Namazda kıyamın farz (rükün) oluşu farz ve vacip namazlar içindir. Sünnet ve müstehap namazlar kolaylık esasına dayandığından bir özür bulunmasa da oturarak kılınabilir; ancak ayakta kılmak daha faziletlidir. Nitekim bir hadiste oturularak kılınan namazın ecrinin ayakta kılınana göre yarım olduğu belirtilmiş ve bu nafile grubundaki namazlar hakkında bir açıklama olarak anlaşılmıştır. (Buhârî, Taksîrü’s-Salât, 17; Ebu Davud, Salât, 175) Ebû Hanîfe sabah namazının sünnetini bunlardan istisna ederek onun mazeretsiz oturarak kılınmasını caiz görmemiştir. Teravih namazını oturarak kılmak ise caiz olmakla birlikte mekruh görülmüştür. (Ebubekir Sifil, “Kıyam”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 25, s: 514.)
Konuyla ilgili olarak Ebu Davud’da geçen hadis şöyledir:
İmrân b. Husayn (r.a.)’den rivayet edildiğine göre O, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e bir kimsenin oturarak kıldığı namazın hükmünü sormuş, Peygamberimiz de şu karşılığı vermiştir:
“Ayakta kıldığı namaz, oturarak kıldığı namazdan daha faziletlidir. Oturarak kıldığı namaz(ın sevabı) ayakta kıldığının yarısı kadar, uzanmış halde kıldığının (sevabı da) oturarak kıldığının yarısı kadardır.” (Ebu Davud, Salât, 179, Bâb fi Salâti’l-Kâid, hadis no: 951)
Bu hadisin şerhinde Hâttabî şunları söyler:
“Resulullah’ın, “oturarak kıldığı namazın sevabı ayakta kıldığının yarısı kadar…” sözü sadece nafile namazlarla ilgilidir. Çünkü ayakta durabilen kişinin, oturduğu yerden farz kılması caiz değildir. Bu, caiz olmadığına göre oturarak farz kılana hiçbir ecir yoktur.
“Uzanmış halde kılınan namazın sevabının oturarak kılınanınkinin yarısı kadar” olduğuna dair olan sözü, ben ilk defa bu hadiste işittim ve ulemadan, özürsüz yere uzanmış halde nafile namaza cevaz veren hiç kimseyi bilmiyorum. Eğer hadis sahih ve bu söz râvilerden birine ait değilse, Hz. Peygamber bunu, ya oturarak namaz kılmaya ya da oturmaya gücü yetmeyen hastanın yattığı yerden kıldığı namaza kıyas etmiştir. Ancak bu mülâhazaya göre oturabilecek durumda olan kimsenin yattığı yerden nafile kılması caizdir. Fakat kıyas yönünden, bu kimsenin uzanarak nafile kılması caiz değildir. Çünkü oturma namazın bir şeklidir. Fakat namaz içinde uzanma şekli mevcut değildir.” (Bkz: Hattâbî, Meâlimu’s-Sünen (Sünen-i Ebî Davud ile Birlikte), Salât, 179, Bâb fi Salâti’l-Kâid, 951. hadisin şerhi)
Blog
Beş vakit namaz Allah’ın emri olduğu gibi, bir müslüman kadının, dinen kendisine yabancı olan erkekler yanında başını örtmesi de O’nun emridir. Emri inkâr etmezse başını açması onun günahı olur. Namaza titizlikle devam ederse günahlara karşı ilgisi azalır ve bu sayede birçok günahının affedileceği de umulur. Allah Teala şöyle buyurmuştur:
“Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın saatlerinde namazı kıl. İyilikler kötülükleri giderir. Bu, bilenler için doğru bilgidir.” (Hûd, 11/114)
Benzer bir soru-cevap için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:
www.fetva.net/yazili-fetvalar/ortunmenin-farz-oldugunu-inkar-etmek.html
Âlimlerin büyük çoğunluğu tilavet secdesini namazdan bir parça olarak kabul etmiş ve namaz için gerekli olan abdest, kıble, setr-i avret gibi şartları, tilâvet secdesi için de şart koşmuşlardır.
Bu konuda İmam Şevkânî şu açıklamaları yapmıştır:
“Tilâvet secdesi ile ilgili hadislerde, secde edenin abdestli olacağına dair bir işaret yoktur. Secde ayeti okunduğunda Resûlullâh’la beraber yanında kim bulunuyorsa hep birlikte secde ederlerdi. Onların hiçbirinden Resûlullâh’ın kendilerine, “abdest alın” diye emrettiği naklolunmadı. Aynı anda hepsinin abdestli bulunması ise uzak bir ihtimaldir. Aynı şekilde onunla beraber (Mekkeli) müşrikler de secde ediyordu (Bkz: Buhârî, Sucûdu’l-Kur’ân, 4). Hâlbuki onlar pistir, dolayısıyla abdestleri sahih bile değildir. Yine Buhârî’nin rivayetine göre Hz. Ömer’in oğlu Abdullah, abdestsiz olarak tilavet secdesi yapardı.
İbn Hacer’in Fethu’l-Bârî (c: 5, s. 252-253, 1071. hadisin şerhi) adlı kitabında konu ile ilgili şu bilgiler yer almaktadır:
“Tilâvet secdesinin abdestsiz olarak yapılmasının caiz olduğu konusunda Abdullah İbn Ömer’e, Şa’bî”den başka kimse tâbi olmamıştır.” Bu haberi İbn Ebî Şeybe sahih bir senetle tahric etmiştir. Yine İbn Ebî Şeybe’nin Ebû Abdurrahmân es-Sülemî’den tahric ettiğine göre; “Abdullah İbn Ömer secde ayetini okur, abdestsiz olduğu halde kıbleye de dönmeyerek yürüdüğü halde ve îmâ ile secde ederdi.” (eş-Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, c: 3, s. 119, Bâbu’t-Tekbîr li’s-Sücûd ve mâ Yegûlü fîhi; Seyyid Sâbık, Fıkhu’s-Sünne, 12. Baskı, Beyrut, 1996, c: 1, s. 166)
Yukarıda söylenenler Mâide sûresinin 6. ayetine uygundur. O ayette Allah Teâlâ, abdesti namaz kılmak için şart koşmaktadır. Tilavet secdesi ise her ne kadar namazdan bir parça gibi gözükse de gerçekte namaz değildir. Dolayısıyla abdestsiz olarak yapılmasında bir sakınca yoktur.
NOT: Buhârî’nin “Abdullah İbn Ömer abdestsiz olarak tilavet secdesi yapardı” rivayeti Buhârî’nin bazı baskılarında, el-Asîlî rivayetinde “Abdullah İbn Ömer abdestli olarak tilavet secdesi yapardı” şeklindedir. Fakat İbn Hacer’in belirttiğine göre doğrusu, İbn Ömer’in abdestsiz olarak bu secdeyi yaptığıdır. Nitekim çoğu baskıda rivayet bu şekildedir. (Bkz: Fethu’l-Bârî, c: 5, s. 252, 1071. hadisin şerhi)
Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de sarhoş edici şeyler içmeyi kesin olarak yasaklamış, şöyle buyurmuştur:
“Ey iman edenler! Sarhoş edici şeyler, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir. Bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.” (Mâide, 5/90)
Buna rağmen bir Müslüman haram olduğunu bilerek ve inkâr etmeden içki içerse günahkâr olur. Fakat bu, onun ibadetlerini yapmasına engel değildir. Allah Teâlâ bu konuda bir ölçü koymuştur. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:
“Ey inananlar! Sarhoşken, ne dediğinizi bilene kadar (…) namaza yaklaşmayın.” (Nisâ, 4/43)
Buna göre içki içen bir Müslüman namaz kılmak isterse sarhoş olmamalı, ayakta durabilmeli ve ne söylediğinin farkında olmalıdır. İçki içen kişi işte bu şartları yerine getirene kadar namaz kılamaz.
İçki içen; ama namaz kılmak isteyen veya içkiyi bırakıp tevbe eden bir Müslüman namaz için kesinlikle kırk gün beklememeli, en yakın vakitten başlayarak namazlarını kılmalıdır.
İçki içen kimsenin 40 gün süreyle namazlarının kabul edilemeyeceğine dair hadis kitaplarında yer alan bir rivayet şöyledir:
Abdullah b. Ömer’den rivayete göre Resûlullâh şöyle buyurmuştur:
“İçki içen kimsenin kırk gün namazı kabul olmaz. Tevbe ederse Allah tevbesini kabul eder. Yine içki içmeye dönerse Allah kırk gün onun namazını kabul etmez. Tevbe ederse Allah yine tevbesini kabul eder. Yine içki içmeye dönerse Allah kırk gün onun namazını kabul etmez. Tevbe ederse yine tevbesini kabul eder. Dördüncü sefer içki içmeye devam ederse yine kırk gün o kimsenin namazını kabul etmez tevbe etse bile tevbesini de kabul etmez ve ona Cehennemde Habal nehrinden içki içirir.” Bunun üzerine Ey Ebû Abdurrahman Habal nehri nedir? Diye soruldu. O da dedi ki: Cehennemliklerin irinlerinden meydana gelen bir ırmaktır.” (Tirmizî, Eşribe, 1; Ebû Dâvûd, Eşribe, 5; İbn Mâce, Eşribe, 1)
İmam-ı Azam Ebû Hanife’nin bu rivayetle ilgili yorumu şöyledir:
“(Ben bu) sözün açıklamasını bilmiyorum. Söz sahiplerinin sözlerinin, hakikate kesin olarak aykırı olduğunu bildiğimiz bir açıklama yapmadıkları sürece, onları yalanlamam. Biz biliyoruz ki Allah, kulunu işlediği günahtan dolayı cezalandırır veya günahını affeder. Allah, kulunu işlemediği günahtan ötürü cezalandırmaz, kulun işlediği farzları hesap eder, günahlarını da yazar. Mesela, bir kimsenin malının zekâtından, daha fazla vermesi gerekirken elli dirhem verdiğini kabul edelim. Bu durumda Allah onu verdiği miktardan dolayı değil, vermediği miktardan dolayı cezalandırır. Verdiği miktarı kul lehinde değerlendirir. Keza bu kimse oruç tutar, namaz kılar, hacca gider ve adam öldürürse, bu hususta iyilikleri hesap edilir, kötülükleri ise aleyhine yazılır. Allah bu konuda Kur’an’da şöyle buyurur:
“Kazandığı iyilik kendi lehine, yaptığı kötülük de kendi aleyhinedir.” (Bakara, 2/285), “Bir iş yapanın amelini ben, elbette boşa çıkarmam.” (Âl-i İmrân, 3/195), “Yalnız işlediklerinizin karşılığı ile cezalandırılacaksınız.” (Yasin 36/54), “Ancak işlediklerinizin cezasını göreceksiniz.” (Tahrîm, 66/7), “Kim zerre miktarı iyilik işlerse karşılığını görür, kim de zerre miktarı kötülük işlerse karşılığını görür.” (Zilzâl, 99/7-8), “Küçük, büyük her şey yazılıdır.” (Kamer, 54/54)
Bu duruma göre iyilik ve kötülükler az bile olsa Allah tarafından yazılmaktadır.
“Biz kıyamet günü adalet terazilerini koyacağız. Hiçbir kimse hiçbir şeyle haksızlığa uğratılmayacaktır. Hardal tanesi ağırlığınca olsa da biz onu hesaba katacağız. Hesap gören olarak Biz yeteriz.” (Enbiyâ, 21/47)
Bütün bunların aksini iddia eden kimse Allah’ı zulümle tavsif etmiş olur. Oysaki Allah zulmetmeyeceği hususunda kullarını temin etmiştir:
“Hiçbir kimse hiçbir şeyle haksızlığa uğratılmaz.” (Enbiyâ, 21/47), “Ancak işlediklerinizin cezasını görürsünüz.” (Sâffât, 37/39), “Kim bir zerre miktarı iyilik işlerse onun mükâfatını, kim de zerre miktarı bir kötülük işlerse onun cezasını görür.” (Zilzâl, 99/7-8) âyetleri bu hususu belirtmektedir. Allah, iyiliklere mukabelede bulunduğu için, kendisinin şekûr olduğunu ifade etmiştir. O, merhametlilerin merhametlisidir.
İyiliklere gelince, onları üç şeyden biri boşa çıkarır:
Bunların birincisi, Allah’a şirk koşmaktır. Bu konuda Allah “Her kim imanı inkâr ederse, bütün işledikleri boşa gider.” (Mâide, 5/5) buyurmuştur.
İkincisi, bir kimseyi azad etmek veya sıla-i rahimde bulunmak yahut Allah rızası için bir malı sadaka olarak verdikten sonra gazaplanmak veya gazap haricinde iyilik yaptığı kimseyi minnet altında bırakmak için “Ben sana sıla-i rahimde bulunmadım mı?” ve benzeri şeyler söyleyerek başa kakma durumudur. Bu ve benzeri durumlarda o kimsenin sevabı suratına çarpılır. Zira Yüce Allah “Sadakalarınızı, başa kakma ve eza vermek suretiyle iptal etmeyin.” (Bakara, 2/264) buyurmaktadır.
Üçüncüsü, başkalarına gösteriş yapmak için, amel işlemektir. Riya için yapılan salih ameli Allah kabul etmez. Bu üç günahın ötesindekiler, iyilikleri yıkıp boşa çıkarmazlar.” (İmam-ı Azam Ebû Hanife, İmam-ı Azam’ın Beş Eseri, Tercüme: Mustafa Öz, İFAV Yayınları, İstanbul, 2008, “al-Âlim ve’l-Müteallim”, s: 25-26.)
Cevabın yayımlandığı yer için bkz: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2016, s. 172-175.
Daha iyi anlaşılması için cevapları maddeler halinde sıralayalım:
1. Kadınların koku sürünmeleri haram değildir. Haram olan, sürdükleri çekici kokularla erkeklerin arasına girip onları tahrik etmeleridir.
2. Parfüm, deodorant vb. sürünmüş olan kadınlar namaz kılabilirler. Koku sürünmelerinden dolayı abdest ve gusül almaları gerekmez.
3. Konu ile ilgili hadisler, cemaatle namaza katılmak için mescide giden kadınların koku sürünmelerini yasaklamaktadır. Hadisler şöyledir:
Zeyneb es-Sakafiyye, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemden naklen şu hadisi rivayet etmiştir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
«Kadınlar! Sizden biriniz yatsı namazına çıkacaksa o gece koku sürünmesin» buyurmuşlardır. (Müslim, Salât, 141 (443)
Bir başka hadiste de «Sizden biriniz mescide giderse kokuya el sürmesin.» buyurmuştur. (Müslim, Salât, 142)
Ebû Hüreyre şöyle rivayet etmiştir: Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
«Her hangi bir kadın koku sürünürse bizimle beraber yatsı namazında bulunmasın.» buyurdular. (Müslim, Salât, 143 (444)
Ebû Hureyre radıyallahu anh’ten Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
“Allah’ın kadın kullarını Allah’ın mescitlerinden men etmeyin/namaza gelmelerine engel olmayın. Fakat onlar da süslenmemiş ve koku sürünmemiş olarak camiye gelsinler.” (Ebu Davud, Salât, 52)
Vakit, namazın olmazsa olmaz şartlarındandır. Vakit çıktıktan sonra namaz kılınamayacağı gibi vakit girmeden önce de namaz kılınamaz. Dolayısıyla öğrenciler, vakti girmeden öğle namazını kılamazlar. Fakat yapabilecekleri bazı alternatifler vardır:
1. İlk teneffüslerinde öğle vakti içinde öğle ile ikindiyi birleştirerek kılabilirler (cem-i takdîm). Bunun için namazların sadece farzlarını kılmaları yeterlidir.
2. Veya ikindi vakti girdiğinde yine teneffüste önce öğle namazının farzını, ardından da ikindinin farzını kılarak öğle ile ikindiyi birleştirebilirler (cem-i te’hîr).
3. Namaz kılmaları için bir mescide gitmeleri şart değildir. Sınıflarında veya okulun namaz kılmaya müsait olan herhangi bir yerinde kılabilirler.
4. Çok zor durumda kalırlarsa Bakara sûresinin 239. ayetine göre yürüyerek veya oturarak bile namaz kılabilirler. Ama hiçbir halde namazlarını kazaya bırakamazlar.
5. Abdest alırken ve namaz kılarken ayakkabılarını çıkarmaları şart değildir. Abdestte ayakkabıların üzerine mesh edebilecekleri gibi ayakkabı ile de namazlarını kılabilirler. Bunlar dinimizin istifade edilebilir kolaylıklarındandır.
Cevabın yayımlandığı yer için bkz: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2016, s. 154-155.
Namazların birleştirilmesi ile ilgili geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:
www.suleymaniyevakfi.org/fikih-arastirmalari/namazlarin-birlestirilmesi.html
İmamlık, bir kişiye uyarak birlikte namaz kılmaktır. Kadınlar, namaz kılarken içlerinden birine uyarak kılabilirler. Aişe validemiz ile sahabi hanımlardan Ümmü Varaka’nın kadınlara imamlık yaptığı, sahih yollarla bize ulaşmıştır.
Kadının kadına imamlık yapıp yapamayacağı konusunda fıkıh kitaplarında ihtilaf mevcuttur. Peygamberimizin eşlerinden Hz. Aişe ile Ümmü Seleme, tabiin ulemasından Atâ, Sevrî, Evzâî ile İmam Şafii, İshâk ve Ebû Sevr gibi âlimler kadının kadına imamlık yapmasını müstehab kabul etmişlerdir.
Ahmed b. Hanbel müstehab olmadığını söylerken Hanefiler’in başını çektiği Ashâb-ı Re’y ve İmam Malik bunu mekruh kabul etmekle birlikte namazın geçerli olduğunu söylerler.
Yine tabiinden Şa’bî, Nehaî ve Katâde kadının sadece nafile namazlarda kadınlara imamlık yapabileceğini, farz namazlarda yapamayacağını kabul ederler.
Hasan-ı Basri ve Süleyman b. Yesâr ise kadının ister nafile ister farz hiçbir namazda kadınlara imamlık yapamayacağını söylemişlerdir.
Kadının kadına imamlık yapabileceğini kabul edenler Aişe validemiz ile yine sahabi hanımlardan Ümmü Varaka’nın kadınlara imamlık yapmasını bu görüşlerine delil olarak gösterirler ki bize göre de doğru olan görüş budur. Bu görüşte olanlar, imamlık yapacak olan kadının erkek imam gibi cemaatin önünde durmayacağını, safın içinde cemaatle birlikte durması gerektiğini söylemişlerdir. (İbn Kudâme, Muvaffakuddîn Ebî Muhammed Abdillâh b. Ahmed, İbn Kudâme el-Makdîsî, Şemsuddin Ebi’l-Ferec Abdirrahman b. Ebî Ömer Muhammed b. Ahmed: el-Muğnî ve’ş-Şerhu’l-Kebîr alâ Metni’l-Mukni’, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1984, c: 2, s: 36, 1145. mesele)
Hanefi mezhebi gibi kadının kadına imamlık yapmasını mekruh kabul edenler de vardır. Bunlar, kendi görüşlerini dayanak yapmış, imam olan kadının cemaatin önüne geçemeyeceğini, imamlık yapmasının bu yüzden mekruh olduğunu söylemişlerdir. Ama hem imam olan kadının hem de ona uyan kadın cemaatin namazını geçerli saymışlardır.
Konuyla ilgili detaylı bilgi için www.kurandersi.com sitemizde yer alan Mukayeseli Fıkıh Dersleri‘nin ilgili bölümünü izlemenizi tavsiye ederiz.
Bir imam abdestsiz veya cünüp olduğunu bilmeyerek/unutarak cemaate namaz kıldırır da namaz bitinceye kadar bunun farkına varmazsa;
1. Hanefilere göre imamın da cemaatin de namazı yeniden kılmaları gerekir.
2. Hulefâ-i Râşidîn’den Ömer b. Hattâb, Osman b. Affân, Ali b. Ebî Talib ve Abdullah İbn Ömer radıyallâhu anhum gibi sahabiler ile Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelîler’e göre böyle bir durumda cemaatin namazı geçerli; fakat imamın namazı geçersiz olur.
Hanefilere göre cemaatin namazın sahih olması, imamın namazının sahih olmasına bağlıdır. Unutmuş dahi olsa abdestsiz bir şekilde namaz kıldıran imamın namazı geçersiz olduğu için cemaatin de namazı geçersiz olur.
Diğer grupta yer alanlara göre ise cemaatin namazının sahih olması, imamın namazına bağlı değildir. Bu yüzden namaz kıldırdıktan sonra abdestsiz olduğunu hatırlayan imamın namazı geçersiz; fakat cemaatin namazı geçerli olur. Bunların diğer delilleri ise şunlardır:
Ömer radıyallâhu anh, bir sabah namazını kıldırdıktan sonra cünüp olduğunu hatırlamış, bunun üzerine kendi namazını tekrar kılmış; fakat cemaat tekrar kılmamıştır.
Aynı olayın Osman radıyallâhu anh’ın başından geçtiği ve onun da kendisinin namazı iade ettiği; fakat cemaate iade etme emri vermediği rivayet edilmiştir.
Ali radıyallâhu anh’ın da şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Cünüp bir kimse imamlık yapsa ve bu şekilde namazı bitirse ona gusül abdesti almasını ve namazını iade etmesini emrederim. Fakat cemaatin namazlarını iade etmesini emretmem.”
Abdullah İbn Ömer de bir gün öğle namazını kıldırmış fakat daha sonra abdestsiz olduğunu hatırlayınca kendisi namazı tekrar kılmış; fakat cemaat kılmamıştı. (Bkz: İbn Kudâme, el-Muğnî, c. 1, s: 777, 1004. mesele; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, c: 1, s: 122; Vehbe ez-Zuhayli, el-Fıkhu’l- İslâmî ve Edilletuhû, c: 2, s: 199-200)
Deliller, abdestsiz veya cünüp olduğunu bilmeyerek/unutarak cemaate namaz kıldıran ve namaz bitinceye kadar bunun farkına varmayan imamın, yalnızca kendi namazını iade etmesi gerektiğini ve cemaatin namazının tamam olduğunu göstermektedir. Çünkü imama uymak, namaz kılma görevini ona yüklemek değil, ona uyarak namazı birlikte kılmak demektir. Bu da demek oluyor ki herkes kendi namazını kılmakta, birinin kusuru diğerini etkilememektedir.
Cevabın yayımlandığı yer için bkz: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2016, s. 175-177.
Eğer kendi işinizi yapıyor, birinin yanında çalışmıyorsanız her iki yerde de namazınızı tam kılarsınız, sadece yolda seferi kılarsınız. İşçi olarak çalışıyorsanız o zaman sadece eşinizin bulunduğu yere gittiğinizde namazlarınızı tam kılar, onun dışında seferi olarak kılarsınız.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Eğer korku duyacak bir haldeyseniz namazı yürüyerek yahut binek üstünde kılın. Güvene kavuşunca da bilmediğiniz şeyleri size öğreten Allah’ın öğrettiği gibi Allah’ı anın.” (Bakara, 2/239)
Bu ayette korkunun tarifi yapılmamıştır. Korku, kişilere göre farklılık arz eder. Düşmandan veya bir hayvandan korkma, namazın kılınamayacağı korkusu, namaz vaktinin çıkma tehlikesi vs… Bunlar farz namazların binekli veya yaya olarak kılınabileceğini gösteren korku çeşitleridir. Korku yokken farz namazların yürüyerek veya binekte kılınması caiz değildir.
Namazın yürüyerek veya binek üzerinde kılınacağı durumlarda gayet tabii olarak kıble, rükû, secde, ka’de gibi şartlar ortadan kalkar. Bu durumda kişi iftitâh tekbirini getirir, Fatiha ve zamm-ı sûreden sonra başını hafifçe öne eğerek rükû, biraz daha öne eğerek de secdesini yapar. Ve namazını bu şekilde tamamlayarak eda eder.
Cevabın yayımlandığı yer için bkz: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2016, s. 177.
Namaz kılmak Allah Teâlâ’nın emridir. Bu emrin yerine getirilmemesi O’na isyan sayılır. Allah’a isyan sayılacak hususlarda hiç kimseye boyun eğilmez. İşveren razı olmuyor diye namaz terk edilemez. Fakat böyle durumlarda namazların sadece farzları kılınır; sünnetlerle, nafilelerle meşgul olunmaz.[1]
Mesela öğle namazının veya ikindi namazının dört rekâtlık farzı kılınır ve selamdan sonra hemen işe dönülür. Daha da sıkışık bir durum halinde namazlar birleştirilebilir. Tesbih ve dua ile de meşgul olunmaz. Ancak ideal olan, işverenin çalışma şartlarını, ibadet ölçülerine göre düzenlemesidir.
Cevabın yayımlandığı yer için bkz: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2016, s. 152-153.
[1] Bkz: İbn Âbidin, Hâşiyetü Reddi’l-Muhtar, Kahraman Yay., İstanbul, 1984, c: 6 s: 70, “Matlab Leyse li’l-Ecîri’l-Hâssı en Yusalliye’n-Nafilete.”
Namaz Allah’ın kesin emri ve Müslümanların temel dini görevlerindendir. Her Müslümanın onu zamanında ve şartlarına uygun olarak güzelce kılması gerekir. Farz bir namaz, işin aksaması gerekçe gösterilerek kazaya bırakılamaz. Cephede savaşan Müslüman askerler, çatışma zamanına denk gelse dahi namazlarını kazaya bırakamazlar. Bu durumda nöbetleşe namaz kılarlar. Sizin işçileriniz de işi aksatmayacak şekilde nöbetleşe namaz kılabilirler. Önce bir grup gider, namaz kılar gelir, sonra ikinci grup gider kılar. Bu şekilde bir düzenleme yapılırsa sıkıntı olmaz.
Ayrıca Kur’an ve sünnette namazın kazasının söz konusu olmadığını bir kez daha hatırlatmakta fayda vardır. Sadece “uyuyan” ve “unutan” kimseler, uyandıklarında/hatırladıklarında namazlarını vakitleri dışında kılabilirler. Bu, onlar için bir kaza değil; edâ olur. Bunun dışında kalan kimselerin gerek keyfi olarak gerekse gevşeklikten, tembellikten ve çalışmaktan dolayı namazları vakit dışında kılmaları diye bir şey söz konusu değildir.
Cevabın yayımlandığı yer için bkz: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2016, s. 153-154.
Köpek, eşek ve kadının namaz kılan bir kişinin önünden geçmesi halinde namazı bozacağına dair bazı rivayetler, Kütüb-ü Sitte diye tabir edilen Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesâî gibi hadis kitaplarında bulunmaktadır. Hadislerin farklı rivayetlerinde namazı bozacağı söylenen bu üç şey; “kara köpek-eşek-kadın”, “kara köpek-hayızlı kadın”, “domuz-Yahudi-Mecusi”, “eşek-kâfir-köpek-kadın” şeklinde sıralanmaktadır. (Hadisler için bkz: Şevkâni, Neylü’l-Evtâr, c: 3, s. 11-12.)
Fakat yine aynı kitaplarda Aişe validemizin bu rivayetleri reddettiğine dair bilgiler de vardır. Aişe’nin yanında köpek, eşek ve kadının namazı bozacağı konusu geçtiğinde şöyle demişti:
“Bizi eşek ve köpekle bir tutmakla ne kötü bir iş yaptınız! Yemin olsun, ben bilirim ki Resûlullâh namaz kılarken onunla kıblesi arasında yatmış olurdum da secde etmek istediğinde ayaklarıma dokunurdu, ben de onları çekerdim.” (Buhârî, Salât, 108; Müslim, Salât, 269-271; Ebû Dâvûd, Salât, 111; Nesâi, Kıble, 10.)
Buhârî ve Müslim’in –ki ikisinin birden rivayet ettiği hadislere müttefekun aleyh denilir- diğer bir rivayetinde şöyle gelmiştir:
Aişe radıyallâhu anhâ’nın yanında namazı bozan şeylerden söz açılmıştı. Bu meyanda köpek, eşek ve kadının da zikri geçti. Aişe:
“Bizi yine eşeklere ve köpeklere benzettiniz. Vallahi, ben Resûlullâh’ı kıblesiyle arasında yatakta yatar olduğum halde namaz kılarken gördüm. Benim için ihtiyaç hâsıl olunca oturup onu rahatsız etmek istemezdim (yatağın) ayak tarafından sıyrılıp çıkardım.” (Buharî, Salât, 99, 102, 105, 108; Müslim, Salât, 269-271.)
İmam Nevevî’nin beyanına göre İmam Mâlik, Ebû Hanife ve İmam Şâfiî gibi mezhep imamları da dâhil olmak üzere âlimlerin çoğunluğu (cumhûr-u ulemâ), yukarıda sayılan ve sayılmayan şeylerin namaz kılanın önünden geçmesi ile namazın bozulmayacağını söylemişlerdir (İmam Nevevî, Şerhu Sahîhi Müslim, c: 4, s: 227) ki bize göre doğru olan da budur.
Cevabın yayımlandığı yer için bkz: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2016, s. 178-179.
4 rekâtlı bir namazda beşinci rekâta kalkanlar ile ilgili olarak Şafii mezhebinin görüşleri kısaca şöyle sıralanabilir:
“Eğer beşinci rekâtta teşehhüd yapmış ve selam verdikten sonra hatırlamışsa Peygamberimizin yaptığı gibi * sehiv secdesi yapar.
Teşehhüdü okuduktan sonra fakat selam vermeden önce hatırlarsa sehiv secdesi yapar, sonra selam verir.
Beşinci rekâtın teşehhüdünden önce hatırlarsa ve dördüncü rekâtta da teşehhüdde bulunmadıysa hemen oturur, teşehhüdde bulunur, sonra sehiv secdesi yapar ve selam verir…” (Ebu’l-Hüseyn Yahya b. Ebi’l-Hayr b. Sâlim el-İmrânî, el-Beyân fî Mezhebi’l-İmami’ş-Şâfiî, Dâru’l-Minhâc, Beyrut, 2000, c: 2 s: 333)
* Abdullah ibn Mes’ûd radıyallahu anh şöyle demiştir:
(Bir defasında) Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selem öğle namazını beş rekât kıldırdı. Kendisine: Namazda artırma mı yapıldı? diye soruldu. Rasûlullah: “Ne oldu, neden sordunuz?” buyurdu. Sahâbî: “Namazı beş rekât kıldırdınız da”, dedi. Bunun üzerine Resûlullah, selâm verdikten sonra (yanılmadan dolayı) iki defa secde etti” (Buhari, Sehv, 2; Müslim, Mesâcid, 89 (572).
Üzerinde Kâbe resmi bulunan seccadede namaz kılmayı yasaklayan herhangi bir delil bulunmamaktadır. Bazıları “Kâbe’ye hürmetsizlik olur” diye bunu caiz görmezler. Fakat hiç kimse “Kâbe ayaklar altına alınsın”, “ona hürmetsizlik olsun” diye seccade kullanmaz. Dolayısıyla bu tür seccadeleri kullanmakta bir sakınca yoktur.
Namaz kılanın başı üstünde veya kendisine yakın olarak ön tarafında veya kendisine yakın olmasa da, sağ ve sol tarafından hizasındaki duvar veya tavan üzerine çizilmiş veya asılmış büstümsü canlı yaratık şekillerin bulunması mekruhtur. Arka tarafta bulunması da çoğunlukça mekruh sayılmıştır. Fakat bunun keraheti nispeten azdır.
Namaz kılanın ayakları altında veya oturduğu yerde bulunan veya karşıdan organları seçilemeyecek kadar küçük olan veya başları kesilmiş veya yüzleri büsbütün silinmiş veya örtülüp yok edilmiş bulunan bir resmin bulunması, namaz bakımından keraheti gerektirmez.
Yine, kese ve cüzdan gibi şeyler içinde bulunan paralar üzerinde basılı bulunan resimler veya bir organda dövme suretiyle çizilip elbise ile örtülen şekiller veya yüzük taşına oyulup belirsiz halde kalan resimler namazın kerahetini gerektirmez.
Canlılara ait olmayan resimlerde de kerahet yoktur. Ağaç, bina, ay ve güneş resimleri bu kısımdandır. Çünkü bunların resimlerine ibadet edilmemiştir. Ancak namaz kılınan zihnini meşgul edecek bir durum bulunursa, kerahet olur. Bir de kuştan daha küçük olan bir şekil veya bir yerde bulunduğu halde ayakta iken bakılınca organlarının ayrımı belirsiz olan resim, namaz kılanın yanında bulunsa, keraheti gerektirmez.
Bilindiği gibi, öteden beri birçok kavimler, yalnız bir olan Allah’a iman inancını bırakıp şirke düşmüşler ve tasarladıkları canlı tanrılarının resim ve heykellerini yaparak onlara tapınmışlar, hürmet göstermişler ve ibadethanelerini onlarla doldurmuşlardır.
Bugün madde yönünden pek yüksek görülen nice milletler de henüz kendilerini böyle putlara tapmaktan kurtaramıyorlar. İslâm dini ise, insanlara tevhid (yalnız bir Allah’a ibadet) inancını tebliğ edip öğretmiştir. Allah’a ortak koşan kavimlerin bu putlara tapma hallerini çok fazla kötülemiştir. Artık ezelî ve ebedî olan, her şeye hâkim bulunan bir yaratıcının varlığına inanan ve yalnız O’na ibadetle şeref kazanan İslâm toplumunun bu putlara tapanlara karşı bir ayrılık nişanı göstermesi gerekir. Yalnız bir Allah’a iman (tevhid) inancını daima göstermek için mabedlerini ve namaz kılacakları yerleri, bu gibi puta tapanları taklit ve onlara saygı anlamına gelecek şeylerden uzak bulundurmaları bir görev gereğidir.
Gerçekten hiç bir müslümanın bu gibi resim ve heykellere tapınmak hatırından geçmez. Fakat şu putperest milletlere karşı bir ayrılık eseri göstermek ve zihni az çok meşgul edecek şeylerden namazgâhlarını uzak bulundurmak dinimizin yüksek hikmetleri gereğidir. (Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, s: 211-212, “Namazın Mekruhları”, 48 ve 49. paragraflar)
Geleneğimizde canlı resimlerinin çizilmesi hoş karşılanmadığı için üzerinde canlı resmi bulunan bir elbise ile de namaz kılmak mekruh kabul edilmiş; ama yine de bu şekilde kılınanın namazın geçerli olduğu belirtilmiştir. Fakat resimli elbise ile namaz kılmayı yasaklayan herhangi bir ayet veya sahih bir hadis bulamadığımızı da belirtmemiz gerekir.
Hanefi mezhebinin temel fıkıh kitaplarından el-Hidâye’de resimli elbise ile namaz kılma konusunda şu bilgiler yer almaktadır:
“Eğer kişi (namazda) içinde resimler bulunan bir elbiseyi giyerse üzerinde put taşıyan kimselere benzediği için bu mekruh olur. Fakat bu hallerin hepsinde kılınan namaz, sıhhat şartları eğer yerine getirilmiş ise sahihtir…” (el-Merğînânî, el-Hidâye, c: 1, s: 64)
Ömer Nasuhi Bilmen de İlmihal’inde konuyla ilgili olarak şunları yazmıştır:
“Üzerinde canlı resimleri bulunan bir elbise ile namaz kılınması ve canlıya ait bir resim üzerine secde edilmesi mekruhtur. Fakat böyle bir elbisenin üzerine başka bir elbise giyerlerse onunla namaz kılınmasında kerâhet yoktur. Bir de yere serili olup üzerinde böyle resimler bulunan bir serginin, resim bulunmayan kısmında namaz kılınması ve secde edilmesi mekruh değildir.” (Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, “Namazların Mekruhları”, s: 212; 49. paragraf.)
Cevabın yayımlandığı yer için bkz: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2016, s. 179-180.
Sabah namazına kalkmak için bütün önlemleri almalısınız. Öncelikle, geç yatmayın ki erken kalkabilesiniz. Sabah kalkabilmeniz için saat veya cep telefonu alarmını kullanabilirsiniz. Bunları kapatıp tekrar uykuya dalmamak için yatağınıza uzak bir yere koyun ki çaldığında yataktan kalkmanızı sağlasın.
Ayrıca evinizde bulunanlardan veya sabah namazına kalkan arkadaşlarınızdan da yardım alabilirsiniz. Telefonunuzu açık bırakırsınız, onlar sizi ararlar. Zaten zamanla alışkanlık kazanır ve rahatça namaza kalkmaya başlarsınız.
Tüm önlemlere rağmen uyuyakalıp kalkamadığınız zamanlarda da namazınızı uyandığınızda kılarsınız.
Cevabın yayımlandığı yer için bkz: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2016, s. 181.
Lütfen aşağıdaki linki de tıklayınız:
www.fetva.net/yazili-fetvalar/gunes-dogduktan-sonra-sabah-namazi-kilinabilir-mi.html
Nebîmiz ayakkabıları ile namaz kılmıştır. Çünkü o dönemde Mescid-i Nebi’nin tabanı günümüzde olduğu gibi halılarla kaplı değildi; zemin taş ve topraktandı. Bu yüzden taş veya toprak bir zeminde namaz kılarken ayakkabıların çıkarılması gerekmez. Temiz olup olmadıkları kontrol edilir, namaza engel herhangi bir pislik varsa bunlar giderilir ve ayakkabılarla namaz kılınır. Aşağıdaki hadisler bunu göstermektedir:
Ebû Mesleme radıyallâhu anh’dan rivayete göre o, şöyle demiştir: “Ben Enes b. Mâlik’e: Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem ayakkabıları ayağında iken namaz kılar mıydı? Diye sordum. Enes ‘Evet’ cevabını verdi.”[1]
Kitabına bu hadisi alan Tirmizî, “İlim adamları bu hadisle amel ederler” açıklamasına da yer vermiştir.
Abdullah b. Mes’ûd şöyle demiştir: “Şüphesiz biz Resûlullâh’ı ayakkabılarla ve mestlerle namaz kılarken gördük.”[2]
Ebû Saîd el-Hudrî demiştir ki: “Resûlullâh ashabına namaz kıldırırken ayakkabılarını çıkarıverdi ve sol tarafına koydu. Bunu gören cemaat de ayakkabılarını çıkardılar. Resûlullah namazı bitirince: ‘Ayakkabılarınızı niçin çıkardınız?’ diye sordu, (Onlar da:) ‘Senin çıkardığını gördük de (onun için) çıkardık.’ dediler. Bunun üzerine Resûlullâh şöyle buyurdu:
‘Bana Cebrail gelip ayakkabılarımda pislik olduğunu haber verdi. (Ve sözlerine devam ederek) Sizden bir kimse mescide geldiği zaman, baksın, ayakkabılarında pislik varsa silsin ve onlarla namaz kılsın.’ buyurdu.”[3]
Şeddâd b. Evs, babasından (Evs’ten) rivayetle demiştir ki: ‘Resûlullâh şöyle buyurdu:
‘Yahudilere muhalefet ediniz. Çünkü onlar ayakkabılarıyla ve mestleriyle namaz kılmıyorlar (siz kılınız)!’[4]
Bu hadiste geçen “siz ayakkabılarla namaz kılın” cümlesi emir değil, serbestlik ifade eder. Fıkıh âlimleri temiz olmak şartıyla isteyenin ayakkabılarıyla isteyenin de çıplak ayakla namaz kılabileceğini, bu konuda serbest olduğunu söylemişlerdir. Nitekim bunun böyle olduğu Nebîmizin bazen ayakkabılarıyla bazen de çıplak ayakla namaz kılmasından da anlaşılmaktadır.[5]
Cevabın yayımlandığı yer için bkz: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2016, s. 155-156.
[1] Buhârî, Salât, 24; Tirmizî, Salât, 181.
[2] Ebû Dâvûd, Salât, 88; İbn Mace, İkametu’s-Salât, 66.
[3] Ebû Dâvûd, Salât, 88.
[4] Ebû Dâvûd, Salât, 88.
[5] Bkz: Ebû Dâvûd, Salât, 88.
Namaz kılarken de abdest alırken de botları çıkarmanız gerekmez. Abdest alırken onların üzerini mesh edersiniz. Botlara bulaşmış necaset varsa toprağa sürterek temizlersiniz. Ayakkabılarla namaz kılınabileceğini bir önceki cevabımızda anlatmıştık.
Bir de eğer nöbette, eğitimde veya tatbikatta iken namaz vaktinin geçme tehlikesi varsa namazları birleştirerek kılabilirsiniz. Özellikle kış aylarında öğle ile ikindi ve akşam ile de yatsı namazları bu gibi sebeplerden ötürü birleştirilebilir. Mesela ikindi vaktinde nöbetiniz varsa öğle ile ikindiyi öğle vaktinde kılar, nöbete öyle çıkarsınız veya akşam namazı vaktinde nöbette olacaksanız niyet eder, akşamı yatsı ile nöbetten sonra birlikte kılarsınız. Sabah namazı gibi birleştirilemeyecek bir namaz vaktinde nöbette olursanız bu takdirde silahınızı yere bırakmadan olduğunuz yerde veya yürüyerek ima (işaret) ile namaz kılabilirsiniz. Nöbet yerinizi terk etmenize ve görevinizi aksatmanıza gerek yoktur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Eğer korku duyacak bir haldeyseniz namazı yürüyerek yahut binek üstünde kılın. Güvene kavuşunca da bilmediğiniz şeyleri size öğreten Allah’ın öğrettiği gibi Allah’ı anın.” (Bakara, 2/239)
Bu din, kolaylık dinidir. Mümkün mertebe bu kolaylıklardan yararlanmak gerekir. Askerlik, polislik vs. gibi zor görevler icra edenler, ibadetlerini bu tür kolaylıklarından yararlanarak eda edebilirler.
Cevabın yayımlandığı yer için bkz: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2016, s.156-157.