Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Yazılı Fetvalar

Karı koca birbirlerinin cinsel organlarını görebilirler mi?

Karı kocadan her biri diğerinin cinsel organını görebilir. Behz b. Hakîm radıyallahu anh, dedesinden şöyle rivâyet etmiştir:

“Ey Allah’ın Rasûlü! Örtülmesi gereken yerlerimizi kime karşı örtelim? Diye sordum. Şöyle buyurdular: “Hanımından veya cariyenden başka herkese karşı örtülmesi gereken yerlerini ört.” İnsanlar bir arada otururlarken avret ile hüküm nedir diye sorunca: “Gücün yettiğince avret yerlerini kimseye göstermemeye çalış!” Sonra ben kişi tek başına olunca ne yapması gerekir dedim; “Kendisinden hayâ edilip utanılmaya en layık olan zat Allah’tır” buyurdular. (Tirmizi, Edeb, 39; İbn Mace, Nikah, 27)

Bu hadisten anlaşılacağı üzere eşlerin cinsel organlarını birbirlerinden korumaları gerekmemektedir.

Oral ilişkide boşalma gerçekleşmezse yine de gusül gerekir mi?

Bu tür bir ilişkide boşalma olmazsa boy abdesti almak gerekmez. Fakat bu anlamdaki oral ilişki, yozlaştırılmamış insan doğasının çirkin bulacağı, iğrenç göreceği bir işlemdir. Dolayısıyla kaçınılması gerekir.

www.fetva.net/yazili-fetvalar/oral-iliskinin-hukmu-nedir.html

Oral ilişkinin hükmü nedir?

Oral/ağız yoluyla ilişki her ne kadar tavsiye edilmese de ön ve arka bölgeden yapılan bir cinsel ilişki türü değildir. Eğer böyle olsaydı anal ilişkiyi yasaklayan hadislerin geldiği gibi bu konuda da mutlaka bir yasaklama haberi gelirdi.

Bunu hoş görmeyen âlimlerin delilleri, hastalık kapma endişesidir.

Bu konuda hakkında nass (ayet ve hadis gibi kesin bir delil) olmadığı için de mekruh olduğu söylenmektedir. Mekruh, haram gibi değildir. Haram yasak olduğuna dair hakkında kesin hüküm bulunan şeydir.

 

Mastürbasyon mekruh mu, haram mı?

Bahsettiğiniz söz, Deylemî’nin el-Firdevs bi Me’sûri’l-Hitâb (c: 2 s: 332, Beyrut, 1986) ve Aclûnî’nin Keşfu’l-Hafâ (c: 1 s: 448, hadis no: 1462, Beyrut, 1988) adlı kitaplarında geçmektedir. 
 
Bu söz hakkında İbnu’l-Cevzî şunları söylemektedir: 
 
“Peygamberimize nisbet edilen bu söz sahih değildir. Ayrıca rivayet zincirinde bulunan Hassan ve Mesleme isimli zâtlar mechuldür, tanınmamaktadırlar.” (Bkz: İbnu’l-Cevzî, el-İlelu’l-Mütenâhiye,c: 2 s: 144, hadis no: 1046, Pakistan, 1981) 
 
Masturbasyon hakkında kesin bir delil bulunmadığı için haram değil, mekruhtur.

Mastürbasyonun (elle doyum) hükmü nedir?

Masturbasyon yapmak haram değil; mekruhtur. Fakat aşırıya kaçmamak kaydıyla. Zira bu bedende ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir. Bundan kurtulmak için ilk yapılacak şey evlenmektir. Fakat ülkemizde gençlerin 19-20 yaşlarında evlenmeleri de bir hayli zor. Bu açıdan evleninceye kadar -Ramazan ayı dışında da- vakitlerinizi oruçlu geçirmeye çalışın. Zira oruç tutmak insanın nefsini terbiye eder. Bakın bu konuda Nebîmiz ne buyurmuştur:

Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:

“Gençler! Kimin maddi imkânı varsa hemen evlensin. Kim de maddi imkân bulamazsa (nafile) oruç tutsun. Çünkü oruç, onun için şehveti kırıcıdır.” (Buhari, Nikâh, 3; Müslim, Nikâh, 1)

Bu arada Allah’a dua etmeyi ve sabretmeyi ihmal etmemelisiniz. Zira Allahın yardımı olmazsa hiçbir şeyi başaramazsınız. Allah’ın yardımı için de iki şey şarttır: Sabır ve namaz kılmak!

“Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 2/153)

Bunları yerine getirirseniz inşaallah umduklarınıza kavuşursunuz..

Cin çarpmasından kurtulmak için ne yapmak gerekir?

Cinlerin zararından korunmak için ciddi, kararlı ve samimi inanca sahip olmak yeterlidir. Namazlardan sonra, gece yatarken, sabah kalktığınızda Felak ve Nas surelerini – anlamını bilerek – okursanız cinlerin şerrinden emin olursunuz. Dikkat etmeniz gereken tek şey; sizi Allah’tan başka hiçbir şeyin ve hiçbir kimsenin koruyamayacağı gerçeğidir. Sadece Allah’a sığının. Allah’a sığındınız mı, o sizi her şeyden koruyacaktır, bundan emin olabilirsiniz.

Lütfen aşağıdaki linki de tıklayın:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/cin-carpmasi-var-mi.html

Bilim adamları niçin cinleri kabul etmiyorlar?

Ortaçağ kelimesi Batıya mahsus karanlık bir dönemi ifade etmektedir. O dönemde Müslümanlar her konuda ilerlemiş mutlu bir hayat yaşıyorlardı. Müslümanlar ne cinleri inkar ederek ne de her türlü hastalığın cinler tarafından geldiğini söyleyerek aşırılığa düşerler. Onlar aşırılığın her iki ucundan da uzak bir şekilde orta yolu tutmuşlardır.

Cinlerin insanlar üzerinde etkisi vardır. Ama bunun gözde büyütülecek hiç bir tarafı yoktur. Yanlış telkinlerle insanlar bu etkiyi gözlerinde büyüttükleri için cinleri şımartmışlardır. Her ne kadar yanlış olsa da cinleri inkar edenler bu gibi aşırılıklara tepki gösterenlerdir. Allah Teâlâ:  “Şeytanın hilesi zayıftır.” buyurmuştur. (Nisâ, 4/76)

Cinler uykuda gelir mi?

Cinler insanın rüyasına girebilirler. Çünkü Allahu Teâlâ şeytana, insanları saptırabilmek için her türlü yolu kullanma imkanını vermiştir. Bir şeyh, bir din büyüğü kılığında rüyaya gelebileceği gibi, böyle birine bağlanması için telkinde bulunmak üzere de rüyaya gelebilir. Korkutma, aldatma, günaha özendirme gibi şeyleri telkin için rüyaya girebilir. Sizin bahsettiğiniz olay cinle ilgili değildir. Yorgunluk, kan dolaşımındaki ya da nefes yollarındaki bir bozukluk dolayısıyla böyle bir durum olabilir.

Cin çarpması diye bir şey var mı?

Cinlerin insana tesirleri sadece vesvese tarzında olabilir. Kur’an’a göre, bundan fazlasının olması mümkün değildir.

Felak ve Nâs surelerini aşağıdaki bağlantılardan okursanız onların hangi şerrinden Allah’a sığınılması gerektiğini görebilirsiniz:

www.suleymaniyevakfimeali.com/Meal/Felak.htm

www.suleymaniyevakfimeali.com/Meal/Nas.htm

İslam’da ceset yakmanın hükmü nedir?

Dinimize göre cenazelerin yıkanıp kefenlenmesi ve toprağa gömülmesi gerekir. “Kur’ân-ı Kerim’de bu işlemin insanoğluna Allah tarafından öğ­retildiği, kardeşinin cesedini ne yapaca­ğını, bir karga­nın hareketlerinden öğrenen Hz. Âdem’in oğlunun, “Yazıklar olsun bana, şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini göm­mekten de mi aciz kaldım!” dediği an­latılır. (Maide, 5/31) Başka ayetlerde de ölünün gömülmesi gereğine dolaylı olarak işaret edilmiştir (Tâhâ 20/ 55, Mürselât 77/25-26; Abese 80/21-22) Ölünün toprağa tevdi edilmesi çevre temizliği, sağlık, insanın saygınlığının ko­runması ve ölümü hatırlatma türünden birçok hikmetler taşımaktadır.” (Mustafa Uzunpostalcı, “Defin”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 9, s: 86)

Bunun yanı sıra insan cesedi ile ilgili olarak Nebimizin şöyle dediği rivayet edilmiştir:

“Ölünün kemiğini kırmak, onu diri iken kırmak gibidir.” (Muvatta, Cenâiz 15; Ebu Davud, Cenâiz 58-60; İbn Mâce, Cenâiz, 63)

Yani diri iken bir kimsenin kemiğini kırmak nasıl caiz değilse ölünün kemiğini kırmak da caiz değildir. Cesedi yakmak da bu kapsamda değerlendirilebilir.

Niçin bazı insanların cesetleri çürümüyor?

Allah Teala şöyle buyuruyor:

“Sizi topraktan yarattık, yine ona döndüreceğiz ve sizi bir kere daha topraktan çıkaracağız.” (Tâhâ, 20/55)

Ayete göre bütün insanlar eninde sonunda toprak olacaklardır. Cesedin çürümesi, çeşitli fiziki şartlara bağlıdır. Yeniden yaratılışa kadar çürüyüp toprak olma işlemi tamamlanacaktır. Cesedin çürümesi ile kişinin iyiliği veya kötülüğü arasında bağlantı yoktur. Nitekim firavunların cesetleri mumyalandığı için çürümemiştir. Ama kıyamet öncesi şartlar gerçekleşince onlar da çürüyeceklerdir.

Kadınlar cenaze namazı kılarlar mı?

Kadınlar cenaze namazı kılabilirler. Kılmamaları gerektiğine dair herhangi bir delil bulunmamaktadır. Aksine, kıldıklarına dair deliller bulunmaktadır. Siyer kaynaklarında kadınların, Nebimizin cenaze namazını kıldıkları belirtilmektedir.

Fıkıh kitaplarında da kadınların cenaze namazını kılabilecekleri belirtilmiş ve bu görüş üzerine hükümler bina edilmiştir. Buna göre kadınlar cenaze namazını erkeklerle beraber kılarlarsa yine en arka safta olmaları gerekir. Bu, sünnete uygundur. Fakat cenaze namazı mutlak bir namaz olmadığı için kadınlar erkeklerle beraber aynı safta veya önde kılarlarsa namazları olur, erkeklerin namazı da bozulmaz.

Düşük veya ölü olarak doğan çocuklarla ilgili hükümler nelerdir?

Dört aydan önce düşük olması durumunda bebek yıkanmaz, namazı kılınmaz. Bir beze sarılır ve defnedilir. Bu konuda ihtilaf yoktur. Fakat dört ay ve sonrasında düşük olması durumunda iki farklı görüş vardır:
 
1. Eğer çocuk canlı doğmuşsa hem yıkanır hem de cenaze namazı kılınır. Bu konuda ittifak vardır. Fakat doğarken herhangi bir canlılık alameti görülmemişse Hanefiler, İmam Malik, el-Evzâî ve Hasan-ı Basrî’ye göre bu bebeğin cenazesi yıkanır ama namazı kılınmaz. Bu görüşte olanlar şu hadisi delil getirmişlerdir:
 
“Eğer çocuk doğduğu zaman ağlar (yani bir canlılık alameti gösterir) de sonra ölürse onun namazı kılınır ve ona varis olunur.” (Ebu Davud, Cenâiz, 44-45; Nesâî, Cenâiz, 26; Dârimî, Ferâiz, 47.)
 
Görüldüğü gibi hadiste bu çocuğun namazının kılınması için ağlaması / canlılık alameti göstermesi şart koşulmuştur. (Seyyid Sâbık, Fıkhu’s-Sünne, 12. Bs., Müessesetu’r-Risâle, Beyrut, 1996, cilt: 1, sayfa: 277)
 
2. Çocuğun ölü doğması ile canlı doğması arasında fark yoktur; her iki durumda da namazı kılınır. Ahmed b. Hanbel, Saîd b. Cübeyr, İbn Sîrîn ve İshâk b. Râheveyh bu görüştedirler. Onlar bu konuda anne karnındaki çocuğa dördüncü ayda ruh üflenmesini esas alırlar. Çünkü cenîn ruh üflendikten sonra artık tam bir insan haline gelir ve canlı olarak doğup sonra ölen bebek gibi bunun da cenaze namazı kılınır. Bu görüşte olanlar ayrıca yukarıdaki hadisin muzdarip[1] olduğunu ve kendisinden daha kuvvetli olan ruh üflenme hadisine muârız olduğunu dolayısıyla bunun delil olarak kabul edilemeyeceğini söylerler. (Bkz.: Seyyid Sâbık, Fıkhu’s-Sünne, c: 1, s: 277)
 
Bu son görüş, Kur’an’a uygundur. Çünkü çocuğun vücut yapısı tamamlanınca ona ruh üflendiği, o andan itibaren tam insan olduğu Kur’an’ın hükmüdür. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
 
“Yarattığı her şeyi güzel yaratan odur. İnsanı yaratmaya sulanmış topraktan (tîn) başlamıştır.

Sonra onun soyunu süzülmüş bir özden, dayanıksız bir sudan yaratmıştır.

Sonra onu düzenli bir şekle sokmuş ve içine ruhundan üflemiştir. Sizin için kulaklar, gözler ve gönüller var etmiştir. Ne kadar az şükrediyorsunuz!” (Secde 32/7-9)
 
Ayetler arası karşılaştırma yapıldığında ruhun 16. haftada üflendiği ortaya çıkmaktadır. Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
 
“Biz insana, ana babasına karşı tavsiyede bulunduk. Anası onu zar zor taşıdı, sütten kesimi de iki sene içinde oldu.” (Lokman 31/14)
 
“Biz insana, ana babasına karşı iyilikte bulunmasını tavsiye ettik. Anası onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu, taşıması ve sütten kesimi otuz ay sürer.” (Ahkâf 46/15)
 
Süt emzirme süresi 24 ay, ananın cenini bir insan olarak taşıdığı süreyle birlikte bu süre 30 ay olduğu için burada sözü edilen sürenin 6 ay olduğu ortaya çıkar.
 
Toplam hamilelik 40 haftadan biraz fazla yani 282 gün kabul edilir. Altı ay, kameri ay olacağı için yarısının 29 gün çektiğini düşünürsek toplam 177 gün eder. Bunu 282’den çıkarınca geriye 105 gün kalır. Onu da 7’ye bölersek toplam 15 hafta eder. Bundan sonra 16. hafta gelir. İşte altı aylık sürenin başlangıcı olan 16. hafta çocuğa ruhun üflendiği haftadır.
 
Kur’an bu haftadan itibaren cenine insan adı vermektedir. Dolayısıyla ikinci görüşte belirtildiği gibi bu aydan sonra çocuk ölü olarak da doğsa diğer insanlar gibi cenazesinin yıkanması ve namazının kılınması gerekir.

——————————————————————————–
[1] Birbirine metin veya sened itibariyla bir ya da daha fazla ravi tarafından, aralarını cem ve telif etme imkanı olmayacak şekilde farklı biçimde rivayet edilen hadis.

Cenaze ile ilgili uygulamalar ilk olarak ne zaman başladı?

Maide suresinin 31. ayetinde Âdem’in iki oğlundan Kabil’in, öldürdüğü kardeşi Habil’in cesedini gömmesi için Allah’ın ona bir karga gönderdiği şöyle anlatılmaktadır:

İçinden bir dürtü onu, kardeşini öldürmeye itti ve öldürdü. Böylece kaybedenlere karıştı gitti.

Derken Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstermesi için, yeri eşeleyen bir karga gönderdi. “Yazık bana, ne kadar da aciz kaldım?! Şu karga kadar olup kardeşimin cesedini gömemedim?” dedi. Sonra ettiğine pişman oldu.” (Maide, 5/30-31)

Görüldüğü gibi ilk insanlardan beri cenazelerin gömüldüğü net bir şekilde anlaşılmaktadır. Bunun dışında cenazenin yıkanması, üzerine namaz kılınması gibi hususların da ilk nebilerden -özellikle de- Nuh aleyhisselamdan beri var olduğu söylenebilir. Zira Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Allah, Nuh’a buyurduğunu sizin için bu dinin şeriatı yapmıştır. Sana vahyettiğimiz, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya emrettiğimiz şudur: Dini ayakta tutun, o konuda ayrılığa düşmeyin…” (Şûrâ, 42/13)

Nebimizin sünnetinde de cenazeler yıkanır, kefenlenir, namazı kılınır ve gömülür. Yukarıdaki ayete göre onun bu sünneti ta ilk nebiye dayanmaktadır.

Büyünün etkisinden kurtulmak için neler yapılmalı?

Bu tür şeyler insanın içini daraltır. İnsan kendini rahatlatmak ister. Kur’an-ı Kerim’in bir özelliği de okundukça insanı huzura kavuşturmasıdır. Çünkü o, insanlar için bir rahmet ve şifadır:

“Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerde olan (dertlere) bir şifa, mü’minler için bir hidayet ve rahmet gelmiştir.” (Yunus, 10/57)

“Biz Kur’an’dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, mü’minler için bir şifa ve rahmettir; zalimlerin ise yalnızca ziyanını artırır.” (İsra, 17/82)

Kur’an’ın bir diğer adı da “zikir” dir:

“O Zikri (Kur’an’ı) biz indirdik ve onu elbette biz koruyacağız.” (Hicr, 15/9)

Kur’an’ı Zikir olarak vasıflandıran Allah-u Teala, kalplerin ancak bu zikri okumakla tatmin olacağını bildirmektedir:

“(Onlar) İman edenler ve gönülleri Allah’ın zikri ile sükunete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ın zikri ile sükunet bulur.” (Ra’d, 13/28)

Bu ayetlerde işaret edildiği gibi Kur’an okumak insanı huzura sevk eder, ona şifa ve gönül huzuru verir. Bu sebeple müslüman bir insanın, her daim Kur’an’ı anlayarak okuması ve ondan öğrendiklerini hayatına geçirmesi lazımdır ki her türlü kötülüklere karşı sağlam bir koruyucusu olsun.