere muhalefet ediniz. Çünkü onlar ayakkabılarıyla ve mestleriyle namaz kılmıyorlar (siz kılınız)!’[4]
Bu hadiste geçen “siz ayakkabılarla namaz kılın” cümlesi emir değil, serbestlik ifade eder. Fıkıh âlimleri temiz olmak şartıyla isteyenin ayakkabılarıyla isteyenin de çıplak ayakla namaz kılabileceğini, bu konuda serbest olduğunu söylemişlerdir. Nitekim bunun böyle olduğu Nebîmizin bazen ayakkabılarıyla bazen de çıplak ayakla namaz kılmasından da anlaşılmaktadır.[5]
Cevabın yayımlandığı yer için bkz: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2016, s. 155-156.
[1] Buhârî, Salât, 24; Tirmizî, Salât, 181.
[2] Ebû Dâvûd, Salât, 88; İbn Mace, İkametu’s-Salât, 66.
[3] Ebû Dâvûd, Salât, 88.
[4] Ebû Dâvûd, Salât, 88.
[5] Bkz: Ebû Dâvûd, Salât, 88.
Namaz kılarken de abdest alırken de botları çıkarmanız gerekmez. Abdest alırken onların üzerini mesh edersiniz. Botlara bulaşmış necaset varsa toprağa sürterek temizlersiniz. Ayakkabılarla namaz kılınabileceğini bir önceki cevabımızda anlatmıştık.
Bir de eğer nöbette, eğitimde veya tatbikatta iken namaz vaktinin geçme tehlikesi varsa namazları birleştirerek kılabilirsiniz. Özellikle kış aylarında öğle ile ikindi ve akşam ile de yatsı namazları bu gibi sebeplerden ötürü birleştirilebilir. Mesela ikindi vaktinde nöbetiniz varsa öğle ile ikindiyi öğle vaktinde kılar, nöbete öyle çıkarsınız veya akşam namazı vaktinde nöbette olacaksanız niyet eder, akşamı yatsı ile nöbetten sonra birlikte kılarsınız. Sabah namazı gibi birleştirilemeyecek bir namaz vaktinde nöbette olursanız bu takdirde silahınızı yere bırakmadan olduğunuz yerde veya yürüyerek ima (işaret) ile namaz kılabilirsiniz. Nöbet yerinizi terk etmenize ve görevinizi aksatmanıza gerek yoktur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Eğer korku duyacak bir haldeyseniz namazı yürüyerek yahut binek üstünde kılın. Güvene kavuşunca da bilmediğiniz şeyleri size öğreten Allah’ın öğrettiği gibi Allah’ı anın.” (Bakara, 2/239)
Bu din, kolaylık dinidir. Mümkün mertebe bu kolaylıklardan yararlanmak gerekir. Askerlik, polislik vs. gibi zor görevler icra edenler, ibadetlerini bu tür kolaylıklarından yararlanarak eda edebilirler.
Cevabın yayımlandığı yer için bkz: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2016, s.156-157.
Namaz kılarken akla değişik düşünceler gelmesi, zihnin dağılması olağandır. Bu, peygamberlerin başına bile gelmiştir. Çünkü şeytan, doğru yolda olanlarla uğraşır. Namazını kılmayan, ibadetlerini yerine getirmeyen kısaca Allah yolunda olmayanlarla şeytanın işi olmaz. Namaza kararlılıkla devam ederseniz bunlar zamanla azalır. Aşağıdaki linkte yer alan röportajımızı okuyun. İçiniz rahatlayacaktır:
www.suleymaniyevakfi.org/elestiriler/altinoluk-dergisinin-roportaji.html
Kadınların namazında erkeklere göre bazı farklılıkların olduğuna dair sahih hadis kitaplarında herhangi bir hadis bulunmamaktadır. Fakat Ebu Davud’un Merâsîl adlı kitabında (Kütüb-ü Sitte’den kabul edilen Sünen adlı kitabı değil!) bir hadis bulunmaktadır. Ama bu hadis hem sağlam kaynaklarda bulunmadığı ve hem de mürsel* olduğu için delil olarak kullanılamaz. (Bkz: Nasıruddin Elbani, Hadislerle Hz. Peygamberin Namaz Kılma Şekli, Terc: Osman Arpaçukuru, İstanbul, 2004, s. 315-316)
Farklılıkların çoğu, fıkıh âlimlerinden kaynaklanmaktadır. Onlar bu farklılıklar sayesinde kadının “daha tesettürlü” olacağını öne sürmektedirler. Mesela Hanefi fıkıh kitapları kadının ellerini göğüslerinin üzerinde bağlamasını, rükûda daha az eğileceğini, secdede erkekten değişik oturacağını vs. anlatırken bunun kadın için “tesettüre daha uygun bir davranış” olacağını ileri sürmektedirler. Özellikle Hanefi mezhebinin temel kaynaklarından olan el-Hidâye adlı kitabına bakabilirseniz bu gibi farklılıkların gerekçesinin daima “li ennehâ esteru lehâ/bu, onlar için tesettüre daha uygundur “ olarak açıklandığını görebilirsiniz.
Bir kez daha söylemek gerekirse kadınların erkeklerden farklı olarak namaz kılmasının tesettüre daha uygun olacağına dair herhangi bir ayet veya delil olarak kullanılabilecek sağlam bir hadis bulunmamaktadır.
* Mürsel Hadis: Senedinden bir sahabi düşen hadis, tabîinden birinin senedinde sahabeyi zikretmeksizin doğrudan doğruya Hz. Peygamber’in adını anarak rivayet ettiği hadis…
Mürsel hadisler zayıf hadisler kapsamında değerlendirilir. Mürsel’in zayıf sayılmasının sebebi, senedinin muttasıl olmayışıdır. Mürsel adını alışının sebebi de, râvîsinin onu Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’den dinlemiş olan sahâbîyi söylemeden doğrudan doğruya Rasûlullah. (s.a.v.)’a bağlamasıdır.
Mürsel, dinde hüccet değildir. Bu görüş üzerinde “hadis hafız ve münekkidleri ittifak etmişler ve eserlerinde böyle söylemişlerdir. Müslim, Sahîh‘inin mukaddimesinde şöyle demektedir: “Bizim ve hadisçilerin kesin kanaati şudur ki, mürsel hüccet olamaz” (Subhi es-Salih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, Terc: M. Yaşar Kandemir, 4. baskı, Ankara 1986, s. 137-139)