Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Blog

Hatice validemizin peygamberimizle evlendiğinde çocuğu var mıydı?

Hz. Peygamber ile evlenmeden ön­ce iki evlilik yapan Hatice, ilk evliliğini Ebû Hâle Hind b. (Nebbâş b.) Zürâre et-Temîmî ile yaptı. Bu evlilikten, Resûl-i Ekrem’in şemailine dair rivayetiyle tanınan ve onun terbiyesinde yetişen Hind adlı oğlu doğ­du. Ebû Hâle’den bir de kızı olduğu söy­lenmektedir (İbn İshak, s. 229). Daha son­ra Atîk (Uteyyik) b. Abid (Âiz) el-Mahzûmî ile evlendi. Ondan da Hind (Ümmü Muhammed) adında bir kızı kaynaklarda kaydedilmektedir. (M. Yaşar Kandemir, “Hatice”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 16, s: 465)

Filistin’e yardım için eğlence düzenlemek doğru mudur?

Değerli kardeşlerimiz,

Kadınlar için eğlence düzenlenmesi farklı bir şeydir; Filistin’e yardım için eğlence düzenlenmesi farklı! Normal zamanlarda sadece kadınların bulunduğu bir ortamda kadınlar için eğlence düzenlenmesinde herhangi bir sakınca yoktur. Fakat burada asıl sorgulanması gereken, Filistin’e yardım için neden böyle bir yöntemin seçildiğidir! Onlar orada cihad ediyor, ölüm kalım savaşı veriyorlar. Yiyecek ekmekleri, giyecek elbiseleri, tedavi olacak ilaçları yokken onlara yardım etmesi gereken Müslüman kardeşlerinin bu yardımı eğlence düzenleyerek toplaması gerçekten anlaşılacak bir durum değildir. Bizler o kardeşlerimizin acılarını eğlenerek mi paylaşacaktık! Sadece maddi yardımda bulunmak mıdır onların acılarını paylaşmak? Bir taraftan oradaki kardeşlerimizi düşünüp maddi yardımda bulunacağız ama diğer taraftan vur patlasın çal oynasın diyerek eğlencemize devam mı edeceğiz? Hayır… Bu, böyle olmamalı… Kesinlikle böyle olmamalı… Hani biz Müslümanlar tek bir vücuttuk? Hani vücudumuzun bir yeri ağırdığında diğer yerleri de ağırırdı? Kardeşliğimiz yara mı aldı yoksa?

Önce bir silkinelim, kendimize gelelim. Ölü toprağını atalım üstümüzden. Oradaki kardeşlerimize maddi yardımda bulunduğumuz gibi manevi olarak da onların yanında bulunmak durumundayız. Onların dertleri ile dertlenmeli, acılarını ta yüreğimizde hissetmeliyiz. Onlar orada her türlü zulme, işkenceye maruz kalırken bizim de en azından uykularımız kaçmalı. Kardeşlik hukukumuzu gözden geçirelim. Dualarımızda önceliği onlara verelim.

Hayır ve şerrin Allah’tan olması konusunda biraz bilgi verir misiniz?

Hayır ve şer iki türlüdür; biriyle imtihan gereği karşılaşırız; diğerini imtihan sonucu elde ederiz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Sizi şer ve hayr ile yıpratıcı bir imtihandan geçiririz, bize döndürüleceksiniz.” (Enbiyâ, 21/35)

“Sizi biraz korku, biraz açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz eksiltme ile yıpratıcı bir imtihandan geçiririz; bundan kaçış olmaz. Sen sabredenlere müjde ver. Onlar, başlarına sıkıntı gelince şöyle derler: “Biz, Allah’a aidiz. Zaten, ona döneceğiz.” Onların üstünde Rablerinin verdiği olgunluklar ve bereket bulunur. Yola gelenler işte onlardır.” (Bakara, 2/155-157)

Hayrın ve şerrin bu türü, herkesin başına gelir. Bir de imtihan sonucunda elde edilen hayır ve şer vardır. Allah onları hak edene verir. Başımıza gelenler eğer imtihan gereği ise sabretmek ve imtihanı kazanmak gerekir. Yaptığımız hataların sonucu ise tevbe etmek ve o hatalara bir daha dönmemek icap eder.

Hz. Ali için “aleyhisselam” kelimesi kullanılılır mı?

Aleyhisselam “ona selam olsun” demektir. Biz selamı yaşayan kimselere verdiğimiz gibi kabirlere de veririz. Bize selam gönderen bir kimse için “ona da selam olsun” manasına “ve aleyhisselam” deriz.

Fakat Türk geleneğinde, bir isimden sonra söylenen “aleyhisselam” dua cümlesi peygamberler için kullanılır. Musa aleyhisselam, İsa aleyhisselam vs. denir. Bu yüzden peygamber olmayan bir kişinin isminden sonra aleyhisselam denmesi, halk arasında bu kişinin peygamber sayıldığı şüphesini doğurur. Yanlış anlamalara sebep olmamak için bu kullanımın olmaması daha uygun olur.

Ziyaret edilmesi farz olan akrabaya kimler dâhildir?

Birbirinin soyundan gelmek veya evlilik sebebiyle eşlerden birinin kan hısımları ile diğer eş arasında meydana gelen yakınlığa akrabalık; bu durumda olan her bir kimseye de akraba denir. Akraba, hısım manasına gelen “karîb” kelimesinin çoğulu olup, aslı “akribâ”dır. Fakat bu kelime Türkçe’mizde akraba şeklinde yaygınlaşmıştır.

İslâm’da akrabalar;

1. Aynı soydan gelenlerin kan akrabalığı,

2. Evlilikle kurulan sıhrî akrabalık,

3. (Diğer hukuk sistemlerinden ayrı olarak) Süt akrabaları. Süt akrabalığı, bir kimsenin süt çağındayken (iki yaşına kadar) sütünü emdiği kadın ve akrabalarıyla kendisi arasında meydana gelen akrabalık bağıdır. Meselâ: Sütünü emdiği kadın onun sütannesi, kocası sütbabası, çocukları da sütkardeşleri olur. İki yaşa kadar emilen süt çocuğun vücut yapısını tamamladığı için, emzirenin bir parçası: emziren de emenin-tıpkı öz annesi gibi- bir annesi durumundadır. (Akif Köten, Şamil İslam Ansiklopedisi)

Kişinin en yakın akrabası arasında birinci sırayı füruu, yani çocukları, torunları ve torunlarının çocukları olmak üzere kendi zürriyetinden gelen kimseler teşkil eder.

İkinci sırada usulü yani ana babası, dedeleri, nineleri ve onların da anaları babaları olmak üzere zürriyetinden geldikleri ataları yer alır.

Üçüncü sırada kardeşler ve kardeşlerinin çocukları ve torunları vardır.

Dördüncü sırayı ana ve babanın kardeşleri, yani amcalar, halalar, dayılar, teyzeler ve onların çocukları teşkil eder. (Hamza Aktan, İslam’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi)

Farz olan akraba ziyaretine önce büyüklerden başlanır: Yani ana baba, dedeler, nineler ve varsa onların da anaları babaları. Sonra amcalar, halalar, dayılar, teyzeler. Daha sonra kardeşlerden küçük olanlar büyük olanları ziyaret eder.

Bununla ilgili görüntülü bir cevabımız şöyledir:

Sürekli affetmek yanlış sonuçlara mı götürür?

Dinimizde bizlere tavsiye edilen affetmektir. Affetmek her kişinin nasibi değildir. Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“(Yarışı kazanacak olanlar;) Bollukta ve darlıkta hayra harcayan, öfkelerine hakim olan ve insanların kusurlarına bakmayanlardır. Allah, güzel davrananları sever.”  (Âl-i İmrân, 3/134)

Fakat bu, yanlış yapanları uyarmamak ve gerektiğinde onlara ceza vermemek anlamına gelmez. Bazen ceza vermek de gerekebilir:

“Eğer ceza vermek isterseniz size ne yapıldıysa onun dengiyle ceza verin. Sabredecek olursanız kuşkusuz bu, sabredenler için daha iyidir.” (Nahl, 16/126)

“Bir kötülüğün cezası, onun dengi bir kötülüktür. Kim bağışlar da arayı düzeltirse karşılığını Allah verir. O, yanlış yapanları sevmez.” (Şûrâ, 42/40)

Zaman ve zemine göre hareket etmek gerekir. Her zaman affetmek istenen sonucu vermez. Bu yüzden Allah gerektiğinde uyarma ve hatta ceza prensiplerini bizlere öğretmiştir. Bunlara göre hareket etmek gerekir.

Lütfen aşağıdaki linki de tıklayınız:

www.fetva.net/cezalar/yapilan-yanlislari-surekli-affetmek-bizi-yanlis-sonuclara-mi-goturur.html

18 bin âlem var mıdır? Yoksa bu sadece bir söylemden mi ibaret?

Allah Teala Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette “âlemlerden” bahsetmektedir. Bu kelime Türçe’ye varlıklar şeklinde tercüme edilir. Varlıklar ise bir sayı ile sınırlanamaz. 18 bin âlem sözü kesretten kinaye yani varlıkların çok olduğunu belirtmek için kullanmış olup gerçek bir sayı belirtmemektedir.

Bununla ilgili görüntülü cevabımızı aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz:

Kur’an’da geçen “âlemler” kelimesi ne anlama geliyor?

Hubb-i fillâh ve buğz-i fillâh ne demektir?

Hubb-i fillâh, sevdiğini Allah için sevmek; buğz-i fillâh ise sevmediğini Allah için sevmemek, Allah için buğz etmek demektir. Zira Allah için sevilecek ve Allah için buğz edilecek kimseler vardır. Bununla ilgili ayet ve hadisler şöyledir:

“Müminler! İnanmış kimseleri bırakıp kâfirleri dost tutmayın. Allah’a aleyhinize olacak açık bir delil mi vermek istiyorsunuz?” (Nisâ, 4/144)

“Müminler! Yahudileri ve Hristiyanları veli edinmeyin. Onlar birbirlerinin velisidir. Sizden kim onları veli edinirse o da onlardandır. Allah zalimler topluluğunu yola getirmez.” (Mâide, 5/51)

“Ey iman edenler, sizden önce kitap verilenler arasından dininizi hafife alıp oyun edinenleri ve öteki kâfirleri veli edinmeyin. İnanıyorsanız Allahtan çekinin.” (Mâide, 5/57)

” Müminler! Eğer kâfirliği imana tercih ediyorlarsa babalarınızı ve kardeşlerinizi bile veli edinmeyin. Kim onları veli edinirse, onlar kendilerine yazık etmiş olurlar.

De ki: “Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, mensup olduğunuz topluluk, elde ettiğiniz mallar, durgunlaşmasından korktuğunuz ticaret ve beğendiğiniz konaklar, eğer size Allah’tan, elçisinden ve onun yolunda zorluklara göğüs germekten daha sevimli geliyorsa bekleyin, nasıl olsa Allah’ın emri gelecektir. Allah yoldan çıkan bir topluluğu yola getirmez.” (Tevbe, 9/23-24)

“Allah’a ve ahiret gününe inanan bir toplumun -babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa- Allah’a ve Resûlüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. İşte onların kalbine Allah, iman yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, kurtuluşa erecekler de sadece Allah’ın tarafında olanlardır.” (Mücâdele, 58/22)

“Ey iman edenler! Eğer benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanlara sevgi göstererek, gizli muhabbet besleyerek onları dost tutmayın. Onlar, size gelen gerçeği inkâr etmişlerdir. Rabbiniz Allah’a inandığınızdan dolayı Peygamber’i de sizi de yurdunuzdan çıkarıyorlar. Ben, sizin saklı tuttuğunuzu da, açığa vurduğunuzu da en iyi bilenim. Sizden kim bunu yaparsa (onları dost edinirse) doğru yoldan sapmış olur.” (Mümtahine, 60/1)

Ebu Ümame’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve selem şöyle buyurmuştur:

“Kim Allah için sever, verdiğini Allah için verir, vermediğini de Allah için vermezse, imanını ke­male erdirmiş olur.” (Ebu Davud, Sünnet, 15)

Sehl b. Muâz b. Enes el Cühenî’den ve babasından rivâyete göre, Resûlullah şöyle buyurmuştur:

“Kim Allah için verir ve Allah için engel çıkarırsa, Allah için sever ve Allah için buğzederse ve Allah için nikâhlanıp evlenirse o kimsenin imanı olgunluğa ermiştir.” (Tirmizî, Kıyâmet, 60)

Enes İbni Mâlik radıyallahu anh’tan rivayet edildiğine göre Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Üç özellik vardır ki; bunlar kimde bulunursa o, imanın tadını tatmış demektir:

1. Allah ve Resulünü, herkesten fazla sevmek.

2. Sevdiğini Allah için sevmek.

3. Allah kendisini küfür bataklığından kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek.” (Buhârî, İman 9, 14, İkrâh 1, Edeb 42; Müslim, İman, 67. Ayrıca bk. Tirmizî, Îmân, 10)

İçki içmenin Kur’an ve Sünnette sabit bir cezası var mı?

İslam hukukunda cezalar kısas, had ve ta’zir olmak üzere üç ana grupta tanzim edilmiştir. Kur’an ve sahih sünnette belirlenmiş, kısas ve diyet dışındaki cezaî müeyyideleri ifade eden fıkıh terimine had denir. Ta’zir ise İslâm hukukunda had ve kısas cezaları dışında kalan ve içtihat ile belirlenen cezala­rı ifade eden bir terimdir.

Kur’an’a göre had cezaları şunlardır:

1- Zina edene 100 sopa (celde) vurulması,

2- İffetli bir kadına zina iftirasında bu­lunan kişiye seksen sopa vurulması ve ay­rıca şahitliğinin kabul edilmemesi,

3- Hırsızın elinin kesilmesi,

4- Silâhlı gasp, yol kesme ve eşkıyalık gibi suçları işleyenlerin öldürül­mesi, asılması, el ve ayaklarının çapraz ke­silmesi veya sürgün edilmesi.

“Kur’an ve Sünnette şarap içme ve sar­hoşluk açıkça yasaklanmış olmakla birlik­te şarap içen kimseye Hz. Peygamber dö­neminde sayı ve keyfiyet bakımından fark­lı celde cezalarının ve ilâve cezaların uygu­lanmış olması, (Buhârî, “Hudûd”, 4; Ebû Dâvûd, “Hudûd”. 35-36; Şevkânî, VII, 156-157) Hz. Ebû Bekir’in şarap içene kırk, Hz. Ömer’in ise sahabe ile yaptığı istişa­re sonunda seksen sopa vurdurması (Ebû Dâvûd, “Hudûd”, 37; Şevkânî, VII, 156-157) , bu cezanın ne ölçüde had cezası sayılacağıyla ilgili tartışmaları da berabe­rinde getirmiştir.

Hanefî, Mâliki ve Hanbelî fakihlerine göre şarap içene (sarhoşa) uygulanacak seksen celdenin tamamı had, Şâfiîler’e, Zâhirîler’e ve Zeydîler’e göre ise ilk kırk celde had, ikincisi ta’zîr grubunda yer alır.

Her iki taraf da şarap içene kırk veya seksen celde uygulana­cağında sahabe icmaının bulunduğunu ileri sürse de Hz. Peygamber ve Hulefâ-yi Râşidîn döneminde farklı uygulamalardan söz eden rivayetler göz önüne alındığında Resûl-i Ekrem’in tatbikatının bile ta’zîr grubunda değerlendirilmesi imkânı orta­ya çıkar.” (Ali Bardakoğlu, “Had”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 1996, c: 14, s: 548.)

Nebîmizin kaç torunu vardı? Nesli nasıl devam etti?

Siyer kaynaklarında yer alan rivayetlere göre Nebîmizin kızlarından Zeyneb’in Ümâme adında bir kızı ile Ali adında bir oğlu; Rukiyye’nin Abdullah adında bir oğlu; Fatıma’nın Hasan, Hüseyin ve Muhsin adında oğulları ile Ümmü Gülsüm ve Zeynep adında kızlarının olduğu bilinmektedir.

Tarihi kaynaklarda Nebîmizin neslinin bunlardan sadece Hasan ve Hüseyin radıyallahu anhumâ yoluyla devam ettiği belirtilmiştir.

Lütfen aşağıdaki linki de tıklayınız:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/peygamber-efendimizin-soyundan-gelen-kisilere-ne-ad-verilir.html

Erkekler niçin kadınlardan fazla miras alıyor?

Kur’an’ın bütün hükümleri kıyamete kadar geçerlidir. Kur’an-ı Kerim’de hükme bağlanmış ve neshedilmemiş düzenlemelerin hiçbirisinin tarihselliği iddia edilemez, ayetlerin hükmü değiştirilemez. Nisâ sûresi 11 ve 12. ayetlerde tüm detayları ile miras paylaşımının nasıl olması gerektiği anlatıldıktan sonra şu ayetler gelmiştir:

“Bunlar (miras paylaşımları) Allah’ın yasalarıdır. Allah’a ve Elçisine kim itaat ederse onu içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır, orada temellidirler, büyük kurtuluş budur.

Kim Allah’a ve Elçisine baş kaldırır ve yasalarını aşarsa onu, temelli kalacağı cehenneme sokar. Alçaltıcı azap onadır.” (Nisâ 13-14)

Görüldüğü gibi miras paylaşımı ile ilgili uygulamaların tümü Allah’ın değişmez yasalarıdır. Çeşitli gerekçelere dayanarak bu yasaları değiştirmeye kimsenin hakkı ve yetkisi yoktur. Her konuda olduğu gibi bu konuda da tam bir teslimiyetle Allah’ın ayetlerine teslim olmak, onları olduğu gibi kabul etmek gerekir.

Erkek kardeşin niçin kız kardeşten fazla miras aldığına gelince: Bunun tespit edebildiğimiz hikmetlerinden bazısı şunlardır:

1. Erkek evlendiği zaman mehir verir, kadın ise mehir alır. Mesela biri erkek, diğeri kız iki kardeş mirasçı olsa, babaları üç ev ile üçyüzmilyon lira miras bırakmış bulunsa, evlerden ikisi ile ikiyüzmilyon lira erkek kardeşe, bir ev ile yüzmilyon lira da kız kardeşe kalır. Erkek evleneceği eşine ellimilyon mehir verecek olsa geriye yüzellimiyon lirası kalacaktır. Kız da kocasından ellimilyon mehir alsa onun parası da yüzellimilyona çıkacak böylece paraları eşitlenmiş olacaktır. Erkek karısının oturması için iki evden birini tahsis edecek, kız kardeş ise kocasının donatacağı evde ikamet edecektir. Böylece hem erkek hem de kız kardeşin elinde kiraya verilecek birer evleri bulunacak ve bu bakımdan da eşit duruma gelmiş olacaklardır. Tabii ki, bu örnek her durumda geçerli olmaz ama konu hakkında mukayese imkanı verir.

Karı ile kocanın miras payları da eşit değildir. Nisâ sûresi’nin 12.ayetinde şöyle buyurulmaktadır:

“Kadınlarınızın çocukları yoksa bıraktıklarının yarısı sizindir, çocukları varsa, bıraktıklarının ettikleri vasiyetten veya borçtan arta kalanın dörtte biri sizindir. Sizin çocuğunuz yoksa ettiğiniz vasiyet veya borç çıktıktan sonra bıraktıklarınızın dörtte biri karılarınızındır; çocuğunuz varsa, bıraktıklarınızın sekizde biri onlarındır…”

Evliliğin kadına hiç bir maddi sorumluluk yüklemediği, bütün yükün erkeğin boynunda olduğu düşünülürse bu paylayışımın yerinde olduğu görülür. Çünkü kadının kendi malından ve kazancından tek kuruşunu aile bütçesine katma, kendi ihtiyaçları ya da çocuklarının ihtiyaçları için harcama yapma sorumluluğu yoktur. Böylece aile içinde mal dengesi erkek aleyhine bozulmuş olur. Erkeğin mirastan alacağı fazla pay bu dengeyi düzeltir.

2. Erkek, eşine ve çocuklarına karşı üstlendiği görevi yerine getirirken rahat olur. Çünkü kendisinin daha çok miras payı almış olması ona sorumluluklarını hatırlatacaktır.

3. Erkeğin maddi durumunun karısından iyi olması onun aile içindeki konumunu güçlendirir. Çünkü eşi ve çocukları için harcamada bulunamayan bir erkek onlar karşısında küçük düşer ve aile reisliğini gereği gibi yapamaz. Bu durum aile huzurunu temelinden etkiler. Kadının zengin, kocanın fakir olduğu ailelerde huzursuzluğun olduğu, çocukların iyi yetişemediği kadının da mutsuz olduğu daima müşahede olunmaktadır.

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/kuranda-kadinlarin-mirastaki-paylari-alt-sinir-midir.html

Miras paylaşımı ile ilgili hikmetlerin devamını aşağıdaki linkte yer alan “Günümüzde Karı-Koca İhtilafının Sebepleri” başlıklı yazımızın B-Erkeğin miras payının kadından fazla olması başlıklı bölümünden okuyabilirsiniz:

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/gunumuzde-kari-koca-ihtilafinin-sebepleri.html

Haram paraya mirasçı olunur mu?

Allah’ın haram kıldığı yoldan para kazanmak kişiyi büyük vebal altına sokar. Fakat bunun günahı bu parayı kazanana aittir. Bakmakla yükümlü olduğu kimseler için bu mal helaldir. Bu parayı yiyebilirler, hac yapabilirler. Bu maldan çocuklara kalan miras da helaldir. Eğer içki satışı ve faizcilik gibi haram yollardan biriyle para kazanan kişi tevbe eder ve bir daha böyle iş yapmazsa önceden kazandığı malın da bir sorumluluğu olmaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Her kime, Rabbinden bir öğüt ula­şır da faize son verirse, geçmişte olan kendinindir. Onun işi Allah’a aittir.” (Bakara, 2/275)

Lütfen aşağıdaki linkte yer alan soru-cevabı da izleyiniz:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/kumardan-kazanilmis-para-mirascilara-helal-olur-mu.html

Redd-i miras caiz midir?

Dinimizde redd-i miras diye bir kavram bulunmamaktadır. Çünkü mirasçılar ölenin borcundan sorumlu tutulamazlar. Bugünkü hukukta durum farklı olduğundan babanızın borçlarını ödememek için redd-i mirasta bulunabilirsiniz.

Lütfen aşağıdaki linki de tıklayınız:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/olen-kisinin-borcu-varsa-bunu-cocuklari-mi-odemek-zorundadir.html

İki eşi olan erkeğin mirası nasıl taksim edilir?

Çocuğu olan bir erkeğin birden fazla eşi bulunursa bunlar mirasın sekizde birinde ortak olurlar. Eğer çocuğu yoksa dörtte birinde ortak olurlar. Eşlerin iki, üç veya dört olması arasında bir fark yoktur.

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“… Sizin çocuğunuz yoksa bıraktıklarınızın dörtte biri hanımlarınızındır. Çocuğunuz varsa bıraktıklarınızın sekizde biri onlarındır…” (Nisâ, 4/12)

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/bir-adamin-iki-esi-varsa-bunlar-mirastan-ne-kadar-pay-alirlar.html

Bir mezhebe bağlı olmak dinin gereklerinden midir?

Mezheb görüş demektir. Hakkında açık ayet ve hadis olmayan konularda ilim adamları kendi metotlarına göre görüşler ortaya koymuşlardır. Bu yüzden mezhepler arasında ihtilaflar meydana gelmiştir. Herkes her konuda bilgi sahibi olamayacağı için bilmediği konularda bilenlere tabi olmak durumundadır.

Mezhepleri birer hoca gibi düşünün. Bilmediğiniz bir konuyu nasıl bize soruyorsanız aynı şekilde mezheplerin o konuyla ilgili görüşleri ile de amel edebilirsiniz. Mezhepler din değildir kesinlikle. “Ben bir mezhebe tabi değilim” demek kişiyi dinden çıkarmaz. Fakat bu sözü, mezheplerin görüşleri ile amel etmeye gerek duymayacak kadar bilgi sahibi olanlar söylemelidir!

Asıl yanlış olan; körü körüne mezhep taklitçiliğidir, mezhepleri tamamen doğru kabul etmek, doğru ya da yanlış olacağını kabul etmeden her dedikleri ile amel etmektir… Mezheplerin de yanlış yapabileceklerini, gerektiğinde bir başka mezhep ile amel edileceğini ve yine gerektiğinde (mezheplerin ayet ve hadise aykırı görüşlerinde) hiçbir mezhep ile amel etmeyip sadece ayet ve hadisle amel gerekeceğinin farkında olmak gerekir. Bir şeyin doğru olup olmadığı da o şeyin Kur’an ve sünnete uygunluğu ile anlaşılabilir.

Kişi mezhep görüşlerinden kolayına geleni seçebilir mi?

Tercih edilecek yorum / yorumlar bir ayete veya hadise ters düşmüyorsa bunda bir sakınca olmaz. Mezheplerin görüşleri ile amel etmede temel ölçü budur. Buna aykırı bir durum olmadığı müddetçe bir kişi dilediği mezhep görüşü ile amel edebilir.

Lütfen aşağıdaki linki de tıklayınız:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/bir-insan-omur-boyu-ayni-mezhebe-bagli-kalmak-zorunda-midir.html

Mezhepler arasındaki farkları nasıl öğrenirim?

Bunları saymak ciltlerce kitap yazmak demektir. Bu konuda yazılmış olan kitapları okursanız farkları görebilirsiniz. Mesela bunlardan bir tanesi Abdurrahman el-Cezeri’nin Türkçeye çevrilen Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı‘dır. Bunun yanı sıra Vehbe Zuhayli’nin İslam Fıkhı Ansiklopedisi de bu tarz kaleme alınmış kitaplardandır. Bir de sadece ibadetler konusundaki ihtilafları içeren bir ilmihal bulunmaktadır. O da Vecdi Akyüz’ün Mukayeseli İbadetler İlmihali adlı kitabıdır.

Sitenizde ki fetvalarınızda hangi mezhebi temel alıyorsunuz?

Sitemize gelen sorularda bir mezhep esas alınarak değil; dinin kaynağı olan Kur’an ve onun uygulaması olan sünnet esas alınmaktadır. Cevaplar buna göre hazırlandıktan sonra bütün mezhep görüşleri de gözden geçirilip cevaba son şekli veriliyor. Cevaplarımızı ve araştırmalarımızı incelerseniz bu usulümüzü yakından görebilirsiniz.

Hangi mezhep mensupları cennete girecektir?

Bahsettiğiniz mezheplerin tümü birer amelî mezheptir. Yani dinin sadece fıkıh bölümünü ilgilendiren tarafıyla meşgul olan mezheplerdir. Cennete girip girmemek bu mezheplerden birine bağlı olup olmamakla ilgili değildir. Yani bir kişinin cennete girmesi için bir mezhebe bağlı olması gerekmez. Cennete girmenin ölçüsü kişinin imanı ve Kur’an ve sünnete ne kadar bağlı olduğudur. Bu mezheplerin hepsi birer hoca gibidirler. Hangisinin görüşünü doğru bulursanız onunla amel edebilirsiniz.