Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Kur’an

Kur’an-ı Kerim’i anlamada ictihadi faaliyetlerin önemi nedir?

Hûd suresinin 1 ve 2. ayetleri mealen şöyledir:

“Elif, Lâm, Râ. Bu, ayetleri hakîm (doğru karar veren) ve habîr (her şeyden haberdar) olan Allah tarafından muhkem kılınmış ve de açıklanmış bir kitaptır. Böyle olması Allah’tan başkasına kulluk etmemeniz içindir. (De ki:) Ben de O’nun tarafından size uyarı yapan ve müjde veren biriyim.”

Görüldüğü üzere Kur’an’ı açıklamayı bizzat Yüce Allah üzerine almıştır. Kıyamet suresinin 16 ila 19. ayetlerini de aynı doğrultuda anlamak gerekir. Bize düşen, Allah’ın açıklamalarını tespit etme gayreti göstermektir. İctihad faaliyeti ancak bu aşamada söz konusu olabilir. Bu ön kabulden hareketle, Allah’ın açıklamalarına ulaşmak için gösterilen ictihadî faaliyet, insan olmamız sebebiyle hatalara açıktır ve bu mazur görülür. Yapılan ictihadî faaliyetlerde niyet, Allah’ın açıklamalarını tespit değil de Kur’ân’da olmadığı iddia edilen çözümlerin oluşturulması olursa pek çok şâri’ (kural koyan kişi, makam) ortaya çıkar ki bu durumda “indirilmiş” değil “oluşturulmuş” dinin dindarları oluruz.

Kur’an’ın açıklanması usulüne dair aşağıdaki linkte geniş bilgi vardır. Okumanızı tavsiye ederiz:

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/kurani-aciklamada-usul.html

Dr. Fatih Orum

Kur’ân’ın anlaşılmasında Arapça sözlüklere ne kadar güvenilir?

Kur’ân’ın açık bir kitap olması, açıklamayı Allah’ın yapması anlamındadır. Bize düşen ise açıklamaları tespit etme gayreti göstermektir. Bunu belli bir usul çerçevesinde yapmamız gerekir. Bu usule dair Kur’ân’da detaylı açıklamalar olduğunu görüyoruz.

www.suleymaniyevakfi.org/kuran-arastirmalari/kurani-aciklamada-usul.html

Muhkem ve müteşabih ayetleri mesânî prensibine göre anlam kümeleri oluşturacak şekilde bir araya getirmek bu usulün ana prensibini oluşturuyor. Ancak irtibat kurarken çeşitli kriterleri de dikkate almamızı bizzat Kur’ân emrediyor. İşte bunlardan biri de Arap dilidir.

Bir meselede çözüme gitmenin, yani o meseleyle ilgili anlam kümesini oluşturmanın yolu, anlam ve lafızda irtibat kurmayla olur. Lafız boyutuyla ilgilenirken o lafza Kur’ân’ın verdiği anlamların önemi çok büyüktür. Bu aşamada sözlükler de kullanılır. Ancak sözlükler salt delil olamaz. Sözlükler, insanların oluşturdukları ıstılahları ve belli bir görüşü ön plana çıkarma gayreti içinde de olabilir. Bu yönüyle sözlük alıntıları kontrol dâhilinde olmalı ve lafızlara anlam verirken Kur’ân’ın bütünlüğü dikkate alınmalıdır. Mesela

ما بال الحائض تقضي الصوم ولا تقضي الصَلاة ؟ فَقَالَتْ: أحَرُورِيَّةٌ أنْتِ؟ قلت لست بحرورية ولكني أسأل. قالت كان يصيـبنا ذلك فَنُؤْمَرُ بقَضَاءِ الصَّوْمِ وَلا نُؤمَرُ بِقَضَاءِ الصَّلاةِ.

hadisinde geçen “kaza” kelimesine, bir ibadeti vaktinden sonra yerine getirme anlamı veren sözlükler vardır. Hâlbuki kelimenin doğru anlamı, bir ibadeti vaktinde ve tam yapmaktır.

Dr. Fatih Orum

Kur’an hangi konuda bize aydınlatıcı bilgiler verir?

Kur’ân, insanın dünya ve ahireti ile ilgili her konuda bilgi verir. Kur’ân bunu “hatırlatma”, “uyarma”, “aydınlatma”, “müjdeleme” gibi usullerle yapar.

Şirk konusu üzerinde ısrarla durur. Bununla, insanı bu dünyada hür ve ahirette mutlu kılmayı amaçlar.

Dünyanın bir imtihan yurdu olduğunu sık sık hatırlatır. Böylece kulun, hayatı anlamlandırmasını ister.

Kur’an’da Allah-kul ilişkisinin sağlam bir temele oturtulabilmesi için ibadetler üzerinde durulur.

Yeryüzünde fesadın olmaması için haklara dokunulmamasını ve geçmiş milletlerden ders alınmasını ister.

İnsanın kendisini ve çevresini keşfedip medeniyet kurabilmesi için fıtrata vurgu yapar.

Çok genel hatlarıyla toparlayacak olursak Kur’ân, kişinin Allah ile, kendisi ile ve çevresi ile ilgili tüm ilişkilerini düzenler.

Dr. Fatih Orum

Ümmet kelimesi Kur’an’da kaç farklı manada kullanılmıştır?

Ümmet kelimesi Kur’ân’da farklı manalarda kullanılmıştır. Bunları dört başlık altında toplamak mümkündür:

1. “Din, akide” anlamında: Yunus, 10/19; Enbiya, 21/92

2. “Cemaat, topluluk” anlamında: A’raf, 7/159 ve 181

3. “İmam, önder” anlamında: Nahl, 16/ 120

4. “Zaman”, “uzun zaman” anlamında: Hud, 11/8; Yusuf, 12/45.

Hud Suresi 8. ayet ile Yusuf Suresi 45. ayette geçen ümmet kelimesi “zaman topluluğu” yani “uzun bir süre” anlamında kullanılmıştır. Bu kelimenin neden kullanıldığına dair söylenecek olanlar, nihayet bir yorumdan öteye geçemez. Neticede her dilde olduğu gibi Arap dilinde de bir kelimenin birden fazla manaya gelmesi ve aynı manayı ifade eden birden çok kelime bulunması normaldir.

Kur’an sadece erkeklere hitap eden bir kitap mıdır?

Kur’an sadece erkeklere değil kadın-erkek her Müslümana hitap eden bir kitaptır. Ayetlerde geçen “Ey Âdemoğulları”, “ey insanlar”, “ümmet”, “kavim”, “erkek ve kadın”, “mü’min erkekler mü’min kadınlar”, “Müslüman erkekler, Müslüman kadınlar” vs. gibi umumi hitapların kapsamına daima kadınlar da dâhildir.

Fakat vahyin ilk muhatabı Nebîmiz olduğu için birçok hüküm doğrudan onun şahsına hitap edilerek bildirilmiştir.

Mesela aşağıdaki ayetler böyledir:

“Mümin erkeklere söyle, gözlerini (haramdan) sakınsınlar, mahrem yerlerini korusunlar…” (Nûr, 24/30)

“Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (haramdan) sakınsınlar; mahrem yerlerini korusunlar. Güzelliklerinden görünen kısım dışındakileri açmasınlar. Başörtülerinin bir kısmını yakalarının üstüne vursunlar. …” (Nûr, 24/31)

“Ey Nebî! Eşlerine, kızlarına ve inanıp güvenenlerin kadınlarına söyle de cilbablarını (büyük başörtülerini) üzerlerine yaklaştırsınlar….” (Ahzâb, 33/59)

Bu ifadelerde anormal bir durum yoktur. Bazı ayetlerde de hitap doğrudan kadınlara olmuştur:

“Ey Nebi’nin hanımları! Sizden kim ispatlanabilir bir fuhuşla gelirse o suçun cezası iki kat olur. Bu Allah’a kolaydır.” (Ahzâb, 33/30)

“Sizden kim de Allah’a ve Elçisine boyun eğip iyi iş yaparsa ona da iki kat ödül veririz. Zaten ona cömertçe rızık hazırlamışızdır.” (Ahzâb, 33/31)

“Ey Nebi’nin hanımları! Siz kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Allah’tan sakınıyorsanız cilveli konuşmayın, kalbi bozuk olan kimse umuda kapılır. Sözü, ciddiyeti bozmadan söyleyin. “ (Ahzâb, 33/32)

“Evlerinizde oturun, önceki Cahiliye döneminde olduğu gibi dişiliğinizi öne çıkarmayın, namazı tam kılın, zekatı verin. Allah’a ve Elçisine itaat edin. Ey ehl-i beyt! Allah’ın istediği, sadece, sizden pislikleri uzak tutmak ve sizi tertemiz yapmaktır. “ (Ahzâb, 33/33)

Batılı bilim adamlarının Kur’an’ın tahrif edildiği iddialarına ne diyorsunuz?

Bu tür iddiaların hiçbir bilimsel dayanağı yoktur. İlk muhataplarının Arap olması dolayısıyla Kur’an Arap dilinde indirilmiştir. Buna rağmen birkaç kelimenin o dönemde yaşayan yakın dillerden alınarak Arapçalaştırıldığı tefsir ve usul kitaplarında zikredilmektedir. Fakat bunlar bizzat Allah tarafından kullanılmış olup, daha sonra insanlar tarafından değiştirilmemiştir.

www.fetva.net/yazili-fetvalar/kuran-bir-kitap-haline-getirilirken-herhangi-bir-mudahale-olmus-mudur.html

Ayrıca sizin de belirttiğiniz gibi her dilde buna benzer kullanımlar vardır. Köken olarak başka dile ait bir kelime yeni bir anlam kazanarak yeni bir dilde kullanabilir.

Huri kelimesinin kökenine ve ne manaya geldiğine gelince:

“Hûr kelimesi “beyaz olmak, beyazlaş­mak” anlamındaki haver kökünden sıfat olan havranın çoğulu olup Türkçe’de te­kili için kullanılan hûrî Arapça’da yoktur. Araplar, çölde yaşayan kadınların aksine şehir hanımlarının ten beyazlığını ifade etmek için havâriyyât kelimesini kullanır­lar.

Haver kökünden türeyen kelimeler çeşitli ayet ve hadislerde bir güzellik un­suru olarak göze nispet edilmiştir. Arap dilcileri bu durumda kelimenin ne anlama geldiği, yani haver ile ifade edilen göz şeklinin hangi nitelikleri taşıdığı ko­nusunda farklı görüşler ileri sürmüşler­dir. Asmaî, gözdeki haverin ne anlama geldiğini bilmediğini söylerken genellikle dilciler huri için “beyaz tenli, gözünün be­yazı saf, siyahı koyu ve yuvarlak, göz ka­pakları ince ve nazik” tasvirini yapmışlar­dır. Bir telakkiye göre huri, ceylan gözlü, yani gözünün tamamı siyah olan demek­tir ki böylesine insanlarda rastlanmaz.

İlgili âyet ve hadislerde hûr kelimesinin yanında zaman zaman “în” sı­fatı da zikredildiğinden iri gözlü (şahin göz­lü) olmayı da bu tasvire ilâve etmek gere­kir.” (Bekir Topaloğlu, “Huri”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 18, s: 387)

Sad sûresi 29. ayeti niçin meallerden farklı bir şekilde tercüme ettiniz?

Ayetin mealine herhangi bir ekleme yapılmamıştır. “Ayetlerindeki ilişkiler ağını görsünler” ifadesi; لِّيَدَّبَّرُوا آيَاتِهِ kelimelerinin mealidir.

لِّيَدَّبَّرُوا sözüدُبْر kökündendir ve ليتدبروا = tedebbür etsinler, anlamındadır. دُبْر “arka” demektir. Tedebbür, bir şeyin önünü, arkasını ve anlamının nereye varacağını düşünmektir[1].

Keşşaf tefsirinde bu ayetle ilgili şöyle bir açıklama vardır:

“Ayetleri tedebbür; onları düşünmek, ilk anlamının götürdüğü doğru bağlantıları ve güzel manaları görmektir. Çünkü okunan ayetin ilk anlamı ile yetinen, çoğu kere ondan fayda görmez. Bu kişi yeni doğum yapmış bol sütlü devesi olduğu halde onu sağmayan kimse gibidir. Ya da çokça doğum yapabilecek bir dişi tayı olan, ama ondan yavru almak istemeyen kişiye benzer. (Tabiîn ulemasından) Hasan (Basrî)’nin şöyle dediği bildirilmiştir:

“Bu Kur’an’ı, bağlantılarını bilmeyen çocuklar ve köleler de okurlar. Harflerini ezbere bilirler ama onu çevreleyen şeyin farkında olmazlar. Böyle birisi tutar der ki: “Vallahi, bir tek harf bırakmadan Kur’an’ı okudum.” Ama vallahi o Kur’ân’ın tamamını bırakmıştır. Çünkü onun ahlakında da davranışında da Kur’ân’ın etkisi görülmez. Vallahi! Onu çevreleyen şeyi bilmeden ezberlemek de ne oluyor? Vallahi onlar doğru karar veren kişiler olmadığı gibi hafız da değillerdir. Allah böyle insanların sayısını artırmasın!… Allahım! Bizi tedebbür eden âlimlerden eyle. Kendini bir şey sayan okuyuculardan da koru[2].”

Tedebbürün Türkçe karşılığını meale taşıyabilmek için “ayetlerindeki ilişkiler ağını görsünler” ifadesini kullandık. Onun yerine “ilişkili olduğu ayetleri düşünsünler” ifadesi de kullanılabilirdi. Bize göre ayetin anlamı Türkçeye başka şekilde taşınamaz.

 


[1] ودَبَّرَ الأَمْرَ وتَدَبَّره: نظر في عاقبته، ، والتَّدَبُّر: التفكر فيه. Lisan’ul-Arab.

[2] Ebu’l-Kasım Carullah Mahmud b. Ömer ez-Zemahşerî, elKeşşâf, Tahkik: Adil Ahmed Abdülmevcud, Ali Muhammed Muavvıd, Mektebetü’l-Ubeykan, Riyad, 1998, c: 5, s. 263.

A’râf sûresi 54. ayete göre gece mi önce gelir, gündüz mü?

A’raf Suresi 54. âyetin ifadesi şöyledir:

“O, gündüzü kendini sürekli kovalayan gece ile örter.”

Kovalayan daima arkada olduğu için gece her gün gündüzü kovalıyor, yakalıyor, üstünü örtüyor ama bir türlü geçemiyor. Yani bu ayet Yasin Suresinin 40. ayetini biraz daha açıklamış olmaktadır. Dolayısıyla bu ayete dayanarak gecenin gündüzden önce geldiğini söylemek mümkün değildir.

“İslami hesaba göre gece mi önce gelir, yoksa gündüz mü?” Sorusunun cevabı hakkında daha geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/islami-hesaba-gore-gece-mi-once-gelir-gunduz-mu.html

Kur’an-ı Kerim 23 yıl içinde mi, yoksa sadece 1 aylık bir sürede mi indi?

Bakara sûresinin 185. ayeti, Duhân sûresinin ilk ayetleri ve Kadir sûresi’nde Kur’an’ın Ramazan ayında mübarek bir gecede yani Kadir gecesinde indirildiğinden bahsedilmektedir. İlgili ayetler şöyledir:

“Ramazan ayı ki o ayda insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an indirilmiştir.” (Bakara, 2/185)

“Hâ Mîm. Andolsun o apaçık kitaba ki, biz onu mübarek bir gecede indirdik. Çünkü biz uyarıcıyız. O gecede her hikmetli buyruk ayrılır ve katımızdan bir emirle ilgilisine yollanır.” (Duhân, 44/1–5)

“Muhakkak ki biz Kur’an’ı Kadir gecesinde indirdik.” (Kadir, 97/1)

Bu ayetlerde Kur’an’ın bir defada indirildiği değil; Ramazan ayında ve adına “Kadir” denilen bir mübarek gecede indirilmeye başlandığı anlatılmaktadır. Aksi takdirde Kur’an’ın bir gecede toptan indirildiği anlaşılır ki bu, şu ayete aykırı olur:

“İnkâr edenler: Kur’an ona bir defada topluca indirilmeli değil miydi? dediler. Biz onu senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle yaptık (parça parça indirdik) ve onu tane tane (ayırarak) okuduk.” (Furkân, 25/32)

Zaten Kur’an baştan sona okunduğunda uzun bir zaman zarfında indirildiği açık bir şekilde görülebilir. Hem Mekke dönemine hem Medine dönemine değinen ayetler, Peygamberimizin ve ashabının giriştiği mücadeleler ve savaşlar, kâfir, münafık ve ehl-i kitabının davranışları… Hepsi Kur’an’ın bir defada ve toptan indirilmediğinin en önemli delilleridir.

Kur’an’daki dua ayetlerinin Allah’ın sözü olmadığı iddialarına ne dersiniz?

Kur’ân’daki dualar, mü’minler için örnek dualardır. Yani Allah Teâlâ müminlerin o dualarla kendisine yalvarabileceklerini bildirmiş olmaktadır.

Fatiha suresinde bir anda dua cümlelerine yer verilmesi,  Kur’ân’da sık tekrarlanan bir üsluptur. Buna Arap dilinde iltifat sanatı denilir. Konuşma metinlerine yer verilirken bir anda muhatap değişir. Bu, o dilin kurallarına uygundur. İlk muhataplar Arap olduğu için Kur’an Arap dili ile indirilmiştir. Bu yüzden Kur’ân’da Arap diline ait edebi türlerin kullanılması kadar doğal bir şey olamaz. Neden Mekke müşrikleri bu ayetleri duyduklarında “burada bir uyumsuzluk var” demediler! Diyemezlerdi, çünkü bu onların gayet iyi bildiği bir sanattı. Arap dilini bilmeden, bu edebi sanatlara vakıf olmadan bu tür konularda söz söylemek yanlış olur.

Kur’an bir kitap haline getirilirken herhangi bir müdahale olmuş mudur?

Bunlar Arap diline has anlatım üsluplarıdır; Türkçede olmadığı için size garip gelebilir.

Kur’ân’ı, Allah’tan başkasının kitabı olarak göstermeye çalışanlardan hiçbiri ona böyle bir tenkit yöneltmemiştir. Çünkü Arapça bilenlerin aklına böyle bir şey gelmez.

Nebîmiz hayatta iken Kur’ân’ın tüm içeriği ve bunların hangi sırayla kitap haline getirileceği kesin olarak bilinmekteydi. Bu içerikte hiçbir ekleme, çıkarma veya sıra değişikliği hiçbir dönemde söz konusu olmamıştır; eğer olsaydı, bu değişikliği yapanlar da Allah’ın dininde söz sahibi yani kural koyucu olmuş olurlardı. Ebu Bekir (ra) zamanında Kur’an’ın tüm bölümleri ve ayetleri Nebîmizin öğrettiği şekliyle bir araya getirilmiştir ve bunda bir hata olmadığından emin olunması için sahabe tarafından titizlikle kontrol edilmiştir.

Kur’ân lafzının tamamının Allah’a ait olduğunu söyleyen ayetlerden biri şöyledir:

” Kur’ân’ı baştan sona düşünmezler mi? Allah’tan başkasından gelseydi içinde çok sayıda tutarsızlıklar bulurlardı.” (Nisa, 4/82)

Bunun dışında şu ayetlere de bakabilirsiniz: Bakara 2/23-24; En’âm 6/19, Yusuf 12/2,  İsra 17/88, Neml 27/6, Şûrâ 42/7, Zuhruf 43/3.

Kur’an’da geçen şâe ve erâde filleri “istemek” manasına mı gelir?

Şâe شَاء fiilinin asıl anlamı “şey yaptı”dır. Şey yapmak, bir şeyi oluşturmak yani tekvîndir. Allah’ın şeyi tekvîni ile insanın tekvîni farklıdır. Allah, tekvînine karar verdiği şey için sadece “ol” der, o şey oluşmaya başlar. İnsanın böyle bir gücü yoktur. O, bir şeyi, ancak Allah’ın koyduğu kanunlara göre oluşturabilir. Bu sebeple Allah Teâlâ şöyle buyurur:

وَلَا تَقُولَنَّ لِشَيْءٍ إِنِّي فَاعِلٌ ذٰلِكَ غَدًا . إِلَّا أَن يَشَاء أي يكونه اللَّهُ

 

“Hiçbir şey için yarın bunu yapacağım, deme; “Allah şartları oluşturursa” dersen başka.” (Kehf 18/23–24)

İnsanın bir şeyi oluşturması, gereken çabayı göstermesine bağlıdır. Bütün insan fiilleri böyledir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

وَأَن لَّيْسَ لِلْإِنسَانِ إِلَّا مَا سَعَى

 

“İnsanın kendine ait bir şeyi yoktur; çaba gösterdiği başka.” (Necm 53/39)

Yani kişinin bir çabası yoksa kendinin sayılacak işi de yoktur. Ahirette durum farklıdır, orada istediği her şeyi hazır bulacağı için yapacağı tek şey tercihtir. Bu sebeple ahiret ile ilgili Şâe fiiline “اختار = beğendi, tercih etti” anlamı uygun düşer. O zaman sorduğunuz ayetlerin anlamı şöyle olur:

 

“Beğendikleri her şey Rablerinin katında onlar içindir. İşte iyilik edenlerin karşılığı budur.” (Zümer, 39/34)

“Derler ki: “Verdiği sözü tutan ve bize Cennet toprağını veren Allah, yaptığı her şeyi güzel yapar. Onun neresini beğenirsek oraya yerleşiyoruz. Çalışanların karşılığı ne güzeldir!” (Zümer, 39/74)

Kur’an’da geçen şâe شَاء ve erâde أَرَادَ fiillerinin ne manaya geldiğine dair geniş bilgiye aşağıdaki linkten bulunan yazıdan ulaşabilirsiniz:

www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html