Hadis
Doğrudur. İmam-ı Azam Ebû Hanife, kendisine isnad edilen el-Âlim ve’l-Müteallim adlı eserinde Tirmizî ve Ebû Dâvûd’da geçen bu hadisi “Kur’an’a aykıdır” diyerek reddetmektedir. O eserin Türkçe tercümesinden ilgili bölümü aşağıya alıntılıyoruz. Okumanızı tavsiye ederiz:
Talebe (Ebû Mukâtil): “Mü’min zina edince, başından gömleğinin çıkarıldığı gibi, imanı da çıkarılır, sonra tevbe edince iman kendisine iade edilir.” (Ebû Dâvûd, Sünnet, 15; Tirmizî, İman, 11) hadisini rivayet eden kimseler için ne dersiniz? Eğer tasdik ederseniz Haricîlerin (Haricîler, ameli imanın bir parçası olarak düşünen, büyük günah işleyenin kâfir olduğunu iddia eden bir fırka) prensiplerini kabul etmiş olursunuz. Onların görüşlerinden şüphe ederseniz, Haricîlerin prensiplerinde de şüpheye düşmüş ve ifade ettiğiniz haktan rücû’ etmiş olursunuz. Eğer, râvilerin sözünü tekzip edecek olursanız, onlar da sizi Hz. Peygamber’in sözünü yalanlamış olmakla suçlarlar. Çünkü onlar, Hz. Peygamber’e ulaşıncaya kadar, bu hadisi muteber kişilerden nakletmişlerdir.
Âlim (Ebu Hanife): Tekzip etmek, ancak “Ben Hz. Peygamber’in sözünü yalanlıyorum,” diyen kimsenin yalanlamasıdır. Lâkin bir kimse “Ben Hz. Peygamber’in söylediği her şeye iman ederim, fakat o kötülük yapılmasını söylemedi, Kur’ân’a da muhalefet etmedi” derse, bu söz o kimsenin, Hz. Peygamber’i ve Kur’ân-ı Kerim’i tasdik etmesi; Allah’ın Resulünü, Kur’ân’a muhalefetten tenzih etmesidir. Eğer, Hz. Peygamber, Kur’ân’a muhalefet etse ve Allah için hak olmayan şeyleri kendiliğinden uydursa idi, Allah onun kudret ve kuvvetini alır, kalp damarını koparırdı. Nitekim bu husus Kur’ân’da şöyle belirtilir:
“Eğer peygamber söylemediklerimizi bize karşı, kendiliğinden uydurmuş olsa idi, elbette onu kuvvetle yakalar, sonra da kalp damarını koparıverirdik. Sizin hiçbiriniz de buna mâni olamazdı.” (Hâkka, 69/45-47)
Allah’ın peygamberi, Allah’ın kitabına muhalefet etmez, Allah’ın kitabına muhalefet eden kimse de Allah’ın peygamberi olamaz. Onların rivayet ettikleri bu haber Kur’ân’a muhaliftir. Çünkü Allah; Kur’ân-ı Kerîm’de “Zina eden kadın ve erkek..” (Nur, 24/2) ayetinde zâni ve zâniyeden iman vasfını nefyetmemiştir. Keza, “Sizden fuhşu irtikap edenlerin her ikisini de..” (Nisa, 4/16) ayetinde Allah “sizden” kaydı ile Yahudi ve Hıristiyanları değil, Müslümanları kastetmektedir. O halde Kur’ân-ı Kerim’in hilafına, Hz. Peygamber’den hadis nakleden herhangi bir kimseyi reddetmek, Hz. Peygamber’i reddetmek veya tekzip etmek demek değildir. Bilakis, Hz. Peygamber adına bâtılı rivayet eden kimseyi reddetmek demektir. İtham Hz. Peygamber’e değil, nakleden kimseye râcidir. Hz. Peygamber’in söylediğini duyduğumuz yahut duymadığımız her şey can, baş üstünedir. Biz onların hepsine iman ettik, onların Allah’ın Resulü’nün söylediği gibi olduğuna şehadet ederiz. Keza Hz. Peygamber’in, Allah’ın nehyettiği bir şeyi emretmediğine, Allah’ın kullarına ulaştırılmasını emrettiği bir şeye de mâni olmadığına şahitlik ederiz. O, hiçbir şeyi Allah’ın tavsif ettiğinden başka şekilde tavsif etmez. Yine şehadet ederiz ki O, bütün işlerde Allah’ın emrine muvafakat etmiş, hiçbir bid’at ortaya koymamıştır. Allah’ın söylemediği hiçbir şeyi de, Allah’a isnat etmemiştir. Bunun için Allah Teâlâ “Kim Resule itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa, 4/80) buyurmaktadır. (İmam-ı Azam’ın Beş Eseri, Tercüme, Mustafa Öz, 2. Bs., İFAV Yayınları, İstanbul, 1992, “el-Âlim ve’l-Müteallim”, s: 24-25)
Hadis ravilerinin biyografilerini ele alan kitaplar, genellikle onların hadis öğrenimi, hocaları, öğrencileri, kitapları, rivayet ehliyeti (cerh ve ta’dil açısından durumu) gibi doğrudan hadis rivayetini etkileyen yönlerine öncelik verirler. Bir ravinin medeni hali, çocuk sayısı vs. gibi ailevi bilgileri, hadis rivayetiyle doğrudan ilgili olmadığı için üzerinde durulmaz. Sadece Buhari, Müslim gibi hadisçiler değil, mezhep imamları gibi en çok tanınan âlimlerin bile hayatları bu yönüyle fazla bilinmez. Buhari’nin ailesi hakkındaki bilgilerimiz bu yüzden yetersizdir ama hocaları (mesela İbn Mende (ö. 395/1005) Tesmiyetu Şuyuhi’l-Buhari’sinde, Buhari’nin 309 hocasını tanıtmıştır), hadis yolculukları, öğrencileri, kitapları, nisbesi, doğum ve ölüm tarihleri gibi hadis rivayetiyle ilgili yönleri ayrıntılı bir şekilde bilinir.
el-Camiu’s-Sahih’in müellif nüshası günümüze ulaşmamıştır. Günümüzde mevcut Sahih-i Buhari nüshaları, Ali b. Muhammed el-Yunini (ö. 701/1301) tarafından Buhari’nin meşhur talebelerinden el-Firebri’nin nüshasına dayanılarak hazırlanan nüshaya dayanmaktadır. Firebri’nin kendi nüshasını, hocası Buhari’den iki defa dinlediği rivayet edilir.
Doç. Dr. Hüseyin Hansu
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hadis Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
NOT: Almanya’dan bizi takip eden bir okuyucumuzdan şöyle bir not gönderilmiştir:
İmam Buhari’nin en önemli beş talebesinden biri Firebri’dir. (ö. 320/932) O, Buhari’den o kitabı almış, o Hamevi’ye (ö. 381/991), o, Davudi’ye (ö. 467/1074), o, Ebu’l-Vakt’e ( ö. 553/1158) o, İbnü’l-Leti’ye (ö. 635/1237) o da Yunini’ye nakletmiştir.
Tirmizi, Zühd, 30’da geçen bu hadiste oturulacak bir evin, vücudu örtecek bir elbisenin, ekmek ve suyun insanın en zaruri ve en doğal hakları arasında bulunduğu vurgulanmaktadır.
Bu hadisi şerh eden hadis âlimleri, insanların bu gibi zaruri ihtiyaçlarını gidermek için yaptığı harcamaların diğer harcamalar gibi olmayacağını, diğer harcamaların zekât ve sadaka açısından kişiyi sorumlu kılacağını ama helalinden kazanılmak şartıyla oturulacak evin, elbisenin, ekmeğin ve suyun zekâta ve sadakaya tabi olmayacağını söylemişlerdir. (el-Mubârekfûrî, Tuhfetü’l-Ahvezî, Kahire, 2001, c: 6, s: 213, 2341. hadisin şerhi)
Ayrıca ödeme güçlüğü içine giren borçluların bu gibi malları haczedilemez.
Benzer bir soru-cevap için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:
www.fetva.net/yazili-fetvalar/bina-yapmak-icin-harcanan-parada-hayir-yoktur-hadisi-sahih-mi.html
Peygamberimizin Tebük Savaşı dönüşünde söylediği iddia edilen bu söz için İbn Hacer el-Askalânî, “bu, dilden dile dolaşan bir sözdür fakat (Peygamberimize değil) İbrahim b. Ebi Able’ye aittir.” Demiştir.
Aliyyü’l-Kârî, bu rivayetin İmam Gazali’nin “İhyâ-u Ulumiddîn” adlı kitabında geçtiğini, İhyâ’nın hadislerini değerlendiren el-Irâkî ise bunu İmam Beyhakî’nin “bu hadisin senedi zayıftır” notu ile rivayet ettiğini belirtmiştir. (Aliyyü’l-Kârî, el-Esrâru’l-Merfûa, s: 211, hadis no: 211. Ayrıca bkz: el-Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, c: 1, s: 424-425, hadis no: 1362)
İbn Teymiye bu rivayet için: “aslı yoktur. Peygamberimizin söz ve fillerini iyi bilen hiçbir âlim böyle bir hadis rivayet etmemiştir. Kâfirlerle cihad en büyük amellerdendir” demiştir. (İbn Teymiye, Mecmûu’l-Fetâvâ, c: 11, s: 197)
Cihad, var gücüyle çalışmak, çabalamak demektir. Bu, geniş bir kavramdır. İçinde silahlı mücadeleyi, savaşı da içerir ama sadece savaş anlamına gelmez. Kur’an’da savaş anlamına gelen kelime “kıtâl/mukâtele” dir. Cihad’ın sadece savaş anlamına gelmediğinin en büyük delili şu ayettir:
“Öyleyse kâfirlere itaat etme ve onlara karşı Kur’an’la büyük bir cihad ver.” (Furkan, 25/52)
Kur’an ile cihad, Kur’an’ı silah olarak kullanmak değildir elbette. Buradan anlaşılan, kâfirlerle mücadelenin Kur’an’la ve Kur’an’a uygun bir şekilde yapılması gerektiğidir.
Cihad, bir müslümanın dini adına her zaman ve her yerde gereken şeyleri yapmasının adıdır. Düşmanla yapılacak olan savaş her zaman karşılaşılabilecek bir olay değildir. Fakat Müslüman, sürekli olarak mücadele halindedir. Dolayısıyla vazifelerimizi ikiye ayırıp birine “küçük cihad”, diğerine “büyük cihad” demeden her birine aynı önemi verip var gücümüzle çalışmak, çabalamak zorunda olduğumuzu bilmemiz gerekir.
Lütfen aşağıdaki linki de tıklayınız:
Halk arasında “hadis” diye bilinen ve evlilik siteleri başta olmak üzere internet ortamında bir hayli yaygın olan bu söz hadis değildir; uydurmadır.
Uydurma hadisleri toplayan kitaplarda, bu rivayetin senedinde bulunan ravi Abdullah b. Vehb için, “güvenilir kişiler hakkında hadis uyduran deccalin teki”, “cerh amacı dışında bu adamın isminin kitaplarda geçmesi bile helal değildir” tanımlaması yapılmaktadır. (Bkz: İbnü’l-Cevzî, Kitâbu’l-Mevdûat, c: 3, s: 62, hadis no: 1273; Zehebi, Mîzânu’l-İ’tidâl, c: 2, s: 523; no: 4678; Şevkânî, el-Fevâidü’l-Mecmûa, s: 126, hadis no: 26-353)
“Namaz mü’minin miracıdır” sözü her ne kadar mana açısından doğru olsa da hadis kaynaklarında yer almamış, Peygamberimize ait bir söz olduğu tespit edilememiştir.
Bu söz Fahreddin er-Râzî ve Alûsî gibi tefsirlerde bulunmaktadır. Râzî, bunu bir hadis olarak nakletmekte ise de nerede geçtiğini ve kimden rivayet edildiğini söylememektedir. (Bkz: Fahreddin Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, c: 1, s: 226, Sureden Çıkarılan Akli İncelikler bölümü; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, c: 10, s: 453, Tevbe suresi 74. ayetin tefsiri)
Peygamberimizin bir hadisi şeriflerinde kulun Allah’a en yakın yerinin secde olduğunu belirtmesi, namaz kılan her mü’minin manen miraca erdiği şeklinde yorumlanmıştır.
Ebû Hureyre radıyallâhu anh anlatıyor: Resûlullâh aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Kul Rabbine en ziyade secdede iken yakın olur, öyle ise secdede duayı çok yapın.” (Müslim, Salât, 215, (482); Ebû Dâvud, Salât, 152.)
Bu hadis, “… Secde et ve Allah’a yakınlaş.” (Alak, 96/19) ayetinden çıkarılmış doğru bir hükümdür.
Hadis Tirmizî’de şu şekilde geçmektedir:
Muâz b. Cebel radıyallahu anh’tan rivâyete göre, o şöyle demiştir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, bir adamın şöyle duâ ettiğini işitti: “Allah’ım senden nimetin tamamını isterim.” Bunun üzerine Rasûlullah, “Nimetin tamamı hangi şeydir” diye sordu. Adam “Ben bir duâ ettim ve bu duâ sebebiyle hayır ümid etmekteyim” dedi. Rasûlullah, ise: “Cennete giriş ve Cehennem’den kurtuluş, nimetin tamamı sayılır” buyurdu.
Yine Rasûlullah bir adamın: “Ya ze’l-celali ve’l-ikrâm” dediğini işitti ve bunun üzerine şöyle buyurdu: “Duâ kapısı sana açıldı, dilekte bulun!”
Yine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir adamın: “Allah’ım senden sabır isterim” dediğini duydu ve: “Sen Allah’tan bela (sıkıntı) istemiş oldun. Ondan afiyet dile” buyurdu. (Tirmizî, Daavât, 94)
Tirmizî bu hadisin sonuna “hasendir” açıklamasını eklemiştir. “Hasen hadis her ne kadar ravilerinin zabtı bakımından sahih hadisten aşağı ise de, şartları itibariyle sahih hadis seviyesindedir.” (Subhi es-Sâlih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, Tercüme: M. Yaşar Kandemir, 4. Bs, Ankara, 1986, s: 129)
Hadisin nasıl anlaşılması gerektiğine gelince: Bu hadisi şerh eden hadisçiler, sabrın ancak zor ve sıkıntılı zamanlarda olacağını, dolayısıyla böyle bir durumda değilken Allah’a “Allah’ım bana sabır ver” şeklinde dua etmenin “Allah’ım beni zor ve sıkıntılı bir duruma sok ki sabredeyim” anlamına geleceğini söylemişlerdir.
Tirmizî şerhi Tuhfetü’l-Ahvezî’de bu hadisle ilgili olarak şu açıklama yer almaktadır:
“Sen Allah’tan bela (sıkıntı) istedin, çünkü sabır sıkıntıdan sonra gelir. Allah’tan afiyet iste, çünkü bunun kapsamı çok daha geniştir. Zira herkes belaya (sıkıntıya) sabredemez.
Peygamberimizin bu sözü bela gelmeden önceki durumlar için geçerlidir. Bela geldikten sonra sabır istenir. “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır…” (A’râf, 7/126) ayeti bunu göstermektedir. (el-Mubârekfûrî, Tuhfetü’l-Ahvezî, Kahire, 2001, c: 9, s: 44, 3527. hadisin şerhi)
Ebû Dâvûd’un Sünen’inde şöyle bir hadis rivayeti bulunmaktadır:
“Ebû Alkame; “Bildiğime göre, Ebu Hureyre radıyallahu anh, Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu rivayet etti” dedi: “Allah, her yüzyılın başında bu ümmet için dinini yenileyecek birini (müceddid) gönderir.” (Ebû Dâvûd, Melâhim, 1)
Hadis zayıftır. Ravilerinden Ebû Alkame, “Bildiğime göre Ebu Hureyre bu hadisi Resulullâh’tan rivayet etmiştir” diyor. Demek ki o bundan emin değildir.
Kur’an ve Peygamberimizin Sünneti meydanda olduğuna göre gelecek kişi neyi yenileyecektir? Ayrıca dini yenileyecek kişiyi Allah göndereceğine göre onun bir işaretinin olması gerekir. Yoksa insanlar bunu nereden bileceklerdir. Dinin yeni hali neye göre belirlenecek ve nasıl anlaşabilecektir? Dolayısıyla böyle önemli bir konuda, zayıf bir hadise dayanılamaz. Bize göre bu hadis, delil alınabilecek güçte değildir.
Bahsettiğiniz hadisleri değerlendiren hadis âlimleri bunların, Peygamberimize soru soran kişilerin durumlarına göre verilen cevaplar olduğunu söylemişlerdir. Mesela anne ve babasına iyi davranmayan bir sahabiye “sizin en hayırlılarınız anne ve babanıza iyi davrananızdır” demiş, namazlarını vaktinde kılmayan bir sahabiye “sizin en hayırlılarınız namazlarını vaktinde kılandır”, ahlakında zaaf bulunan bir sahabiye ise “sizin en hayırlılarınız ahlakça en güzel olanınızdır” şeklinde farklı farklı cevaplar vermiştir.
Kur’an-ı Kerim’de Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah’tan, Resûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” (Tevbe, 9/24)
“Peygamber, müminlere kendi canlarından daha yakındır. Eşleri de onların analarıdır…” (Ahzab, 33/6)
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur:
“Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki hiçbiriniz, ben kendisine babasından da, evlâdından da daha sevgili olmadıkça iman etmiş olmaz.” (Buhari, İman, 7)
Enes b. Mâlik radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Üç özellik vardır ki; bunlar kimde bulunursa o, imanın tadını tatmış demektir:
1. Allah ve Resulünü, herkesten fazla sevmek.
2. Sevdiğini Allah için sevmek.
3. Allah kendisini küfür bataklığından kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek.” (Buhârî, İman 9, 14, İkrah 1, Edeb 42; Müslim, İman 67.)
Görüldüğü gibi Peygamber sevgisi ile ilgili ayet ve hadisler tam bir bütünlük arz etmektedir. Bir Müslüman için Allah ve Resulünün sevgisi her şeyden önce gelir.
Konuyla ilgili görüntülü cevaplarımızı aşağıdaki linklerden izleyebilirsiniz:
www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/allah-ve-resulunu-her-seyden-cok-sevmek-ne-demektir.html
www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/hz-peygamberi-kendi-canindan-cok-sevmeyen-iman-etmis-olur-mu.html
Bazı tarikat müntesipleri, “bu konuda hadis var” diyerek aşağıdaki rivayetleri delil getirmekte ve kabir ehlinden yardım istemeyi meşru görmektedirler:
إِذا تَحَيَّرْ تُم فِي اْلأمُورِ فاَسْتَعِينُوا بِأَهْلِ اْلقُبُورِ
إِذا أَعْيَتْكُمْ الأمُورُ فَعَلَيْكُمْ بِأهْلِ الْقُبُورِ ، أوْ فاَسْتَعِينُوا بِأَهْلِ اْلقُبُورِ
“İşlerinizde ne yapacağınızı şaşırdığınızda kabirlerdeki ölülerden yardım isteyiniz”
Hâlbuki İbn Teymiye’nin de belirttiği gibi “Nebîmizin hadislerini iyi bilen ulemanın ittifakıyla bu söz yalandır, Nebîmize yapılmış bir iftiradır. Hadis ulemasından hiçbiri bunu hadis diye rivayet etmemiştir. Güvenilir hadis kitaplarının hiçbirinde bulunmamaktadır. (İbn Teymiye, Mecmû-u Fetâvâ, c: 1, s. 356) Şirk kapısını açan biri tarafından yapılmış bir uydurmadır.” (Mecmû-u Fetâvâ, c: 11, s. 293)
Aclûnî’nin Keşfü’l-Hafâ adlı kitabında (c: 1, s: 85, hadis no. 213) geçen bu söz hakkında daha geniş bilgi edinmek için Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış kitabımızın ilgili bölümünü okumanızı tavsiye ederiz:
MÜRİT– Şu hadisi kabul etmediğini söylemişsin:
“İşlerinizde ne yapacağınızı şaşırdığınızda kabirlerdeki ölülerden yardım isteyiniz.” (Mahmut USTAOSMANOĞLU (Mahmut Efendi) başkanlığında bir heyet, Ruhu’l-Furkan Tefsiri, İstanbul 1992, c. II, s.82)
Bunun nesine karşı çıkıyorsun? Kabirlerdeki ölüden yardım istemek ondan ibret almak demektir.
BAYINDIR – Öyleyse neden ölülerden ibret alın, denmiyor da onlardan yardım isteyin deniyor?
Hadis diye uydurulmuş o sözün Arapçasında “إستعينوا” “istiânede bulunun” emri geçer. Hâlbuki Fatiha suresinde “Yalnız senden istiânede bulunuruz.” yani yardım isteriz anlamında “iyyâke nestaîn” إياك نستعينâyeti vardır. Bu âyet, yardımı tek bir yerden, yani yalnız Allah’tan istememizi emreder. Hadis dediğiniz yukarıdaki sözle bu ayet açıkça çatışmıyor mu?
Fatiha’yı her namazda okuyup bu anlamı hep zihnimizde diri tutmamızın bir sebebi yok mudur?
Yukarıdaki sözü Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem söyledi diye iftira edenlerin yanında yer almak size ağır gelmiyor mu? Hiç düşünmez misiniz, temel görevi Kur’an’ı anlatmak olan Hz. Muhammed’in Kur’an’a aykırı bir sözü olur mu? Sonra bu sözü ondan duyan yok. Onunla birlikte ya da ondan sonra yaşayanlardan böyle bir söz söylemiş olan yok. Bunu nakletmiş sahih bir hadis kitabı da yok. Bunların hiç biri yok.
Bunu size duyuralı çok oldu ama bu konuda siz de bir şey bulamadınız. Çünkü olmayan şey bulunamaz.
MÜRİT- Aclûnî’nin Keşf’ül-Hafâ adlı kitabında var ya. Onun kitabında olması bizim için yeterlidir. Aclûnî büyük bir hadis âlimidir. O da İbn-i Kemâl’in el-Erbaîn’inden almış.
BAYINDIR- Aclûnî o kitabı, halk arasında hadis diye bilinen sözlerin doğrusu ile asılsız olanını ayırmak için yazmıştır. Bu sebeple o kitapta çok sayıda uydurma hadis vardır. Aclûnî, kitabının başında Hafız İbn-i Hacer’in şu sözünü nakleder:
“Aslı olmayan hadisi kim naklederse Buhârî’nin rivayet ettiği, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin şu sözünün kapsamına girer: “Kim benden söylemediğim bir şeyi naklederse cehennemde oturacağı yere hazırlansın.” (İsmail b. Muhammed el-Aclûnî, Keşf’ul-hafâ, Beyrut 1988/1408, c. I, s. 8)
Aclûnî, kitabına aldığı hadislerin kaynaklarını verir. Bu sözle ilgili olarak sadece “İbn-i Kemal Paşa’nın el-Erbaîn’inde böyle geçmiştir.” der. İbn-i Kemal’in el-Erbaîn’ine baktığımızda da hadis diye söylediği o söz için hiçbir kaynak göstermediğini görürüz. (İbn-i Kemal Paşa, el-Erbeûn, v. 360. Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi, 1694. İbn-i Kemal, Yavuz Sultan Selim’in meşhur Şeyhülislamı’dır. 1469’da Tokat’ta doğmuş, 1534’te İstanbul’da ölmüştür. Peygamberimizle arasında 900 seneden fazla bir zaman varken hiçbir kaynak göstermeden ve anlamı da Kur’an’a taban tabana zıt olan bir sözü hadis olarak önümüze sürmesi kabul edilemez. İbn-i Kemal bu eserinde, kaynak gösterme yerine, bu sözün hadis olduğunu ispat için hiçbir dini dayanağı olmayan felsefi izahlara girmiştir.) Yavuz Sultan Selim’in Şeyhülislam’ı İbn-i Kemâl, Hz. Peygamberi görmüş olamayacağına göre, aslı astarı olmayan bu söze hadis diyenlerin “cehennemde oturacakları yere hazırlanmaları” gerekir. (Abdulaziz Bayındır, Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2007, s: 12-14)
Evet, böyle bir hadis vardır. Müslim’in Sahih’inde “kim boynunda bir bey’at olmadığı halde ölürse, cahiliyet ölümü gibi (bir ölümle) ölür.” (Müslim, İmaret, 58 (1851) şeklinde geçmektedir. Bu da “Müslümanların ittifakıyla” İslam ümmetinin başında yer alan kişiyi (halifeyi/devlet başkanını) tanımayanlar hakkında söylenmiştir. Yoksa birkaç kişinin ya da dini, siyasi bir grubun kendi aralarında seçtikleri ve “emir”, “halife”, “emiru’l-mü’minin” diye tanımladıkları kişileri kapsamaz.
Bu hadis, Müslümanları tefrikaya düşmekten uyarmak için söylenmiştir. Bu tefrikadan kurtulmanın yegâne reçetesi ise Kur’an etrafında birleşmektir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Biz onların aykırı iddialarını pek iyi biliyoruz, ama sen onlar üzerinde bir zorba değilsin. Senin yapacağın iş, sadece tehdidimden endişe edecek kimseleri Kur’ân ile irşad etmektir.” (Kâf, 50/45)
“Hepiniz Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı yapışın. Dağılıp ayrılmayın.” (Al-i İmran 3/103)
“Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah’ın yolundan ayırır. Allah size bunları sakınasınız diye emretmektedir.” (En’am, 6/153)