Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Kur’an

Kur’an ataları uyarılmış bir topluma mı geldi, uyarılmamış bir topluma mı?

Öncelikle ayetler arasında herhangi bir çelişki bulunmadığını belirttikten sonra sorunuzu şu şekilde cevaplandırmaya çalışalım:

Birincisi; Kur’an’ın tek bir ayeti ile hüküm verilemez. Kur’an, bir olayı en az iki yerde anlatan bir usûlle/yöntemle kendi kendini açıklar. Bu usûlü ancak alanında uzman ilim adamları topluluğu uygulayabilir.

Kur’an’ı Açıklamada Usûl konusunda ayrıntılı bilgi için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/kurani-aciklamada-usul.html

İkincisi; Yahudi ve Hıristiyanların elindeki Tevrat ve İncil her ne kadar indiği gibi korunamamış olsa da hala doğru inancı gösteren ifadeler taşımakta, onları son nebîye inanmaya çağırmaktadır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Allah nebilerinden kesin söz aldığında şöyle demiştir: ‘Size Kitap ve hikmet veririm de elinizde olanı onaylayan bir elçi gelirse kesinlikle ona inanacaksınız ve destek vereceksiniz. Bunu kabul ettiniz mi? Bu ağır yükü yüklendiniz mi?’ Onlar: ‘Kabul ettik.’ demişlerdi. Allah: ‘Siz buna şahit olun, sizinle beraber ben de şahidim.’ demişti.

Bundan sonra sözünden dönenler, yoldan çıkmış olurlar.[1]

Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde kim varsa isteyerek veya istemeyerek O’na teslim olmuştur. Hepsi döndürülüp O’nun huzuruna çıkarılacaktır.” (Âl-i İmrân, 3/81-83)

De ki: ‘Ey Ehlikitap! Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirilmiş olanı tam olarak yerine getirmedikçe temelsiz kalırsınız!’ Rabbinden sana indirilen (Kur’an), onlardan çoğunun azgınlığını ve küfrünü arttıracaktır. Artık o kafirler topluluğuna üzülme.” (Mâide, 5/68)

“Ehlikitap içinde öyle kimseler vardır ki, Allah’a içten inanırlar, size indirilene ve kendilerine indirilmiş olana da inanırlar. Allah’a karşı saygılıdırlar. Allah’ın ayetlerini geçici bir bedelle değişmezler. Onların alacakları karşılık Rableri katındadır. Allah hesabı çabuk görür.” (Âl-i İmrân, 3/199)

Hıristiyan ve Yahudilerdeki Mesih inancı, beklenen son nebînin gelmediğini iddia etmelerinden ve yerine kendi belirledikleri birini koyma arzularından kaynaklanmaktadır. Onların önde gelenleri bunu bilmektedirler.

Mekkelilerin de büyük ataları uyarılmış, kendilerine nebî olarak Hz. İbrahim ve Hz. İsmail gönderilmişti.  Ama ellerinde, (Tevrat ve İncil gibi) gelecek son nebîye inanmalarını emreden herhangi bir kitapları yoktu. Eğer Resûlullâh onlara gönderilmeseydi iddianız haklı olabilirdi. Onun, bütün insanlığa gönderilen elçi olduğu gösteren ayetlerden birkaçı şöyledir:

“… Bu Kur’an bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyolundu. Yoksa siz, Allah ile beraber başka tanrılar olduğuna şahitlik mi ediyorsunuz? De ki: ‘Ben buna şahitlik etmem.’ ‘O ancak bir tek Allah’tır, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden kesinlikle uzağım’ de.” (En’âm, 6/19) 

“Biz seni bütün insanlara, müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik ama çoğu insan bunu böyle bilmez.” (Sebe, 34/28)

“De ki: Ey insanlar! Ben sizin hepinize Allah’ın gönderdiği elçiyim. Göklerde ve yerde hâkimiyet O’na aittir. O’ndan başka ilah yoktur. Hayat veren ve öldüren O’dur. Siz Allah’a inanıp güvenin; nebî olan ümmi resulüne de. O Resûl de Allah’a ve O’nun sözlerine inanıp güvenir. Ona (Nebî olan Resûle) uyun ki doğru yolu bulasınız.” (A’râf, 7/158)

“İşte böyle. Bunu sana, Arapça kur’anlar (ayet kümeleri) halinde vahyettik ki Anakent’te (Mekke’de) ve çevresinde olanları uyarasın. Geleceğinden şüphe olmayan toplanma günü konusunda da uyarasın. Bir kesim Cennette, bir kesim de alevli ateşin içinde olacaktır.” (Şûra, 42/7) 

“Bereketli olan ve kendinden öncekileri tasdik eden bu Kitabı da biz indirdik. İndirdik ki Anakenti ve çevresini uyarasın. Namazlarına özen gösterip Ahirete inananlar, buna da inanırlar.” (En’âm, 6/92)

[1] Bunu destekleyen ifadeler İncil’de vardır. Aşağıda geçen metinde “O” yerine “Muhammed” kelimesini koyarak okuyunuz:

“Şimdiyse beni gönderenin yanına gidiyorum. Ne var ki, içinizden hiçbiri bana, `Nereye gidiyorsun?’ diye sormuyor. 6Ama size bunları söylediğim için yüreğiniz kederle doldu. 7Size gerçeği söylüyorum, benim gidişim sizin yararınızadır. Gitmezsem, Yardımcı size gelmez. 8O gelince dünyanın günah, doğruluk ve gelecek yargı konusundaki suçluluğunu dünyaya gösterecektir. 9Günah konusunda – çünkü bana iman etmezler. 10Doğruluk konusunda – çünkü Baba’ya gidiyorum, artık beni görmeyeceksiniz. 11Yargı konusunda – çünkü bu dünyanın egemeni yargılanmış bulunuyor. 12«Size daha çok söyleyeceklerim var, ama şimdi bunlara dayanamazsınız. 13Ne var ki O, yani Gerçeğin Ruhu gelince, sizi her gerçeğe yöneltecek. O kendiliğinden konuşmayacak, yalnız işittiklerini söyleyecek ve gelecekte olacakları size bildirecek. 14 O beni yüceltecek.” (İncil, Yuhanna, 16: 5-14)

Vâkıa sûresi 79. ayetteki “mutahharûn” kelimesi ne manaya gelir?

Mutahhar kelimesi, Arapça ism-i mef’ûl kalıbında bir kelime olup “temizlenmiş, temiz tutulmuş” manasına gelmektedir. Vâkıa sûresinin 79. ayetinde “melekler” lafzı açık bir şekilde zikredilmemekte; fakat ayetin öncesi ve sonrasına bakıldığında mutahhar kelimesi ile meleklerin kastedildiği anlaşılmaktadır.

Bir şeyin mutahhar olması onun önceden pis olduğu anlamına gelmez. Mutahhar olan şey her türlü pis ve pisliklerden korunmuş olan şeydir. Nitekim aynı kelime Abese 80/14. ve Beyyine 98/2. ayetlerinde Kur’an sayfaları ve amel defterleri için kullanılmıştır.

Kelimenin Vâkıa 79. ayette “temiz olarak” şeklinde çevrilmesi Arap dili açısından mümkün değildir. Zira ayetteki mutahharûn kelimesi hâl değil; yemessühû fiilinin fâili konumundadır. Buna göre ayetin anlamı şöyle olmalıdır:

“Ona -Levh-i Mahfuz’da bulunan Yüce Kur’an’a- temiz tutulmuş olanlardan başkası dokunamaz.” (Vâkıa, 56/79)

NOT: Lütfen aşağıdaki linkte bulunan görüntülü cevabı da izleyiniz:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/kuran-i-kerime-abdestsiz-olarak-dokunulabilir-mi.html

Kur’an ve fıtrat ilişkisi konusunda bilgi verir misiniz?

İnsan, doğumundan ölümüne kadar, Allah’ın âyetleri ile yüz yüze yaşar.  Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Biz onlara ayetlerimizi, hem çevrelerinde hem de kendi içlerinde göstereceğiz, sonunda onun gerçek olduğu onlar açısından iyice anlaşılacaktır.” (Fussilet, 41/53)

Allah’ın ayetleri yalnız Kur’an’da olanlar değildir. Tüm varlıklarda; göklerde, yerde, hayvanlarda, bitkilerde, kendi içimizde hâsılı her yerde onun ayetleri vardır.  Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Sağlam bilgisi olanlar için yeryüzünde ayetler vardır;

Kendinizde de vardır; onları görmez misiniz?” (Zariyât, 51/20-21)

Her insan, bu ayetlere bakarak Allah’ın varlığı ve birliği konusunda tam bir kanaate ulaşır. Bu sebeple bütün dinlerde ve bütün toplumlarda Allah inancı vardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Onlara sorsan ki:“Gökleri ve yeri ya­ratan, Güneş’e ve Ay’a boyun eğdiren kimdir?” Kesinlikle “Allah’tır” derler. Öyleyse nereden destek alıyor da halden hale giriyorlar?

Allah rızkı, kullarından isteyen ve gerekli güce sahip olan için yayar. Allah her şeyi bilir.

Onlara sorsan ki; “Gökten su indirip ölü toprağı dirilten kimdir?” Şüphesiz “Allah’tır” diyeceklerdir. De ki; Allah neylerse güzel eyler. Ama onların çoğu bunu düşünmezler.” (Ankebut, 29/61-63)

“De ki: Gökten ve yerden size rızık veren kim? Ya da işitmeyi ve görmeyi sağlayan kim? Kimdir o diriyi ölüden çıkaran, ölüyü de diriden çıkaran? Ya her işi çekip çeviren kim? “Allah’tır” di­yeceklerdir. De ki; öyleyse hiç sa­kınmaz mısınız?

İşte sizin gerçek Rabbiniz Allah’tır. Hakkın ötesi sapıklık değildir de ya nedir? Nasıl da döndürülüyorsunuz?” (Yunus, 10/31-32)

İnsana düşen, Allah’tan başka tanrı olmadığına inanmak ve ondan başkasına kul olmamaktır. Bunu yapmayan şirke düşer, yani Allah’ın yanında bir başka varlığı da tanrı edinmiş olur.

Şirk, ortak etmek demektir. Allah’a şirk, ona ait özelliklerden birini veya bir kaçını başka bir varlıkta da görmektir. Bu varlık kimi zaman kişinin kendi arzuları olur ama çoğunlukla Allah’a yakın sayılan büyükler ve ruhanilerdir. Din büyükleri ve ruhaniler, yarı insan yarı tanrı sayılarak Allah ile insan arasında arabuluculuk konumuna getirilirler. Onları din adamları temsil eder. Allah’ın ortağı ile ilişkide olmak, Allah ile ilişkide olmak sayılacağından din adamları bu yolla büyük bir din sömürüsü yaparlar. Her namazda okunan Fatiha suresinde “Allahım! Yalnız sana kul olur, yalnız senden yardım dileriz” ayeti yer alır. Bu ayetin gereğini yapan Müslümanlar, şirkten ve sömürüden uzak bir dini hayat sürerler. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Allah şirki bağışla­maz, onun dışında kalanı dilediği kimse için bağışlar.” (Nisa 4/48)

İnsanların ve tüm varlıkların temel yapısını oluşturan yaratılış, değişim ve gelişim ilke ve kanunları vardır, ona fıtrat denir ((Fıtrat kavramı, Avrupa bilim ve felsefe tarihinde varlık felsefesi olarak yer alır ve son üç yüz yılda ontoloji adı ile anılır.)). Göklerin, yerin, insanların, hayvanların, bitkilerin yani her şeyin yapısı ve işleyişi ona göredir. Bilimde, teknolojide ve insan ilişkilerindeki temel kanunlar da bunlardır. İslam dini tümüyle bu kanunlara uygundur. Çünkü bu dinin sahibi, o kanunları yaratan Allah’tır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Sen yüzünü dosdoğru bu dine, Allah’ın fıtratına çevir. O, insanları ona göre yaratmış­tır. Allah’ın yarattığının yerini tutacak bir şey yoktur. İşte sağlam din bu dindir. Ama in­sanların çoğu bunu bilmez­ler.” (Rum 30/30)

İslam dinine uyan, fıtrata, yani tüm varlıkları oluşturan, geliştiren ve değiştiren kurallar bütününe uymuş, varlıklar âlemiyle tam bir uyum içine girmiş olur. Bu uyumu bozacak oluşumlar, kişiyi, toplumu ve çevreyi de bozar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Şunu görmen gerekmez mi: Göklerde ne var, yerde ne varsa; güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar ve hayvanlar ile insanların birçoğu Allah’a boyun eğmektedir. Birçok kimse de azabı hak etmiştir. Allah kimi aşağılık saymışsa ona değer verecek biri çıkmaz. Allah ne dilerse onu yapar.” (Hac 22/18)

Kur’an ve fıtrat konusunda sitelerimizde daha geniş bilgiler de bulunmaktadır. Aşağıdaki linklerde bulunan yazılarımızdan konu hakkında geniş bilgi edinmeniz mümkündür:

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/kuran-fitrat-iliskisi.html

www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/kurani-aciklamada-usul.html 

 

Radyo, televizyon ve cd’den Kur’an dinlemek hatim yerine geçer mi?

Kur’an’ı okuyanlar okuma sevabı alırlar, dinleyenler ise dinleme sevabı alırlar. Fakat Kur’an okumada asıl olan hiçbir şey anlamadan hatim indirmek değil; onu anlamaya ve yaşamaya çalışmaktır. Kur’an’a bu şekilde yaklaşanlar çok sevap alırlar. Bir kasetten, cd’den Kur’an dinleyecekseniz mealli olanlardan dinleyin. Yani önce ayetin Arapçasını, ardından Türkçe mealini… Böylece yavaş yavaş Kur’an’ı anlamaya başlarsınız.

Kur’an dinlerken tahiyyattaki gibi oturmak gerekmez. Önemli olan o anda başka bir şeyle uğraşmıyor olmanızdır. Kur’an dinleyecekseniz okunan ayetlere yoğunlaşmanız gerekir.

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Kur’ân okunduğu zaman onu dinleyin ve susun; belki ikram görürsünüz.” (A’raf, 7/204)

Daha geniş bilgi için aşağıdaki linklerde yer alan yazılara da müracaat edebilirsiniz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/kurani-arapca-olarak-mi-okumak-daha-iyi-yoksa-mealinden-okumak-mi.html

www.suleymaniyevakfi.org/ramazan/ramazan-ve-kuran.html

NOT: Mealli Kur’an hatmi için www.kurandersi.com/ sitemizden yardım alabilirsiniz. Oradan bilgisayarınıza, cep telefonunuza, MP3’e meal indirebilir veya site üzerinden dinleyebilirsiniz.

Allah’tan geldik, Allah’a döneceğiz ayetini nasıl anlamalıyız?

İlgili ayet şöyledir:

“Onlar, başlarına bir sıkıntı gelince şöyle derler: “Biz, Allah’a aidiz. Zaten, ona döneceğiz.” (Bakara, 2/156)

Bu ayetin tefsirinde Fahreddin Razi şöyle demektedir:

“Ayetin “Biz, Allah’a aidiz.” kısmı, bizim, Allah’ın mülkü olduğu­muzu itiraftır. “Zaten, ona döneceğiz.” kısmı ise öleceğimizi ve fâni olduğumuzu ikrardır.

Allah’a dönmek, mekâna veya cihete geçmek manasında değil­dir. Çünkü bu Allah hakkında imkânsızdır. Daha doğrusu bundan murat kulun, Allah’tan başka hiç kimsenin hüküm sahibi olamayacağı bir yere varacağı­dır. Bu da âhiret yurdudur. Çünkü o zamanda, onlara hiçbir kimse ne bir fay­da verebilecek, ne de bir zararı savuşturabilecektir. Fakat dünyada bulundukları müddet esnasında ise, zahire göre Allah’tan başkaları onlara zarar ve fay­da verebilir. İşte Cenâb-ı Hak bunu, kendisine bir rücû (dönüş) olarak kabul etmiştir. Nitekim Arapça’da “Melik’e ve devlete dönülür, varılır” denilir. Bundan mak­sat, “ona intikal edilir, gidilir” manası olmayıp, “onun kudretine başvurulur ve anlaşmazlık ona götürülür” demektir.”

Razi buna benzer bir ifadenin yer aldığı Bakara suresinin 46. ayetinde de şunları söylemektedir:

“Allah’a rücû etmekten maksat, insanların Allah’tan başka bir sahibi olmadığı, O’ndan başka hiç kimsenin onlara herhangi bir fayda ve zarar veremediği bir yere rucu etmektir. Nitekim onlar, ilk yaratılışlarında da böyleydiler. Böylece onların ilk önce oldukları hale döndürülüşleri, Allah’a rücu kabul edilmiştir. Çünkü onlar, hayattayken, her ne kadar Allah bütün hallerde onların sahibleri idiyse de, O’ndan başka varlıklar hükmediyor ve onlara (zahiren) zarar ve fayda verebiliyordu.”

Lütfen aşağıdaki linki de tıklayın:

www.fetva.net/kuran-yazili-fetvalar/inna-lillahi-ve-inna-ileyhi-raciun-ayeti-ne-manaya-geliyor.html

Kur’an Türkçeye ilk olarak ne zaman tercüme edilmiştir?

Kur’an-ı Kerim’in tercüme edildiği en eski dillerden biri Türkçe’dir. Kur’an’ın Türkçe tercümelerinin en eski tarihi olarak hicrî 4-5. asırlar (miladi 10-11.) gösterilmektedir. Bu dönemde Türkler Uygur alfabesini kullanıyorlardı. Bu bakımdan ilk Türkçe Kur’an tercümeleri Uygurca olmalıdır.

İlk olarak yapılanlar satır arası tercümelerdir. Müellifleri ise belli değildir. Bunlar tam tercüme değildir. Arap harfleri ile yapılan ilk tam Kur’an tercümesi daha önce Farsça tercüme heyetinde yer alan Türk âlimler tarafından hicrî 5. Yüzyılda yapılmıştır.

Konu hakkında çok daha detaylı bilgi almak isterseniz size bir kitap tavsiye ederiz:

Hidayet Aydar, Kur’an-ı Kerim’in Tercümesi Meselesi, İstanbul, Kur’an Okulu Yayıncılık, 1996. Aynı yazarın Diyanet İslam Ansiklopedisi’nin “Kur’an” maddesindeki “Kur’an’ın Tercümesi” bölümüne de başvurulabilir. (Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 26, s: 404-409)

Bakara Suresi 54. ayette yer alan “nefislerinizi öldürün” ne manaya gelir?

Bakara suresinin 54. ayeti mealen şöyledir:

“Bir gün Musa ulusuna şöyle seslenmişti: “Ey ulusum! Siz o buzağıya tutulmakla kendinizi kötü duruma düşürdünüz. Hemen Yaratıcınıza tevbe edin, sonra kendinizi öldürün. Bu, Yaratıcınız katında sizin için daha iyidir.” Sonra Allah tevbenizi kabul etmişti. O, tevbeleri kabul eder, ikramı boldur.”

Ayetteki “Nefislerinizi öldürün” ifadesi “birbirinizi öldürün” anlamındadır. Nitekim buna benzer bir ifade yine aynı surenin 85. ayetinde de geçmektedir.

Bu konu Tevrat’ta şöyle geçer:

“Musa ordugâhın girişinde durdu, «RAB’den yana olanlar yanıma gelsin!» dedi. Bütün Levililer çevresine toplandı.

Musa şöyle dedi: «İsrail’in Tanrısı RAB diyor ki: “Herkes kılıcını kuşansın. Ordugâhta kapı kapı dolaşarak kardeşini, komşusunu, yakınını öldürsün.»

Levililer Musa’nın buyruğunu yerine getirdiler. O gün halktan üç bine yakın adam öldürüldü.

Musa, «Bugün kendinizi RAB’be adamış oldunuz» dedi, «Herkes öz oğluna, öz kardeşine düşman kesildiği için bugün RAB sizi kutsadı.» (Tevrat: Çıkış, 32/26-29)

Bu cevabın videosunu izlemek için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/bakara-suresi-54-ayette-gecen-nefislerinizi-oldurun-ne-manaya-gelir.html

Allah insanlara zulmeder mi?

Bu ayetlerden Allah kullarına çok zulmetmez ama az zulmeder anlamı çıkmaz. Zira Allah Teâlâ, “Allah zerre kadar zulmetmez ve eğer bir iyilik olursa onu kat kar artırır, ayrıca kendi tarafından da büyük bir mükâfat verir.” (Nisa, 4/40); “Şüphesiz ki Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez, fakat insanlar kendilerine zulmederler.” (Yunus, 10/44) buyurmuştur.
 
Zallâm kelimesi mübalağa ifade eder tabi. Bu kelimenin geçtiği ayetlerden biri şöyledir:
 
“Allah fakirdir; biz zenginiz” diyenlerin sözünü Allah elbette işitti. Onların bu sözünü ve Peygamberleri haksız yere öldürmüş olmalarını bir kenara kaydettik. Bir gün şöyle diyeceğiz; “Şu yangının azabını tadın bakalım.
 
Siz, ettiğinizi buldunuz. Allah kullarına asla yanlış yapmaz.” (Âl-i İmrân, 3/181-182) 
 
Bu ayeti şöyle anlamak lazımdır: Eğer kendi yaptıklarınızdan değil de tamamen Allah’ın -hâşâ- keyfi kararı ile Cehennemde yansaydınız bu takdirde bu “çok büyük bir zulüm” olurdu. Hâlbuki Allah böyle bir zalimliği asla yapmaz. Bunun anlamı, “bu zalimliği yapmaz ama başka zalimlik yapar” olamaz. (Benzer ayetler için bkz: Enfâl, 8/50-51; Hacc, 22/8-10; Fussilet, 41/46; Kâf, 50/29)

Sadece Allah’tan yardım istemek ne manaya gelir?

Allah Teâlâ insanların iyilik ve takva konusunda birbirleri ile yardımlaşmasını emretmiş, şöyle buyurmuştur:

Erdemli olma ve takva /yanlışlardan korunma konusunda birbirinizle yardımlaşın ama günah ve taşkınlık konusunda yardımlaşmayın. Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının. Allah’ın cezalandırması çetindir.” (Mâide, 5/2)

Kehf, 18/95. ayette de Zülkarneyn’in insanlardan yardım istediği açık bir şekilde görülmektedir. Sadece Allah’tan istenecek olan yardım, Allah’tan başkasının yapamayacağı yardımdır. Duaların kabulü, olağanüstü yardım, her şeyi görmesini/işitmesini/bilmesini istemek gibi.. Bunları Allah’tan başkası yapamayacağı için bir başkasından bunları beklemek şirk olur. Nitekim bunlarla ilgili olarak birçok ayet vardır. Bu yüzden Fatiha suresinde yer alan “sadece senden yardım isteriz” cümlesinin anlamı “senden başkasının yapamayacağı şeyleri başkasından değil; sadece senden isteriz” demek olur.

Âl-i İmran 38-40. ayetleri nasıl anlamalıyız?

Zekeriya aleyhisselamın Allah’tan bir çocuk isteyip müjdeyi alınca şaşırması ilk başta garip görülebilir. İyi düşününce çocuğu kendine değil o ana kadar bakımını üstlendiği Meryem validemize istediği anlaşılır. Çünkü Meryem evlenme çağına girmişti. Zekeriya aleyhisselam Meryem’i kendi kızı gibi bildiğinden onun çocuğu, kendi çocuğu demekti. Bu da Meryem’in bir an önce evlenmesini istemekti. Çünkü her girişinde Mabetteki odada bir yiyecek bulması onu kuşkulandırmış olmalıydı. Ama Meryem’e çocuk isterken meleklerin ona kendisinin çocuğunun olacağını müjdelemesi onu çok şaşırtmıştı.

Bu, tabii ki bir mucizedir ve aynı zamanda zihinleri İsa aleyhisselama hazırlamadır. Çünkü yaşlı koca ile kısır bir kadının çocuğu olabiliyorsa kimseyle ilişkiye girmemiş genç bir kadının da çocuğu olabilir.

En’am suresinin 165. ayetini nasıl anlamalıyız?

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
 
“Sakın Allah’ın, peygamberlerine yaptığı vaadden cayacağını zannetme! Allah elbette mutlak galiptir, intikam sahibidir.
 
Gün gelir, yer başka bir yere, gökler de başka göklere çevrilir. Bütün insanlar kabirlerinden kalkıp tek hâkim olan Allah’ın huzuruna çıkarlar.
 
O gün, suçluları zincirlere vurulmuş olarak görürsün.
 
Gömlekleri katrandan olacak, yüzlerini ateş bürüyecektir.
 
Bu, Allah herkese yaptığının karşılığını vereceği için böyledir. Doğrusu Allah hesabı çabuk görür.” (İbrahim, 14/47-51)
 
Görüldüğü gibi yukarıda anlatılanlar dünyada değil; kıyamette olacak şeylerdir. Son ayete göre Allah’ın hesabı çabuk olacağı için bu hesabın sonucu olan cezalandırma da çabuk olacaktır. Bu yüzden En’am suresinin ilgili ayetinin meali şöyle olmalıdır:
 
“Bu topraklarda sizi, öncekilerinin yerine geçiren odur. Kiminizi kiminizden kat kat üstün kılmıştır ki, size verdikleriyle sizi denesin. (Deneme bitince) Rabbinin cezalandırması çabuk olur. Ayrıca o, çok bağışlar, ikramı da boldur.” (En’âm, 6/165)
 
Bunu destekleyen birkaç ayet de şöyledir:
 
“Eğer Allah, insanlara hayrı verdiği çabuklukta şerri de verseydi onların sonları gelirdi. Bize kavuşmayı ummayanları kendi azgınlıkları içinde bırakırız, bocalar dururlar.” (Yunus, 10/11)
  
 “Eğer Allah, zalimce davranışlarından ötürü insanların, hemen yakasına yapışsa yeryüzünde bir tek canlıyı sağ bırakmazdı. Fakat o insanlara belirli bir sürenin sonuna kadar mühlet tanır. Süreleri dolunca onu, ne bir an erteleyebilirler ve ne de öne alabilirler.” (Nahl, 16/61)
 
“Senin mağfireti bol Rabbin, merhametlidir. Eğer işledikleri suçları sebebiyle onları cezalandıracak olsaydı, azabı onlara hemen gönderirdi. Fakat onlar için belirlenmiş bir süre vardır ki o vade geldiğinde Allah’ın cezasından kaçıp sığınacak hiçbir yer bulamazlar.” (Kehf, 18/58)
 
“Allah insanları işlediklerine karşılık hemen yakalayıverseydi, yeryüzünde bir canlı bırakmaması gerekirdi. Ama onları belli bir süreye kadar erteler. Süreleri gelince gereğini yapar. Doğrusu Allah kullarını görmektedir.” (Fâtır, 35/45)