Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Blog

Oy verdiğimiz insanlar yanlış yaparsa biz de sorumlu olur muyuz?

Oy kullanmak, bir emaneti ehline teslim etmek demektir. Sizin için değerli olan herhangi bir şeyi güvenmediğiniz bir kişiye nasıl emanet etmezseniz oyunuzu da güvenmediğiniz bir kişiye vermemelisiniz. Ehil olmadığını bile bile yanlış davranışlarını gördüğünüz kişiyi seçerseniz tabiî ki vebal altına girersiniz. Fakat iyi olduğu kanaatiyle seçtiğiniz kişi kötü çıkarsa siz yine sevap kazanırsınız. O kişinin kötülüğü de kendine olur.

Şu ayet-i kerimeyi hatırdan çıkarmamak gerekir:

“Kim iyi bir işe aracılık ederse onun da o işten bir nasibi olur. Kim kötü bir işe aracılık ederse onun da ondan bir payı olur. Allah her şeyin karşılığını vericidir.” (Nisa, 4/85)

Hem laik hem müslüman olunur mu?

Şeriat, hukuk anlamına gelir. Bu sebeple her sistemin bir şeriatı vardır. Sizin bahsettiğiniz, İslam şeriatıdır. Bunun devre dışı bırakılması diye bir şey olamaz. İnternet sitemizde yazdığımız şeylerin çok büyük bölümü İslam şeriatını anlatmaktadır.

Diğer sorularınızın cevabı bahsettiğiniz kitapta vardır. Başlıklar halinde aktaralım:

Avrupa’nın Laikliği İslam Olamaz.

Kitapta anlatılan şudur:

“Laiklik Fransa’da doğmuş­tur. Fransızca’da dinî kuruluş­ların hâkimiyetinden bağım­sız olan ku­ruma Laik (laic veya laique) de­nir ((Büyük Larousse Ansiklopedisi, Laik maddesi.)) . Bu ül­kede dinî kuru­luş de­yince Katolik kilisesi anlaşılır. Lâiklik mü­cadelesi Hıristiyanlığa karşı değil, kili­seye karşı verilmiştir.

Kilise, Allah adına hareket et­tiğini öne sürerek kralı, hü­kü­met­leri ve vali­leri belir­le­mede ve gö­reve getirmede kendini yetkili görmüştür ((Günay TÜMER, Abdurrahman KÜÇÜK, Dinler Tarihi, Ankara 1993, s. 256.)) . Bugün, seçilmiş kişi­lere ye­min ettir­mekle bu yetkisini az da olsa sür­dürmek­tedir. Fransız tarihi, kili­seye karşı ve­ril­miş mücadelelerle dolu­dur. Kilisenin devlet üzerin­deki ege­menliğini kırma ça­baları XIV. yüz­yılda başlamıştır ((Büyük Larousse Ansiklopedisi, Laiklik maddesi,)) …”

Dikkat ederseniz burada Türkiye’deki laiklik Fransa’daki laikliğe benzetilmemiştir.

Türkiye’deki Laiklik

Türkiye’deki laiklikle ilgili olarak yazdıklarımız şunlardır:

“Türkiye’de, azımsanma­yacak oranda ateist ((Ateizm, tanrıtanımazlık anlamına gelir. Adına ister tabiat, ister Gök Tanrı isterse ne denirse densin, bütün varlıkları yaratan ve evrenin tek hakimi olan Allah’ı inkar mümkün olmadığından tanrıtanımaz, babasını tanımazlık eden kişiye benzer. O, en sıkışık zamanında nasıl babasını ararsa tanrıtanımaz da iyice dara düşünce Allah’a sığınır. Aslında bunlar, her şeyi veren ama kendilerine emir vermeyen bir Allah isterler.

Bazı kimseler de Allah’a inandıklarını açıkca söyler ve ateizmi redderler. Ama Allah’ın ve peygamberinin emirlerini, kendi anlayışlarına göre sınıflara ayırır, kimini kabul eder kimini de reddederler. Bunların durumu, Kur’anda yer alan Şeytanın durumuna benzer. Şeytanı o hale getiren Allah’ın bir tek emrini beyenmemesidir. Yoksa o Allah’a, ahiret gününe ve inanılması gereken bir çok şeye inanır. Kur’an’da bunu açıkca ifade eden ayetler vardır.

Ahazâb suresinin 36. âyeti şöyledir:

“Allah ve Rasulü bir işte hüküm verince inanmış hiçbir erkek ve kadın o işle ilgili davranışlarında ser­best ola­maz.”

Müslüman, bu ayete uygun davranır.
)) , yani hiç bir dini kabul etmeyen­ insanlar vardır. Kimileri de dine uzak dururlar; ondan beğendiklerini alır beğenme­diklerini kenara iterler. Bunlar etkin ko­num­dadırlar.

Ateistler din ile ilgili her görüntüyü lâikliğe aykırı sayarken dine uzak duran kişi­ler, kendilerinin hoşlan­madığı dinî görüntüleri laik­liğe aykırı sayıp or­tadan kaldır­maya çalışırlar. Bunlar laikliği dinî bir ku­rumun hâkimiyetine karşı müca­dele ol­mak­tan çıkarıp doğrudan dine karşı mücadeleye dö­nüş­türmüş­lerdir. Onlara göre Allah’ın sosyal ve kamusal alanla ilgili emirleri uygula­namaz. O alanda yetkili olan kendileridir. Bunu açıkça söylemezler ama söz, davranış ve uygulamalarına başka bir anlam verme imkânı yoktur. Özel alanı da ilgi­lendirse, kendi karar ve uygulamalarına, dine aykırı diye karşı çıkılmasını asla kabul etmezler. Onların görüşlerine aykırı düşen dinî emir ve uygulamalar ya değiştirilmeli, ya da yürürlükten kaldırılmalıdırlar. Onların saygı duydukları din, kendi anlayışlarına uyan dindir. İslam dini konusunda karar mercii Kur’ân, sünnet ve din bilginleri değil, kendileridir. Yani insanlar, ancak onların mü­saade ettik­leri kadar dindar olabilirler.

Vicdanlara sıkıştırılmak istenen din, İslam dini olunca ona karşı mücadele çok zor olmaktadır. Çünkü İslam’a karşı çık­mak her şeyden önce evrensel değerlere karşı çık­maktır. Zira İslam’ın iste­diği şey­ler, insan tabiatı ve sosyal hayatla, yani bü­tün evrensel de­ğerlerle tam bir uyum içindedir. Çünkü bu din, o değerleri ko­yan Allah’ın di­nidir. Kur’ân’da şöyle buyuru­lur:

“Sen yüzünü dosdoğru bu dine, Allah’ın fıtratına (yaratma kanununa) çevir. O İnsanları ona göre yaratmış­tır. Allah’ın yarattığının yerini tutacak bir şey yoktur. İşte sağlam din bu dindir. Ama in­sanların çoğu bunu bilmez­ler.” (Rum, 30/30)

Hem Laik Hem Müslüman Olunur mu?

Laiklik devletin özelliğidir, insan laik olamaz, devlet laik olabilir. Kitapta konu ile ilgili ifadeler şöyledir:

“… Laiklik devletin bir özelliği iken onu kendilerine ait bir özellik olarak belirtir ve “Ben lâikim, sen laik değil­sin.” gibi ifadeler kullanırlar. İnsanları da “laik olanlar ve olmayanlar” diye ikiye böler­ler. Bunlar kendi vicdanlarına karşı da rahat değillerdir. Vicdanlarını rahatlat­mak için zaman zaman yaptıklarının doğru olma­dığını söyleyen­ler çıkar. İşte bü­tün hu­zursuz­lukların temelinde bu yanlış anla­yış ve davranış vardır. Bunlarla yapıla­cak en etkili mücadele, bıkmadan doğru­ları anlatmaktır. Çünkü ev­rensel değer­lere karşı mü­cadele ta başından kaybe­dilmiş bir mücadeledir. Eğer o değerlerin samimi savunu­cuları varsa onlar, kısa sü­rede başarıya ulaşırlar…”

Demokrasi konusunda niçin gayriciddi cevaplar veriyorsunuz?

Uyarı ve eleştiriniz için teşekkür ederiz. Yalnız eleştiride bulunurken bizim neyi, niçin yanlış yaptığımızı delilleri ile birlikte gösteriniz ki biz de ona göre yanlışımızı düzeltelim.

Bir defa “gayriciddilik” sözünüz bir ithamdır. Bizler Allah’ın bizlere bahşettiği bilgilerle bir şeyler söylemeye çalışıyoruz. Bu doğru da olabilir; yanlış da olabilir. Çünkü bizler de insanız, yanılırız. Lakin niyetimizin ve ciddiyetimizin sorgulanmasına da asla izin vermeyiz. Zira bu, sizin değil; sadece ve sadece Allah’ın bileceği bir durumdur. Bu açıdan duygusallığı bir kenara bırakıp ilmî, müdellel bir şekilde yanlışlarımızı göstermenizi bekliyoruz.

Oy vereceğimiz partiler İslam çizgisinde değil. Nasıl olacak?

Bahsettiğiniz cezaları, her ülke kanun haline getirerek uygulayabilir. Onun rejim ile ilgisi yoktur. Önemli olan, onları Allah’ın emri olduğu için uygulamaktır. Partiler, ülkede yürürlükte bulunan yasalarla sınırlı hizmetler için kurulmuşlardır. Onlardan güçlerinin üstünde bir beklenti içinde olmak doğru değildir. Bu sebeple sizin hedefinize en uygun olanına oy verebilirsiniz.

Peygamber yoksa kime biat etmeliyiz? Ehl-i beyt’e mi?

Biat, meşru İslam devletine ve devlet başkanına bağlı kalma sözleşmesi demektir. Bu siyasi bir kavramdır, yönetim işlerini ilgilendirir. Peygamberimiz döneminde bu bağlılık, yazılı bir anlaşma ile değil; ashab-ı kiram’ın sözleri ve peygamberimizin elini tutmaları ile olurdu. Bugün aynı şeyin olması için bir İslam devleti ve devlet başkanının olması gerekir. Bu devlet başkanın da Peygamberimizin soyundan olması gerekmez. Böyle bir şart yoktur. Halifeler tarihine bakıldığında kendisine biat edilen halifelerden Peygamberimizin soyundan gelenlerin bir hayli az olduğu görülür.

Millet, ümmet, milliyetçilik, üm­metçilik kavramlarını açıklar mısınız?

Kavim, dil ve kültür birliği olan ve ortak menfaatleri bulunan in­san topluluğu anlamına gelir.

Kavmiyetçilik, mensubu bulun­duğu kavme bağlı olma ve ona arka çıkma anlamına gelir.

Millet, aynı topraklar üzerinde yaşayan, aynı kökten gelen, ortak tarihleri, kültürleri ve gelenekleri olan çoğu kez aynı dili konuşan insan topluluğudur.

Milliyetçilik, ulusal çıkarları, o ulusu oluşturan sınıfların ve grupla­rın ya da diğer ulusların çıkarlarına tercih eden siyasi düşünce.

Ümmet, aralarında din bağıyla birbirine bağlı bulunan topluluk.

Ümmetçilik, din bağını diğer bağlardan üstün tutma.

Bu kavramlardan her biri kendi sınırları içinde kaldığı sürece gü­zeldir. Kötü olan, aşırılığa kaçmaktır. Bir kişinin annesini babasını ve ak­rabasını sev­mesi, onları koruyup kollaması nasıl övülecek bir davranışsa kavmini ve mille­tini sevmesi, onların yararları için çalışması da o derece övülecek bir davranıştır. Nasıl ki akrabayı sevmek, onların kötülükle­rine arka çıkmayı, zulüm ve haksız­lıklarına yardımcı olmayı gerektirmi­yorsa kavmiyetçi veya milliyetçi olmak da bunların yapmış oldukları veya yapılabilecekleri haksızlık ve zulme arka çık­mayı gerektirmez.

İslam ümmetine mensup olmak Allah’ın emir ve yasaklarını, Resulullah’ın da uygulamalarını temel almayı ve bu yolda gayret göster­meyi gerektirir. Normal sınırları içindeki kavmiyetçilik ve milliyetçiliğin Müslümanlıkla çatışan bir yanı olmaz. Eğer varsa aşırılığa gidiliyor demektir.

Lütfen aşağıdaki linki de tıklayın:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/milliyetcilik-turk-milliyetciligi-vs-gibi-kavramlari-kullanmak-yanlis-midir.html

“Ne mutlu Türküm diyene” dayatmacılığını değerlendirir misiniz?

Bir kimsenin “Türküm” veya “Kürdüm”, “Çerkezim”, “Lazım” vs. demesi ne karnını doyurur ne milletler ya­rışında mesafe almasını sağlar ne dünyasını ne de ahiretini kurtarır! “Ben erkeğim” veya “Kadınım” demek bir erkeğe veya kadına bir şey kazandırmadığı gibi sadece “Türküm” demek de insana bir şey kazandırmaz.

“Bir Türk dünyaya bedeldir” sözü küçük çocukların “Benim babam senin babanı döver” şeklindeki sözlerini hatırlatmaktadır. Çocukların öyle konuşması normaldir. Çünkü onların dünyası kendi küçük ailele­riyle sınırlıdır. Ailenin en güçlü üyesi de babadır. Ama böyle bir sözün büyükler tarafından söylenmesi ya­dırganacak bir şeydir.

Bu sözlerin başka ırklara mensup kişilere karşı söylenmesi halinde onların ırkçılık damarlarının kabarması ve kendi ırkları için benzer sözler söyleyerek karşılık vermelerine ve hiç kimseye yarar sağlamayan sürtüşmelere sebep olur. Bu anlayışın etnik kökene dayalı ayırımcılığı tahrik ettiği açıktır.

Milliyetçilik, Türk milliyetçiliği vs. gibi kavramları kullanmak yanlış mıdır?

Bir Müslüman için esas olan, İslami değerleri her şeyin üstünde görmektir. İslami değerler Allah tarafından konduğu için insan ve toplum yapı­sına en uygun değerlerdir. Bunlara göre hareket edenler, zaten yakın ve uzak ak­rabasına ve komşularına daha çok iyilik ve ih­sanda bulunacaktır. Böylece milli­yetçilikle yapılması istenen şeyler ye­rine getirilmiş olacağından o kavramların kullanılmasına ihtiyaç kalmaz. Çünkü milliyetçilik ve kavmiyetçilik kavramla­rını öne alarak faaliyet gösteren kişiler normal sınırları kendileri için tatmin edici bulmamakta ve aşırılıklar göstermektedir. Bu aşırılıkları hatırlatıcı bir dav­ranışa girmemek uygun olur.

Lütfen aşağıdaki linki de tıklayın:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/ulkemizde-bitmek-bilmeyen-etnik-ayrimciliklarin-dinimizdeki-yeri-nedir.html 

“Türkiye Müslüman Türklerin vata­nıdır” ifadesi doğru mu?

Türk kelimesi batı dünyasında İslam ve Müslüman anlam­larında kullanılmakta ise de ülkemizde bu kelime belli bir ırka mensup olan insanları ifade etmektedir. Bir Kürt, bir Çerkez, bir Abaza kendisini Türk kabul etmediğine göre ona “sen Türksün!” diye telkinlerde bulun­maya ve bunu ispat için gayretlere girmeye gerek yoktur. Çünkü insan­ların etnik kökleri ile ilgili yapılacak araştır­malar Hz. Adem’e kadar va­racaktır. Neticede herkes Hz. Adem’in soyundan ve Hz. Nuh (A.S.)’ın gemisine binmiş olan müminlerin soyundandır. Onun için etnik araştır­malar yaparak, mesela “Kürtlerin aslı Türktür” şeklinde bir tezle ortaya çıkmak onların kimliklerinin inkâr edildiği şeklinde algılanır ve Kürtçü­lüğe daha çok sarılmalarına sebep olur.

Bir söz vardır: “Topluluğun aklı olmaz.” Yani, bir toplumu ilgilendi­ren ko­nularda heyecan aklın önüne geçer. Kürtler ayrı bir dil konuşuyor ve kendilerini ayrı bir ırk sayıyorlarsa buna dokunmamak gerekir. Ni­tekim asırlarca Osmanlı Devleti böyle bir gayrete girmemiş ve onların yaşadığı bölgelere Kürdistan adını vermiştir. Böylece ülkeyi karıştırmak isteyenler ellerindeki çok önemli bir silahı kaybetmiş olacaklardır.

“Türkiye Müslüman Türklerin vata­nıdır”, “Türkiye’de mozaik yoktur, Müs­lüman Türk vardır” şeklindeki sözler ırkçılık yapmak isteyenlerin eline koz vermekten başka bir işe yaramaz. Bir ülkede yaşayan kişilerin aynı etnik kökten gelmiş olması çok önemli değildir. Önemli olan, farklı kök­lerden gelen insanların ırklarından ve kültürlerinden kaynaklanan farklılıkları güzel bir ahenk içeri­sinde kaynaştırarak içte ve dışta birlik ve beraberliği kurabilmeleridir.

Aynı ana babanın evladı olan nice kardeşler vardır ki birbirlerine düşman kesilmişlerdir. Aralarında ırk ve dil birliği olmayan; ama çok iyi dostluklar kura­bilen insanlar da vardır. Başarılı insanlar hem kendi ır­kından hem de başka ırk­lardan insanlarla iyi ilişkiler kurabilen ve ortak menfaatlerde birleşebilen insan­lardır.

Bazı grupların kendilerini tanımlamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir ayet-i kerimede: “Herkesin bir hedefi vardır, o ona yönelir. Siz iyiliklerde yarışın. Nerede olursanız olun, Allah izi bir araya getirecektir. Allah’ın gücü her şeye yeter.” (Bakara 2/148) buyurulmaktadır.
 
Bu gruplar hayırlı hizmetlerde birbirleriyle yarışa girerlerse bunda herkesin yararı olur. Böyle bir yarış olmadan daha iyiye ve daha güzele gitmek mümkün değildir. Hedefler aynı ise yarışa giren kişilerin ve kullandıkları metotların farklı olması daha güzel sonuç alınması açısın­dan önemlidir. Bu gruplar tabii ki kendi kimliklerini belirten farklı isimler kullanacaklardır.
 
Farklılığın taassuba dönüşmesi yani grubun yaptığı kötülüklere dahi arka çıkacak kadar gözü kapalı hareket edilecek noktalara gelin­mesi elbette kabul edi­lemez.

Sigara içmenin hükmü nedir?

İslam dini bedene, akla, mala, topluma ve dine zararlı olan her şeyi yasaklar. Sigarada bu özelliklerin tamamı bulunduğu için, sigara içmenin caiz olmadığını düşünmekteyiz.

1. Öncelikle sigara bedene zararlıdır. Beden, Allah’ın insana emanetidir. Onu en iyi şekilde muhafaza edip sahibine istediği şekilde teslim etmek gerekir. Mesela, bir kişinin, kendimin diye elini, ayağını vs. bedeninden herhangi bir organını kesmesi caiz olmadığı gibi, sigara içmek suretiyle kendisine zarar vermesi de caiz değildir. Sigaranın bedene kesin olarak zararlı olduğu artık tıp uzmanları tarafından kanıtlanmış ve bütün insanlığa ilan edilmiştir. Hatta dünyada kanser hastalığının %90’ının sigara yüzünden olduğu bilimsel araştırmalarla ispatlanmıştır.

2. Sigara mala zararlıdır. Çünkü içilecek sigaranın belli bir meblağ karşılığında satın alınması gerekir. Sigara için harcanan para zararlı bir şey için tüketilmiş olmaktadır. Bu, herkesin bildiği bir gerçektir. Üstelik sigara için para harcayan kişi bu parayı ailesinin yeme, içme gibi masraflarına harcanacak olan maldan harcamaktadır. Bir diğer husus ise her gün sigara için yapılan masraf biriktirilecek olursa daha ileride onunla büyük ölçüde hayırlı işler yapmak mümkündür. Mesela, bu şekilde biriktirilecek olursa birkaç sene sonra bir hac yolculuğu değerinde bir mal hasıl olur.

Mesela sigara için günde 10 lira harcayan bir kişiyi düşünelim. Bu kişinin aylık masrafı (30×10) 300 lira, yıllık masrafı ise (12×300) 3.600 lira olur. Her gün sigaraya ayrılan para sadece iki sene biriktirilecek olursa bu 7.200 lira gibi bir birikim demektir ki bu para ile bir kişi hacca gidebilir. Sadece bir sigara parası ile koskoca bir hac ibadeti!

3. Sigara topluma zararlıdır. Sigaranın dumanı atmosferi kirletme özelliğine sahip olduğundan onu içen kişi en başta eşi ve çocukları olmak üzere çevresinde bulunanlara, içinde yaşadığı topluma ve nihayet bütün dünyaya zarar vermektedir. Doktorların tespitlerine göre, sigara içen bir kişi ile bir evde 4 saat kalan sigara içmeyen bir kişi, 10 adet sigara içmiş gibi zehirlenebilmektedir.

Su ve hava, hayat için çok önemli maddelerdir. Suyu kirletmek yasak olduğu gibi havayı kirletmek de yasaktır.

Sigara içmenin caiz olmayacağına dair delil olarak şu ayet ve hadisler zikredilebilir:

1. “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın! Güzel davranın. Allah güzel davrananları sever.” (Bakara, 2/195)

2. “Yakınlarına, yoksullara ve yolda kalanlara hakkını ver; ama saçıp savurma. Saçıp savuranlar şeytanların yoldaşlarıdır. Şeytan, Rabbine karşı çok nankördür.” (İsrâ, 17/26-27)

Sigara içmenin malı saçıp savurma ve israf kapsamında olduğu herkesçe malumdur.

Sünnetten de şunları zikredebiliriz:

1. Nebîmiz şöyle buyurmuştur: “İslam’da ne zarara uğramak vardır ne de zarara uğratmak.” (İbn Mâce, Ahkâm, 17)

Sigara içen kişinin kendisi başta olmak üzere etrafında bulunanlara zararlı olduğu aşikardır.

2. Yine Nebîmiz şöyle buyurmuştur: “Kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa çevresine eziyet vermesin.” (Buhârî, Rikâk, 23, Nikâh, 80, Edeb, 31, 85; İbn Mâce, Edeb, 4; Ahmed b. Hanbel, 2/267)

Sigara içen kişinin sigara dumanı ile eşine, çocuklarına ve etrafında bulunanlara, namaz kılarken yanında duran cemaate eziyet vereceği açıktır.

3. “Kul, kıyamet gününde dört şeyden; yani ömrünü neye harcadığından, ilmini ne işte kullandığından, malını nereye harcadığından ve bedenini ne ile yıprattığından hesap vermeden onun iki ayağı yerinden kıpırdamaz.” (Tirmizî, Kıyâmet, 1)

Bu bilgi ve delillerden sonra sigara içmenin caiz olmadığını söylemek hiç de zor değildir.

Selamlaşmak ille de Selamun Aleyküm demekle mi olur?

Kur’ân-ı Kerim’de selâm cümlesi “Selâmün aleyküm” şekliyle altı âyette geçmektedir. Fakat aşağıdaki ayette olduğu gibi sadece selâm demek de caizdir.

“Andolsun ki elçilerimiz (melekler) İbrahim’e müjde getirdiler ve: «Selam» dediler. O da: «(Size de) selam» dedi ve hemen kızartılmış bir buzağı getirdi.” (Hud, 11/69)

“Hz. Peygamber, Allah’a yemin ederek başladığı bir hadiste “İman etmedikçe cennete gire­mezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız” buyurduktan sonra ya­nındakilere, ancak selâmlaşarak aralarında sevgi bağı kurabileceklerini bildirmiştir {Müslim, iman, 93; İbn Mâce, Edeb, 11).

Selâmın bu önemi sebebiyledir ki Kur’ân-ı Kerîm’de “Kendi evlerinizden başka evlere izin al­madıkça ve halkına selâm vermedikçe girmeyin” (Nûr 24/27) buyurulmuştur. Başka bir âyette ise selâma daha güzeliyle veya aynıyla karşılık verilmesi emredilmiş­tir (Nisâ 4/86). Ayrıca Kur’ân’da hidâyete erenlere (Tâhâ 20/47), Allah’ın seçkin kulları­na (Neml 27/59), bütün peygamberlere (Sâffât 37/81) ayrıca isimleri anılarak bazı pey­gamberlere (Sâffât 37/79, 109, 120, 130) selâm veren âyetler vardır. Yine Kur’ân’da cen­netteki insanların birbirine ve meleklerin müminlere selâm verecekleri bildirilmiştir. (A’râf 7/46; Ra’d 13/23; Nahl 16/32; Zümer 39/73)” (Mustafa Çağrıcı, A. Saim Kılavuz, İ. Kafi Dönmez, “Selam”, İslam’da İnanç İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, İlmi Müşavir: İbrahim Kafi Dönmez, İfav Yay. İstanbul, 1997, c: 4, s: 101)

Selamla ilgili birkaç hadis şöyledir:

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Allah Teâlâ Âdem aleyhisselamı yaratınca ona:

– Git şu oturmakta olan meleklere selâm ver ve senin selâmına nasıl karşılık vereceklerini de güzelce dinle; çünkü senin ve senin çocuklarının selâmı o olacaktır, buyurdu. Âdem aleyhisselâm meleklere:

– es-Selâmü aleyküm, dedi. Melekler:

– es-Selâmü aleyke ve rahmetullâh, karşılığını verdiler. Onun selâmına “ve rahmetullâh”ı ilâve ettiler.” (Buhârî, Enbiyâ 1; İsti’zân 1; Müslim, Cennet 28) 

İmrân İbni Husayn  radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e bir adam geldi ve:

– es-Selâmü aleyküm, dedi. Hz.Peygamber onun selâmına aynı şekilde karşılık verdikten sonra adam oturdu. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:

– “On sevap kazandı” buyurdu. Sonra bir başka adam geldi, o da:

– es-Selâmü aleyküm ve rahmetullah, dedi. Peygamberimiz ona da verdiği selâmın aynıyla mukâbelede bulundu. O kişi de yerine oturdu. Hz.Peygamber:

– “Yirmi sevap kazandı” buyurdu. Daha sonra bir başka adam geldi ve:

– es-Selâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh, dedi. Hz.Peygamber o kişiye de selâmının aynıyla karşılık verdi. O kişi de yerine oturdu. Efendimiz:

– “Otuz sevap kazandı” buyurdular. (Ebû Dâvûd, Edeb 132; Tirmizî, İsti’zân 2  )

Yukarıdaki ayet ve hadisler ışığında İslam’da selamlaşma böyle olur. Bu bir adabtır, terbiyedir. Fakat herkesi buna zorlamak da söz konusu değildir.

Size “günaydın” diyene siz de aynı sözcükle karşılık verebilirsiniz. Günaydın demek “bir temenni” den ibarettir. Selamlaşmadan sonra bu tür iyi dileklerde bulunmakta hiçbir sakınca olmaz. Ama bu tür kelimeleri bir “ibadet” olan “selam” sözcüklerinin alternatifi olarak düşünmek ve kullanmak yanlıştır.

Gayrimüslimlerin selamı alınır mı?

Enes radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kitap ehli olanlar size selâm verdiklerinde, onlara: Ve aleyküm, deyiniz.” (Buhârî, İsti’zân 22, Mürteddîn 4; Müslim, Selâm 6-9)

Müslim’in rivayetlerinden birinde bildirildiğine göre, sahâbe-i kirâm Peygamber Efendimiz’e:

– Kitap ehli olanlar bize selâm veriyorlar, onların selâmını nasıl alalım? diye sormuşlar, Peygamberimiz de:

“- Ve aleyküm deyin” buyurmuştur.

Bu konudaki pek çok rivayetin mahiyeti birbirinin aynıdır. Ehl-i kitap olan Yahudi ve Hristiyanlar müslümanlara selâm verdiklerinde, selâmlarının alınacağında âlimler görüş birliği içindedir. Onların selâmına mukabelenin sadece “ve aleyküm” veya “aleyküm” şeklinde olması gerektiğinde de hemfikirdirler. Yaygın olan rivayet “ve aleyküm” şeklinde olandır.

KAYNAK: M. Yaşar Kandemir, İ. Lütfi Çakan, Raşit Küçük, Riyazu’s-Salihin Tercümesi ve Şerhi, 2. cilt, 869. hadis.

Kur’an şiire ve şaire olumsuz mu bakar?

İslam, İslam’a ve ahlaka aykırı olmayan yapıcı mahi­yetteki şiiri be­ğenmiş ve teşvik etmiştir. Resûlullâh sallallahu aleyhi ve sellem bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:

“Şiirin bir kısmı bil­geliktir, hikmettir.” (Buharî, Edeb 90)

Bunun yanı sıra Nebîmizin bizzat kendisinin şiir söylediği, ayrıca Hassân b. Sâbit, Âmir b. El-Ekvâ’ radıyallâhu anhuma gibi bazı şair sahabilerine izin verdiği ve bu şiirleri dinlediği Buhari başta olmak üzere birçok hadis kitabında nakledilmektedir.

Ancak, şiir yıkıcı bir mahiyet aldığı zaman zararlı bulunmuş ve kötülenmiştir. İn­sanları kötü yola sürükleyen şairlerle ilgili olarak Şuarâ suresinde şöyle bu­yurul­muştur:

“O şairlere gelince, onların peşinden gidenler de hayalperestlerdir.

 Görmüyor musun onlar her vadide gözü kapalı dolaşırlar,

Hem de yapmayacakları şeyleri söylerler.” (Şuarâ, 26/224-226)

İslam’a ve ahlâka aykırı şiir söylemeyen şairler yukarıdaki hükümden istisna edilmişlerdir.

“Ancak inanıp güvenen ve iyi işler yapanlar, Allah’ı sıklıkla ananlar, haksızlığa uğrayınca misliyle (dengiyle) öç alanlar, böyle değildirler. Haksızlık edenler de yakında nereye varacaklarını göreceklerdir.”  (Şuarâ, 26/227)

Sosyal gelişim amaçlı olarak karşı cinsle dans etmek caiz olur mu?

Allah insanı imtihan etmek için dünyaya göndermiştir. Bu imtihanın amacı da kimin daha iyi kul olduğunu ortaya çıkarmaktır. İmtihanın neticesinde kazananlar ödüllendirilecek, kaybedenler de cezalandırılacaktır.

İmtihan araçları çeşit çeşittir. Bunlardan bir tanesi de Allah’ın koyduğu yasaklardır. Din dilinde bu yasaklara haram denilir. Müslüman bir kişi, yaşadığı hayatında Allah’ı dikkate alan insan olduğu için O’nun koyduğu haramları işlemekten kaçınır. Müslüman, Allah yokmuş gibi davranamaz. Her şeyi veren Allah emir de verir, yasak da koyar.

Bu haramlardan bir tanesi de birbirlerine yabancı olan kız ve erkeğin baş başa kalmaları, el ele tutuşmaları ve cinsel beraberlik yaşamalarıdır. Birbirlerine nikâh düşen iki farklı cinsin nikâhsız olarak bu tür davranışlarda bulunması doğru değildir. Unutmamak gerekir ki Allah Teala zina eylemini yasaklarken “Zina yapmayın” değil, “Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, çok çirkin bir iş ve kötü bir yoldur.” (İsrâ, 17/32) buyurmuştur. Yaklaşmamak ancak araya mesafe koymakla mümkün olur.

Cinsel birliktelik ve şehvet duygusu yaşanmasa bile bahsettiğiniz şekilde bir bayanla dans etmeniz dinen caiz değildir. “Sosyal gelişim” anlayışınızı bu açıdan değiştirmeniz gerekir. Bir müslüman sosyal gelişim yüzünden Allahın haram kıldığı fiilleri işleyemez. Nasıl bu amaç uğruna kumar oynamıyor ve içki içmiyorsanız aynı şekilde size dinen yabancı bayanlarla dans da etmemelisiniz.

Fakat kendi başınıza dans edebilirsiniz. Bunda herhangi bir sakınca olmaz.

Sakalsız bir kimse imam olabilir mi?

“Namaz, İslâm Dini’nin mükellef kıldığı ilk ve en büyük vazifedir. Allah’a bağlayan en yüce ibâdettir. Kılınması Âhiret saadetine erdirecek, terk edilmesi Cehennem azabına uğratacak kulluk görevidir. Bu sebeple beş vakit namazın şartlarına riâyet edilerek ve belirli mazeretler dışında cemaatle kılınması gerekir.

Cemâatle kılınacak namazlar için bilgili ve takva sahibi; Allah’ın ve Peygamberinin emirleri ve yasaklarına bağlı imamların araştırılması lazımdır. Ancak mekrûh olsa da büyük günahları işleyen imamların arkasında namaz kılmak caizdir. Çünkü Peygamberimiz (s.a.) şöyle buyurmuştur:

“Lâilahe illallah” diyenlerin cenaze namazını kılınız. Lailahe illellah diyenlerin arkasında da namaz kılınız.”

(Düşman korkusu ve hastalık gibi belirli mazeretler dışında) beş vakit namazı takva sahibi veya fasık/büyük günâhları işleyen kişi arkasında cemaatle kılmak gerekir. (el-Camius-Sağîr 2/45, Ebû Davûd, K. Salati Bab-ü İmametil Berri vel-Facir.)

Bu hadisler büyük haramları işleyen kişilerin imamlığına onay verdiğine göre, sakalsız imamların arkasında namaz kılmak şüphesiz caizdir. Kişilerin bu meseleyi cemâat arasında bir ihtilâf ve ayrılık sebebi kılması son derece mahzurludur.” (Ali Rıza Demircan, İslami Kimliğimizi Korumak, Beyan Yayınları, İstanbul, 2008, s: 268-269)

Ölmüş yakınlarımızın ruhları yanımıza gelebilir mi?

İnsan, ruh ile bedenin birleşiminden oluşur. Ruh, bedeni ev gibi kullanır. Uykuda çıkar gider; uyanınca geri gelir. Ölen beden, yıkılan ev gibidir; yeniden yaratılıncaya kadar ruh oraya dönmez. Şu ayet bunu anlatır:

“Allah ölümü esnasında ruhları alır, ölmeyen­lerinkini de uykuda alır. Ölümüne hükmettiğini tutar, ötekini belli bir vakte kadar salıverir. Düşünen bir toplum için bunda belgeler vardır.” (Zümer 39/42)

Uyuyan ve ölen bedendir. Ruh ne ölür, ne de uyur. Kur’ân bize, ölmüş bedenden ayrılan ruhun yapacağı şu konuşmayı bildirir:

“Onlardan birine ölüm gelince der ki: “Rabbim! Beni geri çeviriniz. Belki terk ettiğim dünyada iyi bir iş yaparım. Hayır; bu onun söylediği sözdür. Arkalarında yeniden dirilecekleri güne kadar berzah (engel) vardır.” (Müminun 23/99-100)

Bu ayetlerde, ölen insanların ruhlarının tekrar dünyaya dönmesi, insanların bulunduğu ortamlara girmesi ile ilgili bir ifade yoktur. Allah, vefat ettirdiği kişilerin ruhlarını tuttuğunu ve dünyaya dönememeleri için arkalarına bir berzah / engel koyduğunu açık bir şekilde bildirmiştir.

Ruhlar ve gök kapılarının açılıp açılmaması hakkında bilgi verir misiniz?

İlgili âyet şudur:

“Ayetlerimiz karşısında yalana sarılan ve büyüklük taslayanlar var ya, onlara göklerin kapıları açılmayacak, gemi halatı iğne deliğinden geçinceye kadar da Cennet’e giremeyeceklerdir. Suçluları işte böyle cezalandırırız. Onlar için cehennem döşeği ve üzerlerinde örtüler olacaktır. Zalimleri işte böyle cezalandırırız.”  (Araf 7/40-41)

Bu konuda hadisler de vardır. Berâ b. Azib’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:

Resulullah sallallahu aleyhi ve selem ile birlikte Ensardan birinin cenazesine çıktık. Kabre kadar gittik, henüz kazılması tamamlanmamıştı. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem oturdu, biz de onun çevresine oturduk. Sanki başımızda bir kuş var gibi hareketsizdik. Peygamberimizin elinde bir odun parçası vardı, yeri eşeliyordu. Kafasını kaldırdı ve iki üç kere şöyle dedi:

“Kabir azabından Allah’a sığının!” Sözlerine şöyle devam etti: “Mümin bir kulun dünyadan ayrılıp Ahirete yöneleceği sırada gökten ak yüzlü melekler iner, yüzleri adeta güneş gibidir. Yanlarında cennet kefenlerinden kefenler ve cennet kokularından kokular olur. Nihayet göz görebildiğince otururlar. Sonra ölüm meleği gelir, başı ucunda oturur da der ki; “Ey içi rahat olan ruh! Allah’ın bağışlamasına ve rızasına doğru yol al.” Ruh çıkar, suyun musluktan aktığı gibi akar. Ölüm meleği onu alır. Diğer melekler bir an bile bırakmaz, onu onun elinden alır, Cennetten gelen kefenin ve kokunun içine koyalar. O ruhtan, yeryüzünün misk kokularının en güzeli gibi bir koku çıkar. Onunla birlikte yukarı çıkarlar. Meleklerin önde gelenlerinden hangisine uğrasalar; “Bu temiz ruh kimdir?” diye sorarlar. Bunlar; “Falan oğlu falan” diyerek dünyadaki isimlerinden en güzelini söylerler. Nihayet birinci kat semaya varır, kapının açılmasını isterler. Kapı onun için açılır, sonra her semadan mukarreb melekler diğer semaya kadar ona eşlik ederler. Yedinci kat göğe çıkıncaya kadar böyle olur. Sonra Allah Teâlâ şöyle der; “Kulumu İlliyyun’un arasına kaydedin ve yeryüzüne döndürün. Çünkü onları topraktan yarattım, toprağa döndüreceğim ve bir kere daha topraktan çıkaracağım.”

… Peygamberimiz şöyle devam etti: Kâfir bir kul, dünyadan ayrılıp Ahirete yöneleceği sırada gökten kara yüzlü melekler iner, ellerinde eski çullar vardır. Nihayet göz görebildiğince otururlar. Sonra ölüm meleği gelir, başı ucunda oturur da der ki; “Ey pis ruh! Allah’ın kızgınlığına ve gazabına doğru yol al. “Ruh cesedinden ayrılır, sanki pütürlü şişi yaş yünden ayırıyormuş gibi olur. Ölüm meleği onu alır. Onu alınca diğer melekler bir an bile onu onun elinde bırakmaz alır, eski çulların içine koyalar. O ruhtan, yeryüzünün en pis leş kokusu gibi bir koku çıkar. Onunla birlikte yukarı çıkarlar. Meleklerin önde gelenlerinden hangisine uğrasalar “Bu pis ruh kimdir?” diye sorarlar. Bunlar; “Falan oğlu falan” diyerek dünyadaki isimlerinden en kötüsünü söylerler. Nihayet birinci kat semaya varır, kapının açılmasını isterler. Kapı onun için açılmaz.  Sonra Peygamberimiz şu âyeti okudu: “…  onlara göklerin kapıları açılmayacak, deve iğne deliğinden geçinceye kadar da Cennet’e giremeyeceklerdir.  (Araf 7/40)  Sonra Allah Teâlâ şöyle der; “Onu yerin en alt katındaki Siccîn’e kaydedin….” (Ahmed b. Hanbel, 4/287-288)

Eve insan resimleri asabilir miyiz?

Fotoğraf, mercekler yardımıyla karşıda bulunan canlı ve cansız şekillerin film üzerinde tertibinden ibarettir. Bu film kağıt üzerine geçirilirse fotoğraf adını alır. Fıkıh kitaplarında yer alan bilgilere göre evlere fotoğraf asılması yasak olmamakla birlikte mekruhtur.

Benzer bir cevabımızı okumak için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/namaz-kildigimiz-yerde-asili-resim-karikatur-vb-bulunmasi-caiz-midir.html