Kur’an
İlgili ayet şöyledir:
“Her insanı imamı/önderi ile birlikte çağıracağımız gün kimlerin amel defteri sağından verilirse onlar en küçük bir haksızlığa uğramamış olarak amel defterlerini okuyacaklar. Bu dünyada kör olan kimse ahirette de kördür, üstelik iyice yolunu şaşırmıştır.” (İsrâ, 17/71-72)
İmam (امام) Arapça’da ‘öne geçmek’, ‘sevk ve idare etmek’ manalarına gelen “emm (ام)” kökünden gelmektedir. Kur’an-ı Kerim’de imam (önder), “insanları doğru yola veya sapıklığa çağıran kişiler” olarak geçmektedir. İlgili ayetler şöyledir:
“Sabrettikleri ve ayetlerimize kesinlikle inandıkları zaman, onların içinden, buyruğumuzla doğru yola ileten imamlar/önderler tayin etmiştik.” (Secde 32/24). (Ayrıca bakınız. Enbiya 21/73).
“O ve askerleri, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve gerçekten bize döndürülmeyeceklerini sandılar. Biz de onu ve askerlerini yakalayıp denize atıverdik. Bak işte, zalimlerin sonu nice oldu! Onları, (insanları) ateşe çağıran imamlar/önderler kıldık. Kıyamet günü onlar yardım görmeyeceklerdir.” (Kasas 28/39-41). (Ayrıca bakınız. Tevbe 9/12).
Ayetlerde de görüldüğü gibi imam “insanları iyiliğe veya kötülüğe sevk eden, çağıran kişiler” anlamında kullanılmaktadır. Dolayısıyla günümüzde insanların peşinden gittikleri, iyi veya kötü fikir, davranış ve görüşlerinden etkilendikleri dini veya siyasi her türlü kişiler bu kapsama girer.
Kur’an-ı Kerim’in bir şiir olduğuna veya Kur’an’da şiir bulunduğuna dair iddiaların günümüze has olmadığı, benzer iddiaların Kur’an’ın nüzul dönemindeki müşrikler tarafından da ileri sürüldüğü siyer ve tarih kaynaklarında zikredilmektedir. Kur’ân’ın şiir olmadığıyla ilgili Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Muhammed’e şiir öğretmedik; zaten gerekmezdi. Bu, sadece zikirdir ve açıklayıcı kur’ân’dır. Diri olan kimseleri uyarsın ve onun Allah’ın sözü olduğu, görmezlik edenler açısından da kesinleşsin diye indirilmiştir.” (Yasin, 36/69-70)
“Ve o, bir şair sözü değildir. Ne de az iman ediyorsunuz!” (Hâkka, 69/41).
Kur’an bir bütün olarak şiir olmadığı gibi Kur’an’da herhangi bir şiir de yoktur. Ömer b. Hattab’ın Müslüman olması ile ilgili kaynaklarda geçen rivayet, bu açıdan önemlidir. Hz. Ömer’in ağzından nakledilen rivayet şöyledir:
“Bir gece içki içmek için dışarı çıktım. İçki içecek bir yer bulamayınca, Kâbe’ye gidip tavaf yapmaya karar verdim. Kâbe’ye geldiğimde Peygamber’in namaz kıldığını görünce namazda okuduğu Kur’an’ı dinlemek üzere, ona da görünmemek için Kâbe’nin örtüsü altına girerek yavaş yavaş tam önüne kadar geldim. O beni fark etmedi. Namazda okuduğu Hâkka sûresini dinlemeye başladım. İçimden, ‘Bunun okudukları, Kureyşlilerin dediği gibi bir şair sözüdür.’ diye geçirdiğimde ‘O, bir şair sözü değildir. Ne de az iman ediyorsunuz! Bir kâhin sözü de değildir. Ne de az düşünüyorsunuz!’ (Hâkka, 69/41) ayetlerini okudu. Bunun üzerine ‘Kâhin ve şair sözü değilse o zaman Muhammed’in kendi uydurmasıdır.’ dediğimde ‘Eğer o (Muhammed), bize karşı, bazı sözler uydursaydı, onu kuvvetle yakalardık, sonra onun şah damarını koparırdık. Hiçbiriniz de onu koruyamazdınız.’ (Hâkka, 69/44–47) ayetlerini okudu. Her söylediğim, cevaplanıyordu. Kalbim yumuşadı, gözlerim yaşardı. Kur’an, İslam’a girmemi sağladı. İslam kalbime tamamen yerleşti. Nihayet (Peygamber) namazını bitirdi ve evine doğru gitti. Ben de arkasından gittim. Evinin sokağında beni hissetti (fark etti) ve tanıdı. Eziyet edeceğimi zannetti ve ‘Ne var Ey Ömer!’ deyince, ‘Allah’a, Resulüne ve getirdiği şeylere iman etmeye geldim.’ dedim. Kalbimi sıvazladı ve dua etti. Sonra, ‘Allah sana hidayet etti Ey Ömer!’ dedi ve evine gitti.”
(Mehmet Azimli, Hz. Ömer’in Müslüman oluşu ile ilgili olarak naklettiği bu rivayetin halk arasında meşhur olan diğer rivayete nazaran daha güvenilir olduğuna dair önemli bilgiler vermektedir. Geniş bilgi için bkz: Mehmet Azimli, Siyeri Farklı Okumak, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2010, s. 115 vd. Rivayetin yer aldığı klasik kaynaklar için de bkz: Ahmed b. Hanbel, 1/17; İbn Hişam, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c: 3, s. 166)
Âl-i İmrân suresinin 48 ve Mâide suresinin 110. ayetlerinde Tevrat ve İncil ile birlikte ayrıca kitab (el-Kitâb) kelimesinin geçmesi, bunun Bakara suresi 151. âyette geçen kitab kelimesi ile farkının olmasını gerektir. Bakara suresinde (Bakara, 2/151) geçen “el-Kitâb” ile kastedilen, “Kur’ân”dır. Diğer ayetlerde geçen kitâb kelimesinden kasıt “yazmak”tır. Böyle anlam vermemizin sebebi, ilgili ayetlerde İsâ (a.s.)’dan bahsediliyor ve İncil kelimesinin geçiyor olmasıdır. Öte yandan Kur’an’ın bazı ayetlerinde insana bilmediklerinin kalemle yani yazıyla öğretildiği (Alak, 96/4-5), yine ona ifade etmenin (beyan) öğretildiği (Rahmân, 55/4) bildirilmektedir. Ancak Bakara suresinin 151. ayetinde olduğu gibi herhangi bir karine (belirti, ipucu) bulunmayan yerlerde “ilahi kitap” anlamındadır. Bu ilahi kitabı nebiler tilavet eder, öğretir. Ayrıca bütün nebiler, kendilerine indirilen ilahi kitaptaki hükümleri yani hikmeti de öğretirler.
İlgili ayetlere tarafımızdan verilen mealler şöyledir:
Âl-i İmrân Suresi 48: “Ona (İsa’ya) yazıyı, doğru bilgiyi, Tevrat’ı ve İncil’i öğretecektir.”
Mâide Suresi 110: “O gün Allah şöyle diyecektir: ‘Meryem oğlu İsa! Senin ve annenin üstünde olan iyiliklerimi hatırla. Hani seni kutsal ruhla desteklemiştim; hem beşikte hem de yetişkin iken insanlara konuşma yapıyordun. Bir de sana yazmayı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğretmiştim. İznimle topraktan kuş şeklinde bir şey yaratır, sonra ona üflerdin de yine iznimle kuş oluverirdi. Anadan doğma körü ve abraşı iznimle tamamen iyileştirirdin. Yine iznimle mezardan ölüyü (diri olarak) çıkartırdın. Seni İsrail oğullarından da kurtarmıştım; çünkü onlara açık delillerle geldiğin halde inanmayanlar “bu, açık bir büyüdür.” demişlerdi.”
Bakara Suresi 151: “İyiliklerimizi tamamlayalım diye içinizden size bir de elçi gönderdik. O size ayetlerimizi okur, sizi geliştirir, size Kitab’ı ve hikmeti öğretir; size bilmediğinizi öğretir.”
Soruda bahsi geçen yazımıza aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:
www.suleymaniyevakfi.org/kutsanan-gelenek-ve-kuran/kitap-ve-hikmet.html
Kur’an-ı Kerim’i göbek altında tutmayı, yere koymayı yasaklayan bir ayet veya bir hadis bulunmamaktadır. Fakat toplumumuzda Kur’ân, ekmek vs. gibi şeyleri göbek altında tutmak, onlara saygı açısından hoş görülmez ki bu, yanlış bir davranış değildir.
Kur’ân’a karşı asıl saygı onu okumak, anlamını kafaya yerleştirmek ve yüklenen görevleri yerine getirmektir. Bunu yapmadıktan sonra ne yaparsak yapalım, Kur’ân’a karşı görevimizi yapmış olmayız.
Kur’an’ın nasıl okunması gerektiğine dair aşağıdaki linkte bulunan yazıyı okumanızı tavsiye ederiz:
www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/kurani-nasil-okumaliyiz.html
Kur’an; ibadet, ahlak, hukuk, fizik… kitabı olmadığı için konu sıralaması yapılmamıştır. O, her şeyden bahseden mucizevî bir kitap olduğu için herhangi bir konuyla ilgili olduğu düşünülen bir ayetin daha pek çok konuyla doğrudan ya da dolaylı ilgisi kurulabilmektedir. Ondaki bu ilahi düzen, onu tüketilemez yapmaktadır. Tıpkı rakamlar gibi… Belli bir disiplin altında sıralanan on rakamla sadece bir tane telefon numarası oluşturulabilirken bir sıralama amacı olmadan fonksiyonel olarak hazırda bekleyen on rakamla sonsuz telefon numarası türetilebilir. Şöyle bir örnek verebiliriz:
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Hatırlayın ki Allah size, iki taifeden (kervan veya Kureyş ordusundan) birinin sizin olduğunu vaat ediyordu; siz de kuvvetsiz olanın (kervanın) sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah, sözleriyle hakkı gerçekleştirmek ve kâfirlerin ardını kesmek istiyordu.” (Enfâl, 8/7)
Bedir savaşından sonra ganimetlerin dağıtılma sürecinde inen yukarıdaki ayette zikredilen vaadin Kur’ân’da izi sürülmek istendiğinde şu ayetlerin konuyla ilgili yönleri olduğu görülecektir. Allah şöyle buyurmuştur:
“Elif, Lâm, Mîm. Rumlar yenildiler. Çok yakın bir yerde; ancak onlar bu yenilgilerinin ardından yeneceklerdir. Bir kaç yıl içinde… Eninde sonunda buyruk, Allah’ındır. O gün inananların da sevineceklerdir. Allah’ın yardımıyla… O, düzenine uyana yardım eder. Allah mutlak güç sahibidir. Allah’ın verdiği sözdür bu! Allah, verdiği sözden caymaz; ancak, insanların pek çoğu bunu bilmezler.” (Rum 30/1-6)
Müslümanlar Rûm sûresi sebebiyle muhtemelen bu vaadin gerçekleşeceği zamanı takip ediyorlardı. Kuzeyden gelecek bir haber için kulak kabartıyorlardı. Bu esnada kervan haberi gelmişti ve vaadin bu olabileceği düşünülmüş olmalıydı. Bu amaçla yola çıkıldı; ancak Mekke ordusunun yaklaşmakta olması ve kervanın ele geçirilme ihtimali ortadan kaybolunca bir hedef değişikliği ve buna bağlı olarak da belki bir hayal kırıklığı yaşanmıştı. Fakat bir çatışma da kaçınılmaz olmuştu. Bu ruh haliyle Müslümanlar arasında bir tedirginlik yaşanmaktaydı. Enfâl suresinde bu tedirginliği görmekteyiz. Enfâl suresindeki vaadin konu edindiği ayet, bu ruh halinden bahsediyor olmalıdır. Yani “Sizler, Allah’ın vaadinin gerçekleşmesi dileğiyle kervan için yola çıkmıştınız. Bunun kolay olacağını düşünüyordunuz; ancak Allah sizin için daha hayırlı olanı istediği için orduyla karşı karşıya kaldınız. Vaat ve karşınızdaki ordu hakkında endişeler duymaya başladınız, dua ettiniz, Allah da duanızı kabul etti ve savaş esnasında yaptığınız çok hayati bir hataya rağmen Allah’ın vaadi sebebiyle savaşı kazandınız.” demektedir. Yapılan hata, düşman üzerinde ezici bir baskı kurup nihai bir sonuca ulaşmadan Müslümanların esir almakla uğraşmalarıydı.
Enfal suresinin 67 ve 68. ayetlerinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Savaş alanına ağırlığını koyuncaya kadar hiçbir peygamberin esir alma hakkı yoktur. Siz, hemen elde edeceğiniz bir mal istiyorsunuz Allah ise sonrasını istiyor. Allah güçlüdür, doğru karar verir.”
Yapmaları gereken, esir almakla uğraşmak yerine savaşa devam edip kaçanları kovalamak olmalıydı. Kâfirlerin kökünün kazınması ancak böyle mümkün olurdu ve Allah’ın muradı da aslında buydu.
“Oysa Allah, sözleriyle hakkı gerçekleştirmek ve kâfirlerin ardını kesmek istiyordu.” (Enfâl, 8/7)
Savaş esnasında ve sonrasında yapılması gerekenlerle ilgili olarak Muhammed suresinin 4. ayetinde şunlar belirtilmektedir:
“Kâfirlerle savaşta karşılaşınca boyunlarını vurun. Galip geldiniz mi bağı sıkı tutun. Esirleri ya fidye alarak veya almayarak serbest bırakırsınız. Harp ağırlıklarını bırakıncaya (karşı taraf tamamen bitince, size karşı koyacak gücü kalmayınca) kadar.” (Muhammed, 47/4)
Bu hata sebebiyle savaşın sonu çok acı olabilirdi.
“Daha önce Allah, (iki topluluktan biri sizin olacak diye) yazıya geçirmeseydi, aldığınız esirlerden dolayı başınıza büyük bir felaketin gelmesi kaçınılmazdı.” (Enfal, 8/68)
Nitekim Uhud’da böyle oldu. Mekkelilerin Bedir’de yaşadığı acıyı, Müslümanlar Uhud’da yaşadılar:
“Siz bir yara aldıysanız, karşınızdaki topluluk da vaktiyle benzeri bir yara almıştı. Böyle günleri, bir ona bir öbürüne, insanlar arasında döndürüp dururuz. Bu, Allah’ın inanmış olanları ortaya çıkarması ve içinizden kimilerini tanık tutması içindir. Allah, yanlış yapanları sevmez.” (Âl-i Imran 3/140)
Ama Allah’ın vaadi olduğu için Bedir’de böyle bir acı yaşanmadı. İşte Enfâl suresinde sözü edilen vaat, Rûm sûresindeki vaat olmalıdır.
Görüldüğü üzere, Kur’ân’ın çeşitli surelerinde geçen ayetler farklı bir konunun parçalarını teşkil edebiliyor. Tabiatta dağınık şekilde; ama bir görev icra ederek bulunan farklı maddelerin bir amaç için laboratuarda bir araya getirilmesi gibi, Kur’ân ayetleri de her türlü konunun parçası olarak işleme girmeye hazır malzemelerdir. İlk bakışta dağınık bir görüntü çizen bu ilahi diziliş, sonsuz işlem kabiliyetine sahip bir diziliştir.
Dr. Fatih Orum
O ayetlerde kullanılan kelime, “zevc” (زوج) kelimesinin çoğulu olan “ezvâc” (ازواج)‘tır. Bu da birçok mealde yanlış olarak tercüme edildiği gibi “çift” değil, “eş” manasına gelir. Yani orada dişili-erkekli olmak üzere koyun, keçi, sığır ve deve gibi dört farklı hayvandan bahsedilmektedir. Bu da 4 x 2 = 8 eder. Eğer meallerde olduğu gibi 8 çift olmuş olsa 8 x 2 = 16 hayvan olması gerekirdi ki ayette böyle bir şeyden bahsedilmemektedir.
İlgili ayetlerin tarafımızdan yapılan meali şöyledir:
“Sekiz eş: Koyundan iki, keçiden iki… De ki: “(Allah) iki erkeği mi, iki dişiyi mi, yoksa dişilerin dölyataklarındaki yavruları mı haram kıldı? Eğer doğru kimselerseniz bilerek söyleyin.
Deveden iki, sığırdan iki… De ki: “(Allah) iki erkeği mi, iki dişiyi mi, yoksa dişilerin dölyataklarındaki yavruları mı haram kıldı? Allah böyle buyururken yanın da mıydınız?” İnsanları bilgisizlikleri sebebiyle saptırmak için Allah’a iftira edenden daha zalimi kim olabilir? Allah, zalimler takımını yola getirmez.” (En’âm, 6/143-144)