Hadis
Nebîmize nispet edilen bu rivayet şöyledir:
“Ölülerinizin ardından Yasin okuyun (اقرءوا { يس } على موتاكم ).” (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 24; İbn Mâce, Cenâiz, 4)
Bu rivayetin zayıf olduğunu çeşitli hadis âlimleri eserlerinde zikretmektedirler. Ebu Bekr İbnü’l-Arabî, Dârekutnî’nin bu rivayetle ilgili olarak “Bu hadisin isnadı zayıftır, metni meçhuldür, bu konuda sahih bir hadis yoktur.” dediğini rivayet etmiştir: (İbn Hacer, et-Telhîsu’l-Habîr, c: 2, s. 244-245. Ayrıca bkz: Mizzi, Tuhfetü’l-Eşrâf, c: 8, s. 465; İbnü’l-Kattân, Beyânü’l-Vehm ve’l-Îhâmi’l-Vâkıayn fî Kitâbi’l-Ahkâm, c: 5, s. 49).
Zayıf hadisler de dini konularda delil olamaz.
www.fetva.net/yazili-fetvalar/zayif-hadisle-amel-edilir-mi.html
Ölülerin ardından Kur’an okunması ile ilgili ilmi bir makale kaleme almış olan Mustafa Özel, makalesinde şu sonuçlara varmıştır:
1- “Ölülere Kur’an okunmasıyla ilgili Kur’an-ı Kerim’de ne doğrudan ne de dolaylı bir bilgi mevcuttur.
2- Peygamberimizin sözlerini içeren makbul ve muteber hadis kitaplarında da bu konuyu doğrudan ele alan sahih/sağlam bir haber bulunmamaktadır. Kaynaklarda yer alan hadislerin tamamına yakını ya zayıf ya da mevzu/uydurmadır. Bu bağlamda sahih hadis kitaplarındaki tek hadis, Ebû Dâvûd ve İbn Mâce’de yer alan ve her iki kaynakta da Mâ’kil b. Yesâr tarafından rivayet edilen Yasin suresinin okunmasıyla ilgili hadistir. İlk kaynakta alâ (علي) cer edatıyla, ikinci kaynakta ise “inde (عند)” mekân zarfıyla yer alan hadisin delâleti sorunludur.
3- İslam’ın ilk dönemlerinde olmayan bu uygulama, büyük ölçüde, tarihi süreç içerisinde ortaya çıkan uygulamalara dayanmaktadır. Bu, bir takım psikososyal nedenlerle ortaya çıkmış olabilir. En azından bunun Müslümanların öte dünyaya yolcu ettikleri dindarlarıyla ilişkilerini bir biçimde devam ettirme ve onlara saygı aracı olarak değerlendirdikleri düşünülebilir.” (Mustafa Özel, “Ölünün Ardından Kur’an-ı Kerim Okunmasının Dini Dayanakları”, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, sayı: 7, Nisan 2006, s. 484-485. Makaleye erişim: isamveri.org/pdfdrg/D02533/2006_7/2006_7_OZELM.pdf)
Ölülerin ardından Kur’an okunmasıyla ilgili daha geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:
www.fetva.net/yazili-fetvalar/olulerin-ruhlarina-kuran-okunur-mu.html
Faizin dârülharpta alınıp verileceğine dair bir hadis yoktur. Fakat bazı Hanefîlerin delil aldığı şöyle bir rivayet vardır:
لَا رِبَا بَيْنَ الْمُسْلِمِ وَالْحَرْبِيِّ فِي دَارِ الْحَرْبِ
“Dârülharpta Müslüman ile harbî arasında faiz yoktur.”[1]
İmâm Zeylâî (v. 762/1360), bu rivayete Nasbü’r-Râye li-Ehâdîsi’l-Hidâye adlı kitabında “garîb” demiştir.[2] Ona göre garîb, senedi bulunmayan rivayettir.[3]
İbn Hacer el-Askalânî (v. 852/1449) de “böyle bir rivayet bulamadım = لم أجده” demiştir.[4]
Bu rivayet, kaynaklarda farklı lafızlarla geçmiştir.[5] Hanefî kaynaklarında da tek râvisi tâbiînden Mekhûl (v. 112/730) olup mürsel tarikle (sahabe atlanarak) Peygamber (sav)’e isnat edilmiştir. Bu şekliyle hadis, delil alınacak nitelikte değildir.
Hanbelî fakihi İbn Kudâme (v. 620/1223)’in aşağıdaki ifadeleri konuyu özetler mahiyettedir. O, şöyle demiştir:
“Haramlığı Kur’ân, sünnet ve icmâ ile sabit olan bir hükmü, sahih veya müsned veya diğer güvenilir hadis kitaplarında geçmeyen meçhul bir hadise dayanarak terk etmek olmaz. Ayrıca hadis hem mürseldir hem de Allah’ın elçisinin faizi dârülharpta yasakladığı anlamına da gelebilir. Çünkü ‘faiz olmaz’ sözü ‘faiz yasaktır’ şeklinde de anlaşılabilir. Nitekim bir ayette şöyle geçmektedir. ‘فلا رفث ولا فسوق ولا جدال فى الحج , Hacda kadına yaklaşmak, kötü söz söylemek ve dövüşmek olmaz.’ (Bakara, 2/197)”[6]
Faizin, dârülislam ve dârülharp ayrımı olmaksızın kesin bir şekilde haramlığıyla ilgili ayrıntı için aşağıdaki kaynaklara bakabilirsiniz:
Abdülaziz Bayındır, Ticaret ve Faiz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 2007, s. 130-137.
Servet Bayındır, “Din ve Ülke Farklılığının Faizin Hükmüne Etkisi”, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2006, sayı: 14, s. 207-235
Bunun yanı sıra aşağıdaki linkte bulunan soru-cevabı da okumanızı tavsiye ederiz:
www.fetva.net/yazili-fetvalar/faiz-ve-darul-harp.html
[1] el-Merğinânî, el-Hidâye, c: 3, s. 66.
[2] Zeylai, Nasbü’r-Râye, c: 4, s: 44. İmâm Şâfiî’nin bu rivayetin sâbit olmadığı ve delil olamayacağına ilişkin ifadesi için bkz. Şâfiî, el-Ümm, c: 7, s: 359.
[3] Zeylâî’nin “garib” lafzını Nasbü’r-Râye’de aslı olmayan hadis anlamında kullandığıyla ilgili bkz: Abdullah Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, Hadisevi Yayınları, İstanbul, 2006, s: 101.
[4] İbn Hacer, ed-Dirâye fî Tahrîci Ehâdîsi’l-Hidâye, c: 2, s: 158.
[5] Bu farklılıklar için bkz. Şâfiî, el-Ümm, c: 7, s: 359; Beyhaki, Marifetü’s-Sünen ve’l-Âsâr, c: 13, s: 272.
[6] İbn Kudame, el-Muğnî, c: 4, s: 176-177.
Nesâî, Kütüb-i Sitte’den (altı hadis kitabı) biri olan es-Sünen’in müellifidir. Kütüb-i sitte müelliflerinden tarih olarak en sonuncusu olup Hicrî 303/ Miladî 915’te vefat etmiştir.
Güvenilir bir hadis âlimi olmasının yanında hadis münekkidi de olan Nesâî’nin çok sayıda kitabı vardır. Henüz elimizde bulunmayan, hadis ravilerini güvenirliliklerine göre incelediği el-Cerh ve’t-ta’dîl isimli eserinin önemli olduğu belirtilmektedir.
(Ayrıntı için bakınız. M. Yaşar Kandemir, “en-Nesâî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c: 32, s: 563-565).
Nesâî’nin güvenilir olması, onun es-Sünen’inde naklettiği rivayetlerin tamamının kabul edileceği anlamına gelmez. Her bir rivayetin hadis ilmi kıstaslarına göre senet ve metin tenkidinin yapılması ve ilgili tüm hadislerle birlikte Kur’an-Sünnet bütünlüğü açısından değerlendirilmesi gerekir.
Keşfü’l-Hafâ, İsmâil b. Muhammed el-Aclûnî (v. 1167/1749)’nin halk arasında hadis olarak bilinen yaygın rivayetlere ilişkin eseridir. Halk arasında yaygın olan rivayetlerden hangisinin sahih hadis, hangisinin uydurma rivayet, vecize, atasözü veya hikmetli söz olduğunu belirlemek amacıyla kaleme alınmıştır. Büyük ölçüde Şemseddin es-Sehâvi’nin el-Makâsidü’l-Hasene’sine dayanmaktadır.
Aclûnî’nin bazı âlimlerin mevzû (uydurma) kabul ettiği rivayetleri savunduğu, bunların zayıf veya hasen li-gayrihî olduğunu ileri sürdüğü, bazen bir rivayeti nakleden herhangi bir kaynağı zikretmekle yetindiği, bir rivayet hakkında âlimlerin görüşlerini kaydetmekle beraber kesin bir kanaat ortaya koymadığı görülmektedir. Hadis olmadığını belirttiği veya tereddüdünü dile getirdiği çeşitli sözlerin manasının sahih olduğunu söylediği gibi bir kısım rivayetlerin içeriğinin batıl olduğunu da söylemiştir. Bunların yanında kitapta sehven yapılmış tekrarlar, değerlendirme yapılmadan bırakılmış rivayetler ile hadis olup olmadığına karar verilemeyip araştırılması istenen sözler de vardır.
(Kaynak: Bünyamin Erul, “Keşfü’l-Hafa”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 25. Cilt, s. 320-321.)
Sonuç olarak Keşfü’l-Hafâ, temel bir hadis kaynağı değildir. Bir rivayet, temel hadis kitaplarından teyid edilmediği müddetçe “Bu, Keşfü’l-Hafâ’da geçiyor.” şeklinde tek başına kaynak olarak gösterilemez.
Sorunuzda bahsi geçen rivayetin metni şöyledir:
Abdülaziz b. Revvâd anlatıyor: “Rüyamda Hz. Peygamber’i gördüm. Ona ‘bana nasihat edin ya Rasulallah!’ dedim. O da şöyle buyurdu:
‘İki günü eşit olan aldanmıştır. Günü geceden (dününden) kötü olan lanetlenmiştir. (Gününe) ilavede bulunmayan ziyandadır. Ölüm onun için daha iyidir. Cennete istek duyan hayıra koşar.’”
Muhaddislerden el-Fettenî (öl. 986) ve Aliyyü’l-Kâri (öl. 1014) bunu Beyhakî’nin rivayet ettiğini belirtmişler ve uydurma hadislerle ilgili kitaplarında kaydetmişlerdir. (Muhammed b. Tahir el-Fettenî, Tezkiratü’l-Mevzûa, s. 22; Aliyyü’l-Kâri, el-Esrârü’l-Merfûa fi’l-Ahbâri’l-Mevzûa, s. 219. Hadisin Beyhakî’nin “Zühd” isimli eserinde olduğu belirtilmekle birlikte, orijinal nüshada yer alıp almadığı ihtilaflıdır. Bu konudaki görüşler için bkz.: Enbiya Yıldırım, “Beyhaki ve Hadis Rivayetinde Rüyaya Verdiği Değer”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c.: 5, sayı:1, 2001, s. 183.)
Ayrıca Deylemî’nin bu rivayeti Ali b. Ebi Talib’e “zayıf” bir senetle izafe etmek suretiyle naklettiği söylenmiştir. (bkz.: Sehâvî, el-Mekâsidü’l-Hasene, s. 471).
Diğer taraftan bu nakil tabiundan Hasan Basri’ye senetsiz biçimde izafe edilmiştir. (bkz.: Ebü’l-Leys es-Semerkandî, Tenbîhü’l-Gâfilîn, s. 220). Ayrıca mutasavvıflardan İbrahim b. Edhem’e dayandırılan bir rivayete göre Hasan Basri bu hadisi Hz. Peygamber’den rüya yolu ile almıştır. (bkz.: Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c. 8, s. 35) Başka rivayetlerde ise Hz. Peygamber’i rüyasında görmek suretiyle hadisi alanın “Süleym oğullarından bir şeyh” veya “bir kişi” olarak kaydedildiği görülmektedir. Dolayısıyla rüyayı kimin gördüğü hakkında bile bir anlaşmazlık ve kararsızlık olduğu görülmektedir. (bkz.: İbn Ebi’d-Dünya, el-Menâmât, s. 144; Hatib el-Bağdadi, İktizâü’l-İlm, s. 139)
Muhaddislerin belirlediği hadis rivayet etme yöntemleri arasında “rüya” yer almamıştır. Dolayısıyla rüya veya keşif yoluyla hadis rivayeti makbul görülmemektedir. Bu görüşte olan bazı ilim adamlarını şöyle sıralayabiliriz: Aliyyü’l-Kâri, Leknevi, Mübarekfûri, İzmirli İsmail Hakkı, Abdülfettah Ebû Gudde, Elbâni, Ahmed ez-Zeyn ve hadis profösörlerinden Hayri Kırbaşoğlu ile İbrahim Canan.(geniş bilgi için bkz.: Seyit Avcı, “Keşif Yoluyla Hadis Rivayeti Meselesi”, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, c.: 4, sayı: 4, Aralık 2004, s. 183 – v.d.)
Prof. Dr. İbrahim Canan’ın sözlerini vermek konuyu tamamlayıcı niteliktedir:
“Bazı kitaplarda rastlanan mükaşefe ve rüya yoluyla Hz. Peygamber’den telakki edildiği söylenen sözlere hadis denemez, onların dini hiçbir değeri yoktur… Rüya sadece gören kimse için bir kıymet taşır. Hâlbuki hadis kıyamete kadar herkes için din ortaya koyar. Bunun yolu da objektif şartlara ve belli kaidelere göre, her zaman kontrolü, tahkiki mümkün olan rivayetten geçer. Bunun aksini söyleyen ve sübjektiviteyi esas alan tek bir Sünni muhaddis çıkmamıştır. (İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, c. 2, s. 68)
Muhaddisler güvenilir hadisleri toplamak için seyahatler yapmışlar, hadisleri rivayet edenleri tespit edip güvenilirliklerini teyit etmek amacıyla kitaplar yazmışlar, günümüzde de insanlar hadis ilmini öğrenebilmek için yıllarca dirsek çürütmüşlerdir. Hatasıyla sevabıyla, hadislerin sıhhati için bin yılı aşkın süredir devam eden bu gayretleri, hadis ilmi hakkında kaleme alınmış ve sayıları yüzlerce cilde ulaşmış kitaplar incelendiğinde fark etmek mümkündür. Şayet rüya veya keşif yolu ile hadis nakletmek uygun olsaydı bu çabalara hiç gerek olmazdı. “İki günü eşit olan aldanmıştır…” rivayeti gibi güvenilir kabul edilen hadis kitaplarında geçmemekle birlikte, rüya yoluyla Hz. Peygamber’den alındığı iddia edilen rivayetleri kabul etmek en hafif ifadeyle hadisçilerin emeğine saygısızlıktır.
Cüneyt Coşkun
Keşif veya rüya yoluyla hadis rivayetinde bulunmakla ilgili olarak sitemizde yer alan benzer bir soru-cevabı okumak için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:
www.fetva.net/yazili-fetvalar/kenz-i-mahfi-gizli-hazine-sozu.html
Bu rivayet, kaynaklarda şöyle geçmektedir:
تفكر ساعة خير من عبادة سنة
“Bir saat tefekkür, bir sene ibadetten hayırlıdır.”
Rivayete eserinde yer veren Aliyyü’l-Kârî, bu sözün Serî es-Sakatî’ye ait olduğunu bildirmiştir. (Bkz: Aliyyü’l-Kârî, el-Esrâru’l-Merfûa, s. 175)
Çeşitli hadis âlimleri de bu rivayetin “uydurma” olduğunu söylemişlerdir. (Bkz: Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, c: 2, s. 276; Şevkânî, el-Fevâidü’l-Mecmûa, s: 251)
Sonuç olarak böyle bir hadis yoktur.
Hadis kaynaklarında bu şekilde bir hadis yoktur. Bu rivayet, İmam Suyûtî (v. 911/1505)’nin el-Hâvî adlı kitabında kıyamet ve dünyanın ömrüne ilişkin – hadis âlimlerince çoğu “uydurma” ve “zayıf” olduğu belirtilen- çeşitli rivayetlere yer verdikten sonra kendi değerlendirmesi ve çıkarımı olarak yer almaktadır. Suyûtî’nin ifadesi şöyledir:
…أولاً الذي دلت عليه الآثار أن مدة هذه الأمة تزيد على ألف سنة ولا تبلغ الزيادة عليها خمسمائة سنة
“Öncelikle bu rivayetler, bu ümmetin ömrünün bin yılı aşacağına; ancak bin beş yüz yılı geçmeyeceğine delalet eder.” (Bkz: Suyûtî, el-Hâvî li’l-Fetvâ, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 2000, c: 2, s: 82)
Bu ifadeler, kıyametin vaktini bilme iddiasını taşımaktadır. Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurur:
“Sana kıyameti, ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. De ki: Onun ilmi ancak Rabbimin katındadır. Onun vaktini O’ndan başkası açıklayamaz. O göklere de yere de ağır gelmiştir. O size ansızın gelecektir. Sanki sen onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: Onun bilgisi ancak Allah’ın katındadır; ama insanların çoğu bilmezler.” (A’râf, 7/187)
“Sana kıyameti sorarlar: Gelip çatması ne zamandır? Sen onu nereden bilip bildireceksin! Onun ilmi yalnız Rabbine aittir.” (Nâziât, 79/42-44)
“İnsanlar sana kıyametin zamanını soruyorlar. De ki: Onun bilgisi Allah katındadır. Ne bilirsin, belki de zamanı yakındır.” (Ahzâb, 33/63)
Görüldüğü üzere Allah Teâlâ, kıyametin vaktinin kendisinden başka hiç kimse tarafından bilinemeyeceğini açıkça belirtmektedir.
Kıyamet alametleri ile ilgili bir soruya verdiğimiz cevaba aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:
www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/kiyamet-alametleri-nelerdir-kuran-bu-konuda-ne-diyor.html
Sizin de belirttiğiniz gibi hadis kaynaklarında değil de daha çok fıkıh kitaplarında geçen ve Peygamberimizin söylediği belirtilen rivayet şöyledir:
مَنْ تَرَكَ الْأَرْبَعَ قَبْلَ الظُّهْرِ، لَمْ تَنَلْهُ شَفَاعَتِي
“Kim öğle namazından önceki dört rekâtı terk ederse o kişiye şefaatim ulaşmaz.” (Bkz: İbrahim el-Merğinânî, el-Hidâye, Kahraman Yayınları, İstanbul, 1986, c: 1, s: 72)
Hanefi fıkhının temel kaynaklarından kabul edilen el-Hidâye’nin hadislerini incelediği Nasbu’r-Râye adlı eserinde bu rivayete yer veren İmam Zeylaî, rivayeti “garîbun cidden” şeklinde nitelemiş ve rivayetin hiçbir ravisini zikretmemiştir. (Bkz. Zeylaî, Nasbu’r-Râye, c: 2, s: 162).
İbn Hacer el-Askalânî de el-Hidâye’nin hadislerini incelediği ed-Dirâye adlı eserinde bu rivayetle ilgili olarak “Onu (kaynağını) bulamadım.” demiştir. (Bkz: İbn Hacer, ed-Dirâye, c: 1, s: 205).
Ayrıca İmam Nevevî’nin de “Bu rivayetin aslı yoktur.” dediği nakledilmiştir. (Fetteni, Tezkiretü’l-Mevdûât, c: 1, s: 48)
Sonuç olarak bu rivayet, hadis ilmi açısından delil alınabilecek durumda değildir.
Kişinin sorumluluğu, farz namazları kılmaktır. Sünnetleri kılan sevabını alır; ama kılmayan bundan dolayı günaha girmiş olmaz.
Konuyla ilgili görüntülü cevaplarımız için lütfen aşağıdaki linkleri tıklayınız:
www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/sunnet-i-muekkede-neye-denir-sunnetler-kilinmazsa-ne-olur.html
www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/sunnet-namazlari-peygamberimize-allah-mi-emretmistir.html
Ebû Ya’lâ’nın tahriç ettiği ve Hz. Peygambere isnad edilen rivayet şöyledir:
“Bir zaman gelecek. Sizden birisine benden bir hadis söylenince o, oturduğu yere yaslanmış bir şekilde şöyle diyecek: ‘Resûlullah böyle bir şey söylemez. Hadisi bırak, bana Kur’an’dan delil getir.’” (Ebû Ya’lâ, Müsnedü Ebî Ya’lâ, c: 3. s: 346)
Bu rivayet, senedinde yer alan Yezid b. Ebân er-Rakkâşî adlı ravi sebebiyle zayıf kabul edilmiştir. (Bkz.: Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1988, c: 1, s: 155)
Hadis ilmi açısından böyle bir hadis delil olarak alınamaz.
www.fetva.net/yazili-fetvalar/zayif-hadisle-amel-edilir-mi.html
Sahih hadisler ise Peygamberimizin Kur’an’dan çıkardığı hükümlerdir. Onların hangi ayetlerden çıkarıldığını ancak bir uzmanlar heyeti bulabilir. Bu sebeple “Resûlullah böyle bir şey söylemez. Hadisi bırak; Kur’an’a bak” şeklindeki sözler kesinlikle yanlıştır. Peygamberimiz Kur’an’ı en iyi anlayan kişi o olduğuna göre bu işin uzmanı da odur. O, Kur’an’da zaten var olan; ama bizim kolaylıkla göremediğimiz şeyleri bizlere gösterir. Bu bakımdan bizler onun örnekliğine muhtacız. Dolayısıyla “Hadislere gerek yok, bize sadece Kur’an yeter.” demek, bu gerçeği inkâr etmekten başka hiçbir anlam taşımaz.
Bu konuda geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linkleri de tıklayınız:
www.fetva.net/yazili-fetvalar/herkes-hikmete-ulasabilirse-peygamberlere-ne-gerek-vardi.html
www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/hadisler-olmazsa-kurani-anlamak-mumkun-olmaz-mi.html
Hadis kaynaklarında “Cebrail’in Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin vefatından sonra on kez daha inerek her seferinde yeryüzünden bir şeyi kaldıracağı” şeklinde herhangi bir rivayete rastlayamadık.
Peygamberimiz, son peygamber olduğuna göre melek Cebrail’in vahiy getirme göreviyle dünyaya gelmeyeceği açıktır. Bununla birlikte melekler, kendilerine verilen görevleri yerine getirmek üzere Allah’ın uygun gördüğü her zaman dünyaya inerler. Cebrail aleyhisselam da melek olduğundan dolayı -vahiy getirme görevi dışında- başka bir görev için onun da inmesi muhtemeldir. Kadir suresinde bu durumu ifade eden ayetler vardır:
“Biz Kur’an’ı Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesi nedir, nereden bileceksin? Kadir gecesi, bin aydan hayırlıdır. O gece melekler, yanlarında ruh (emir) olduğu halde Rablerinin izniyle her bir emir için inerler.” (Kadir, 97/1-5)
Hadisin aslı şöyledir:
Abdullah b. Muğaffel radıyallahu anh’dan rivayete göre o, şöyle demiştir:
“Bir adam, Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme “Ey Allah’ın Resûlü! Ben seni gerçekten seviyorum” dedi. Resûlullah, “O söylediğin söze dikkat et” buyurdu. Adam tekrar “Ben seni gerçekten seviyorum” deyince Resûlullah (s.a.v.), “Söylediğin söze iyi dikkat et, ciddi misin?” buyurdu. Adam da “Vallahi seni gerçekten seviyorum” diyerek üçüncü sefer aynı sözü tekrar etti. Bunun üzerine Resûlullah, şöyle buyurdu:
“Eğer beni seviyorsan fakirliğe karşı bir kalkan hazırla. Çünkü fakirliğin beni seven kimseye gelmesi, selin durak yerine akması gibi hızlıdır.” (Tirmizi, Zühd, 36)
Hadis mana açısından sahihtir. Çünkü iman ve sevgi bir iddiadır. Her iddia da doğruluğunun kanıtlanması için ispat ister. İspat ise başa gelecek olana sabretmekle olur. Bu hadisi açıklayan diğer hadisler şöyledir:
Sa’d radıyallahu anh’dan rivayete göre o, şöyle demiştir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme, insanların hangisinin belasının/yıpratıcı imtihanının daha ağır olduğunu, sordum. Buyurdular ki:
“Önce Peygamberler, sonra onların peşinden yaşantı olarak Peygambere yakın olanlar, sonra onlara yakın olanlar… Kişi dindarlığı oranında yıpratıcı imtihana uğratılır. Dininde sağlam ise imtihanı ağırlaştırılır. Dininde gevşek ise dindarlığı oranında imtihana uğratılır. İmtihan, kulun peşini bırakmaz; sonunda kul uğradığı imtihanlarla üzerinde günah kalmayıncaya kadar günahlarından temizlenmiş olur.” (Tirmizi, Zühd, 56)
Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayete göre o, şöyle demiştir:
“Ağrı ve sancıların Resûlullah’a şiddetli olduğu kadar kimseye şiddetli olduğunu görmedim.” (Tirmizi, Zühd, 56)
Enes radıyallahu anh’dan rivayete göre o, şöyle demiştir:
“Mükâfatın büyüklüğü, yıpratıcı imtihanın büyüklüğüne bağlıdır. Allah bir toplumu sevdiğinde onları değişik şekillerde imtihana tabi tutar. Kim razı olursa Allah’ın rızasını kazanır. Kim de kızar, kırgınlık gösterirse Allah da o kimseye kızar.” (Tirmizi, Zühd, 56)
İmtihan gerçeği ile ilgili ayetleri de aşağıdaki linkte bulunan cevabımızdan okumanızı tavsiye ederiz:
Hadis diye bilinen bu sözün aslı yoktur. İmam Gazali’nin İhyâ-u Ulûmiddîn adlı eserinde de geçtiği bildirilen bu söz hakkında İhyâ hadislerini tahric eden Hâfız el-Irâkî “bunun herhangi bir aslını göremedim” demiştir.
İbn Teymiye de bunun İsrailiyattan olduğunu ve Peygamberimizden geldiği bilinen bir senedinin olmadığını söylemiştir. (Sehâvî, el-Makâsıdu’l-Hasene, s: 438, hadis no: 990; Aliyyü’l-Kârî, el-Esrâru’l-Merfûa, s: 301, hadis no: 423; Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, c: 2, s: 195, hadis no: 2256)
Görüldüğü gibi halk arasında hadis diye bilinen bu sözün hadis değeri bulunmamaktadır. Dolayısıyla herhangi bir yerde “bir hadiste geçtiği üzere …” diyerek bu sözü hadismiş gibi anlatmak doğru değildir.