Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Kur’an

Bir peygamberin ölümü için helak kelimesi kullanılabilir mi?

Helak kelimesinin sözlük anlamları için de “ölmek” de vardır. Mesela aşağıdaki ayette, kelime bu anlamda kullanılmıştır:

Senden fetva istiyorlar, de ki; kelâle konusundaki fetvayı size Allah veriyor. Bir kimse çocuğu yokken helâk olur (heleke), bir kız kardeşi olursa bıraktığının yarısı onun olur. …” (Nisa 4/176)

Aynı kelime Mü’min suresinin 34. ayetinde Yusuf aleyhisselam için de kullanılmıştır:

“Andolsun ki, (Musa’dan) önce Yusuf da size açık deliller getirmişti ve onun size getirdiği şeyler hakkında şüphe edip durmuştunuz. Nihayet o ölünce (heleke) «Allah ondan sonra peygamber göndermez» dediniz. İşte Allah o aşırı giden şüphecileri böyle saptırır.”

Ayetlerden bu kelimenin bir peygamber için de kullanılabileceği görülmektedir.

Dâd harfinin okunuşu nasıl olmalıdır?

Bahsettiğiniz sorun Arap olmayan ve Arapça alfabe kullanmayan milletlerle alakalı bir sorun. Mesela Arapça’daki (خ ح ه) harflerini Türkçede sadece H harfi ile karşılamak zorundayız. Hâlbuki bunlar birbirinden tamamen farklı harfler olup zaman zaman anlamda büyük kaymalara yol açmaktadır. Aynı şey (د ط ض) harfleri için de geçerlidir. Bu harflerin üçüne birden D harfi kullanıldığında bir eksiklik meydana gelmektedir.

Siz Arap kurrasının okuyuşunu dikkate alın. Zira özellikle Fatiha suresinin sonunda yer alan (ولا الضالين)  kelimesi (ولا الظالين) şeklinde zâ harfi ile okunursa bu durumda mana: “bizi sapıtmışların yoluna koyma” yerine “bizi gölgelenenlerin yoluna koyma” şeklinde tamamen değişmektedir.

Kur’an’da bahsedilen As­hâbü’l-Hicr, hangi peygamberin halkıdır?

Kur’ân-ı Kerîm’de belirtildiğine göre As­hâbü’l-Hicr dağlarda oydukları güvenli ev­lerde yaşayan, Allah’ın ayetlerinden yüz çevirip peygamberlerini yalanlayan bir ka­vimdi. Bir sabah vakti korkunç bir sesle gelen felâketle cezalandırılmışlar, yaptık­ları şeyler ve kazandıkları kendilerine fay­da vermemiştir (Hicr 15/80-84).

Ashâbü’l-Hicr’in Kur’an’da anlatılan özellikleri dikkate alınırsa bunların Semûd kavmi olduğu anlaşılır. Zira ilâhî ayetlerden yüz çevirme ve kendilerine gönderilen pey­gamberleri yalanlama, inanmayan kavim­lerin ortak özelliği olmakla birlikte kor­kunç bir sesle cezalandırılma Kur’an’da Lût (Hicr 15/73; Sâd 38/13-14), Şuayb (Hûd 11/94; Sâd 38/13-14) ve Salih (Hud 11/67; Kamer 54/31) peygamberlerin kavimleriyle ilgili olarak zikredilmekte, ka­yaları oyup evler yapma işi ise sadece Sa­lih’in kavmi Semûd’un özelliği olarak be­lirtilmektedir (Arâf 7/74; Şuarâ 26/ 141 -159).

Bu hususu dikkate alan müfessirler Hicr sûresinde kıssaları anlatılan Ashâbü’l-Hicr’in kendilerine Salih’in pey­gamber olarak gönderildiği Semûd kav­mi olduğunu kabul etmişlerdir. (Ömer Faruk Harman, “Hicr”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 17, s: 454-455)

Kur’an kıssaları yaşanmış gerçek olaylar mıdır?

Kur’an-ı Kerim sık sık önceki Peygamberlerden ve ümmetlerinden bahseder. Bunlara kıssa denir. Bunlar birer hikâye veya temsil olmayıp hepsi haktır, gerçektir, hepsi yaşanmıştır. Kıssalardan hemen sonra yer verilen aşağıdaki ayetler bunun delilleridir:

“Ya Muhammed! Bu, gayb bilgilerindendir; bunu sana vahiy yolu ile bildiriyoruz. Yoksa Meryem’i hangisi himayesine alacak diye, aralarında kur`a çekerlerken sen onların yanında değildin, bu konuda tartışırlarken de yanlarında değildin.” (Âl-i İmrân, 3/44)

“Şüphesiz bu anlatılanlar gerçek olaylardır. Allah’tan başka ilah yoktur. Allah, gerçekten güçlüdür, doğru karar verir.” (Âl-i İmrân, 3/62) 

“(Resûlüm!) İşte bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen biliyordun ne de kavmin. O halde sabret. Çünkü iyi sonuç (sabredip) sakınanlarındır.” (Hûd, 11/49)

“Bu sana anlattıklarımız, kasabaların başından geçenlerdir. Onların bir kısmı hala duruyor, bir kısmı ise silinip gitmiştir.

Onlara biz zulmetmedik; fakat onlar kendilerine zulmettiler. Rabbinin (azap) emri geldiğinde, Allah’ı bırakıp da yalvardıkları tanrıları, onlara hiçbir şey sağlamadı, ziyanlarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı.” (Hûd, 11/100-101)

“Peygamberlerin haberlerinden senin kalbini (tatmin ve) teskin edeceğimiz her haberi sana anlatıyoruz. Bunda sana gerçeğin bilgisi, müminlere de bir öğüt ve bir uyarı gelmiştir.” (Hûd, 11/120)

“(Ey Muhammed!) Biz, sana bu Kur’an’ı vahyetmekle geçmiş milletlerin haberlerini sana en güzel bir şekilde anlatıyoruz. Gerçek şu ki, sen bundan önce (bu haberleri) elbette bilmeyenlerden idin.” (Yusuf, 12/3)

“İşte bu (Yusuf kıssası) gayb haberlerindendir. Onu sana vahyediyoruz. Onlar hile yaparak işlerine karar verdikleri zaman sen onların yanında değildin (ki bunları bilesin).” (Yusuf, 12/102)

“Sağduyuluların, peygamberlere ilişkin hikâyelerden alacakları ibret dersleri vardır. Bu Kur’an bir düzmece sözler dizisi değildir. Tersine O, kendisinden önceki kutsal kitapları onaylayan, her şeyi ayrıntılı biçimde anlatan, mü’minler için doğru yol kılavuzu ve rahmet olan gerçek bir ilahi kitaptır.” (Yusuf, 12/111)

“Biz sana onların başından geçenleri gerçek olarak anlatıyoruz. Hakikaten onlar, Rablerine inanmış gençlerdi. Biz de onların hidayetini arttırdık.” (Kehf, 18/13)

“İşte böylece sana geçmiş mühim olaylardan bir kısmını anlatıyoruz. Tarafımızdan sana da bir zikir verdik.” (Tâhâ, 20/99)

Bütün bu ayetlerden sonra kıssaların gerçekte yaşanmış olduğunu kabul etme zorunluluğu vardır.  Temsili birer hikâye olduğunu söyleyenlerin dayandıkları bir delil yoktur. Delilsiz ve dayanaksız olan bu iddiaları dikkate almamak gerekir.

Nûr 33’e göre iffetli kalmak istemeyen cariyeler fuhşa zorlanabilir mi?

Ayetin doğru meali şöyledir:

“Eğer namuslu kalmak isterlerse kızlarınızı, şu hayatın malını arzu ederek isyana ((İsyan diye tercüme edilen “el-biğâ البغاء ” kelimesi sözlükte, gerekenden fazlasını isteme anlamına gelir. Bu istek, daha iyisini yapmak için olursa güzel, doğru olmayanı yapmak için olursa kötü olur. İsyan, doğru olmayanı yapmaktır. (Er- Rağıb el- İsfehâni, Müfredâtu elfâz’il-Kur’an, Safvan Adnan Davûdî’nin tahkikiyle, Dımaşk-Beyrut, 1412/1992, BĞY maddesi)
))
zorlamayın ((Nur 24/33. Buhârî bu ayeti, zorla kıyılan nikâhın geçersiz olacağına delil göstermektedir. Bkz. Buhârî, İkrah, 3.)) .”

Tefsirlerin ve meallerin tamamına yakını ise ayete şu şekilde anlam vermişlerdir:

“Eğer namuslu kalmak isterlerse cariyelerinizi, dünya hayatının malını arzu ederek zinaya zorlamayın.”

Bunun için iki kelimenin anlamı değiştirilmiştir. Genç kızlar demek olan “feteyât فـتيات” a mecaz olarak cariye, yani kadın köle, isyan demek olan “el-biğâ البغاء ” kelimesine de mecaz olarak zina anlamı verilmiştir.

Kelimeye mecaz anlamı vermek için sözlük anlamının uygun düşmemesi gerekir. Burada ise sözlük anlamının dışına çıkmak uygun düşmez. Çünkü o zaman, namuslu kalmak istemeyen cariyeye, zorla da olsa zina yaptırıp para kazanmanın helal olacağı gibi Kur’an’a ters bir anlam ortaya çıkar. Tefsir bilginleri, sebep oldukları bu duruma şaşırmış, kendi elleriyle yaptıkları bu şeyden adeta korkmuş, ayeti o yanlış yorumları içinde bırakıp uzaklaşmışlardır.

Daha şaşırtıcı olanı “el-biğâ البغاء ” kelimesinin zina anlamına geldiğini birçok Arapça sözlüğün yazmasıdır. İbn Manzûr’un bildirdiğine göre kelimeye bu anlamı veren İbn Hâleveyh ( ابن خالويه ) olmuştur. (İbn Manzûr, Lisan’ul-Arab, bğy maddesi) Bu şahsın Şiî-İsmailî olduğu ileri sürülmüştür (Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1999, İbn Haleveyh maddesi)

Bununla ilgili görüntülü cevabımızı aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/nur-suresi-33-ayette-bize-anlatilmak-istenen-sey-nedir.html