Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Yazılı Fetvalar

Reyhâne validemizin başını örtmediği bilgisi doğru mu?

Bazı zayıf rivayetlere göre Yahudi Benî Kurayza kabilesinden esir alınan Reyhâne validemizin cariye olarak kaldığı ve Müslüman olmadığı söylenmiştir. Ama gerçekte Peygamberimizin eşlerinden gayrimüslim olanı yoktur. Bir Müslüman eş üzerine gayrimüslim bir cariyeyi nikâhlamak, Nisa 25 ve Bakara 221. ayetlere göre zaten haramdır.

Reyhâne validemiz Peygamberimizin teklifi ile Müslüman olmuş, onunla evlenmiş, mehrine karşılık olarak da Peygamberimiz onu hürriyetine kavuşturmuştur. (Bkz: Hayati Yılmaz, “Reyhâne bint Şem’ûn”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 35, s: 42)

Ayrıca Ahzâb Suresi’nin 59. ayetine göre Peygamberimizin eşlerinden hiçbirisinin başının açık olması mümkün değildir. Kaldı ki o ayette “Ey Peygamber; eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle: cilbablarını üzerlerine sıkıca örtünsünler.” Buyurularak örtünmeleri istenen kadınlar arasında hür-cariye ayrımı yapılmamıştır. Dolayısıyla Reyhâne validemizin hür değil de cariye olarak kaldığı kabul edilse bile “ben hür kadınlar gibi başımı örtmek istemem” dediğine dair rivayetin kabul edilmesi kesinlikle mümkün değildir.

Sonuç olarak Reyhâne validemiz, Peygamberimizin diğer eşleri gibi Müslüman olmuş ve yine onlar gibi başını örtmüştür.

Zarara katlanmadan, sadece kâra dayalı bir ortaklık kurulabilir mi?

Şayet para karşı tarafça çalıştırılıp -zarar çıktıktan sonra- kalan kârın tümü veya belli bir oranı para sahibine kar payı olarak ödenmek şartıyla verilmişse böyle bir sözleşme caiz olur. Bu durumda verdiğiniz parayı istediğiniz zaman alamazsınız. Ortaklığı bitirdiğiniz zaman borçlar çıktıktan sonra artan maldan payınızı alırsınız.

Fakat zarara katlanılmaksızın belli dönemlerde sabit bir meblağ ödenmek şartıyla yapılan sözleşme caiz olmaz; bu ortaklık değil faizli kredi sözleşmesi olur.

Doç. Dr. Servet Bayındır

Gayb ne demektir? Gayba iman nasıl olur?

Bakara sûresinin ilk ayetlerine bizim verdiğimiz mana şöyledir:

“Elif, Lâm, Mîm. Kitap budur; onda şüpheye yer yoktur. Allahtan çekinenler için rehberdir.   Çekinenler; içten* inanan, namazı tam kılan ve kendilerine verdiğimiz rızıktan hayır yapanlardır.” (Bakara, 2/1-3)

* Ayetin tam tercümesi “çekinenler o gaybda (el-gayb) inanırlar, yani imanları kendi gayblarında olur” şeklindedir. Kendi gaybları, başlarının bilmediği ama kendi bildikleri şey demektir. Bu da onların kalbidir.

Gayb, duyularla algılanamayana denir. İki türlü gayb vardır. Biri “gayb-ı mutlaktır” ki, onu Allah’tan başkası bilemez. Diğeri “gayb-ı izafî”dir; bazı kimseler bilir, bazıları bilmezler. Kişinin içinde olan, başkaları için gaybdır. İman kalp ile tasdiktir. Kalpteki tasdiki başkaları bilemeyeceğinden bu, gaybda olan bir tasdiktir. İşte sakınanlar gaybda inanırlar, sözünün anlamı budur. Bunun Türkçe’ye doğru tercümesi “sakınanlar içten inanırlar” şeklinde olmalıdır. İçten inanmayıp inanmış görünenler de vardır, onlar münafıklardır. Onların hükmü birkaç ayet sonra gelecektir.

Gayb, gözle görülemeyecek derecede örtülü olan şeye denir (Bkz: Ragıb el-İsfahânî, Müfredat). İman kalpte olduğu için gaybda olur. Kalpteki bazı şeyler akıl gözüyle (basiretle) görülebilir ama emin olunamaz. Çünkü kalpte olanlar gizlenebilir. Nitekim Medine’de kendini mümin olarak gösteren öyle münafıklar vardı ki, Peygamberimiz onları fark edemiyordu. (Bkz. Tevbe, 9/101)

Allah, elçilerini toplayacağı gün onlara “yaptığınıza karşılık ne gördünüz” diyecek; onlar da “bizde bilgi olmaz; gaybları sen bilirsin” diye cevap vereceklerdir. (Mâide, 5/109)

Kişinin mümin olup olmadığından melekler de emin olamazlar. Onlar da kalbe değil ağzından çıkana ve yapılan işlere bakabilirler. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“İnsanı biz yarattık, içinin ona ne fısıldadığını biz biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız. İki alıcı melek oturmuş, sağdan ve soldan alırlar. Ağzından bir söz çıkarınca hemen yanında hazır bir gözcü olur.” (Kâf, 50/16-18)

Ahirette Allah’tan başkasının şefaat edemeyecek olması bundandır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“… Onun katında şefaat edecek olan da kimmiş; onun izniyle olursa başka. O, onların önlerinde olanı da bilir; arkalarında olanı da.” (Bakara, 2/255)

İnançlara baskı yapılamaması da bundandır. Bu sebeple Dinde zorlama olmaz. (Bakara, 2/256) buyurulmuştur. Allah imanda kesinliği şart koşar ve şöyle der:

Bilgi sahibi olmadığın şeye körü körüne uyma. Kulak, göz ve gönül; bütün bunlar ondan sorumlu tutulacaklardır.” (İsrâ, 17/36)

Gayba değil, şehadete yani baş gözüyle veya akıl gözüyle kesin olarak gördüklerimize iman ederiz. “Eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resuluh.” Yani “Ben şahitlik ederim ki, Muhammed Allah’ın kulu ve elçisidir.” dememiz bundandır. Çünkü onun elçilik belgesi olan Kur’an’ı anlayan her insan bunu akıl gözüyle görür. Kafirlerin cezalandırılması, kesinlik ortaya çıktıktan sonra gösterdikleri yanlış tavırlardan dolayıdır.

“Doğru yol kendisi için apaçık belli olduktan sonra kim o elçiden ayrı düşer ve müminlerin yolundan başka bir yola girerse onu gittiği yolda bırakır ve cehenneme sokarız. Ne kötü hale gelmektir o!” (Nisâ, 4/115)

Gayba imanla ilgili görüntülü bir cevabımızı aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/gayb-bilinmeyen-seye-denirse-insan-gayba-nasil-iman-eder.html

Peygamberimize salavat getirilmezse dua Allah’a ulaşmaz mı?

Namazdan sonra veya dua edileceği her zaman duaya Allah’a hamd-ü sena ve Peygamberimize salât-ü selamla başlamak şart değil, bir tavsiyedir. Bir hadis şöyledir:

Fedâle b. Ubeyd radıyallahu anh’tan rivayete göre, o şöyle demiştir: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, mescitte oturmakta iken bir adam geldi namaz kıldı sonra şöyle dua etti: “Allah’ım beni bağışla bana acı.” Bunun üzerine Resûlullah: “Ey namaz kılan acele ettin, namaz kılıp oturduğun vakit Allah’a layık olduğu şekilde hamd et, sonra bana salât ve selam et, sonra da yapacağın duayı yap.” Bundan sonra başka biri namaz kıldı. Namazdan sonra Allah’a hamd etti ve Peygambere salât ve selam getirdi. Başka bir şey yapmadı. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.), o kimseye şöyle buyurdu: “Ey namaz kılan kimse! Dua et, duan kabul edilsin.” (Tirmizî, Daavat, 65)

Peygamberimize salâvat getirmeden duaların Allah katına yükselmeyeceğini söyleyenler de şu rivayete dayanmaktadırlar:

Ömer b. Hattâb radıyallahu anh’tan rivayete göre, o şöyle demiştir:

“Dua gök ile yer arasında durur, Peygamber (s.a.v.)’e salâvat getirinceye kadar o duadan hiçbir şey Allah katına yükselmez.” (Tirmizî, Salât, 352)

Tirmizi’nin hadislerini şerh eden el-Mübarekfûri, bu sözün Peygamberimize değil; Hz. Ömer’e ait olması ve senedinde bulunan ravi Ebu Kurra el-Esedi’nin mechul/tanınmayan biri olması sebebiyle hadisin zayıf olduğunu söylemiştir. (el-Mübarekfuri, Tuhfetü’l-Ahvezi, c: 2, s: 357, 486. hadisin şerhi.)

Yüce rabbimiz “bana dua edin duanızı kabul edeyim. Bana kulluk etmeyi büyüklüklerine yediremeyenler hor ve hakir olarak cehenneme gireceklerdir.” (Mü’min, 40/60) buyurmuştur. Görüldüğü gibi ayette duadan önce hamd-ü sena ve salât-ü selâm getirilmesi diye bir şarttan bahsedilmemektedir.

Allah Teâlâ kendisinden nasıl yardım isteneceğini açık bir şekilde bildirmiştir. Ayetler şöyledir:

“Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 2/153)

Kullarım sana beni sorarlarsa, ben yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına karşılık veririm. Onlar da bana karşılık versinler. Bana güvensinler. Böylece olgunlaşırlar.” (Bakara, 2/186)

“En güzel isimler (el-esmâü’l-hüsnâ) Allah’ındır. O halde O’na o güzel isimlerle dua edin.” (A’raf, 7/180)

“Rabbinize yalvara yalvara ve gizlice dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez.” (A’raf, 7/55)

“… Güzel sözler O’na yükselir, o sözleri de yararlı iş (salih amel) yükseltir…” (Fâtır, 35/10)

Son ayette yer alan salih amel, sadece salât-ü selamdan ibaret olmadığına göre yukarıdaki hadisin ayetlerle de bağdaşmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Adam öldü. Karısı, iki oğlu ve dört kızı kaldı. Miras nasıl taksim edilir?

Miras bırakanın karısı terekenin 1/8’ini alır. Geride kalan ise çocukları arasında her bir erkek çocuğun iki kız çocuk hissesi alacağı şekilde ikili-birli taksim edilir.

Buna göre toplam miras 64 hisse kabul edildiğinde, anneniz 1/8 olan 8 hisse, her bir erkek çocuk 14 hisse ve her bir kız çocuk 7 hisse alır. 8+14+14+7+7+7+7=64

Kız kardeş çocuklarının mirasçı olamayacağı bilgisi doğru mu?

Kur’an’daki miras hükümlerinde ve Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin uygulamasında kadınlarla erkeklerin mirasçı olabilmelerinde herhangi bir farklılık olmadığı, farklılığın bazı durumlarda miras oranlarında olduğu görülmektedir.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Ana, baba ve akrabaların (miras olarak) bıraktıklarından erkeklere bir pay vardır. Ana, baba ve akrabaların bıraktıklarından kadınlara da bir pay vardır. Allah, bırakılanın azından da çoğundan da bunları farz kılınmış birer hisse olarak belirlemiştir.” (Nisâ, 4/7)

Dolayısıyla erkek kardeşlerin çocukları mirasçı olabildikleri gibi kız kardeşlerin çocukları da mirasçı olabilir. Ancak hisselerinin oranları arasında farklılıklar bulunmaktadır. Şöyle ki: Anne tarafından kız ve erkek kardeşlerle kız kardeşlerin kız ve erkek çocuklarının taksiminde erkek ve kadınlar eşit hisse alırlarken (bak: Nisâ 4/12), hem anne baba veya sadece baba tarafından kız veya erkek kardeşlerle, baba tarafından erkek kardeşlerin kız ve erkek çocuklarının miras taksiminde erkekler iki kadın hissesi kadar almaktadırlar. (bak: Nisâ 4/176).

Fıkıhta “kız kardeşlerin çocuklarının mirasçı olamayacağı veya bunların en son mirasçı olacakları” şeklinde bir uygulama bulunsa da bu uygulamanın Kitap ve Sünnetten herhangi bir delili bulunmamaktadır. Bunun İslâm tarihindeki bazı siyasi olay ve tartışmaların etkisiyle ortaya çıktığı anlaşılmaktadır.

Kadınlar namaz kılarken niçin kamet getirmezler?

Kadınların tek başlarına veya kendi aralarında cemaatle namaz kılarken kamet getirmeleri Hanefîler’e göre mekruhtur.

Hanefilerin delili, Beyhaki’de geçen (c: 1, s. 408) ve Nebîmizden rivayet edildiği belirtilen şu hadistir:

“Kadınlara ezan da ikamet de gerekmez.”

Bu hadis biri Esma binti Ebi Bekir radıyallahu anhâdan merfû olarak, diğeri ise Abdullah İbn Ömer radıyallahu anhtan mevkûf olarak rivayet edilmiştir. Esma hadisinin senedinde bulunan ravi el-Hakem b. Abdillah b. Sa’d’ın güvenilir biri olmadığı, hadislerinin terk edildiği; Abdullah İbn Ömer hadisinin senedinde bulunan Abdullah b. el-Eyli’nin de zayıf bir ravi olduğu gerekçesi ile her iki rivayet de zayıf kabul edilmiştir. (Bkz: Kâsânî, Bedâiu’s-Sanâi’, Thk: Muhammed Muhammed Tamir, Muhammed Said Zeyni, Vecih Muhammed, c: 1, s. 478)

İmam Şafii ve Ahmed b. Hanbel’e göre kadınlar kamet getirirlerse bunun bir sakıncası olmaz, getirmezlerse bu da caizdir.

Aişe Validemizin ezan okuyup kamet getirdiği ve kadınlara imamlık yaptığı rivayet edilmiştir. (İbn Kudâme, Muvaffakuddîn Ebî Muhammed Abdillâh b. Ahmed, İbn Kudâme el-Makdîsî, Şemsuddin Ebi’l-Ferec Abdirrahman b. Ebî Ömer Muhammed b. Ahmed: el-Muğnî ve’ş-Şerhu’l-Kebîr alâ Metni’l-Mukni’, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1984, c: 1, s. 467, 582. fasıl)

Kısırlaştırılmış, hadım edilmiş hayvanlardan kurban olur mu?

Hayaları burulmuş, iğdiş edilmiş hayvanları kurban etmekte bir sakınca yoktur. Nebimiz sallallahu aleyhi ve sellem, hayaları burulmuş hayvanları kurban etmiştir. İlgili rivayetler şöyledir:

Cabir b. Abdillah’tan rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir:

“Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem kurban bayramı günü hayaları buruk, ala­calı (ve) boynuzlu iki koç kesti, onları (kesime hazırlayıp da yönlerini) kıbleye çevirdiği zaman dua etti ve sonra kesti.” (Ebû Dâvûd, Edâhî, 4; Ahmed b. Hanbel, 5/196)

Aişe ve Ebu Hureyre radıyallahu anhuma’dan şöyle rivayet edilmiştir:

“Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kurban bayramında kurban kesmek istediği zaman iri, semiz, çift boynuzlu, alaca ve hayaları burulmuş iki adet koç alırdı. Bunlardan birisini Allah’ın birliğine şehadetle, O’nun (Hz. Muhammed’in) elçiliğine şehadet eden ümmeti adına, diğerini de kendisi ve ailesi adına boğazlardı.” (İbn Mâce, Edâhî, 1)

Hayır kurumları kendilerine bağışlanan kurban etlerini satabilir mi?

Hacc suresinin 34 ve 36. ayetlerine göre kurban ibadetinde asıl olan; koyun, keçi, sığır ve deve cinsi hayvanlar üzerine Allah’ın anmak ve onların kanını akıtmaktır. Hayır kurumlarına, Kur’an kurslarına getirilen, bağışlanan hayvanlar da kesildiği anda ibadet yerine getirilmiş olur. Bundan sonra etlerin mülkiyeti bağışçı tarafından bu kurumlara devredilmektedir. Kurum yöneticileri diğer ihtiyaçlarını giderebilmek için bu etleri takas edebilir veya satabilir. Bunda herhangi bir sakınca olmaz.

Harama götüren yollar da haram mıdır?

Zerâyi,  zerîa kelimesinin çoğuludur. Bir İslam Hukuk terimi olarak zerîa, şer’an yasaklanmış sonuca götüren vasıtayı ifade eder. Zerîa’nın seddi (kapatılması) ise bu tür yolların yasaklanması demektir. Buna göre sedd-i zerâyi, mefsedete götüren vasıtaların yasaklanması anlamına gelir. Mefsedet de şer’an yasaklanmış durumları ifade eder. (Zekiyyüddin Şaban, İslam Hukuk İlminin Esasları (Usûlü’l-Fıkh), Notlar Ekleyerek Tercüme Eden: İbrahim Kâfi Dönmez, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1996, s: 202.)

Bu, doğru bir hukuk prensibidir. Allah Teâlâ özellikle büyük günahları haram kılarken “onlara yaklaşmayın”, “onlardan uzak durun” buyurmuştur. Yaklaşmamak da ancak araya mesafe koymakla olur ki işte buna sedd-i  zerâyi’ denir. Bunun birkaç örneğini aşağıdaki linklerden okuyabilirsiniz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/ickiye-neden-kesin-olarak-haramdir-diyorsunuz.html

www.fetva.net/yazili-fetvalar/kimiz-icmek-caiz-midir.html

www.fetva.net/yazili-fetvalar/flort-zina-midir.html

www.fetva.net/yazili-fetvalar/iddaa-veya-ganyan-bayisi-olmanin-hukmu-nedir.html

Yemeğin ortasında dua etmek sünnet midir?

Hadis kitaplarında konuyla ilgili rivayetlere baktığımızda Peygamberimizin yemeğin ortasında dua ettiğine dair herhangi bir rivayete rastlayamadık. O, yemeğin başında besmele çeker ve çekilmesini tavsiye eder, yemeğin başında unutulması halinde ortasında veya sonunda da besmele çekilebileceğini söylerdi. Duayı ise yemeği bitirdikten sonra ederdi. Konuyla ilgili rivayetler şöyledir:

Âişe radıyallahu anhâ Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu söyledi:

“Biriniz yemek yerken besmele çeksin. Şayet yemeğe başlarken besmele çekmeyi unutursa, hatırladığı anda ‘baştan sona bismillah’ desin.” (Ebû Dâvûd, Et’ime 15; Tirmizî, Et’ime 47)

Ümeyye b. Mahşi radıyallahu anh’tan: “Allah’ın resulü bir gün otururken yanında birisi yemek yiyordu, besmele çekmemişti. Yemeği bitirdi, ancak son bir lokması kalmıştı ki onu ağzına atarken: “Başında da sonunda da Bismillah olsun!” dedi. Bunun üzerine Resul-i Ekrem güldü ve sonra: “Şeytan durmadan bu adamla beraber yiyordu. Adam, Allah’ın adını zikredince şeytan ne yediyse kustu.” buyurdu.” (Müslim, Eşribe, 103; İbn Mâce, Dua, 19; Ebû Dâvûd, Et’ime, 15; Ahmed b. Hanbel, 3/344.)

Ebû Ümâme radıyallahu anh’tan rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhisselâm sofrasını kaldırdığı zaman şöyle derdi:

“Ey Rabbimiz! Sana tertemiz duygularla, eksilmeyip artan, huzurundan geri çevrilmeyip kabul edilen sayısız hamd ile hamd ederiz.” (Buhârî, Et`ime 54. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Et`ime 52; Tirmizî, Daavât 55; İbni Mâce, Et`ime 16)

Muâz b. Enes radıyallahu anh’tan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Bir kimse yemek yedikten sonra: Bana bu yemeği yediren, sonucu etkileyecek bir güç ve kudretim olmaksızın onu bana nasip eden Allah’a hamd olsun, derse, geçmiş günahları bağışlanır.” (Ebû Dâvûd, Libâs 1; Tirmizî, Daavât 56. Ayrıca bk. İbni Mâce, Et’ime 16)

Hamile kadınların çocuk emzirmesi günahmış diyorlar. Doğru mu?

Bebeğinizi iki yaşına kadar emzirmeye devam edebilirsiniz. Hamilelerin çocuk emzirmemesi gerektiğine dair dini veya tıbbi herhangi bir engel bulunmamaktadır. Bunun emen çocuğa da anne karnında olana da bir zararı yoktur. Fakat doktorlar zor bir hamilelik geçiren ve erken doğum yapma riski bulunan kadınların emzirme konusunda kendilerine danışılması gerektiğini söylüyorlar. Buna da dikkat etmeniz gerekir.

“Küçük cihaddan büyük cihada döndük” hadisi sahih midir?

Peygamberimizin Tebük Savaşı dönüşünde söylediği iddia edilen bu söz için İbn Hacer el-Askalânî, “bu, dilden dile dolaşan bir sözdür fakat (Peygamberimize değil) İbrahim b. Ebi Able’ye aittir.” Demiştir.

Aliyyü’l-Kârî, bu rivayetin İmam Gazali’nin “İhyâ-u Ulumiddîn” adlı kitabında geçtiğini, İhyâ’nın hadislerini değerlendiren el-Irâkî ise bunu İmam Beyhakî’nin “bu hadisin senedi zayıftır” notu ile rivayet ettiğini belirtmiştir. (Aliyyü’l-Kârî, el-Esrâru’l-Merfûa, s: 211, hadis no: 211. Ayrıca bkz: el-Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, c: 1, s: 424-425, hadis no: 1362)

İbn Teymiye bu rivayet için: “aslı yoktur. Peygamberimizin söz ve fillerini iyi bilen hiçbir âlim böyle bir hadis rivayet etmemiştir. Kâfirlerle cihad en büyük amellerdendir” demiştir. (İbn Teymiye, Mecmûu’l-Fetâvâ, c: 11, s: 197)

Cihad, var gücüyle çalışmak, çabalamak demektir. Bu, geniş bir kavramdır. İçinde silahlı mücadeleyi, savaşı da içerir ama sadece savaş anlamına gelmez. Kur’an’da savaş anlamına gelen kelime “kıtâl/mukâtele” dir. Cihad’ın sadece savaş anlamına gelmediğinin en büyük delili şu ayettir:

“Öyleyse kâfirlere itaat etme ve onlara karşı Kur’an’la büyük bir cihad ver.” (Furkan, 25/52)

Kur’an ile cihad, Kur’an’ı silah olarak kullanmak değildir elbette. Buradan anlaşılan, kâfirlerle mücadelenin Kur’an’la ve Kur’an’a uygun bir şekilde yapılması gerektiğidir.

Cihad, bir müslümanın dini adına her zaman ve her yerde gereken şeyleri yapmasının adıdır. Düşmanla yapılacak olan savaş her zaman karşılaşılabilecek bir olay değildir. Fakat Müslüman, sürekli olarak mücadele halindedir. Dolayısıyla vazifelerimizi ikiye ayırıp birine “küçük cihad”, diğerine “büyük cihad” demeden her birine aynı önemi verip var gücümüzle çalışmak, çabalamak zorunda olduğumuzu bilmemiz gerekir.

Lütfen aşağıdaki linki de tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/cihad-nedir-bu-onemli-gorevi-gunumuzde-nasil-yerine-getirmek-gerekir.html

Leasing kullanamadığımız durumlarda ne yapmamızı tavsiye edersiniz?

Leasing sözleşmesi katılım bankalarında yalnızca tüzel kişilerle değil, gerçek kişilerle de yapılmaktadır. Şayet leasing yapma imkânı yoksa bu durumda şartlarına uygun gerçek murâbaha yöntemine başvurulabilir.

“Murâbaha, ister peşin, ister veresiye olsun, maliyetlerin ve kârın müşteriye tam olarak bildirilmesi suretiyle yapılan satıştır. Müşteri, katılım bankasının ne kadar kâr ettiğini ayrıntılarıyla bildiği için onun yaptığı her satış murâbaha olur.

Katılım bankaları, peşin alır vadeli satarlar. Böylece satıcı, malını peşin satma, alıcı da onu veresiye alma imkânını elde eder. Malın peşin satılması arzu edilse de veresiye satışlar vazgeçilemez ihtiyaçtır. Parası olmayan kişi, eline para geçinceye kadar aç bekleyemez, veresiye alım yaparak ihtiyacını giderir. Bu ihtiyacı, zaman zaman herkes duyar.

Malların peşin fiyatı ile vadeli fiyatı farklı olabilir. Bu fark faiz değildir. Faiz, borç vererek gelir elde etmektir. Satıma konu mal belli olur, fiyatı konusunda taraflar anlaşır, taksit miktarları ile ödeme günleri belli olursa satış geçerli olur. Artık o malın peşin fiyatı ile vadeli fiyatının farklı olması önemli olmaz.” (Abdülaziz Bayındır, Ticaret ve Faiz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2007, s: 263)

NOT: Soruda bahsi geçen “Leasing” ile ilgili cevabımızı okumak için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/leasing-nedir-caiz-olup-olmadigi-hakkinda-bilgi-verir-misiniz.html

İlaçla boynuzlarının büyümesi engellenen hayvan kurban edilebilir mi?

Hacc Suresinin 36. ayetine göre kurbanlık hayvanda esas olan; iri gövdeli, gösterişli ve kusursuz olmasıdır. Kendisine ve çevresine zarar vermesin diye sivriliği engellenen boynuzundan dolayı hayvan kusurlu olmaz. Kurban edilebilir.

Emtia borsasında işlem yapmak helal midir? Dinen sakıncası var mı?

Emtia borsalarında yapılan işlemlerin fıkhen mahzurlu olan çeşitleri olduğu gibi caiz olan çeşitleri de vardır. Ancak bu tür borsalarda yapılan işlemlerin (istatistiklere göre) yaklaşık %98’i spekülatif amaçlı, kaydi nitelikli olduğundan bu oran caiz olmayan grubu oluşturur.

Ayrıca altın ve gümüş gibi parasal özelliğe sahip emtiaların bu tür borsalardan alım satımı da (işlemlerin tabiatı gereği vadeli olduklarından) caiz değildir.

Bunun dışında alım satımı dinimizce haram kılınmamış olan malların, ancak vade günü dolduğunda fiili yahut depodaki malı temsil eden evrak üzerinden kaydi şekilde teslim alınmasıyla gerçekleştirilecek alım satım işlemleri caiz olur.

Doç. Dr. Servet Bayındır

Bir kadının âdeti ne zaman bitmiş sayılır?

Âdet içinde gelen kan tamamıyla kesilmedikçe, âdet son bulmuş olmaz. Bu kan, siyah, kırmızı, yeşilimtırak veya sarı olabileceği gibi bulanık ve toprak rengi de olabilir.

Âdetini tamamlamış olan bir kadından gelecek akıntı bembeyaz bir renkte bulunur. Bundan sonra gelecek olan bulanıklığa itibar edilmez.

Ümmü Atiyye’den şöyle rivayet edilmiştir:

“Biz hayız bittikten sonra sarılığı ve bulanıklığı bir şey (hayızdan) saymazdık.” (Buhârî, Hayz, 26; Ebû Dâvûd, Taharet, 117; Nesâî, Hayz, 7)

Miras paylaşımı yaparken önceliği niçin eşlere veriyorsunuz?

Sorunuzun birinci bölümünün cevabı aşağıdaki linkte bulunmaktadır:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/adam-oldu-annesi-babasi-karisi-uc-kiz-cocugu-mirasi-nasil-paylasir.html

İkinci bölümüne gelince: Kur’an’da (Nisâ, 4/12) eşlerin (karı-kocanın) hissesi, ölenin çocuklarının bulunup bulunmamasına göre değişebilmekte, çocuklar haricinde hiçbir mirasçı karı-kocanın terekeden alacağı hisseleri değiştirememektedir. Bu, karı-kocanın terekeden öncelikle hisselerini alacakları, diğer akrabaların ise kalanı paylaşacakları şeklinde anlaşılmaktadır. Karı-kocanın birbirlerine mirasçılıklarının sebebi evliliktir. Diğer hısımların mirasçılık sebebi ise akrabalıktır.

Nisâ, 4/33’te mirasçılıkları ayrıca belirtilen, akit yapanlar “eşlerdir. “Onlara paylarını verin” diye emredildiği için onların öncelikleri vardır.

Tecavüze uğrayan kıza, kadına günah yazılır mı?

Tecavüzcüye verilecek cezayı aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz.

www.fetva.net/yazili-fetvalar/tecavuz-eden-kimseye-nasil-bir-ceza-verilir.html

Tecavüze uğrayan bir kızın/kadının ise hiçbir sorumluluğu, günahı yoktur. Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:

“Allah, kimseye gücünün yeteceğinden fazlasını yüklemez.” (Bakara, 2/286)

Bu durumda olan kız, elinden geldiği kadar ibadetlerini yaşamalı ve vakti geldiğinde evlenmelidir. Evlenirken de tecavüze uğradığını söylemesi gerekmez. Çünkü dinimize göre kocası dahi olsa hiç kimse ona neden bakire olmadığını soramaz.

www.fetva.net/yazili-fetvalar/gerdek-gecesi-bakire-olmadigi-anlasilan-esi-bosama-hakki-var-midir.html

www.fetva.net/yazili-fetvalar/kadin-bakire-degilse-kocasi-bunun-sebebini-soramaz-mi.html

www.fetva.net/yazili-fetvalar/dinimizde-bekaretin-onemi-nedir.html

Zaman zaman umutsuzluğa kapılıyorum. Ne yapmamı tavsiye edersiniz?

Dünya imtihan dünyasıdır. Dolayısıyla şartları biz değil; bizleri de yaratan Allah Teâlâ belirlemektedir. Rızkı veren Allah olduğu gibi çocuk veren de Allah’tır. Allah kiminin önüne geniş imkânlar açarken, kimini zorluklarla karşı karşıya koyar. Kimine çocuk verirken kimini de çocuksuz bırakır. Tüm bunlar O’nun emri ile meydana gelmektedir. Allah şöyle buyurmaktadır:

“Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Verdiği emre göre yaratır. Kız olmasını emrettiğine kız, erkek olmasını emrettiğine erkek çocuklar bahşeder.

Yahut onları, hem erkek hem de kız çocukları olmak üzere çift verir. Kısır olmasını emrettiğini de kısır kılar. Bilen ve ölçüyü koyan odur.” (Şûra, 42/49-50)

Demek ki o, sizinle ilgili ölçüyü böyle koymuştur. İsteseniz de istemeseniz de bu ölçü uygulanır. Ona isteyerek boyun eğerseniz hem huzurlu olursunuz hem de Allah katında değeriniz olur.

Allah’ın sizin için nihai olarak hangi ölçüyü koyduğunu bilemeyeceğimiz için gayretlerinize devam edebilirsiniz. Kur’an-ı Kerim’de Allah Teâlâ bize öyle iki olay anlatmaktadır ki bu O’ndan asla ümit kesilmemesi gerektiğini göstermektedir. Bu olayların neler olduğunu bizzat kendiniz okumanız için sadece ayet numaralarını vermekle yetiniyoruz: Al-i İmran 3/38-41, Meryem 19/1-11; Hûd 11/69-73, Hicr 15/51-56.