Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Blog

Fotoğraf çekmenin ve çektirmenin hükmü nedir?

Fotoğraf, mercekler yardımıyla karşısında bulunan canlı ve cansızların şekillerinin film üzerinde tertibinden ibarettir. Bu film kağıt üzerine geçirilirse fotoğraf adını alır. Bir kısım işlemlerden sonra ekrana ve perdeye aktarılırsa buna film ya da video filmi denir.

Filmi çekilen canlılarda film çekenin meydana getirdiği bir yaratıcılıktan bahsedilemez. Film çeken kişi karşısında bulunan canlı ve cansızları en uygun biçimde filme aldığı ölçüde başarılı sayılır.

Filmde ortaya çıkan şekil, aynada ortaya çıkan şekilden farklı değildir. Namaz kılanın başı üstünde kendisinde yakın olmasa da sağ veya sol hizasındaki duvar veya tavan üzerine yapılmış yahut asılmış canlılara ait resim veya heykelin bulunması mekruh sayıldığı halde (Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, İstanbul 1992, s. 229) namaz kılanın ya da diğer canlıların şeklini gösteren aynanın namaz kılınan yerde bulunması mekruh sayılmamıştır. Çünkü ayna oradaki mevcut şekli aynen göstermektedir.

Ayrıca insanlar, resim ve heykele saygı gösterip karşısında saygı duruşu yapıp zaman zaman taptıkları halde bu davranışları film ve fotoğrafa karşı göstermemişlerdir.

Netice itibarıyla fotoğraf çekmek ve çektirmek dinen yasak değildir.

Perukla ilgili fetvanız tesettüre aykırı değil mi?

Hassasiyetinizden dolayı teşekkür ederim. Perukla ilgili fetvamız şöyledir:

“Bir kadın günümüz şartları içerisinde başını açmak zorunda kaldığı için peruk takarsa başını açmış sayılmaz. Çünkü peruk bir örtüdür.”

Fetvada peruğun başörtüsü görevini üstlendiğinden bahsedilmemektedir.

Peruk kullananların bir çoğu, boğazını da örtebilmektedir. Bu durumda peruk, “tam manasıyla tesettür” değil, “mümkün olduğu kadar tesettür”dür. Çünkü zaruretler kendi miktarlarınca takdir olunur.

Peruk takan bir kadının yabancı erkeklerin şehvet arzularını uyandırması mümkündür. İlgili ayette Allah Teala şöyle buyurmaktadır:

“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur.” (Ahzab 33/59)

Peruk takılmasına cevaz verilen ortamlar, müslüman kadınların başörtüsünden dolayı incitildikleri ve eziyet gördükleri ortamlardır. Zaruret de bundan doğmaktadır.

“… hiçbir sebep, kadının başını açtırmak için dinen geçerli sayılamaz, kabul edilemezken…” diyorsunuz. Bilgilerinizi Kur’an’dan almadığınız için böyle söylüyor olmalısınız. Allah Teala şöyle buyurur:

“Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin diğer günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere sokarız.” (Nisa 4/31)

“Göklerde ve yerde bulunanlar hep Allah’ındır. Bu, Allah’ın, kötülük edenleri yaptıklarıyla cezalandırması, güzel davrananları da daha güzeliyle mükafatlandırması içindir.

Bunlar büyük günahlardan ve fuhuştan kaçınanlardır. Diğer günahlar başka. Senin Rabbin, affı bol olandır.” (Necm 53/31-32)

Baş açmanın “büyük günahlar”dan olmadığı açıktır.

Hassasiyetinizden dolayı tekrar teşekkür eder, hayırlı işlerinizde başarılar dilerim.

Okey oynamak caiz midir?

Kumara alet etmemek ve namazları da kaçırmamak şartıyla okey, tavla, satranç vs. gibi oyunları oynamak haram değildir.

Fakat kaybeden tarafın hesabı ödemesi şartıyla oynanan tüm oyunlar kumara girer, haram olur. Buna dikkat edilmesi lazımdır.

Ötenazi hakkında bilgi verir misiniz?

Ötenazi, hayatından ümit kesilmiş hastanın kendi isteği ile hayatına son vermek ve acı çekmesine mani olmak anlamında kullanılan bir kelimedir.

Ötenazi iki şekilde olmaktadır:

Birincisi, öldüğü halde aletlere bağlı olarak bitkisel hayatla yaşatılmaya çalışılan insandan bu aletlerin ayırt edilmesidir. Burada adam öldürmek söz konusu değildir. Bu aletleri çıkarmak, zaten ölmüş olan insanın vücudunu bu faydasız işlemden kurtarmak sayılır.

İkinci ve asıl önemli olanı, iyileşme ümidi büsbütün kaybolduğu bir doktorlar heyetinin kararı ile belirlenmiş olan hastanın daha fazla acı çekmesin diye kendi isteği ile öldürülmesidir. İşte bu tam bir cinayettir. İster yeni doğmuş bir çocuk, ister ileri yaşta, isterse ölüm döşeğinde olsun, canları çıkıncaya kadar bunların tam bir yaşama hakları vardır. Böyle bir insanı öldürenle sağlıklı bir kişiyi öldüren arasında fark yoktur.

Hayat sıkıntılarla doludur. Hayatından büsbütün ümit kesilmiş nice hastaların iyileşip aramızda yaşamaya devam ettiğini her zaman görmekteyiz. Hastalık, darlık ve acı olaylar insanlar içindir. Bunlara karşı sabretmek ve ümidi yitirmemek gerekir. Ayette şöyle buyurulmuştur:

“Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 2/153)

İntihar etmek haram olduğu gibi bir başkasının kendini öldürülmesini istemek ve böyle bir isteği yerine getirmek de haramdır.

Bir kişi, hastalık, ağır yaralanma gibi bir sebepten dolayı can vermek üzereyken kendinden önce can veren kişiye mirasçı olur. Bir gayrimüslim, henüz can boğaza gelmeden Müslümanlığı kabul etse Müslüman olur. Bir günahkâr bu durumda tevbe etse tevbesi makbul olur. Bu kişinin hukuki ehliyeti bütünüyle devam eder. Dolayısıyla böyle bir kişiyi öldüren adam öldürme cezasına çarptırılır.

Organ nakli ve bağışının dinimizdeki yeri nedir?

Bilindiği gibi organ nakli günümüzde ortaya çıkmış yeni meselelerdendir. Bu hususta Türkiye’nin de resmen üye olduğu İslâm Fıkıh Akademisi’nin 6 – 11 Şubat 1988 günlerinde Suudî Arabistan’ın Cidde* kentinde aldığı bir karar vardır. Kararda yer alan hükümler, günümüzde İslâm ulemasının genel kanaati mahiyetindedir. Gerekçesine yer vermeden kararı buraya alıyorum:

Aynı Vücut İçinde Nakil:

Bir kimsenin bir organı kendi vücudunun başka bir yerine nakledilebilir. Yeter ki elde edilecek faydanın meydana gelecek zarardan çok olacağı kesin bir kanaat haline gelmiş olsun. Bu işlem, olmayan bir organı oluşturmak ya da bir organın normal şeklini almasını veya ondan beklenen görevi yapabilmesini sağlamak gayesiyle yapılabilir. Böyle bir nakil vücuttaki bir kusurun veya kişiyi ruhen rahatsız eden bir çirkinliğin giderilmesi için de olabilir.

Kan ve Deri Nakli:

Kan ve deri gibi vücudun yenileyebileceği şeyler bir insandan diğerine nakledilebilir. Bunu yapabilmek için verici durumda olan kişinin tam bir ehliyet sahibi, yani reşit olması ve nakli gerektirecek meşru sebeplerin mevcut olması icabeder.

Yaşayan Birinden Organ Nakli:

Hasta olduğu için bir kişiden alınan bir organın işe yarar bölümleri bir başkasına nakledilebilir. Mesela hastalığından dolayı çıkarılan bir gözün merceğini başkasına nakletmek caizdir.

Kalp gibi, kişinin yaşaması kendine bağlı organlar yaşayan bir kimseden diğerine nakledilemez.

İnsan bazı organları olmadan da yaşayabilir. Ama onların büsbütün olmaması vücudun bir kısım temel fonksiyonlarını yapamamasına sebep olur. Her iki göz merceğinin de nakledilmesi gibi. Canlı bir kimseden yapılacak böyle bir nakil haramdır.

Ölüden Organ Nakli:

Kişinin yaşaması veya vücudunun bazı temel fonksiyonlarını yerine getirmesi kendisine bağlı olan organlar bir ölüden alınıp nakledilebilir. Bunun için ya bizzat ölünün vasiyetini ya da varislerinin onayının olması gerekir.

Organ Satışı:

Hiç bir durumda organ satışına cevaz satışına verilemeyeceği ittifakla kabul edilmiştir. Çünkü her ne sebeple olursa olsun bir insanın organı satışa konu olamaz.

(* İslâm Fıkıh Akademisi Dördüncü Dönem Toplantısı Karar No: 1, Cidde 18-23 Cemaziyelâhir 1408 – 6-11 Şubat 1988.)

Devletin verdiği nemaları almak haram mı?

Nemalar, zamanında devletin ücretlilerin maaşından kestiği ödemelerdir. Bu kesilmeler esnasında devlet ile ücretliler arasında bir faiz sözleşmesi yapılmadığı için, Tasarrufu Teşvik Fonunda birikmiş paraların geri ödenmesi sırasında devletin yapacağı her türlü fazla ödeme faiz değil, ikram sayılır. Dolayısıyla bu nemalar alınabilir, helaldir.

Ziraat Bankasının verdiği nema karşılığı kredi almak uygun mudur?

Devlet, borcunun tamamını ödeyemeyince bir kısmını, bir banka aracılığı ile ödemek istediğini ilan etmiş bulunuyor.

Örnek vermek gerekirse: 1000 YTL(1 Milyar) nema alacağınız var. Devlet diyor ki: “Bu parayı şimdi ödeyemeyeceğiz. İsterseniz filan bankaya gidin 1000 YTL yerine 800 YTL alın. İsterseniz bekleyin, daha sonra size 1000 YTL verelim.”

İlgili banka, mevzuatı gereği size 1000 YTL tutarında kredi açıyor ve ona karşılık 800 YTL ödüyor. Ancak bu 1000 YTL sizin değil, devletin bankaya borcu oluyor. Siz bankaya borçlanmıyor, devletteki alacağınızdan indirim yapıyorsunuz. Süresi gelmiş bir alacaktan indirim yapmak caiz olduğundan siz de böyle bir işlemi yapabilirsiniz.

Bunun faizle ilgisi yoktur.

Namazlarımızı hangi takvime göre kılmalıyız?

Bugünkü anlamda takvim çalışmaları Tanzimat’tan sonra yapılmıştır. Bir kısım aydınların batı hayranlığı namaz vakitleri konusunda da açık bir şekilde görülmektedir. Bu konuda kaynak kabul edilen Gazi Ahmet Muhtar Paşa bilgilerini, fıkıh kitaplarında yazılı tanımlara uygun olarak yapacağı gözlemlere dayandırma yerine Avrupalıların yaptıkları rasatlara dayandırmıştır. Fecr-i kazibin bir Zodyak ışını, yani burçlardan gelen bir ışın olduğunu belirtmiş, bu akşamleyin de görülebileceği için ayrıca şafak-ı kazib diye bir terim icad etmiştir. Islah-ı Takvim adlı eserinde belirttiğine göre ekvator kuşağı dışında fecr-i kazib yalnız Eylül, Ekim, Kasım aylarında görülebilmektedir. Riyaz’ül Muhtar adlı eserinde ise (s.320) fecr-i kazib’in görülemeyeceğini belirtmekte ve Dersaadet’te yani İstanbul’da fecr-i kazibin görülemeyeceğini burada görülen fecrin doğrudan doğruya fecr-i sadık olduğunu ayrıca ifade etmektedir. Paşa, bu açık ifadesine rağmen fecr-i kazib’in Zodyak ışınlarından (zıya-ı mıntaki) başka bir şey olmadığı hususunda şaşırtıcı bir ifade kullanmaktadır. Islah-ı Takvim adlı eserinin 68. sayfasında şunlar vardır: (Sadeleştirerek veriyoruz)

“Beynelmüslimin subh-i kazib denilen ziya-i mezkunun ziya-i mıntakiden başka bir şey olmadığını ilk defa Avrupa ulemasına haber veren hala İngiltere Hariciye Nezaretinde elsine-i şarkiye baş tercümanlığında müstahdem Redhouse nam zat olup muma ile vaktiyle İngiliz sefarethanesinde memur iken bir gün vakt-i seherde müezzin ile beraber Büyük dere Camii minaresine çıkarak muayene eylemiştir.”

“Müslümanların fecr-i kazib dediği ışığın Zodyak ışığından başka bir şey olmadığını ilk defa Avrupalı bilim adamlarına haber veren, bugün İngiltere Dışişleri Bakanlığında Doğu dilleri baş tercümanlığında çalışan Redhouse adındaki kişi olup bu şahıs vaktiyle İngiliz Büyükelçiliğinde memur iken bir gün seher vaktinde müezzin ile beraber İstanbul Boğazı’nda bulunan Büyük dere Camii minaresine çıkarak gözlemlemiştir.” (1)

Fıkıh kitaplarına göre fecr-i kazib dünyanın her yerinde ve yılın her mevsiminde görülür. Her sabah üç doğuş ve her akşam üç batış olur. Fecr-i kazibin doğuşu, fecr-i sadığın doğuşu ve beyaz şafağın batış. Diyanet işleri Başkanlığı ve Türkiye Gazetesi Takvimi uzmanlarıyla yaptığımız rasatlarda Türkiye’nin birçok yerinde bu üç doğuş ve batışı rahat bir şekilde tespit etmiş bulunuyoruz 1982 yılına kadar bu yanlış devam etmiş, Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu 21 Ocak 1982 günü aldığı bir kararla yanlışlığı kısmen düzeltmiştir.

İstanbul’da bulunana İslami İlimler Araştırma Vakfı, Diyanet İşleri Başkanlığı ve takvim çıkaran kuruluşlarla işbirliği yaparak konu ile ilgili bir çalışma başlatmıştı. Vakıf adına bu çalışmaları yürütme görevi bana verilmişti. Diyanet İşleri Başkanlığımızın konuya ciddiyetle eğilmesi sebebiyle bir hayli mesafe kat edilmişti. Fıkıh kitaplarındaki esaslara uygun bir çok gözlemler yapılmış olup kesin bir prensip konuncaya kadar gözlemlere devam edilmesine ve ondan sonra takvimlerde nihai düzenleme yapılmasına karar verilmiştir. Ancak yaptığımız bu çalışmalar bugüne kadar ne diyanet takvimine ne Türkiye Gazetesi takvimine ne de diğer takvimlere yansımamıştır.

İsteyen vatandaşlarımız oruçlarını Diyanet Takvimine göre başlatabilir ama sabah namazlarını gerçek imsak vaktinde kılmaları gerekir.

Bulunduğunuz yerin gerçek imsak vaktini aşağıdaki linkten öğrenebilir, oruç ve namazlarınızı ona göre ayarlayabilirsiniz:

www.suleymaniyevakfi.org/suleymaniye-vakfi-takvim/2203.html

Bakınız:

1- Ahmet Muhtar Paşa Islah’ut Takvim,İstanbul, s. 62-71; Ahmet Muhtar Paşa, Riyaz’ul Muhtar, İstanbul, s. 320. (Bu zatın adı geçen eserleri büyük yanlışlarla doludur. 30’ enleminden sonra görülmeyen Zodyak ışını nasıl oluyor da 41’ enleminde, rasat için hiç elverişli olmayan Büyük derede, caminin küçücük minaresinden görülüyor. Redhouse Müslüman olmadığına göre dini konularda onun görüşüne nasıl itibar edebiliriz? Ahmet Muhtar Paşa niçin lütfedip de İstanbul’da bir kez rasat yapmamıştır. Bu kitap bunun gibi birçok yanlışlarla dolu olmasına rağmen maalesef 1982’ye kadar uygulanan takvimlerin kaynağı olmuştur. Diyanet İşleri Başkanlığı 1982’te konu ile ilgili kısmi bir iyileştirme yapmıştır)

Karanlık çökünce yatsı namazının vakti biter mi?

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Namazı, Güneşin batıya kaymasından gecenin kararmasına kadar; bir de fecirdeki yoğunlaşma sırasında kıl. Fecirdeki yoğunlaşma gözle görülür.” (İsrâ 17/78)

Yatsı namazının normal vakti gecenin kararması ile birlikte biter. Bu yüzden karanlık tamamen bastırdığı anda yatsı namazının kılınmış olması gerekir.

İhtiyaç halinde akşam ile yatsı namazı birleştirilebilir. Bununla ilgili geniş bilgi sitemizde mevcuttur. Aşağıdaki linke tıklarsanız NAMAZLARIN BİRLEŞTİRİLMESİ başlıklı yazıya ulaşabilirsiniz:

www.suleymaniyevakfi.org/fikih-arastirmalari/namazlarin-birlestirilmesi.html

Yatsı namazının son vakti ne zamandır?

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Namazı, Güneşin batıya kaymasından gecenin kararmasına kadar; bir de fecirdeki yoğunlaşma sırasında kıl. Fecirdeki yoğunlaşma gözle görülür.” (İsrâ 17/78)

Gece yarısı (غسق الليل = ğasak’ul-leyl): Doğu ve batı ufkunda güneş ışınlarından bir iz olmadığı, karanlığın en yoğun olduğu zamana gece yarısı (غسق الليل = ğasak’ul-leyl) denir. Ayet bunu yatsının son vakti olarak belirlemiştir. Bu yüzden karanlık tamamen bastırdığı anda yatsı namazının kılınmış olması gerekir.

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/yatsiyla-ilgili-safak-ve-gecenin-ucte-biri-kavramlarini-aciklar-misiniz.html

Sabah namazının vaktini Kur’an’a göre açıklar mısınız?

Sabah namazı vakti, sabahleyin güneşten yansıyan ışınların, doğu ufkunda yoğunlaşmasıyla yani bu bölgede gökle yerin çıplak gözle açık olarak görülecek şekilde ağarmasıyla başlayan ve güneşin doğmasına kadar süren vakittir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

أَقِمِ الصَّلاَةَ لِدُلُوكِ الشَّمْسِ إِلَى غَسَقِ اللَّيْلِ وَقُرْآنَ الْفَجْرِ إِنَّ قُرْآنَ الْفَجْرِ كَانَ مَشْهُودًا

“Namazı, Güneşin batıya kaymasından gecenin kararmasına kadar; bir de fecirdeki yoğunlaşma sırasında kıl. Fecirdeki yoğunlaşma gözle görülür.” (İsrâ 17/78)

Fecirdeki yoğunlaşma, diye tercüme ettiğimiz قُرْآنَ الْفَجْرِ ibaresindeki قرآن (kur’ân) kelimesi Arapçada toplama ve toplanma anlamına gelir. İnsanların toplu halde yerleştikleri bölgelere aynı kökten karye = القَرْية denir (Mucemu Mekâyis’l-Luğa.). قَرَأتُ الشيء قرآنا sözü “bir şeyi topladım ve birini diğerine ekledim” demektir. “قرأت الكتاب قراءة وقرآنا = Kitabı okudum” sözü de aynı anlamdadır. Çünkü okuma, kelimeleri bir araya getirip birini diğerine ekleme ile olur. Allah, son kitabına Kur’an adını vermiştir, çünkü indirdiği bütün ayetler onda toplanmıştır.

Ayette geçen fecr = الْفَجْرِ , güneşten gelen ışınların, doğu ufkunda gök ile yeri ayırmaya başladığı zaman yani tan yerinin ağarma zamanı demektir.

Meşhûd (مشهود) kelimesi de şehâdet kökünden ism-i mef’ûldur. Şehadet, bir şeyi gözle görmek ve kavramak demektir. Tan yerini ağartan aydınlık, çıplak gözle net olarak görüldüğü için bu şekilde nitelendirilmiştir.

İşte sabah namazı bu vakitte kılınır. Bir başka ayette bu vakit, “Güneş doğmadan önceki vakit = قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ” (Taha 20/130) diye nitelendirilmiştir. Uzunluğunun kaç saat veya dakika olduğu önemli değildir.

Sabah namazı, gece namazı mıdır, yoksa gündüz namazı mı?

Sizin ifade ettiğiniz anlamda bir ayet yoktur. “Namaz kıl = أَقِمِ الصَّلاَةَ ” diye başlayan aşağıdaki ayette gündüz iki vakitte, gece de üç vakitte namaz kılınması emredilmektedir. Ayet şöyledir:

وَأَقِمِ الصَّلاَةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفًا مِّنَ اللَّيْلِ إِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّـيِّئَاتِ ذَلِكَ ذِكْرَى لِلذَّاكِرِين

“Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın saatlerinde namazı kıl. İyilikler kötülükleri giderir, bu, bilenler için doğru bilgidir.” (Hûd 11/114)

Arapça’da taraf (طرف), sınır, uç , yan ve bir şeyin bölümü anlamlarına gelir . Bu ayet, gündüzün iki tarafında yani iki bölümünde namaz kılmayı emretmektedir.

ÖĞLE VE İKİNDİ NAMAZLARI

Gündüzün iki bölümü, öğle ve ikindi vakitleridir. Öğle vakti, güneşin tepe noktasını aşmasıyla başlar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

أَقِمِ الصَّلاَةَ لِدُلُوكِ الشَّمْسِ

“Güneşin dülûku vaktinde o namazı kıl.” (İsra 17/78)

Güneşin dülûku, batıya kaymasıdır . Nebi sallallahu aleyhi ve sellem öğle namazını güneşin batıya kaydığı vakitte kılardı .

Güneş, doğduğu andan tepe noktasına gelinceye kadar bulunduğumuz yerin doğu tarafında olur; gölgeler ise batıya doğrudur. Tepe noktasına gelince gölge boyu en kısa seviyesine iner. Sonra güneş batıya, gölgeler doğuya kayar ve öğlen namazının ilk vakti girer. Bu vakitte ibadetle ilgili ikinci emir şudur:

فَسُبْحَانَ اللَّهِ …. حِينَ تُظْهِرُون

“… öğleye erdiğinizde Allah’a ibadet edin.” (Rum 30/ 17-18)

İkindi namazı, günün ikinci namazıdır. “Cebrail Beytullah’ın yanında Peygamberimize iki kere imamlık yapmış, birincisinde ikindiyi her şeyin gölgesi kendi boyu kadarken, ikincisinde her şeyin gölgesi kendisinin iki katı iken kıldırmıştı.”

Güneş, tepe noktasından batıya kaydıkça ısısı ve ışığı, giderek azalır ve nihayet batar. Güneş batınca gece başlayacağı için ikindiyi güneş batmadan kılmak gerekir. Bunu şu âyetten öğrenmekteyiz:

… وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ … َقَبْلَ الْغُرُوبِ

“… Güneş… batmadan önce her şeyi güzel yapan Rabbine ibadet et.” (Kaf 50/39)

Şu âyetin de ikindiyi gösterdiği söylenebilir:

فَسُبْحَانَ اللَّهِ … عَشِيًّا …

“…ışınlar azalınca Allah’a ibadet edin.” (Rum 30/ 17-18)

Öğlen vaktinin arkasından tan yerinin ağarmasına kadar ışınlar azaldığından عَشِيًّا aşiyyen; kelimesi Arapçada güneşin batıya kaymasından sabaha kadar devam eden vakti ifade eder.

GECE KILINAN NAMAZLAR

Gece, güneşin batmasıyla başlar. Allah Teâlâ oruçlu için; “sonra orucu geceye kadar tamamlayın ” buyurarak bunu bize öğretmiştir. Güneşin doğmasıyla birlikte gece sona erer.

Ayette geçen zülef (زلف) zülfe (زلفة)nin çoğuludur ve bir şeye yakınlık anlamındadır . “زُلَفًا مِّنَ اللَّيْلِ = gecenin zülfeleri” gecenin gündüze yakın en az üç zamanı demektir.

Akşam vaktinde, hem gecenin karanlığı, hem de gündüzden kalan aydınlık bulunur. Akşam ikiye ayrılır; biri güneşin batmasından batı ufkunda kızıllığın kaybolmasına kadar olan vakittir. Akşam namazı bu vakitte kılınır.

Yatsı vakti ise batı ufkunda kızıllığın kaybolmasından ufkun tamamen kararmasına kadar olan vakittir. “Namazı, Güneşin batıya kaymasından gecenin kararmasına kadar… kıl.” (İsrâ 17/78) ayetinde, gecenin kararması diye tercüme edilen (غسق الليل = ğasak’ul-leyl) yatsının bittiği vakti gösterir. Bu vakitte batı ufku tamamen kararır ve bu karanlık tan yerinin ağarmasına kadar sürer. Bu, normalde vitir namazının vaktidir; ama yatsı namazının kılınmasını caiz görenler de olmuştur. Fakat bu görüş bize göre doğru değildir.

Gecenin gündüze yakın üçüncü bölümü de sabahleyin gökle yerin birleştiği yere güneşten yansıyan ışınların yoğunlaşarak net bir şekilde görülmesiyle başladığı sabah namazı vaktidir. Böylece Zülef kelimesinin üç vakti gösterdiği netleşmiş gece kılınacak farz namazların üç vakit olduğu kesinleşmiş olur.

Namaz vakitleriyle ilgili geniş edinmek isteyenler aşağıdaki linkte bulunan “Kur’an’da Namaz Vakitleri” başlıklı yazımızı okuyabilirler:

Sabah namazı, gece namazı mıdır, yoksa gündüz namazı mı?

Vahhabilerin arkasında namaz kılınır mı?

İnancında şirk olduğundan emin olunan kişinin arkasında namaz kılınmaz. İmamlık görevinde bulunan kişide esas olan, inancının sahih olmasıdır. Aksi sabit oluncaya kadar her imamın arkasında namaz kılınabilir. Onların arkasında namaz kılınmayacağını söyleyenler, bu iddialarına delil getirmelidirler. Çünkü İslam hukukunda var olan bir kaideye göre iddiada bulunan kişi delil getirmek zorundadır.[1] Delil getiremezse iftira etmiş sayılır.

Cevabın yayımlandığı yer için bkz: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2016, s. 145-146.

[1] Beyyine (delil) müddaî (iddia sahibi) için ve yemin münkir (inkar eden kişi) üzerinedir. (Mecelle Madde 76)

Sandalyede namaz kılınır mı?

Namazı ayakta kılmaya güç yetiremeyenlerle ilgili olarak birkaç hadis bulunmaktadır:

İmrân b. Husayn şöyle demiştir: Bende hemoroit (basur) hastalığı vardı. Peygamber sallallâhu aleyhi ve selleme bu durumdayken nasıl namaz kılacağımı sordum. O da şöyle cevap verdi:

“Namazı ayakta kıl. Buna gücün yetmezse otu­rarak; buna da gücün yetmezse yan üstü yatarak kıl.”[1]

Bir de Taberânî ve Beyhakî’de geçen şöyle bir hadis vardır: Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem bir hastayı ziyaret etti. Onu bir yastık üzerinde namaz kılarken buldu. Yastığı kaldırıp attı. Bunun üzerine hasta, bir tahta buldu ve namazlarını bu tahta üzerinde kılmaya başladı. Hz. Peygamber onu da kaldırıp attı ve şöyle buyurdu:

‘Şayet yapabilirsen namazını yerde kıl. Bu şekilde de yapamazsan îmâ ile kıl; secdede rükû’dan biraz daha fazla eğilirsin.’[2]

Hadisten anlaşıldığına göre hasta olan kişi yastığı veya tahtayı, üzerine secde etmek için kullanıyordu. Peygamberimiz buna gerek görmediği için kaldırıp atmış ve ima ile kılmasını tavsiye etmiştir.

Namazlarını sandalyede kılanlar, yerde oturamadıkları için bunu yapmaktadırlar. Bunun bir sakıncası yoktur. Fakat sandalyede kılmaktansa yere oturarak kılmak daha uygun olur.

Cevabın yayımlandığı yer için bkz: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2016, s. 148-149.

[1] Buhârî, Taksîru’s-Salât, 19, Ebû Dâvûd, Salât, 174.

[2] Ebû Bekir Ahmed b. Hüseyin b. Ali el-Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, Dâru’l-Marife, Beyrut, 1992, c: 2, s: 306. Konuyla ilgili diğer hadisler için bkz.: Ali b. Ebî Bekr el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1988, c: 2, s: 148-150.

Fasık imamların arkasında namaz kılmak caiz midir?

İnancında şirk olduğundan emin olunan kişinin arkasında namaz kılınmaz. Ama imamlık görevinde bulunan kişide esas olan, inancının sahih olmasıdır. Aksi sabit oluncaya kadar her imamın arkasında namaz kılınabilir.

Lütfen aşağıdaki linkte bulunan soru-cevabı da okuyunuz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/sakalsiz-bir-kimse-imam-olabilir-mi.html

Namaz hangi durumlarda kazaya bırakılır?

Bir kişinin namazı; ya uykuda, ya unuttuğu için, ya da kılmasını imkânsız hale getiren fiziki şartlardan dolayı kazaya kalabilir. Bunların dışında namazı kazaya bırakmak haramdır. Hanefi, Şafii ve Maliki mezhepleri böyle bir kişinin hem tevbe etmesi hem de kazaya kalan namazını kılması gerektiğini söylerler. Hanbelî mezhebi ise bu kişinin tevbe edip, bir daha namazını kazaya bırakmaması gerektiği görüşündedir. Onlar, yukarıdaki üç sebep dışında kılınamayan bir namazın kaza edilmesini caiz görmezler.

İşin aslına gelince: Kur’an ve sünnette namazın kazası diye bir şey yoktur. Sadece uyuyan ve unutan kimseler uyandıklarında / hatırladıklarında namazlarını vakitleri dışında kılabilirler. Bu, onlar için bir kaza değil; eda olur. Nitekim Peygamber Efendimiz de bir defasında uyanamadıkları için sabah namazını ((Buhari, Mevâkîtu’s-Salât, 35; Müslim, Mesâcid, 310-313; Nesâî, Mevâkît, 55; Ahmed b. Hanbel, 2/428, 4/441.)) , bir defasında da (Hendek Savaşı’nda) unuttukları için ikindi namazını ((Buhari, Mevâkîtu’s-Salât, 36, 38, Ezan, 26, Salâtü’l-Havf, 4, Megâzî, 29.)) kılamamışlardı. Bunun dışında kalan kimselerin gerek keyfi olarak gerekse gevşeklikten, tembellikten dolayı namazları vakit dışında kılmaları diye bir şey söz konusu değildir. Bunlar büyük bir günah işlemişlerdir. Tek yapacakları şey derhal tevbe- istiğfar etmek ve bir daha asla namaz kaçırmamaktır. Zaten Peygamberimiz de uyuya kalıp kılamadıkları sabah namazından sonra yaptığı şu açıklamada keyfi olarak kılınmayan namazların kazasından bahsetmemiştir:

“Dikkat edin! Sizin için, bende bir örnek vardır.” (Sonra sözlerine şöyle devam etmiştir:) “Dikkat edin! Uyku sebebi ile namaz kaçırmakta bir kusur yok­tur. Kusur, ancak namazını başka namazın vakti gelinceye kadar kılma­yan kimsede vardır. Binaenaleyh bu uyuyup kalma işi kimin başına gelirse o kişi uyan­dığı zaman o namazı kılıversin! Ama ertesi gün, o namazı her zamanki vaktinde kılsın!…” (Müslim, Mesâcid, 311 (681)

Kaza namazı var mıdır?

Peygamber efendimizin uygulamasında bu iki durumun dışında, bir de hendek savaşında düşmanın fırsat vermemesi sebebiyle namazın kazaya kalması vardır. Hanbeli mezhebi bu üç durum dışında kazayı kabul etmez. Deliller bu mezhebi desteklemektedir. Şafiî, Malikî ve Hanefî mezhepleri ise yukarıdaki olaylara kıyasla vaktinde kılınamayan her namazın kaza edileceği görüşüne varmışlardır.

Görme özürlüler imamlık yapabilir mi?

İmamlık bilgi ve yeteneğine sahip olan âmâ bir insanın bu görevi yapmasında bir sakınca yoktur. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem, Medine dışına çıktığı zamanlarda yerine vekil ve imam olarak âmâ bir sahabî olan Abdullah İbn Ümmi Mektûm’u bırakırdı.

Âmâların imamlık yapmasını mekruh gören bazı Hanefî fakihler vardır. Onlar bunun sebebini, âmâların gözleri görmediği için elbiselerini temiz tutamama ihtimali olarak belirtirler.

Şafii mezhebine göre imamlık konusunda gözleri gören ile görmeyen arasında herhangi bir fark yoktur.

Maliki ve Hanbelî mezheplerine göre de âmânın imamlığı caizdir; yalnız temizlik konusunda gerekli titizliği göstermesi bakımından sağlam kimsenin imamlığı tercih edilir.[1]

Demek ki elbisesinde namaza mani olacak bir pislik bulunmayan ve imamlık bilgi ve yeteneğine sahip bulunan âmâların imamlık yapmasında herhangi bir sakınca yoktur.

Cevabın yayımlandığı yer için bkz: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2016, s. 146.

[1] Ahmet Özel, “A’mâ”, DİA, İstanbul, 1989, c: 2, s: 554.