Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Hadis

“En iyi Müslüman, hanımına en iyi davranandır” hadisini açıklar mısınız?

Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem her konuda bizim için en iyi örnektir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Andolsun ki Resulullâh, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” (Ahzâb, 33/21)

Bahsettiğiniz hadisi, yukarıdaki ayetle birlikte düşündüğümüzde kadınlara iyi muamelede de bizim için en iyi örneğin Peygamberimiz olduğu anlaşılmaktadır. Peygamberimiz, bu hadisi ile tüm Müslümanlar için bir genelleme yapmış ama “kadınlara nasıl iyi davranacağınızı da benden öğrenin” demiş olmaktadır.

Başörtüsüz kılınan namazın kabul olmayacağına dair hadis sahih mi?

Ebû Dâvûd’da geçen “Allah, hayız gören bir kadının namazını ancak başörtüsü ile kabul eder” hadisi biri mevsûl (senedinde herhangi bir kopukluk olmayan hadis), diğeri ise mürsel (tâbiîn’den olan ravinin sahabî’yi zikretmeden rivayet ettiği hadis) olmak üzere iki yolla rivayet edilmiştir. (Bkz: Halil Ahmed es-Sehârenfûrî, Bezlu’l-Mechûd fî Halli Ebî Dâvûd, Beyrut, trs, c: 4, s. 305, Bâbu’l-Mer’eti Tusallî bi gayr-i Hımârin)

Hadiste “hayız gören kadın” ifadesi ile “hayız görme çağına ulaşmış kadın” kastedilmiştir. Hadisten “adetli kadınların namaz kılabileceği” şeklinde bir sonuç çıkarılabilmesi için ibarede “hayız gördüğü günlerde” (fî eyyâmi hayzihâ) cümlesinin olması gerekirdi. (Bkz: Hattâbî, Meâlimu’s-Sünen (Sünen-i Ebî Dâvûd ile Birlikte), Salât, 85, 641. hadisin şerhi) Hâlbuki hadiste öyle bir ifade yoktur. Dolayısıyla ifadenin “hayız çağına gelmiş bir kadın” şeklinde anlaşılması gerekir.

NOT: Soruda adı geçen Başörtüsü ve Örtünme başlıklı yazıya aşağıdaki linkten ulaşılabilir:

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/basortusu-ve-ortunme.html

Hz. Peygamber’in kaç hadisi vardır? Hadis sayısında artma var mıdır?

Hadislerin sayısı konusunda doktora yapan ve bunu bir kitap halinde yayınlayan Doç. Dr. Mustafa Karataş,  Peygamberimiz döneminde rivayet sahasında dolaşan hadis sayısının 5.000’den (beş yüz değil, beş bin) fazla olduğunu söylemenin mümkün olmadığı sonucuna varmıştır. Tabii ki bu sayı tekrarsız hadisler için verilmiş bir sayıdır. Karataş, bu sayının tekrarları ile birlikte Kütüb-i Tis’a* denilen meşhur dokuz hadis kitabında 10.000 civarında olduğunu, sahabe ve tabiin sözleri de dâhil tekrarsız toplam hadis sayısının 30.000’i geçmediği kanaatindedir. Daha sonra farklı rivayet veya tekrarlanma suretiyle hadisler artmış ve hicri 3. asırda 1.500.000’e ulaşmıştır. (Mustafa Karataş, Rivayet Tekniği Açısından Hadislerin Artması ve Sayısı, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul, 1998, s: 230-231)

İlk dönemdeki 5.000 hadisi tespit eden ve bunların “sahih”, “zayıf”, “uydurma” şeklinde sınıflandırmasını yapan herhangi bir çalışma olup olmadığını bilmiyoruz.

* Kütüb-i Tis’a: Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, İbn Mace, Nesai, Darimi, Muvatta, Ahmed b. Hanbel.

Ben iki kurbanlığın oğluyum sözü hadis midir?

Başta Hz. Peygamberin hayatını anlatan siyer kitaplarında olmak üzere bazı hadis ve tefsir kitaplarında bu rivayete rastlanmaktadır. Ama Kütüb-i Sitte olarak adlandırılan sahih hadis kitaplarının hiçbirinde bu rivayet bulunmamaktadır.

Rivayet, kitaplarda biri bizzat Peygamberimizin ağzından “ben iki kurbanlığın oğluyum”, diğeri bir bedevinin Peygamberimize hitaben “ey iki kurbanlığın oğlu” şeklinde yer almaktadır. Âlimler ikinci rivayetin sağlam olduğunu, birinci rivayetin Peygamberimizin ağzından çıkmış bir söz olduğunu tespit edemediklerini belirtmişlerdir. (Bkz: Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, Beyrut, 1988, c: 1 s: 199, hadis no: 606)

Cennet anaların ayakları altındadır hadisi uydurma mıdır?

Muâviye İbn Câhime’nin anlattığına göre; Câhime radıyallahu anh Peygamber aleyhissalâtu vesselâma gelir ve: “Ey Allah’ın Resulü, ben gazveye (cihad) katılmak istiyorum, bu konuda sizinle istişare etmeye geldim” der. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Annen var mı?” diye sorar. “Evet” deyince, “Öyleyse ondan ayrılma, zira cennet onun ayağının altındadır” buyurur. (Nesâî, Cihâd, 12)
 
Görüldüğü gibi hadis Kütüb-ü Sitte’de yer almaktadır. Mevzu/uydurma değildir. Fakat hadis âlimlerinden Hâkim bu hadisin muzdarip* olduğunu belirtmektedir. (Bkz.: İsmail b. Muhammed el-Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, 3. bs., Beyrut, 1988, c. 1 s. 335, hadis no: 1078)
 
Hadis senet yönünden zayıf olsa da mana yönünden sahih görünmektedir. Zira Kur’an-ı Kerim’e bakıldığında birçok ayette Allah’a imandan sonra ana-babaya iyilik etmek emredilmektedir. Dolayısıyla cennete giden yol da onların önünden geçmektedir.
 
* Muzdarip Hadis: Birbirine metin veya senet itibarıyla bir ya da daha fazla ravi tarafından, aralarını cem ve telif etme imkânı olmayacak şekilde farklı biçimde rivayet edilen hadis.

Sa’lebe kıssası gerçek mi, yoksa sadece bir hikâye mi?

Dr. Kadir Paksoy’un Yeni Ümit Dergisi’nde yayımlanan Sa’lebe Kıssasıyla İlgili Rivayet Üzerine Sened ve Metin Esaslı Tahliller başlıklı makalesinde, bu kıssa ile ilgili olarak özetle şu bilgiler yer almaktadır:
 
“Hadis otoritelerinin raviler hakkında beyan ettikleri ifadelere göre Sa’lebe hadisi, isnâd yönünden son derece zayıf, illetli ve münker bir rivayettir.
 
İbn Hazm, Sa’lebe hadisinin Mu’ân b. Rifâa, Ali b. Yezîd ve Kâsım gibi zaîf raviler kanalıyla nakledilen asılsız ve bâtıl bir rivayet olduğunu; ayrıca nüzul sebebi yönünden de Tevbe 75-77 âyetlerinin münafıklar hakkında genel olduğunu, dolayısıyla bunun Sa’lebe ile bir ilgisinin bulunmadığını kaydeder.
 
İbnu’l-Esîr, Sa’lebe kıssasının sahih olmadığını yahut Bedir’e katılan Sa’lebe hakkında şaibeli olduğunu belirtir.
 
Zehebî, Sa’lebe hadisinin münker olduğuna temas eder.
 
Irâkî ve Heysemî, Taberânî’nin naklettiği Sa’lebe hadisinin Ali b. Yezîd adında metrûk bir ravi sebebiyle zayıf olduğuna dikkat çekmişlerdir.
 
Abdulfettah Ebû Gudde, Sa’lebe hadisinin illetli ve münker bir rivayet olmasına rağmen bilhassa müfessirler tarafından illetine ve nekaretine temas edilmeksizin nakledildiğine dikkat çeker.
 
Âlimlerin de ifade ettikleri bu tenkit ve değerlendirmelere göre Sa’lebe hadisi, son derece zayıf, illetli, münker, hatta asılsız ve bâtıl bir rivayettir. Elbette böyle bir rivayet, muhtevada sunulan hususlarda delil olamaz. Hatta bu kabil rivayetlerin nakledilmesi uygun düşmez.
 
Rivayette Sa’lebe’nin pişman olup zekâtını getirdiği halde, gerek Resulullah tarafından, gerekse halifeleri tarafından kabul edilmediği anlatılmaktadır. Zekâtını getiren kimseyi reddetmek, başta Resulullahın, sonra da Raşit Halifelerin uygulamalarına zıt düşmektedir. Özellikle Resulullah’ın münafıklara karşı izlediği tavır ve stratejiler incelenirse, nifâklarını açıkça yüzlerine vurmadığı, İbn Selûl gibi meşhur münafıkları dahi sabırla idare ettiği görülür.
 
Ayrıca Resulullah’ın ve ilk halifelerin uygulamalarına göre imkân sahiplerinden zekât alınması, gerekirse güce başvurulması söz konusudur. Üstelik bu mevzuda ilk halife Hz. Ebû Bekr’in zekât vermeyenlere karşı kararlı tutumu ve harp ilan etmesi bilinen bir vak’a iken, elbette gönül rızasıyla zekâtını getiren kimselerden reddedilmesi diye bir şey olamaz.
 
Bu itibarla Sa’lebe’nin geri çevrilmesi, ne İslâm ahkâmını tatbik eden Resulullah’ın ne de onun sünnetini takip eden halifelerin uygulamalarıyla bağdaşmaz. Bütün bu veriler, Sa’lebe hadisinin metin/ muhteva açısından çelişkilerle dolu olduğunu göstermektedir.” (Kadir Paksoy, Sa’lebe Kıssasıyla İlgili Rivayet Üzerine Sened ve Metin Esaslı Tahliller“, Yeni Ümit Dergisi, Sayı: 70, 2005.)

Zayıf hadisle amel edilir mi?

Hadis kitaplarında yer alan hadislere “sahihlik”, “zayıflık” vasfı, anlamlarının Kur’an’a uygunluğuna göre değil; rivayet zincirlerinin sahih olup olmamasına göre verilmiştir. Kendisine “sahih” vasfı verilen hadis, onu kitabına alan âlime ve senedine göre sahihken aynı hadis bir başka âlime göre sahih olmayabilir. Bu yüzden temel ölçüt daima Kur’an olmak durumundadır. Yani bir hadis senet itibariyle sahih olsa ama anlamı Kur’an’a açıkça aykırı olsa onunla amel edilmez. Bunun gibi senedi zayıf görülen ama anlamı Kur’an’a uygun hadislerle amel edilebilir. Fakat hadis kitaplarında zayıf hadislerle amel meselesi anlatılırken bu konu üzerinde pek durulmaz. Kitaplarda anlatılan, Kur’an’da yer almayan bazı faziletli ameller/ibadetler konusunda gelen zayıf hadislerle amel edilip edilmeyeceğidir. Bu konuda Subhi es-Salih’in söyledikleri gerçekten kayda değerdir. Okumanızı tavsiye ederiz:

“Fezâil-i a’mâl (amellerin faziletleri) mevzuunda zayıf hadisle amel etmek caizdir” sözünü herkes söyler durur. Bu sözle, rivayetinde müsama­halı davrandıkları, kendilerince sahih olmayan bütün hadisleri bu gruba katarlar ve böylece sabit ve malum bir esasa dayanmadan bir­çok prensipleri dine ilâve ederler. Aradan asırlar geçmesine rağmen bu söz, Ahmed b. Hanbel, Abdurrahman b. Mehdî ve Abdullah b. Mübârek gibi üç büyük Hadis imamının söylediği buna benzer bir sözün aks-i sadâsıdan başka bir şey değildir. Bu üç büyük imâmın sözü şudur: “Helâl ve haram mevzuunda bir şey rivayet ettiğimizde pek sıkı, fezâil ve benzeri mevzularda bir şey rivayet ettiğimizde de müsa­mahakâr davranırdık.”

Bu imamların sözleri tam olarak anlaşılmamıştır. Nasıl ki bizim nazarımızda sahîh’in mukabili zayıfsa, onların pek sıkı davranmak sözünden kastettikleri de, böyle karşılığı olan bir şey değildir. Helâl ve harama dâir bir şey rivayet ettiklerinde daha temkinli davranarak ancak hadisin en yüksek derecesinde bulunanlarla ihticâc ediyorlardı ki, bu da kendi zamanlarında ittifakla “sahih” diye adlandırılan dere­cedir. Helâl ve haram ile ilgisi olmayan, fezâile dâir bir şey rivayet ettiklerinde pek sıkı davranmak ve sadece sahihleri rivayet etmek zaruretini duymuyorlar, aksine mertebece sahihten aşağıda bulunup, kendi asırlarında henüz yerleşmemiş bir tabir olan Hasen’i de kabule taraftardırlar. Her ne kadar hasen, kendilerinden sonra zayıf adı verilen hadislerden mertebece daha üstün görülüyorsa da, mütekaddimînin ıstılahında zayıf hadisin bir nev’i olarak kabul ediliyordu. Halk bu imamların fezâil babında müsamahalı davranmaları sözüyle, sahih derecesine varmayan hasen hadisleri rivayete elverişli bulmaları şek­linde anlasalar bile, “Fezâil-i a’mâlde zayıf hadisle amel etmek caiz­dir” sözünü pek doğru bulmuyorlardı.

Şu noktada hiç şüphe yoktur ki, -din nazarında- zayıf rivayetler ne şer’î bir hüküm, ne de ahlâkî bir fazilet için kaynak olur; zira zan, gerçekten hiçbir şey ifade etmez. Fezâil de ahkâm gibi dinin esas prensiplerindendir. Binaenaleyh bu prensipleri çürük bir temel üzerine, paramparça olacağı bir uçurum kenarına bina etmek doğru olamaz.

Müsamahakâr davrananların, fezâil-i a’mâl mevzuunda zayıf hadis rivayet edebilmek için öne sürdükleri şartlar ne kadar çok ve müsait olursa olsun, anlattığımız sebebe binaen bunu kabul etmiyoruz. Bilindiği üzere bu şartlar üç tanedir:

1 – Rivayet edilen hadis pek zayıf olmayacak.

2 – Kitap veya sahîh sünnetle sabit olan bir asla dayanacak.

3 – Kendinden daha kuvvetli bir delile muhalif olmayacak.

Zayıf hadis rivayetini – bu şartlara rağmen – kabul etmiyoruz.

Gerek şer’î ahkâm ve gerekse fezâil babında, elimizde, başkasına lüzum bırakmayacak kadar çok sahîh ve hasen hadis vardır. Biz -bu şart­ların çokluğuna rağmen- zayıf hadislerin sabit olduğuna bir türlü inanamıyoruz. Böyle olsaydı ona hiç zayıf der miydik? Hâsılı, zayıf hadisler hakkında şüphe etmekten kendimizi alamıyoruz. Zaten dinde, yakînî olmayan şeylerin hiçbir değeri yoktur.” (Subhi es-Sâlih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, Tercüme: M. Yaşar Kandemir, 4. Bs, Ankara, 1986, s: 177-180)

Sadaka ömrü uzatır mı?

Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de Nûh (as) ile kavminin kıssasını anlatırken şöyle buyurmuştur:

” Biz Nuh’u kendi halkına (elçi) gönderdik; ‘Acıklı bir azap gelmeden halkını uyar!’ dedik. 

 Onlara şöyle dedi: “Ey halkım! Ben size doğruları açıklayan bir uyarıcıyım.

 Allah’a kulluk edin, O’ndan çekinerek kendinizi koruyun ve sözümü dinleyin!

 O zaman Allah günahlarınızı bağışlar ve belirlenmiş ecelinizin (ecel-i müsemmâ) sonuna kadar sizi yaşatır. Allah’ın verdiği ömür bitince erteleme olmaz. Keşke bunu bilseniz!” (Nûh, 71/1-4)

Ecel-i müsemmâ ile kast edilen, insanın Allah tarafından takdir edilen ecelidir. Ayette Nûh (as), kavmini azap gelmeden önce Allah’a dönmeleri konusunda uyarmaktadır. Demek ki Allah’a dönmezlerse azap gelecek ve daha önce kendileri için takdir edilen ecele ulaşamadan yine Allah tarafından hayatlarını sona erdirilecek. Bu ve bunun gibi birçok ayetten anlaşılmaktadır ki Allah’ın emrettiği şeyler yapılmazsa Allah, insana verdiği eceli kısaltır. Eğer insan Allah’ın emirlerini tutarsa ve O’nu razı ederse hakkında yazılmış olan ecel-i müsemmasına kadar yaşar.

Nebîmiz de bir hadislerinde “sadaka belaları def eder” buyuruyor. Sadaka vermek suretiyle Allah’ın razı olduğu işleri yapan, onun yasakladığı işlerden kaçınan kişi O’nun azabından kurtulur, emin olur. Yani kendisi için belirlenmiş eceline kadar yaşamaya devam eder. Bahsettiğiniz hadis de böyle değerlendirilmelidir. “Sadaka ömrü uzatır.” Yani ömrü kısaltan davranışların aksine kişiye kendisi için biçilmiş ömrü sonuna kadar yaşama fırsatı verir.

Yanlış davranışlarla ecelin kısalması konusunda geniş bilgi için aşağıdaki linkte bulunan ECELİN KISALMASI başlıklı yazıyı okumanızı tavsiye ederiz.

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/ecelin-kisalmasi.html

İnsan farkında olmadan şirk koşmuş olur mu?

Peygamberimizin yukarıdaki duayı ashabına öğrettiğine dair bazı hadis kitaplarında rivayetler yer almaktadır. Fakat bunların neredeyse tamamının senedinde problem vardır. (Bkz: el-Heysemi, Mecmeu’z-Zevâid, c: 10, s: 223-224.) Bu açıdan adı geçen hadis senet açısından zayıftır. Fakat Hucurat suresinde seslerini/görüşlerini Peygamberimizin sesinden fazla yükseltenler, Allah tarafından “farkında/şuurunda olmadan amellerinin boşa gideceği” şeklinde tehdit edilmişlerdir. (Bkz: Hucurat, 49/2) Demek ki bu ayete göre insanlar bazen farkında olmasalar dahi yaptıkları yanlış şeyler yüzünden amellerini yok ettirebilir, boşa çıkartabilirler. Kur’an- ı Kerim’e göre bütün amelleri boşa çıkaran günah ise, dinin en büyük günah saydığı şirktir. (Bkz: Maide, 5/5; En’am, 6/88; Hud, 11/16; Zümer, 39/65)
 
Bu açıdan bahsettiğiniz hadis senet açısından her ne kadar zayıf olsa da bu ayetle uyuşmaktadır.

“Benim yaşamam da ölmem de sizin için hayırlıdır” hadisi sahih midir?

Bahsettiğiniz hadis, Heysemî’nin Mecmeu’z-Zevâid adlı kitabında yer almaktadır. (Bkz: 9. cilt, 24. sayfa) Heysemî, hadisi Bezzâr’ın rivayet ettiğini ve senedinde yer alan ravilerin sahih olduğunu belirtmiştir.

Bu hadis, farklı metin ve senetlerle Zehebî’nin Mîzânu’l-İ’tidâl (1/651), Irâkî’nin Tahrîcu’l-İhyâ (4/182), Suyûtî’nin Hasâisu’l-Kübrâ (2/281), Aclûnî’nin Keşfu’l-Hafâ (1/368-369, hadis no: 1178) adlı kitapları gibi birçok hadis kitabında yer almıştır. Bunlardan bazıları için yukarıdaki gibi “senedi sahih” denilenler varsa da çoğunluğu hadis âlimleri tarafından “zayıf” kabul edilmiştir. Son dönem hadis âlimlerinden Nâsıruddîn el-Elbânî bu hadisin tüm yollarının “zayıf” olduğunu, hatta bazılarının mevzu yani uydurma olduğunu söylemiştir. (Elbânî, es-Silsiletü’d-Daîfe, 2/406)

Kenz-i Mahfi (Gizli hazine) hadisi sahih midir?

Bu söz, tasavvufçular arasında “kenz-i mahfi (gizli hazine)” diye bilinir. Bunu tam olarak şöyle ifade ederler:

Ben gizli bir hazine idim, bilinmeye muhabbet ettim, bilineyim diye mahlûkatı yarattım.”

Ben gizli bir hazine idim, bilinmeye muhabbet ettim, halkı bilinmem için yarattım. Böylece kendimi onlara tanıttım, onlar da beni tanıdılar, bildiler.”

Keşif yoluyla hadis rivayeti yapılabileceğine inanan mutasavvıflar, Muhyiddin İbnu’l-Arabî’nin “bu hadis keşfen sahihtir ama naklen sabit değildir” sözüne dayanarak oldukça önemli saymışlardır. Fakat hadis ilminde naklen sabit olmayan bir sözün değeri olmaz. Bu yüzden muhaddisler bu söz için “Nebî’nin sözlerinden değildir”, “ne sahih ne zayıf hiçbir senedi bulunmamaktadır”, “uydurmadır”, “asılsızdır” gibi açıklamalarda bulunmuşlardır. (Geniş bilgi için bkz: Ahmet Yıldırım, Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Dayanakları, TDV Yayınları, Ankara, 2000, s: 98-99)

Tasavvufta keşf terimi “perde arka­sında ve aklın ötesinde olduğu için gâib olan bazı şeyleri bilme”, hem de “Allah’ın tecellilerini temaşa etme” anlamında kullanılmıştır. Mutasavvıflara göre keşf ile cennet ve cehennemin görüntü­sü ile melekler görülür. Ruh tam olarak saf hale gelip zaman ve mekân perdesi kalkınca geçmiş ve gelecekle ilgili olayla­rın bilgisine ulaşılır.

Mutasavvıflar keşfe dayanarak Kur’an’ı tefsir ettikleri gibi bir hadisin veya hadis âlimlerine göre sahih olmayan bazı hadis­lerin sıhhatini keşf yoluyla tespit ettikle­rini söylemişlerdir. Nitekim İsmail Hakkı Bursevî, “Ben gizli bir hazine idim …” hadisi üze­rinde dururken bu hadisin rivayet açısın­dan sabit olmasa bile keşfen sahih oldu­ğunu söylemiş, Abdülazîz ed-Debbâğ birçok hadisin sahih olup olmadığına keşf ile hükmetmiş, Şah Veliyyullah Dihlevî ed-Dürrü’s-Semîn’de, rüyada gördüğü Hz. Peygamber’den işittiği müjdeleyici nitelik­teki hadisleri rivayet etmiştir. Mutasav­vıfların bu görüşü hadis âlimleri tarafından reddedilmiş, keşfe dayanılarak bir hadisin Resûl-i Ekrem’e ait olup olmadı­ğını tespit etmenin mümkün olmadığı görüşü savunulmuştur.” (Süleyman Uludağ, “Keşf” Diyanet İslam Ansiklopedisi, Ankara, 2002, c: 25, s: 315-317.)

Tasavvufta keşfin yeri, keşfi bilgide hata olup olmayacağı, keşf-vahiy ilişkisi, keşf-gayb bilgisi gibi konularda mutasavvıfların görüşlerinin neler olduğunu merak edenler Prof. Dr. Süleyman Uludağ’ın yukarıdaki ansiklopedi maddesini ve Prof. Dr. Reşat Öngören’in “Bir Bilgi Kaynağı Olarak Tasavvufta Keşfin Değeri” adlı makalesini okuyabilirler. (Makalenin yayınladığı kaynak: İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 5, Yıl: 2002, İstanbul-2002, s: 85-96)

Bütün Peygamberler çobanlık yapmış mıdır?

Ebû Hureyre radıyallahu anh’ın rivayet ettiği bir hadise göre Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem:

–  “Allah Teâlâ hiçbir peygamber göndermemiştir ki davar çobanlığı yapmış olmasın” buyurdu.

Bunun üzerine sahâbîleri:

–  Sen de mi? diye sordular.

Peygamberimiz:

–  “Evet, ben de Mekke ahâlîsi için karârît üzerine (ücretle) koyun gü­derdim” buyurdu. (Buhârî, İcâre, 2)

Görüldüğü gibi hadis Buhârî hadisidir, senet açısından sahihtir. Hadiste herhangi bir peygamberin bundan istisnası olduğu bildirilmemiştir. Hatta Buhârî hadislerini şerh eden İbn Hacer’in Fethu’l-Bârî adlı kitabında, Nesâî’ye dayanılarak yer verilen bir rivayette Musa ve Davud aleyhisselamın çobanlık yaptıkları açık bir şekilde bildirilmiştir. (İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, c: 10, s: 4, “Kitâbu’l-İcâre”, ikinci bâb, 2262. hadisin şerhi )

Gaflet isabet eden mekanı değiştirmekle ilgili hadisi açıklar mısınız?

Rivayetlere göre Hayber gazvesi dönüşünde Resûlullah ve ashabı bir yerde konaklamışlardı. Nöbetçi kalan Bilal radıyallahu anh’ın uykuya kalması sebebiyle Peygamberimiz ve beraberindekiler sabah namazını kaçırmışlardı. Bunun üzerine Peygamberimiz ashabına: “Haydi kalkın, size gaflet gelen yerinizi değiştiriniz” buyurdu ve Bilâl’e em­retti, o da ezan okudu, kamet etti ve Peygamberimiz onlara namaz kıldırdı.” (Ebu Davud, Salât, 11)

Bu hadis hakkında İmam Kurtubi’nin şunları söylediği nakledilmiştir:

“Ulema, buradaki yer değiştirme emrinin sadece olayın geçtiği yer için mi yoksa kişiye gaflet çöken her yer için mi geçerli olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bunun yanı sıra bu yer değiştirmenin sadece Peygamberimize mi has olduğu yoksa gaflete düşen, unutan ve uykuya dalan herkesi kapsayıp kapsamadığı konusunda da ihtilaf edilmiştir. İmam Gazali, bu hadisten hareketle, olayın geçtiği o yerde namaz kılmayı mekruh kabul etmiştir. İmam Sübki ise bu konuda Gazali’ye karşı çıkıldığını söylemiştir.” (Bkz: Muhammed Zekeriyya b. Yahya el-Kandehlevî, Bezlu’l-Mechûd (talikinde), Beyrut, trs, c: 3, s.253.)

Yine bu hadisin şerhinde Mahmud Muhammed Hattab es-Sübki, “bu hadis şeytanın bulunduğu düşünülen yerleri değiştirmenin meşru olduğuna delildir” demiştir. (Sübki, el-Menhel, c: 4, s: 27)

İkindi ile akşam arası uyumak sakıncalı mıdır?

İbn Adiyy, İbn Hibbân, Ebû Nuaym, İbnü’s-Sünnî ve Aclûnî gibi bazı hadisçilerin kitaplarında şöyle bir hadis nakledilmektedir:

“Kim ikindiden sonra uyur da aklını kaçırırsa sadece kendini kınasın, başkasını/başka şeyi değil!”

Bu hadisin isnadında bulunan Halid b. Kasım hakkında İbn Raheveyh ve Sa’dânî “yalancı”, İmam Buhari ve Nesai, “metrûk”, İbn Hibbân ise “onun hadisini yazmak helal değildir” demişlerdir.

Hadisin başka bir rivayetinde ise Abdullah İbn Lehîa bulunmasından dolayı hadisçiler tarafından bu da zayıf kabul edilmiştir.

(Bkz: el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid ve Menbau’l-Fevâid, c: 5, s: 116; İbnü’l-Cevzî, Kitâbu’l-Mevdûât, Thk. Tevfik Hamdân, 2. baskı, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 2003, c: 2, s: 263; Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed b. Arrâk el-Kinânî, Tenzîhu’ş-Şerîati’l-Merfûa ani’l-Ahbâri’ş-Şenîati’l-Mevdûa, Thk: Abdulvehhâb b. Abdullatîf, Abdullah Muhammed es-Sıddîk, 2. Baskı, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1981, c: 2, s: 290, hadis no: 30; Muhammed b. Ali eş-Şevkâni, el-Fevâidu’l-Mecmûa, Thk. Abdurrahman el-Muallimî, 2. Baskı., Beyrut, 1392 h., s. 216; hadis no: 649.)

Bu zayıf hadise istinaden bazı âlimler, ikindiden sonra uyumayı mekruh kabul etmişlerdir.

Bu âlimlerin bir dayanağı da, ikindiden sonra uyumanın sağlık açısından da zararlı olduğu yönündeki bilgileridir. Zaman zaman basında da bu uykunun bünyeye zarar verebileceğine dair haberler yer almaktadır. Mesela bunlardan biri şöyledir:

“Saat 22:00’de tansiyon ve kalp atım sayıları düşer, saat 04:00’ten sonra tansiyon ve kalp atışlarında yükselme başlar. 15:00 ve 18:00 saatleri arasında da en üst seviyeye ulaşır. Dolayısıyla tansiyon ve kalp atımının yüksek olduğu ve hücrelerin en üst derecede metabolize olduğu ikindi vaktinde uyunmamalıdır. Aksi takdirde yüksek tansiyon ve kalp rahatsızlığına davetiye çıkarılmış olur.” (Dr. Aslan Mayda’dan Naklen: İbrahim Işık, Din ve Bilim Açısından Uyuma Vakitleri, Tefekkür Dergisi, Yıl: 2006, Sayı: 8, www.tefekkurdergisi.com/Yazi-Bilim_ve_Din_Acisindan_Uyuma_Vakitleri-333756.html)

Hz. Muhammed cennette Meryem Validemizle mi evlenecek?

Taberânî gibi bazı kaynaklarda Nebîmiz Muhammed aeyhisselamın cennette Meryem validemiz, Firavunun mü’min olan karısı Asiye ve Musa aleyhisselamın kız kardeşi Gülsüm ile evleneceğine dair bazı hadisler rivayet edilmektedir. Bu hadisler Kur’an’a terstir. Çünkü Allah Teala Nebimiz’e şöyle bir emir vermiştir:

“(Ya Muhammed) De ki: Ben resullerin /Allah’ın elçilerinin ilki değilim. Bana da size de ne yapılacağını bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” (Ahkaf 46/9)

İddia edilen evliliklerle ilgili olarak Kur’an’da en küçük bir işaret yoktur. Bu sebeple kimse böyle bir iddiada bulunamaz. Bu konu ile ilgili rivayet edilen hadisler de doğru kabul edilemez. Zaten hadis âlimleri, yukarıdaki rivayetlerin delil alınamayacak derecede zayıf olduğunu belirtmişlerdir. (Bkz. el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid ve Menbau’l-Fevâid, c: 9, s: 218)

Aşere-i Mübeşşere hadisini nasıl anlamak gerekir?

Peygamberimizin, bazı sahabileri cennetle müjdelediğine dair sahih hadis kitaplarında hadisler mevcuttur. (Bkz: Müslim, Fedailü’s-Sahâbe, 28; Tirmizî,  Menâkıb, 26; Müsned, 1/187, 188) Bu hadisleri aşağıdaki ayetlerle birlikte düşünmek gerekir.

“(İslâm dinine girme hususunda) öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.” (Tevbe, 9/100)

Bu ayete göre yukarıda zikredilenler cennete girmekle müjdelenmiştir. Fakat bu müjde “kayıtsız şartsız bir müjde” değildir! Yani onlara “şu an içinde bulunduğunuz güzel durumu devam ettirdiğiniz yani durumunuzu değiştirmediğiniz sürece cennetliksiniz” denilmiş olmaktadır. Benzer bir durumu Meryem validemizin üstün vasıflarının anlatıldığı şu ayetlerde görmekteyiz.

“Bir gün melekler şöyle dedi: Meryem! Allah seni seçti, seni arındırdı ve seni bu çağın kadınlarından üstün kıldı.

Bak Meryem! Rabbine içten boyun ey. Secdeye kapan ve rükû edenlerle birlikte sen de rükû et.” (Âl-i İmrân, 42-43)

Görüldüğü gibi Allah Teala Meryem validemizi seçkin ve tertemiz bir kul yaptığını ve diğer kadınlardan üstün kıldığını bildirdikten sonra ona Rabbine boyun eğmesini, secdeye kapanmasını ve rükû edenlerle birlikte rükû etmesini emretmiştir. Yani bu üstün vasıflarının devam etmesinin bu emirleri yerine getirmesine bağlı olduğunu bildirmiştir.

Bu açıdan Peygamberimizin, sahabeden bazılarını cennetle müjdelemesi, onların cennete girme garantileri olarak değil, iyi durumlarını değiştirmedikleri müddetçe Allah’ın izni ile cennetlik olacaklarının bir müjdesidir. Bu müjde sadece onlar için değil; iman etmiş ve amel-i salih işlemiş her müslüman için de geçerlidir. Şu ayet bunu açık bir şekilde göstermektedir:

“İnanan ve iyi işler yapanlar yaratılmışların en hayırlılarıdır. Rableri katında onlara verilecek karşılık, içinden ırmaklar akan kalıcı bahçelerdir/cennetlerdir. Sürekli kalmak üzere oraya gireceklerdir. Allah onlardan razı, onlar da Allah’tan razıdır. İşte bu, Rabbinden çekinen kimseler içindir.” (Beyyine, 98/7-8)

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/yasarken-cennetle-mujdelenen-kisiler-var-midir.html

“Bina yapmak için harcanan parada hayır yoktur” hadisi sahih mi?

Enes b. Mâlik radıyallahu anh’tan rivâyete göre, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Tüm harcamalar Allah yolunda sayılır yani kişiye sevap kazandırır, sadece bina ve inşaata yapılan harcamalarda hayır yoktur.” (Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme, 40)

Tirmizi, kitabına aldığı bu rivayetin garîb (senedinin bir veya birkaç tabakasında râvî adedi bire düşen hadis) olduğunu bildirmiştir. Yani hadis, bu haliyle zayıftır. Fakat hadisin bir benzeri ama sahih olan rivayeti Buhari’de şöyle geçmektedir:

Kays İbn Ebî Hazım şöyle dedi: Biz kendisine hasta zi­yareti yapmak için Habbâb (İbnu’l-Eret)’ın yanına girdik. Habbâb (karnını) yedi yerinden dağlamış hâldeydi. Bu ziyaretimizde Habbâb şöyle dedi:

– Bizden evvel geçen ve (Peygamber zamanında ölüp) giden ar­kadaşlarımız vardır ki, dünya onların (âhiret saadetlerinden) bir şeylerini eksiltmemişti. (Çünkü dünyada darlık içinde yaşadılar. Bize gelince: Biz (fetihler sebebiyle) o kadar dünyalığa kavuştuk ki, bugün onu topraktan (köşkler yapmaktan) başka sarf edecek bir yer bulamıyoruz. Eğer Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bize ölüm temennisini yasaklamamış olsaydı, muhakkak ben (şu hastalık ızdırabından dola­yı) ölümü temenni ederdim!

(Kays dedi ki:) Bir müddet sonra Habbâb’ı bir kere daha ziyaret ettik. O, kendisine ait bir duvar bina etmekle meşguldü. Bi­ze:

– Müslüman, infak ve harcama yapmakta olduğu her şey husu­sunda sevaba nail kılınır, yalnız şu toprak içine sarf etmekte olduğu mal hakkında sevaba nail kılınmaz! Dedi.” (Buhari, Merdâ, 19.)

Bu hadisi şerh eden hadis âlimleri, insanın yaparken sevaba nail olmayacağı binanın “ihtiyacından fazla olan bina/ev” olduğunu belirtmişlerdir. (Bkz: İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, c: 21, s: 243, 5672. hadisin şerhi; el-Aynî, Umdetu’l-Kârî, c: 17, s: 359)

Demek ki ihtiyacı olan binayı/evi yaparken harcanan mal da infak kapsamına dâhil olup kişiye sevap kazandırmaktadır.

“Sevdiğini ölçülü sev, kızdığına ölçülü kız” sözü hadis mi?

Ebû Hureyre radıyallahu anhtan rivayete göre, şöyle demiştir:

”Sevdiğini ölçülü sev, belki bir gün düşmanın olabilir. Kızdığına da ölçülü kız, belki bir gün dostun olabilir.” (Tirmizî, Birr ve’s-Sıla, 60)

Tirmizî: “Bu hadis garîb (senedinin bir veya birkaç tabakasında râvî adedi bire düşen hadis) olup, sadece bu senetle ve bu şekliyle bilmekteyiz. Eyyûb’ten başka senet ile de rivayet edilmiş olup Hasan b. Cafer’den gelmiştir. Ali’den gelen bir isnadla bu kimsenin rivayet ettiği hadis zayıftır. Sahih olan rivayet, bu hadisin Ali’den mevkuf olarak yapılan rivayetidir.”

Bu rivayet, aşağıdaki ayetle birlikte düşünüldüğünde daha da bir anlam kazanmaktadır:

“İyilikle kötülük bir olmaz. O halde sen kötülüğü en güzel tarzda uzaklaştırmaya bak. Bir de bakarsın ki seninle kendisi arasında düşmanlık olan kişi candan, sıcak bir dost oluvermiş!” (Fussilet, 41/34)

“Kibire kibir sadakadır” sözü Hadis-i şerif mi?

“Kibirliye karşı kibirlenmek sadakadır.” (التكبر على المتكبر صدقة et-tekebburu ale’l-mutekebbiri sadakatun) sözü, halk arasında meşhur olmuş sözlerden biri olmakla beraber hadis değildir.

Bu söz “Kibirlenen kişiye karşı kibirlenmek ibadettir”, “Kibirlenen kişiye karşı kibirlenmek hasenedir, güzel bir davranıştır.” Şeklinde de meşhurdur. (Bkz: Molla Aliyyü’l-Kârî, el-Esrâru’l-Merfûa fi’l-Ehâdîsi’l-Mevdûa (el-Mevdûâtu’l-Kübrâ), Thk: Muhammed b. Lütfi es-Sabbâğ, 2. Bs., Beyrut, 1986, s: 175; hadis no: 142; İsmail b. Muhammed el-Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, 3. bs., Beyrut, 1988, c. 1 s. 313, hadis no: 1011)

Mü’min bir insan kimseye karşı kibirlenmez. Fakat o “inananlara karşı saygılı, kâfirlere karşı başı dik olur. Allah yolunda cihad eder ve kınayanın kınamasından da korkmaz.” (Mâide, 5/54) Kibirlenmek başka; haksızlık karşısında, kâfirin karşısında dik durmak başkadır. Müslüman her zaman ve her yerde izzetini, şerefini korumak durumundadır.