Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Hadis

Cevşenin hadis ilmi açısından değeri nedir?

Cevşen Duasının Hadis İlmi Açısından Kritiği başlıklı bir yüksek lisans tezi hazırlayan Adnan Yeniay, çalışmasının “Sonuç” bölümünde Cevşen ile ilgili olarak ulaştığı bulguları şöyle sıralamıştır:

1- Cevşen duası ne Ehl-i Sünnet’in, ne de Şia’nın hadis kitaplarında yer almaktadır.

2- Cevşen duasının faziletleri hakkında gelen rivayetler, İslam’ın özüne ters düşmektedir. Cevşen duası okunduğunda veya insanların üzerinde taşındığında söz konusu faziletlerin gerçekleşeceğini söylemek ilmen doğru görünmemektedir.

3- Cevşen duasıyla ilgili akla-mantığa uymayan rivayetler bulunmaktadır.

Örneğin; rivayete göre Cebrail’in, Peygamberimizden duayı kâfirlere öğretmemesini istediği iddia edilmektedir, fakat Cevşen duası iddia edilen rivayetin aksine herkesin vâkıf olabileceği bir açıklıkta literatüre geçtiği için, duanın gizli tutulması imkânsızdır. Bu durumdan da anlaşılmaktadır ki Cebrail, Peygamberimize böyle bir şey söylememiştir.

4- Peygamberimiz ve sahabe döneminde kendisine ümit bağlanılan, güvenilen ve onunla korunulacağı düşünülen tek varlık Allah’tır. Allah’tan başka böylesine ümit bağlanılan, güvenilen ve onunla korunulacağı düşünülen hiçbir şey olmamıştır. Rasûlullâh’ın sünnetine bakıldığında da sadece Allah’a güvenildiği ortaya çıkmaktadır. Mesela Hz. Peygamber, sahabelerine ayakkabılarının bağı koptuğunda, onu dahi Allah’tan istemeyi talim etmiştir.

5- Peygamberimize nispet edilen bu duanın Rasûlullâh’ı, sahabeyi ve duayı okuyan kişiyi koruyacağı söylenmektedir. Ancak Hz. Peygamber’e ve sahabeye yapılan onca işkenceler, çektikleri sıkıntılar ve gazalarda aldıkları yaralar söz konusudur. Cevşen duası madem Rasûlullâh’ı ve sahabeyi koruyacaksa Hz. Peygamber ve ashabı niçin bu duayı okuyup sıkıntılardan, işkencelerden kurtulma yoluna gitmediler? Oysa Cevşen duası Hz. Peygamber’e gelseydi ve bahsedilen koruma işlevini ifa edecek olsaydı, Hz. Peygamber bu duayı hem okur hem de sahabelerine okumalarını tavsiye ederdi, fakat böyle bir durum olmadığı için Cevşen duasının da Rasûlullâh’a ait olmadığı ortaya çıkmaktadır.

6- Kendisine Arapça vahiy inen bir Peygambere, Farsça kalkan anlamına gelen Cevşen duasının geldiğinin iddia edilmesine karşın; Cevşen, ne birinci derece ne de ikinci derece hadis kaynaklarında bulunmaktadır.

Yukarıda sıraladığımız sebeplerden dolayı Peygamber’e nispet edilmiş bir hadis olarak rivayet edilen yaklaşık on beş sayfalık metnin sahih olması mümkün görünmemektedir. Cevşen duasının tamamı peygamberimize ait değildir, bazı bölümleri, cümleleri hadis veya ayet olarak nitelendirilebilirse de tamamının peygamberimize aidiyeti imkânsız görünmektedir.”

KAYNAK: Adnan Yeniay, Cevşen Duasının Hadis İlmi Açısından Kritiği, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2008, Danışman: Enbiya Yıldırım, s: 70-71.

Cevşen hakkında sitemizde yayımlanan cevabımızı aşağıdaki linkten inceleyebilirsiniz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/cevsen-hakkinda-bilgi-verir-misiniz-hukmu-nedir.html

Kurban kesmeyen bizim mescidimize yaklaşmasın hadisi sahih midir?

İlgili rivayet şöyledir:

مَنْ وَجَدَ سَعَةً فَلَمْ يُضَحِّ فَلَا يَقْرَبَنَّ مُصَلَّانَا

“İmkânı olup da kurban kesmeyen namazgâhımıza yaklaşmasın” (İbn Mâce, Edâhî, 2; Ahmed b. Hanbel, II/321; Hâkim, II/422)

Bu rivâyeti eserinde kaydeden Beyhakî ve Hanefi muhaddislerden İmâm Zeylâî bunun farklı ravilerden “mevkûf” olarak yani Hz. Peygamber’e değil de sahabeye isnat edilerek geldiğini kaydetmişlerdir. (Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, c: 2, s. 260; Zeylai, Nasbu’r-Râye, c: 4, s: 207)

Çeşitli muhaddisler de bu rivayetin senedini tenkit etmiş ve “zayıf” olduğunu belirtmişlerdir: (Bkz. Bûsirî, Misbâhu’z-Zücâce, c: 3, s: 222; İbnü’l-Cevzî, et-Tahkîk, c: 2, s: 161)

Dolayısıyla rivayetin senet açısından sahih olmadığı ve kurban ibadetinin hükmü için delil olarak kullanılamayacağı anlaşılmaktadır.

Kimlerin kurban kesmesi gerektiğine dair ayrıntılı bilgi için lütfen aşağıdaki linkleri tıklayınız:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/kurana-gore-kimlerin-kurban-kesmesi-gerekiyor.html

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/kurban-kesmede-maddi-durumu-iyi-olmanin-olcutu-nedir.html

“Vatan sevgisi imandandır” sözü hadis midir? Hadis ise sahih midir?

“Vatan sevgisi imandandır” rivayeti, Aliyyü’l-Kârî’nin el-Esrâru’l-Merfûa adlı eserinde geçmektedir. O, bu rivayet için Zerkeşî’nin: “Bu rivayete vâkıf olamadım”, Safevî’nin: “Bu rivayet sabit değildir” ve Sehâvî’nin: “Bu rivayete vâkıf olamadım; fakat manası sahihtir” şeklindeki açıklamalarına yer vermiştir. Aliyyü’l-Kârî, ayrıca bu rivayetin selefe/geçmiştekilere ait sözlerden olduğunun söylendiğini de belirtmiştir.

Fakat Aliyyü’l-Kâri, Sehâvî’nin “Bu rivayetin manası sahihtir” sözünü reddetmiş ve şöyle demiştir: “Bu rivayetin manası sahihtir” sözü ilginçtir!  Çünkü iman ile vatan sevgisi arasında bir bağlantı yoktur.” Bunun yanı sıra o, rivayette yer alan vatan sevgisinin sadece mü’minlere özgü bir durum olması halinde kabul edilebileceğini; fakat bunun gayrimüslimler için asla bir iman alameti olamayacağını belirtmiştir. O, ayrıca hadiste geçen “vatan” ifadesi ile “Cennet”, “Mekke” veya “Allah’a dönüş”ün kast edilmiş olabileceğini de söylemiştir. (Bkz: Aliyyü’l-Kâri, el-Esrâru’l-Merfûa, s:189-191, hadis no: 164.)

Aclûnî de Keşfu’l-Hafâ adlı eserinde bu rivayete yer vermiş ve “Sağânî bu rivayet için uydurma, Sehâvî ise ‘(Bu rivayete) vâkıf olamadım; ama rivayetin manası sahihtir’ dedi.” açıklamasında bulunmuştur. (Bkz: Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, s: 346-347, hadis no: 1102.)

Aliyyü’l-Kârî’nin el-Esrâru’l-Merfûa adlı eserini tahkîk eden Muhammed Lütfi es-Sabbâğ ise bu rivayet hakkında şu değerlendirmelerde bulunmuştur:

“… Bu hadis sahih değildir, uydurmadır. Günümüz şartları ve olayları içerisinde hadis diye sunulan bu ifadenin metnine bakacak olursak bunun uydurma ve batıl olduğuna dair asla bir şüpheye ve kuşkuya yer olmadığını görebiliriz. Çağımızda İslam düşmanları, bu rivayeti, dini tamamen toplumdan soyutlamak ve kendilerince bir toplum oluşturmak amacıyla ileri sürmektedirler. Böylece “vatancılık”, “milliyetçilik” düşüncelerini ve tohumlarını pekiştirmek istiyorlar. Gerçek olan şu ki Müslümanın asıl vatanı onun akidesidir, inancıdır…” (Bkz: el- Esrâru’l-Merfûa, s: 191, dipnot: 2.)

Buraya kadar verilen bilgiler ışığında “Vatan sevgisi imandandır” rivayetinin Hz. Peygamber’e ait bir ifade olmadığı, yani onun adına uydurulduğu anlaşılmaktadır. Fakat bu, vatan sevgisinin yanlış olduğu gibi bir sonuç ifade etmez. Kişinin vatanını sevmesi yanlış değildir, bunda hiçbir sakınca yoktur. Ama bu başkadır, bunun hadis olduğunu iddia etmek başka. Burada esas olarak söylenmek istenen, bu rivayetin Hz. Peygamber’e ait bir hadis olmadığı ve vatan sevgisinin bir iman göstergesi olmadığıdır.

Bununla ilgili görüntülü bir cevabımız için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/vatan-sevgisi-imandandir-seklinde-bir-hadis-var-midir.html

 

11 defa İhlâs sûresini okuyup ölülere bağışlamakla ilgili bir hadis var mı?

İlgili rivayetin metni şöyledir:

من مر على المقابر فقرأ فيها إحدى عشرة مرة : {قل هو الله أحد} ثم وهب أجره للأموات؛ أعطي من الأجر بعدد الأموات

 “Kim mezarlıklardan geçer ve orada 11 defa İhlâs sûresini okur da sevabını ölmüşlere bağışlarsa ölüler adedince ona sevap yazılır.”

Hadislerle ilgili sağlam kaynaklarda böyle bir rivayet bulunmamaktadır.

Aclûnî, halk arasında hadis olarak bilinen meşhur rivayetleri topladığı Keşfü’l-Hafâ adlı eserinde bu rivayetin Râfiî’nin Târih’inde yer aldığını belirtmekte; fakat rivâyetin sıhhat durumuna dair herhangi bir bilgi vermemektedir. (Bkz: Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, c: 2, s. 282)

Muhaddislerden Fettenî ise uydurma hadisleri topladığı eserinde bu rivayetin “uydurma” olduğunu belirtmektedir. (Bkz. Fettenî, Tezkiretü’l-Mevzû’ât, s. 220)

Senet açısından uydurma olduğu anlaşılan bu rivayetin metin açısından da sahih olması mümkün değildir. Zira ölmüşlerimizin ardından Kur’an okunup sevabının onlara bağışlanabileceğine dair herhangi bir ayet veya sahih hadis yoktur.

Bu konu hakkında daha geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/olulerin-ruhlarina-kuran-okunur-mu.html

“Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” hadisi sahih midir?

Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellemin şöyle dediği rivayet edilmiştir:

“Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.” (Muvatta, Hüsnü’l-Hulk, 8; Ahmed b. Hanbel, 2/381)

Hadisçiler, bu rivayetin hadis teknikleri açısından sorunlu olmadığını, rivayet zincirinin (isnadının) güzel olduğunu söylemişlerdir.

Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de Peygamberimiz hakkında şöyle buyurmuştur:

“Ve şüphesiz sen büyük bir ahlak üzerindesin.” (Kalem, 68/4)

“Şüphesiz ki Allah’a, ahiret gününe iman edenlerle Allah’ı çok anan kimseler için Allah’ın elçisinde güzel bir örnek vardır.” (Ahzâb, 33/21)

Peygamber (sav)’in ahlakının ne olduğunu, nasıl olduğunu göstermesi açısından Aişe validemizden nakledilen şu rivayet oldukça önemlidir:

Bir adam: “Ey müminlerin annesi! Bize Allah’ın Resulünün ahlakından bahseder misin?” dedi. O da: “Sen hiç Kur’an okumuyor musun?” diye sordu. Adam: “Tabi ki okuyorum.” diye cevap verince Aişe de: “Onun ahlakı, Kur’an (ahlakı) idi.” dedi. (Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn, 139 (746).

Kur’an-ı Kerim Allah’ın son kitabıdır. Onun içinde bulunan ibadet ve ahlak esaslarında asla bir eksilme veya fazlalaşma olmayacaktır. En son inen ayette Allah Teala: “Bugün dininizi olgunlaştırdım ve size olan nimetimi tamamladım.” buyurmuştur. (Mâide, 5/3)  Yukarıdaki hadiste de esas olarak vurgulanan husus budur. Bu kitabın kendisine verildiği Peygamberimiz de onu bir hayat rehberi edinmiş, onun ahlakı ile ahlaklanmış, bütün ahlaki güzellikler onun şahsında vücut bulmuş ve bu yüzden her konuda müminlere örnek gösterilmiştir.

Uydurma hadislerle ilgili kaynak kitaplar hangileridir, bilgi verir misiniz?

Hadis âlimleri çeşitli metotlarla “hadis” diye uydurulmuş rivayetleri bir araya getiren çeşitli “Mevzûât (الموضوعات):” uydurma hadis kitapları telif etmişlerdir. Bu eserler sayesinde hadis ilminde uzman olmayan kimseler de uydurma hadisleri kolaylıkla tanıyabilmektedir.

Birçoğu Arapça olan bu eserlerin belli başlılarını şöyle zikredebiliriz:

el-Makdîsî (ö. 507/1113): Tezkiretu’l-Mevzû’ât

el-Cüzekânî (ö. 543/1148): el-Ebâtil ve’l-Menâkir ve’s-Sıhâh ve’l-Meşâhîr

Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî (ö. 597/1200): Kitâbu’l-Mevzû’ât mine’l-Ehâdîsi’l-Merfû’ât

Celâleddîn es-Süyûtî (ö. 911/1505): el-Leâlî’l-Masnû’a fi’l-Ehâdisi’l-Mevzû’a

İbn Arrâk (ö. 963/1556): Tenzîhu’ş-Şerî’ati’l-Merfû’a ‘ani’l-Ahbâri’ş-Şenî’ati’l-Mevzû’a

el-Fettenî (v. 986/1578): Tezkiretu’l-Mevzû’ât fi’l-Ehâdîsi’l-Merfû’ât

Ali el-Kârî (ö. 1014/1605): el-Esrâru’l-Merfûa fi’l-Ahbâri’l-Mevzûa: el-Mevzûâtü’l-Kübrâ

eş-Şevkânî (ö. 1250/1832): el-Fevâ’idu’l-Mecmû’â fi’l-Ehâdîsi’l-Mevzû’a

el-Leknevî (ö. 1304/1886): el-Âsâru’l-Merfû’a fi’l-Ahbâri’l-Mevzû’a.

 

Konu ile ilgili Türkçe kaynaklardan bazılarını da şu şekilde sıralayabiliriz:

M. Yaşar Kandemir: Mevzû Hadisler: Menşe’i,  Tanıma Yolları, Tenkidi

Harun Ünal:  Uydurma Hadisler (Mirac Yayınları), 6 cild; Mevzûât (Mevzû Hadisler) (Basiret Yayınları)

Sadık Cihan: Uydurma Hadislerin Doğuşu ve Sosyo-Politik Olaylarla İlgisi

Ali el-Kârî: Uydurma Olduğunda İttifak Edilen Hadisler, Tercüme: Halil İbrahim Kutlay

İbn Kayyim el-Cevziyye: Uydurma Hadisleri Tanıma Yolları (el-Menarü’l-Münif fi’s-Sahih ve’d-Daîf), Tercüme: Hanifi Akın

Abdülfettah Ebû Gudde: Sened ve Metin Yönüyle Mevzu Hadisler, Tercüme: Enbiya Yıldırım.

İnsanlar hangi amaçlarla hadis uydurma ihtiyacı hissetmişlerdir?

Hadis uydurma sebeplerini şu genel başlıklar altında toplamak mümkündür:

1) Siyasî fırka ve grupların kendi amaçları için hadis uydurması. Misal: Gadîr-i Hum ve imâmetle ilgili rivâyetler, Emevi ve Abbasi halifelerinin leh ve aleyhindeki rivâyetler, Mehdilikle alakalı rivâyetler vs.

2) Fıkhî ve kelâmî mezhep mensuplarının mezhep taassubuyla hadis uydurması: Kaza-kader, Kur’an’ın mahlûk olup olmaması, Hanefi, Şâfiî veya diğer mezhepleri öven veya eleştiren birçok rivayet.

3) Milliyetçilik ve kavmiyetçilik duygusuyla hadis uydurma. Misal: Arap, Türk ve Farsların leh ve aleyhindeki rivayetler.

4) İslâm düşmanlarının kasıtlı olarak hadis uydurmaları.

5) İslâm dinine hizmet arzusuyla hadis uydurma. Misal: Kur’an okumaya teşvik maksadıyla çeşitli surelerin faziletiyle alakalı, zühde ve ibadete teşvik maksadıyla uydurulan rivayetler.

6) Şahsî menfaat sebebiyle hadis uydurma. Misal: Dünyalık temini için nufûz ve idare sahibi birtakım yöneticilere yakın olmak, onlara yaranmak ve bahşiş elde etmek için uydurulan rivayetler.

Bu konuda daha ayrıntılı ve sağlam bilgiler edinmek için şu kaynağı tavsiye edebiliriz:

M. Yaşar Kandemir, Mevzû Hadisler: Menşe’i,  Tanıma Yolları, Tenkidi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınevi, İstanbul, 2009.

“Âlimler, nebîlerin varisleridir” hadisi sahih midir?

Söz konusu rivayet, farklı lafızlarla Tirmizî, Ebû Dâvûd, İbn Mâce ve Ahmed b. Hanbel’de geçmekte olup rivayet zincirinde yer alan ravileri yüzünden “zayıf”tır. Bu zayıflık sebebiyle de bu metni Nebîmize dayandırmanın zor olduğunu söyleyebiliriz.

Rivayetle ilgili hükmü bu şekilde kısaca belirttikten sonra cevabın detaylarına geçebiliriz:

Hadisin tam metni şöyle kaydedilmiştir:

“Kays b. Kesîr’in anlatımına göre Medine’den bir adam Şam’da bulunan (sahabî) Ebu’d-Derdâ’ya geldi. Ebu’d-Derdâ adama ‘Buraya seni getiren nedir kardeşim?’ diye sordu. Adam gelişini şöyle açıkladı: ‘Rasûlüllah’tan naklettiğini duyduğum bir hadis’. Ebu’d-Derdâ ‘bir ihtiyacın için mi geldin?’ deyince adam ‘Hayır’ dedi. Ardından ‘Bir ticaret için mi geldin?’ sorusuna adam ‘Hayır, sadece bu hadisi senden talep etmek için geldim’ yanıtını verdi. Bunun üzerine Ebu’d-Derdâ, Rasûlüllah’ı şöyle derken işittiğini söyledi:

‘Kim ilim talep etme isteğiyle bir yol tutarsa Allah onun yolunu cennete ulaştırır. Melekler ilim talebesine, hoşnutlukla kanatlarını sererler. Muhakkak ki âlim için göklerde ve yerde bulunanlar istiğfar dilerler. Hatta denizdeki balıklar bile. Âlimin âbide (ibadet eden kişiye) üstünlüğü, ayın (bazı rivayetlerde ‘dolunay halindeyken’) diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Şüphesiz ki âlimler nebîlerin varisleridir (إِنَّ الْعُلَمَاءَ وَرَثَةُالأَنْبِيَاءِ). Nebîler dinar veya dirhem miras bırakmazlar. Onlar sadece ilmi miras bırakırlar. Kim bu mirası alırsa çokça nasip almış demektir.’

Rivayeti bu metinle İmam Tirmizî kaydetmiş ve hadisin sadece Âsım b. Recâ’ b. Havye rivayeti ile bilindiğini ifade etmiştir. Tirmizî, bu rivayeti Âsım b. Recâ’ – Kays. b. Kesîr – Ebu’d-Derdâ senediyle vermiş ve bunun muttasıl olmadığını belirtmiştir. Doğrusunun ise Âsım – el-Velid b. Cemil – Kesîr b. Kays – Ebu’d-Derdâ senediyle nakledildiğini söyleyerek bu konuda en sahih olan senedin bu olduğunu eklemiştir.[1]

Tirmizî’nin açıklamalarından şu iki sonuca ulaşmak mümkündür:

1. Bazı kitaplarda hadisin yalnızca “Âlimler nebîlerin varisleridir (الْعلمَاء وَرَثَة الْأَنْبِيَاء) kısmı nakledilmiş olsa bile, bu konuda esas alınacak ve en sahih olan rivayet, yukarıda kaydedilendir. Ayrıca Tirmizî’nin bu açıklamasıyla Ebû Dâvûd’un verdiği başka bir rivayet kanalının maruf/bilinen bir sened olmadığı ortaya çıkmış olmaktadır.[2] Dolayısıyla Tirmizî’nin işaret ettiği bu senet ve metin üzerinde durulmalıdır.[3]

2. Rivayeti Ebu’d-Derdâ’dan yapan kişinin Kays b. Kesîr mi yoksa Kesîr b. Kays mı olduğu hususunda bir karışıklık görülmektedir. Her ne kadar Tirmizî, ravinin isminin Kesîr b. Kays olduğuna dair tercihini ortaya koymuş olsa da böyle bir tereddüdün varlığı, senedin “muzdarib” olduğunu, yani muhtelif şekillerde karıştırılarak nakledildiğini göstermektedir.

Bu iki noktaya işaret ettikten muhaddis Sehâvî’nin bu rivayetle ilgili değerlendirmesine değinmek gerekmektedir. O şöyle demiştir:

“Hadisi, Ahmed, Ebû Dâvûd, Tirmizî ve başkaları Ebu’d-Derdâ’dan nakletmişlerdir. Bunu İbn Hibbân, Hâkim ve başkaları sahih görmüştür. Hamza el-Kettâni hadise “hasen” derken, bazıları ise senedindeki ıztırab nedeniyle “zayıf” görmüşlerdir. Ancak bu rivayeti takviye eden başka şahitleri (rivayetleri) vardır.”[4]

Sehâvî’nin açıklamalarından hadisin hükmü etrafında ihtilaf olduğu anlaşılmaktadır. Bunun nedeni senedinde olan “ızdırâb” olarak gösterilmiştir. Bu kusurun, Ebu’d-Derdâ’dan nakli Âsım b. Recâ’ya yapan tabiînin ismi hakkındaki karışıklık olduğunu söylemek mümkündür. Hadisin kaydedildiği kaynakların yazarlarına göre daha eski devirde yaşayan bir muhaddis olan Vekî’in eserinde bu karışıklığı açıkça görmekteyiz. Nitekim Vekî’ hadisi, Âsım b. Recâ – bir kişi – Ebu’d-Derdâ senediyle kaydetmiştir.[5] Daha açık bir ifadeyle, tespitimize göre hadisin yazılı olduğu ilk kaynakta tâbiî ravisinin mechul olduğu ve daha sonraki devirde bu ravinin ismi üzerinde karışıklıkların vuku bulduğu görülmektedir.

Buna göre, hadisin özellikle iki ravisi üzerinde durmak gerekmektedir. Öncelikle ismi karıştırılan Kesîr b. Kays’tan bahsetmek uygundur.

Kesîr b. Kays’ın Şamlı olduğu ve Ebu’d-Derdâ’dan bu hadisi naklettiği bilinmektedir. Ayrıca Abdullah b. Ömer’den bir rivayeti olduğu söylenmiştir. Aynı zamanda kendisine Kays b. Kesîr de denilmiştir; ancak bu bir hatadır. Kesîr b. Kays’ı İbn Hibbân güvenilir görmüştür. Ancak hadis ravisi uzmanlarından İbn Hacer’in tercihinin bu ravinin zayıf olduğu doğrultusunda olduğu söylenebilir. Çünkü kendi görüşünü belirtirken sadece Kesîr’in zayıf olduğunu söyleyen muhaddislerin görüşlerini vermektedir.[6] Bununla birlikte, Kesîr b. Kays’ın rivayetleri ile ilgili farklı bir rivayet örneği getirilmemiştir. Bu bilgiler ışığında Kesîr’in pek de tanınan bir ravi olmadığı söylenebilir.

Kesîr b. Kays’ın tanınan bir ravi olmadığı görüşünü, ondan bu hadisi nakleden el-Velid b. Cemil hakkında verilen bilgiler de teyit etmektedir. Kesîr’de olduğu gibi el-Velid’in ismi hakkında da ihtilaf olduğunu görmekteyiz. Nitekim ona Dâvûd b. Cemil de denilmiştir. Muhaddislerin el-Velid’in zayıf ve mechul bir ravi olduğuna dair görüşleri ağır basmaktadır. Hatta Ebu’d-Derdâ’nın rivayetlerinde hem el-Velid’in hem de hadisi aldığı kişinin zayıf olduğu da ifade edilmiştir. Onun sadece bu hadisin senedinden bilindiğini belirtmek mümkündür.[7]

Verilen bu bilgiler ışığında ilgili hadisin en kuvvetli isnadında, sahabe ravisi Ebu’d-Derdâ’dan sonra peş peşe gelen iki ravinin mechul ve zayıf olduğu görülmektedir. Bu nedenle İmam Sehavi’nin görüşünün aksine, böyle bir zaafa sahip rivayetin başka hadislerle kuvvetleneceği veya takviye edileceğini söylemenin uygun olmadığı görüşündeyiz. Hadisin taşıdığı bu zayıflık nedeniyle de bu metni Resûlullâh’a dayandırmanın zor olduğunu söyleyebiliriz.

 

HAZIRLAYAN: Cüneyt Coşkun

 


[1] Tirmizî, İlim 19. Ayrıca hadis benzeri lafızlarla ve aynı isnatla şu kaynaklarda da geçmektedir: Ebû Dâvûd, İlim, 1; İbn Mâce, Mukaddime 17. bab, 223 numaralı hadis; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, thk.: Ahmed Muhammed Şakir ve Hamza Ahmed ez-Zeyn, 20 c., Dâru’l-Hadis, Kahire, 1995/1416,  c. 16, s. 71, hadis no: 21612.

[2] Bkz.: Ebû Dâvûd, İlim 1.

[3] Ebu’l-Ferec İbnü’l-Cevzi (v. 597), bu rivayetle ilgili bir bölüm açmış ve bazı farklı versiyonların sahih olmadığını ortaya koymuştur. Bkz.: İbnü’l-Cevzi, el-İlelü’l-Mütenâhiye, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, thk.: Halil el-Meys, 2 c, c. 1, s. 81. Ayrıca Veki’ b. el-Cerrâh’ın Zühd isimli eserini tahkik eden Abdurrahman Abdülcebbâr el-Ferivâî, hadisin farklı versiyonları bir araya getirmiştir. Onun değerlendirmesinde de hadisin diğer versiyonlarında pek çok kusurun varlığı gözlemlenmektedir. Örneğin Kesîr b. Kays’ın ismı üzerinde yaşanan karışıklığın bir benzeri diğer bir ravi için de söz konusudur. Bu ravi el-Velid b. Cemil’dir. Bazı rivayetlerde onun ismi Cemil b. Kays; bazılarında ise Davud b. Cemil olarak geçmektedir. Geniş açıklama için bkz.: Ebû Süfyan Veki’ b. el-Cerrâh, Kitâbü’z-Zühd, 197/812 ; thk.: Abdurrahman Abdülcebbar el-Ferivâî, 3 c., Medine, Mektebetü’d-Dâr, 1984, c. 3, s. 833- v.d., 519. hadisin değerlendirilmesi.

[4] Ebü’l-Hayr Şemsüddîn Muhammed b. Abdirrahmân b. Muhammed Sehâvî, el-Makasıdü’l-Hasene fî Beyâni Kesîrin mine’l-Ehâdîsi’l-Müştehire ale’l-Elsine, thk.: Muhammed Osman el-Huşt, Beyrut, Dârü’l-Kitâbi’l-Arabi, 2002, s. 340.

[5] Veki’, hadis metninin “Alimler nebilerin varisleridir…” kısmından sonrasını kaydetmiştir. Veki’ b. el-Cerrâh, Zühd, c. 3, s. 833.

[6] Ebü’l-Fazl Şehabeddin Ahmed İbn Hacer el-Askalani, Tehzîbü’t-Tehzîb, 12 c., Dâiretü’l-Maarifi’n-Nizamiyye, Haydarabad, 1325, c. 8, s. 426.

[7] Nitekim onun hadis hocası olarak sadece bu hadisteki hocası Kesîr b. Kays gösterilmektedir. Diğer taraftan Velid’den hadis nakleden talebe olarak bu hadisi ondan nakleden Âsım b. Recâ’ kaydedilmiştir. Bunun dışında hadis aldığı veya hadis naklettiği bir ravinin adı verilmemiştir. Geniş bilgi için bkz.: İbn Hacer, Tehzîb, c. 3, s. 181.

“Üç şeyden dolayı Arapları seviniz” diye bir hadis var mı?

Bazı hadis kitaplarında geçen rivayet şöyledir:

أحبوا العرب لثلاث لأني عربي والقرآن عربي وكلام أهل الجنة عربي

 “Şu üç şeyden dolayı Arapları seviniz: Çünkü ben Arap’ım, Kur’an Arapçadır ve Cennetliklerin dili Arapçadır.” (Hâkim, el-Müstedrek, c: 4, s: 87; Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, c: 3, s: 34).

Ahmed b. Hanbel’in bu rivayeti “zayıf” gördüğü, Ukaylî’nin “münker” ve “aslı yoktur” ve Zehebî’nin ise “uydurma” dediği kaydedilmiştir.

Muhaddislerin gerek bu ifadeleri ve gerekse rivayetin farklı geliş yolları ve râvileriyle ilgili değerlendirmeleri hakkında geniş bilgi için bkz: Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, c: 10, s: 25; Zehebî, Telhîsu Kitâbi’l-Mevzûât, c: 1, s: 92; Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, c: 1, s: 404-405; Fettenî, Tezkiretu’l-Mevzûât, c: 1, s:112; İbn Arrâk, Tenzihü’ş-Şeria, c: 2, s: 30-31; Şevkânî, el-Fevâidü’l-Mecmûa, s: 413; Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, c: 1, s: 54-55.

Ayrıca cennette hangi dilin konuşulacağı konusunda Kur’an’da ve sahih sünnette bir delil yoktur. Dolayısıyla yukarıdaki rivayete bakarak bu konu hakkında konuşmak doğru değildir.

“Sünnetimi ihya edene yüz şehit sevabı vardır” hadisi sahih midir?

Sahih hadis kaynaklarında geçmeyen rivayet çeşitli kaynaklarda İbn Abbas ve Ebû Hureyre gibi sahabilere isnad edilerek şöyle yer almaktadır:

 مَن تَمَسَّكَ بِسُنَّتِي عِندَ فَسادِ أُمَّتِي فَلهُ أَجْرُ مِائِةِ شَهيدٍ

 “Kim ümmetimin fesadı zamanında sünnetime sarılırsa ona yüz şehit sevabı vardır.”

 اَلْمُتَمَسِّكُ بِسُنَّتِى عِنْدَ فَسَادِ اُمَّتِى لَهُ اَجْرُ شَهِيدٍ

 “Ümmetimin fesadı zamanında sünnetime sarılana bir şehit sevabı vardır.” (Taberanî, el-Mu’cemu’l-Evsat, c: 5, s: 315, hadis no: 5414; Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, c: 6, s: 339, hadis no: 9171)

Bu rivayetler, hadis âlimlerince senet açısından “zayıf” ve râvileri de “mechûl” (tanınmaz) bulunmuştur. Bkz. (İbn Adiy, el-Kâmil fî Duafâi’r-Ricâl, Beyrut: Dârü’l-Fikr, 1998/1409, c. 2, s. 327; İbn Hacer el-Askalânî, Lisânü’l-Mîzan, Beyrut: Müessesetü’l-İlmiyye li’l-Matbûât, 1986/1406, c. 2, s. 246)

Yukarıdaki rivayetlerde “sünnet” ile kast edilen, Hz. Peygamber’in takip ettiği yol, yani Kur’an yolu, İslam yoludur. Dolayısıyla biz Müslümanların sadece zor zamanlarda değil, her zaman o yola sımsıkı sarılmamız icap eder ki kurtuluşa erebilmemiz mümkün olsun.

Kadın şarkıcıdan müzik dinleyenlerin kulaklarına bakır mı dökülecek?

Bazı kaynaklarda bu rivayet şu şekilde geçmektedir:

من جلس إلى قينة يسمع منها صب في أذنيه الآنك يوم القيامة

“Kim bir kadın şarkıcının yanında oturarak ondan şarkı dinlerse kulaklarına kıyamette bakır dökülecektir.” (İbnü’l-Arabî, Ahkâmü’l-Kur’ân, c. 3,  s. 525).

Sahih hadis kaynaklarında yer almayan bu rivayet hadis âlimlerince “uydurma” olarak değerlendirilmiştir. Büyük muhaddislerden Ahmed b. Hanbel’in de bu rivayete “bâtıl” dediği kaydedilmiştir. (Bkz. İbnü’l-Cevzî, el-İlelü’l-Mütenâhiye, Beyrut, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1403, c. 2, s. 786)

Dolayısıyla aslı-astarı olmayan bu rivayete bakılarak kadın bir şarkıcıdan şarkı, türkü dinleyenlerin kulaklarına kıyamet günü bakır döküleceğini söylemek mümkün değildir.

www.fetva.net/yazili-fetvalar/kadin-sesi-haram-midir.html

İslam’da müziğin yeri, hangi durumlarda müzik yapma ve dinlemenin caiz olup olmayacağıyla ilgili geniş bilgiye aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/islama-gore-muzik-ve-ilahi-icra-etme-ve-dinleme-caiz-midir.html

“Alimlerin uykusu, cahillerin ibadetinden hayırlıdır.” hadisi sahih mi?

Rivayet şöyledir:

نوم العالم خير من عبادة الجاهل

“Âlimin uykusu, cahilin ibadetinden hayırlıdır.”

Bu söz Peygamber (sav)’e isnad edilen bir rivayet olarak hadis kitaplarında geçmediği gibi sahabe ve tabiin sözü şeklinde kelâm-ı kibâr da değildir.

Aliyyü’l-Kârî, bazı kaynaklarda geçen “Âlimin uykusu ibadettir” rivayetinin de bir aslı bulunmadığını söylemiştir. Bkz. Aliyyü’l-Kârî, el-Esrâru’l-Merfûa fi’l-Ehâdîsi’l-Mevdûa (el-Mevdûatu’l-Kübrâ), Thk: Muhammed Lütfi es-Sabbâğ, 2. Baskı, Beyrut, 1986, s: 359, hadis no: 567.

Allah Teala sevmediği yöneticilere dalkavuklar mı musallat eder?

Belirttiğiniz anlama gelen bir rivayet, kaynaklarda aşağıdaki metinle geçmektedir:

إِذَا أَرَادَ اللَّهُ بِالأَمِيرِ خَيْرًا جَعَلَ لَهُ وَزِيرَ صِدْقٍ إِنْ نَسِىَ ذَكَّرَهُ وَإِنْ ذَكَرَ أَعَانَهُ وَإِذَا أَرَادَ اللَّهُ بِهِ غَيْرَ ذَلِكَ جَعَلَ لَهُ وَزِيرَ سُوءٍ إِنْ نَسِىَ لَمْ يُذَكِّرْهُ وَإِنْ ذَكَرَ لَمْ يُعِنْهُ

Aişe validemiz, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

“Allah bir başkan/yönetici hakkında hayır dilediği zaman ona doğru (konuşan ve doğru iş yapan) bir yardımcı verir. Eğer o (başkan yapılması gereken bir işi) unutursa (bu yardımcı, unutulan işi) ona ha­tırlatır. Eğer başkan bu işi kendisi hatırlarsa (o zaman da bu yardımcı o işin yapılması hususunda) başkana yardımcı olur.

Eğer Allah onun hakkında başka bir şey dilemişse ona kötü (huy­lu) bir yardımcı verir. Eğer (yapılması gereken bir işi) unutursa (vezir bu işi) ona hatırlatmaz. Eğer (başkan bu işi kendiliğinden) hatırlarsa (o zaman da bu yardımcı o işin yapılmasında) ona yardımcı olmaz.” (Ebû Dâvûd, Harac, 4; Nesâî, Bey’at, 33; Ahmed b. Hanbel, 6/70)

“Recep Allah’ın ayı, Şa’ban ise benim ayımdır.” hadisi sahih midir?

Bahsi geçen yazıda belirtildiği üzere Aclûnî de diğer imamlar gibi Keşfü’l-Hafâ adlı kitabında bu rivayete eserinde yer vermiş, Deylemî ve başkalarının bunu Enes’ten merfû (senedi Hz. Peygambere ulaşan rivayet) olarak rivayet ettiklerini; ama İbnü’l-Cevzî’nin bu rivayete el-Mevdûat (Uydurmalar) kitabında yer verdiğini söylemiştir. (bkz: Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, c: 1, s: 423-424, hadis no: 1358. ayrıca bkz: İbnü’l-Cevzî, Kitâbu’l-Mevdûat, c: 2, s: 47-48.)

Her ne kadar açık bir şekilde söylemese de buradan sanki Aclûnî’nin de bu rivayetin uydurma olduğu kanaatinde olduğu anlaşılmaktadır.

“Recep Allah’ın, Şa’ban benim Ramazan ise ümmetimin ayıdır.”, “Recep’in ilk Cuma gecesinden gafil olmayasınız. Zira o gece, meleklerin “Regâib” ismini verdikleri gecedir.” Ve “Her kim Recep ayında bir gün oruç tutar ve dört rekâtlık bir namaz kılarsa ve bu namazın ilk rekâtında yüz defa Ayete’l-Kürsî, ikinci rekâtında yüz defa İhlâs suresini okursa o kişi Cennetteki yerini görmeden ölmez.” vb. gibi rivayetlerin sıhhati hakkında geniş bilgi edinmek için aşağıdaki linkte bulunan araştırmayı okumanızı tavsiye ederiz.

www.suleymaniyevakfi.org/kandil-geceleri/recep-ayi-hakkinda-uydurulmus-hadisler.html

Ayrıca aşağıdaki linklerden Recep ayı ile ilgili olarak daha önce sitemize eklediğimiz soru-cevapları da okuyabilirsiniz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/hz-ebu-bekir-ve-hz-omer-recep-ayinda-oruc-tutanlara-kizmislar-midir.html

www.fetva.net/yazili-fetvalar/regaip-kandilinde-kilinmasi-gereken-bir-namaz-var-midir.html