Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Blog

Tarikat şeyhlerini aşırı derecede yücelten anlayışları nasıl karşılıyorsunuz?

Bir kimsenin Peygamber Efendimiz tarafından tayin edilmesi söz konusu olamaz. İlk halifeyi dahi tayin etmemiş olan Hz. Peygamber tutup da herhangi bir kimseyi şeyh olarak tayin etmez. Hz. Peygamber bu dünyadan ayrılmış, bize Kur’an-ı Kerim’i ve kendi sünnetini bırakmıştır. Bunlara uyanlar hak yolda, uymayanlar da sapıklıktadır.

Şeyhin resmine rabıta kurmak gibi uygulamalar Şeriatın en ağır yasağı kapsamına girer. Putperestlik böyle başlamıştır. Çünkü rabıtayı bir gönül bağı, bir sevgi bağı şeklinde değil, şu şekilde tarif etmektedirler. “Rabıta; bir müridin, mürşid-i kâmilinin ruhâniyetiyle beraber, suretini kalp gözünün önüne getirerek hayal etmesi ve kalbiyle ondan yardım istemesinden ibarettir.” Allah ile kulun arasında şeyhin ruhaniyeti ne arıyor? Neden şeyh, müritlerinin Allah’ın ayetlerini düşünmelerini değil de kendini düşünmelerini istiyor. Yoksa Allah’ın dinini alet edinerek insanları kendine mi davet ediyor?

“Şeyh efendi tartışılmaz, şeyh efendi hata yapmaz” deniyor. Hz. Peygamber’in dahi hata yaptığı Kur’an ayetleriyle sabitken, şeyhin hata yapmayacağını söylemenin Kur’an’a açıkça aykırı olacağı şüphesizdir. Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin bizim gibi bir insan olduğunu açıkça vurgulamıştır:

“De ki, «Ben başka değil, sizin gibi bir beşerim. Sizin ilahınızın yalnızca bir tek ilah olduğu bana vahyedilmektedir»” (Kehf 18/110)

“Peygamberleri onlara demiştir ki; «Biz sizin gibi bir beşerden başkası değiliz ki.” (İbrahim, 14/11)

“Ölülerden dilek dilemek veya şeyhlerin manevi yardımını istemek”

Ölülerden dilek dilemek ancak müşriklerin yapabileceği bir iştir. Bizim ölülere bir hayrımız dokunabilir ama onların bizim için yapabilecekleri bir şey yoktur.

Şeyhlerin manevi yardımı, bize öğretmenlik yaparak öğretecekleri doğru bilgiler ve verebilecekleri nasihatler dışında olmaz. Darda kalmış kişiler, “ Ya falan!” “Ya filan!” diye bazı şeyhleri, bazı din büyüklerini yardıma çağırıyorlar ki bu da Kur’an-ı kerimin çok sayıda ayetine açıkça aykırıdır:

“Darda kalmış kişi çağırdığı zaman onun yardımına kim yetişiyor da sıkıntıyı gideriyor ve sizi yeryüzünün hakimleri yapıyor? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? Ne kadar az düşünüyorsunuz.” (Neml 27/62)

Allah’ın her şeye gücü yeter, ama biz aciziz. Dolayısıyla bütün isteklerimizi Allah’tan istememiz gerekir. Çünkü Allah’ın onaylamadığı bir istek, bir başkası tarafından da yerine getirilemez. Zaten Allah’tan başka tanrı edinme, bazı konularda manevi yardım görme ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Bu sebeple Kur’an-ı Kerim böyle davranışları şirk sayar. Bir ayet-i kerimede şöyle buyurulmuştur:

“Belki kendilerine yardımları dokunur diye Allah’tan başka tanrılar edindiler. Ama onların yardıma güçleri yetmez. Oysaki kendileri onlar için hazır askerdirler.” (Yasin 36/74-75)

İslam’da üniforma anlayışı ve şekilcilik var mıdır?

Özden uzaklaşma olunca ister istemez şekilcilik ve kalıpçılık ortaya çıkıyor. Kendi grup, cemaat veya tarikatlarını öne çıkaranlar farklılaşma ihtiyacını duyuyorlar. Bu da belli giysiler, belli kelimeler, saç, bıyık veya sakala verilen belli şekiller yahut baston, yüzük gibi belli simgelerle ortaya çıkıyor. İçlerindeki boşluğu bunlarla doldurmaya çalışmaktadırlar. Kur’an ve Sünnetin emretmediği şeyleri din namına ortaya koymayı hoş görmek mümkün değildir.

Sesli zikir, toplu zikir hakkında ne düşünüyorsunuz?

Müslümanlar olarak tek bir doğruda birleşebilmemiz için öncelikle Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim’e sıkı sıkıya sarılmamız gerekiyor. Şu an müslümanların içine düştükleri sıkıntılar, Kur’an’ı hayat dışına itmekten kaynaklanmaktadır. Kur’an’ın önemini başta müslümanlar olmak üzere tüm dünyaya anlatmak da hepimizin görevidir.

Toplu zikir seansları, rabıta, şeyhten ve ölülerden istiane gibi konular dinimize sonradan giren hurafelerden ibarettirler. Bu gibi yanlışlara düşenlere öncelikle Kur’an’ın önemini ve Kur’an’a dayalı bir ilmin ne gibi olumlu gelişmelere yol açacağını tatlı bir dille anlatmamız gerekiyor. Bundan sonra tasavvuf ve tarikat gibi kurumların dinimizde hangi pozisyonda durduklarına dair açıklayıcı ve sağlam delillere dayalı bilgiler sunulması gerekir.

Bildiklerimizi uygun bir dille anlatmaktan, tebliğ etmekten başka yapacağımız bir şey yoktur. Allah Teala elçi olarak gönderdiği peygamberlere de zaten bu görevi yüklemiştir.

Biz bu gibi yanlışlara dair bitirdiğimiz çalışmaları birer kitap halinde yayınladık. (Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış, Kur’an Işığında Aracılık Ve Şirk) Daha da güzel çalışmalar ve hizmetler için müslüman kardeşlerimizin de elini taşın altına koymalarını bekliyoruz. Sizler de bu hizmetlerin devamı için bir şeyler yapabilirsiniz.

Rabıta yapmak caiz midir?

Allah Teala bize şah damarımızdan yakındır. Şah damarımızla aramıza giren her şey bizi öldürür. Araya koyacağınız aracı da sizin Allah ile ilişkinizi keser, yani inancınızı öldürür. Allah’ın nuru, öyle oluktan akarak gelen bir şey değildir.
 
Musa aleyhisselam Allah’ın cemaline bakmış değildi. Allah dağa görününce dağ yerle bir olmuş, Musa aleyhisselam da bu olay üzerine bayılmıştı.
 
Allah Teala, hâşâ yüksek gerilim hattı değildir, kendisine yaklaşanı çarpmaz! Hiç kimse de Allah’a karşı sigorta görevi yapamaz. Bunlar Allah’a yapılan iftiralardır.
 
Bu ve benzeri konular, sitemizde yer alan KUR’AN IŞIĞINDA TARİKATÇILIĞA BAKIŞ adlı kitapta incelenmiştir. Oraya bakmanızı tavsiye ederiz.

Tövbe almak ne demektir?

Tevbe alınmaz, tevbe edilir. Tevbe, ‘dönüş yapmak’; ‘günahı bırakıp doğru yola dönmek’ demektir. Bu konuda kişi, içten ve samimi bir şekilde Allah’a söz verir ve kendisi için yeni bir sayfa açar. O ana kadar işlediği günahlar için de Allah’tan af diler.

Tevbe etme usulü bir hocadan öğrenilebilir. Birlikte tevbe edilebilir. Kişi, tevbesine başka kimseleri şahit de tutabilir. Ama bunu “Tevbe alma” törenine çevirmek doğru değildir. Böyle bir tören, tevbeden çok Hristiyanların günah çıkarma törenlerini hatırlatıyor.

Allah’ın gözüyle görmek ne demektir?

Bu, ferasettir. Ferâset, ‘ayrıntı­lara bakarak bir görüş, tahmin ve kavrayışla doğ­ruyu yakalamak’ demektir (Mütercim Asım, Kamus Tercümesi. Kelime Arapça’da  firâset diye seslendirilir). Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem, “Müminin fe­rasetin­den çekinin, çünkü o Allah’ın nuruyla gö­rür.” (Tirmizî, Hicr suresinin tefsiri, 6.) buyurmuştur. Hadisi şu ayetlerle birlikte düşündüğümüzde konu iyice an­laşılabilir.  
 
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إَن تَتَّقُواْ اللّهَ يَجْعَل لَّكُمْ فُرْقَاناً وَيُكَفِّرْ عَنكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ وَاللّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ
 
“Ey inananlar, eğer Allah’tan sakınırsanız o  size doğruyu eğriden ayıracak bir güç verir, suçlarınızı örter ve sizi bağış­lar.” (Enfal 8/29)  


يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَآمِنُوا بِرَسُولِهِ يُؤْتِكُمْ كِفْلَيْنِ مِن رَّحْمَتِهِ وَيَجْعَل لَّكُمْ نُوراً تَمْشُونَ بِهِ وَيَغْفِرْ لَكُمْ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
 

“Ey inananlar, Allah’tan sakının ve elçisine ina­nın ki, size rahmetinden iki pay versin, sizin için ışığında yürüye­ce­ğiniz bir nur yaratsın ve sizi bağış­lasın.” (Hadîd 57/28)
 
Bahsettiğiniz hadis-i kudsî şöyledir:
 
Allah Teâlâ buyurdu ki:
 
“Kulumun, farz kıl­dığım şeylerle bana yaklaşmasından iyisi yoktur. Kulum bana nafilelerle de yaklaşmaya devam eder. Öyle olur ki artık onu severim. Onu sevdim mi işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli ve yürüdüğü ayağı olurum. Benden isterse kesinkes veririm. Bana bir sığınsın, onu muhakkak korurum.” (Buhari, Rikâk, 38)
 
Bu hadis-i kudsî yukarıdaki ayetlerin bir açık­lamasıdır. Her mümin bu seviyeye ulaşa­bilir. Bu seviyeye ulaşanın feraseti artar. Ama hiç kimse Allah’a, elçisinden fazla yaklaşamaz. Kur’an’da elçilerin gaybı bileme­yeceği açıkça belirtilmiştir. Onlarda ilm-i ledün veya ilm-i bâtın denilen şey de yoktur.
 
Allah’ın emir ve ya­sakla­rına uyan kişi, emirlerin güzelliğini ve yasaklanan şeylerin kö­tü­lü­ğünü kavrar. Yaptıklarını şuurlu olarak yapar, iz­zetli ve şerefli olur. Her şeye helâller ve haramlar çerçeve­sinde bakacağı için kolay kolay kötü duruma düş­mez. İşte esas feraset bu­dur. Bu kişi öyle hale gelir ki, Allah’ın emrine aykırı şeylere ku­lağını ve gözünü kapar. Allah’ın istediği şeyleri tutar ve Allah’ın istediği tarafa yürür. “Müminin ferasetinden çe­kinin, çünkü o Allah’ın nuruyla görür.” hadis-i şeri­fini böyle an­lamalıdır.
 
Günahkâr Müslümanlar bunları görecek du­rumda değillerdir. Gü­nahtan zevk almaları, Allah’ın emirlerini yerine getirme­mekten sıkılmamaları bun­dandır.
 
Feraseti de gözümüzde büyütmememiz gerekir. Bir kişinin daha faziletli olması görüşü­nün daha doğru olduğu an­lamına gelmez. Sahabenin en faziletlisi Ebû Bekir radıyallâhu anh’tır. Muhammed sallallahu aleyhi ve sel­lem, bir konuda Ebû Bekir’in görüşünü tercih etmiş, daha sonra bunun yanlış oldu­ğu ortaya çıkmıştır.
 

 
Çünkü Peygamberimiz de Ebu Bekir de in­sandır ve fazi­letli ol­maları yanılmalarına engel değildir. Bilgisi ve fazi­leti ne olursa olsun her­kesin yanı­labileceği düşüncesi her gö­rü­şün eleştirilebilmesi yolunu aç­mıştır.
 
(Daha geniş bilgi için bkz: Abdulaziz Bayındır, Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 5. Baskı, İstanbul, 2007, s: 146-151.)

Üçler, yediler, kırklar isimleri ne anlama gelir?

Tarikatlarda ricâlu’l-gayb (gayb erenleri) olarak bilinen ve üçler, yediler, kırklar olarak da adlandırılanlar, kimliklerini gizlediğine inanılan ve kutup, gavs, evtâd, revâsî, nukebâ ve nucebâ adı verilen kimselerdir.

Kutup, en büyük velî bilinir. Tarikatçılara göre, erenlerin başı ve Allah’ın izniyle kâinatta tasarruf sahibidir. Yani evreni yönetmede yetki sahibidir.

Gavs, tarikatçıların darda kalınca sığındıkları ve yardım istedikleri kutuptur. Darda kalan sûfiler, “Yetiş ya Gavs!” diye gavsa sığınır­lar. Gavs olarak bilinenler, esmâ ve sıfât-ı ilahî mazharı sayılırlar. Yani Allah’ın isim ve sıfatlarının onların şahsında ortaya çıktığına inanırlar. Abdülkadir Geylânî, “Gavs-ı azam = en büyük gavs” lakabıyla ünlüdür.

Revâsî “dağlar”, evtâd “direkler” anlamına gelir. Onlara göre felaket za­manında kullar evtâda, evtâd da revâs­îye yönelir. Revâsîyi Kutup idare eder.

Kutuptan sonra gelen iki kişiye “imâmân” derler. Bunlardan birine “imam-ı yemîn”, diğerine “imam-ı yesâr” adı verilir. İmam-ı yemîn (sağdaki imam) kutbun hükümle­rine, imam-ı yesâr (soldaki imam) da haki­katine maz­har sayılır. Yani biri kutbun kararlarını, diğeri de gerçek yönünü bilir, derler. Kutup ölünce yerine imam-ı yesâr geçer. Kutup ile iki imam, üçleri oluşturur.

Bunlardan başka, sayıları se­kiz veya kırk olan “nücebâ” ile sayıları on veya üç yüz olan “nukebâ” bulunduğu ve onların in­san­ların iç dünyalarından haberdar olduğu kabul edilir.

Bunlar, Kur’ân’ın, küfür ve şirk sayarak yasakladığı şeylerdir. Müslümanlar, namazın her rekâtında “Yalnız sana kul olur ve yalnız senden yardım isteriz” (Fatiha 1/5) diyerek zihinlerini canlı tutarlar ki, bu hale düşmesinler. (KAYNAK: Abdulaziz Bayındır, Kur’an Işığında Aracılık ve Şirk, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2009, s: 98-99)

Oje, makyaj ve saç boyamak günah mı?

Oje sürmek de makyaj yapmak da saç boyamak da günah değildir! Allah kadınları süslenmeye meyilli yaratmıştır. Fakat O, bu süslenmeyi “belli şartlar” altında serbest bırakmıştır. Bir bayan makyaj yapabilir, saçlarını boyayabilir fakat bunu herkese gösteremez! Yani herkese güzel ve çekici görünemez.

Kadın bu süslerini kimlere gösterebilir, kimlere gösteremez? Bu sorunun cevabı için Kur’an-ı Kerim’in 24. suresi olan Nur suresinin 31. ayetinin mealini okuyunuz. O ayetin mealini okuyunca kimlerin yanında makyajlı ve başı açık dolaşabileceğinizi görebileceksiniz. Allah Teala şöyle buyurmuştur:

“Mümin kadınlara da söyle gözlerini sakınsınlar; edep yerlerini ve çevresini örtsünler. Görünen kısım dışındaki süslerini açmasınlar.  Başörtülerini yakaları üstüne kadar indirsinler. Kocaları,  babaları, kocalarının babaları, oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları, elleri altında bulunan esirler, ele bakar hale gelmiş ve erkekliği kalmamış kimselerle kadınların edep yerlerinin farkına varamamış çocuklar dışında hiç kimseye süslerini açmasınlar…” (Nûr, 24/31)

İslam bir dindir ve bu dinde kuralları koyan Allah’tır. Dindarlara düşen ise Allah’ın koymuş olduğu bu kurallara uymaktır. Bir Müslüman bayanın örtünmesi, süslenmesi ve hatta yürüyüşünün nasıl olacağı bile Allah tarafından belirlenmiştir. Yukarıda mealini verdiğimiz ayette bu, açık bir şekilde görülmektedir.

Lütfen aşağıdaki linki de tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/islamda-sac-boyamanin-hukmu-nedir.html

Tırnak uzatmakta bir sakınca var mıdır?

Tırnakların uzayan kısımlarının kesilmesi, fıtratın (insan yapısının) gereği olan sünnetlerdendir. Peygamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellem, fıtrattan olan beş temizlikten birinin tırnakların kesilmesi olduğunu belirtmiştir.

Tırnaklar uzayınca etle tırnak arasına pis, mikroplu şeyler girer. Bilhassa el parmakları vücudun hemen her yerine, özellikle yemek yerken ağza değeceğinden, buralara mikropları bulaştırır. Güzellik niyetiyle, temiz tutulsa da tırnak uzatmak yanlıştır, sünnete aykırıdır.

Saç ektirmek caiz midir?

Saç ektirme ile ilgili olarak Din İşleri Yüksek Kurulu’nun bizim de katıldığımız kararı şöyledir:

Hadis kaynaklarında, Peygamberimiz (s.a.s.)’in dökülen saçların yerine saç taktırmaya izin vermediğine dair rivayetler vardır.

a) Medineli Müslüman bir kadın (cariye) evlenir, sonra hastalanır ve saçları dökülür. Ailesi, bu kadına saç taktırmak ister ve dini hükmünü Peygamberimize sorar. Peygamberimiz buna izin vermez ve “saç takana ve taktırana Allah merhamet etmesin (lânet etsin) der” (bk. Müslim, Libas, 117; Buhari, Libas, 83)

b) Bir kadın Peygamberimize gelir, evlendirmek istediği kızının hastalık sebebiyle saçlarının döküldüğünü, saç taktırmak istediğini söyler. Peygamberimiz izin vermez ve “Allah saç takana ve taktırana merhamet etmesin (lânet etsin) der” (bk. Müslim, Libas, 115).

Peygamberimizin saç taktırmayı yasakladığına dair başka rivayetler de vardır (bk. Müslim, Libas, 116-120). Bir kısım İslâm bilgini bu hadisleri delil alarak saç taktırmanın dinen caiz olmadığı söylemişlerse de hadisler tetkik edildiğinde Peygamberin saç taktırmaya izin vermemesinin, muhatapları aldatmaya ve yaratılışı değiştirmeye yönelik olduğu görülür (bk. Müslim, Libas, 120).

Aldatma ve yaratılışı değiştirme amacı taşımayan saç taktırma hadislerde geçen yasak kapsamına girmez. Dolayısıyla saçı dökülen bir kimsenin tedavi ile bunun önlenmesi veya yeniden saç bitmesini sağlamak için ilaçlar kullanması, saç ektirmesinde dinen bir sakınca yoktur. Ayrıca saçları dökülen bir insanın, bu durumu psikolojik açıdan kendisini rahatsız ediyorsa saç ektirebilir ve takma saç kullanabilir.

İslam’da saç boyamanın hükmü nedir?

İslam Hukukunda saç boyamayı yasaklayan bir hüküm yoktur. Bazı rivayetlerde kadınların değil de erkeklerin saçlarını siyaha boyamaları mekruh sayılmıştır. Onun dışındaki renklerle ilgili herhangi bir sınırlama yoktur.

Ayrıca saç boyası gusül abdestine mani değildir.  Kadınlar adetli iken saçlarını boyayabilirler.

Bir Hadis-i şerifte şöyle denilmektedir:

Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: “Ebu Kuhâfe, Fetih günü Resülullah aleyhissalâtu vesselam’a getirilmişti. Saçları köpük gibi bembeyazdı. Aleyhissalâtu vesselâm: “Bunu hanımlarından birine götürün (de bunun saç ve sakalının rengini) değiştirsin. Fakat siyah (a boyamak) tan da kaçınınız” buyurdular.” (Müslim, Libas, 79; Nesai, Zinet, 15)

Burada dikkat edilmesi gereken husus, saçların yabancı erkeklere karşı örtülü olmasıdır. Çünkü örtünme Allah’ın kesin bir emridir.

Oje, abdeste ve gusül abdestine mâni midir?

Oje, tırnakların üzerinde tabaka oluşturan ve suyun tırnakların altına geçmesini engelleyen bir maddedir. Kadınlar bunu süslenme amacı ile tırnaklarına sürerler. Eski ulema döneminde böyle bir maddenin olmamasından dolayı, bunun abdeste veya boy abdestine (gusle) engel olup olmayacağı konusunda tereddütler ortaya çıkmıştır.

Eskiden kadınlar ellerine kına yakar, kına parçacıkları tırnaklar üzerinde bir tabaka oluştururdu. Kına yakma adeti hâlâ devam etmektedir.

Abdest ayetinde Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Mü’minler! Namaza kalktığınızda yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayınız.” (Mâide, 5/6)

Yıkama, organın üzerinden suyun akıtılması şeklinde tarif edilmiştir. Ebu Hanife ve İmam Muhammed’e göre bir damla da olsa suyun akması gerekir. Yağ sürer gibi suyu organa sürmek yeterli olmaz. Ebu Yusuf ise organın ıslanmasını yeterli görmüş, suyun akmasını şart koşmamıştır. (İbn Âbidîn, Hâşiyetü Reddi’l-Muhtâr, İstanbul, 1984, c. 1, s. 96) Organın üzerine su sürmenin yıkama olmayacağı açıktır. Çünkü bu, organı ıslak elle mesh etmek olur. Halbuki ayette emredilen, yıkamadır; mesh değil.

Kına çok ince de olsa tırnak üzerinde bir tabaka oluşturur. Başka bir şekilde o rengin tırnak üzerinde kalması mümkün olmaz. Kına çamurunun parçacıkları tırnak diplerinde sert tabaka oluşturur ve suyun tırnağa ulaşmasını engeller. Kına, oje gibi değildir. Gözeneklerinden tırnağa su ulaşabilir. Ancak bu suyun tırnağın tamamına ulaşması ve tırnağın üzerinden akıp gitmesi mümkün değildir. Bunun olabilmesi için, suyun tırnakla kınanın arasına girmesi gerekir ki bu durumda tırnakta kına kalmaz. Böyle bir şeyin mümkün olmadığı açıktır. Bu sebeple kınalı tırnağın emredildiği şekilde yıkanması mümkün değildir.

Abdest ayetinin sonunda Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Allah size (abdest ve guslü emretmekle) bir güçlük çıkarmak istemiyor. Ama sizi arındırmak ve size olan nimetinin tamamlamak istiyor. Belki şükredersiniz.” (Mâide, 5/6)

Kadının süslenmesi yasak olmadığından abdest alırken tırnağındaki kınayı kazımasını emretmenin güçlük doğuracağı kesindir. Bu sebeple fakihler, kınanın abdeste ve gusle mani olmayacağını söylemişlerdir. Hanefilerin konu ile ilgili görüşleri şöyledir:

“Kına, pire pisliği, kir tabakaları, vücuda sürülen yağ, krem, tırnak aralarına giren kirler vs. her ne kadar suyun organ üzerinden akmasına mâni ise de zaruretten dolayı abdeste ve gusle mâni olmazlar.” (İbn Âbidîn, Hâşiyetü Reddi’l-Muhtâr, c. 1, s. 155-156)

Buradaki ‘zaruret’ yukarıdaki şeyleri temizleme sıkıntısından doğan zarurettir. Çünkü onları temizleme emredilecek olsa insanlar zor durumda kalır ve bir çoğu abdest alıp namaz kılma imkanı bulamazdı. Oje de yukarıdaki maddelerle aynı konumdadır. Kadının tırnaklarına oje sürmesini veya tırnaklarını cilalamasını yasaklayan bir hüküm olmadığına göre abdest veya gusülden önce bunların temizlenmesini şart koşmanın güçlük doğuracağı açıktır. Yukarıdaki ayet, Allah’ın güçlük çıkarmak istemediğini ama bizi arındırmak istediğini bildirmektedir. Tırnakları ojeli veya cilalı olan kişiler ellerini yıkadıkları zaman temiz sayılacaklarından, Allah’ın bu konudaki emri de yerine gelmiş olmalıdır.

Sonuç olarak oje ve tırnak cilası abdest ve gusle mâni değildir.

Aşağıdaki linkte bulunan görüntülü cevabımızı da izlemenizi tavsiye ederiz:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/ojeli-tirnaklarla-abdest-alinabilir-mi.html

Kaş aldırmak caiz midir?

“Hz. Peygamber’den rivayet edilen bazı hadisler sebebiyle, yüzdeki kılları yolma­nın, kaşları inceltme (aldırma), kirpikleri uzatmanın şer’i hükmü İslâm âlimlerini bir hayli meşgul etmiştir.

Hz. Peygamber bir hadislerinde, “Allah yüz tüylerini yolan ve yolduran kadına lanet etsin…” buyurmuş olup (Buhârî, Libas, 84; Müslim, Libas, 120), bu yasağın hangi nevi fiilleri kapsadığı İslâm hukukçuları arasında tartışma konusu olmuştur.

Çoğunluğa göre kadının, kocası için ve onun izniyle yüzünde biten kılları alması, makyaj yapması, hatta kaşını düzeltme­si/inceltmesi caiz olup hadisteki yasak, kadının dışarı için, insanlar içine çıkmak için yüz kıllarını yolma, kaş aldırma ile ilgilidir. Malikîler de dâhil bir gurup âlim ise, bunu yaratılışı değiştirme olarak değerlendirdi­ğinden her ne surette olursa olsun caiz görmemekte veya mekruh görmektedir.

Hadiste yasaklanan kıl koparmayı, yüzde sonradan biten ve yüzü çirkinleştiren yüz kıllarını koparma değil de, kaşları inceltme veya yukarı kaldırma için kaş kıllarını yolma olarak anlamak daha doğru gözükmekte­dir.” (Ali Bardakoğlu, “Süslenme”, İslam’da İnanç İbadet Ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, İlmî Muşavir Ve Redaktör: İbrahim Kâfi Dönmez, İstanbul, 1997, c: 4, s: 172-173)

Süs olarak haç işaretli kolye takılması caiz mi?

Hayır takamaz. Çünkü haç bir dinin, Hristiyanlığın, sembolüdür. Müslüman bir insan hangi niyetle olursa olsun başka bir dini temsil eden sembolleri boynuna takamaz. Peygamberimiz döneminde sahabeden Adiyy b. Hatim boynuna takılı altın bir haçla Peygamberimizin yanına girince, Peygamberimiz de ona: “Adiyy! At o putu” dedi.” (Tirmizî, Tefsîr’ul-Kur’ân, 10 )

Ayrıca peygamberimizin şu hadislerini de unutmamak gerekmektedir:

“Kim bir kavme benzerse artık o onlardandır.” (Ebu Davud, Libas, 4)

“Bizden başkasına benzeyen bizden değildir.” (Tirmizi, İsti’zân, 7)

Kulağı birden fazla deldirmek caiz midir?

Hanımların küpe için kulaklarını deldirmeleri her ne kadar bazı âlimler tarafından caiz görülmese de genelde caiz görülmüştür. Fakat kulağı birden fazla deldirmek hilkati değiştirme kapsamında değerlendirilebilir. Bu yüzden mekruh olması kuvvetle muhtemeldir. Bunun yerine kulağı delmeden takılabilen küpeler tercih edilmelidir.

Tesettürlü bayanların takı takması sakıncalı mıdır?

Aşırıya kaçmamak kaydıyla bunda bir sakınca olmaz. Bu tür süsler bayanlar içindir; erkekler için değildir. Fakat parmakların neredeyse her birinde bir yüzük, boyunda birden fazla kolye, kulakta birkaç küpe ve hatta kaş, burun ve dudaklarda piercing bulunması vs. Müslüman bir hanıma yakışacak şeyler değildir. Bundan kaçınmak gerekir.

Dövme yaptırmak caiz mi?

Dövme, derinin iğne ucuyla çizilip kanatılmasından sonra sürülen boyanın deri altına geçmesini ve bir daha çıkmamasını sağlayan bir işlemdir. Bu, “fesat/doğal yapının bozulması” kapsamına girdiği için caiz değildir.

Dövme (veşm) yaptırmak vücutta kalıcı iz bırakır ve dövme, artık vücudun bir parçası haline gelir. Burada dikkat edilmesi gereken husus şudur: Dövme yapmak ve yaptırmak caiz değildir; fakat dövmenin kendisi abdest ve gusül almaya engel teşkil etmemektedir, çünkü o, derinin üzerinde değil, altında olup vücudun bir parçası haline gelmiştir.

Kına (henna) vücutta kalıcı iz bırakmaz, yıkandıkça temizlenir. Fakat kınayla vücuda resim çizdirmek veya yazı yazdırmak (örneğin, bir müzisyen resmi çizdirmek ya da siyasi görüş belirtmek amacıyla değişik yazılar yazdırmak gibi) ta estetik ve farklı görünüm amaçlı bir davranıştır. Bu tür tasarrufların estetik görünüm amaçlı olduğu dikkate alınmalı ve insanın yaratıldığı şekil ve sureti değiştirme maksadı güttüğü de gözden kaçırılmamalıdır.

Dövme yaptırmakla ilgili görüntülü cevaplarımızı aşağıdaki bağlantılardan izleyebilirsiniz:

www.fetva.net/suslenme/dovme-yapma-ve-yaptirmanin-hukmu-nedir.html

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/dovme-yaptirmanin-hukmu-nedir.html

Sünnet olmak şart mıdır, yoksa bir İslam geleneği midir?

Sünnet olmak fıtratın bir gereğidir. İlk kez İbrahim Aleyhisselam sünnet olmuştur. Nebîmiz Muhammed Mustafa sallallâhu aleyhi ve sellem de fıtri sünnetleri sayarken sünnet olmayı ilk sırada zikretmiştir.

Bugün yapılan tıbbi araştırmalarda da sünnet olmayan erkeklerle evli olan kadınlarda görülen rahim kanserinin sünnetli erkeklerle evli olan kadınlardan daha yüksek olduğu tespit edilmiştir.

İbrahim Aleyhisselamdan kalan bu fıtri sünnet asırlardır Müslümanların geleneği haline gelmiştir. Durum böyle olsa da sünnet olmak Müslüman olmanın bir şartı değildir. Dolayısıyla büyük yaşta Müslüman olanlar sünnet olurlarsa iyi bir iş yapmış olurlar. İbrahim Aleyhisselamın seksen yaşında sünnet olduğu unutulmamalıdır. Ama sünnet olmak istemezlerse onlar bu işe zorlanamazlar.

Konuyla ilgili geniş bilgi edinmek için aşağıdaki linkte bulunan “Tıbbî, Etik ve Dini Açıdan Cerrahi Sünnet/Hitân (Prof. Dr. Zeki Bayraktar)” başlıklı yazıyı mutlaka okumanızı tavsiye ederiz.

www.suleymaniyevakfi.org/fitrat-ve-tip-arastirmalari/tibbi-etik-ve-dini-acidan-cerrahi-sunnet-hitan.html

Bunun yanı sıra aşağıdaki linkte bulunan Din ve Tıp Açısından Sünnet başlıklı sunumu da izleyebilirsiniz:

www.youtube.com/watch?v=QK7RGShShvE

Oy kullanmak küfür müdür?

Kur’an’da ve Sünnette sınırları çizilmiş ve kurumları belirlenmiş bir devlet biçimi yoktur. Sahabeden her birinin kurduğu devlet, diğerinden farklı özelliklere sahiptir.

Mesela Ebûbekr radıyallâhu anh sahabeden bir bölümün seçimi ile halife olmuştur. Hz. Ömer, Ebûbekr’in vasiyeti ile, Hz. Osman, Ömer tarafından kurulu bir kurulun seçmesiyle, Hz. Ali de olağan dışı şartların zorlamasıyla halife olmuştur.

Davud Aleyhisselâm Tâlût’un yerine geçerek kral olmuş, Süleyman Aleyhisselâm da babası Davud’un yerine geçmiştir. Tâlut ise Allah’tan bir vahiyle göreve gelmiştir.

Esas olan; güvenliği ve adaleti sağlayacak, hak ve hürriyetlere riayet edecek, sosyal problemlerle mücadele edecek bir devletin olmasıdır. Onun şekli, durum ve şartlara göre belirlenir.

Yönetimin başına geçirilecek kişilerin seçimle belirlenmesini yasaklayan bir şey de yoktur. Dolayısıyla demokrasi bir devlet yönetim biçimidir. Bunun ve oy kullanmanın iman veya küfürle ilgisi yoktur. Ama insanlar, her şeyi olduğu gibi demokrasiyi de kötü emellerine alet edebilirler.

Lütfen aşağıdaki linkleri de tıklayın:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/demokratik-bir-sistemde-yapilan-secimlerde-oy-kullanmak-sirk-midir.html

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/oy-kullanmak.html