Büyü, bir olayın gerçek sebebini gizleyerek insanları etkilemek ve yanlış yönlendirmek için kullanılan yalan ve iftiralar bütünüdür. O yolla tedavî mümkün değildir. Eğer bioenerji yoluyla insanlara faydalı olunabiliyor ve bazı hastalıklar tedavî edilebiliyorsa bunun bir sakıncası olmaz. Çünkü bir şeyin helal olması esastır. Haram ve yasak olması için delil aranır, bioenerji konusunda da bir yasak yoktur.
Yazılı Fetvalar
Vize ile bir ülkeye girmiş olan kişi, onların yasalarına uymayı kabul etmiş, buna karşılık onlar da bu kişiye karşı bir takım sorumluluklar üstlenmiş olurlar. Trafik kuralları gibi hem bireyi hem de toplumu yakından ilgilendiren bir konuda kurallara aykırı davranmak bir Müslümana yakışacak davranış değildir. Bu durumda sıra ceza ödemeye gelince “tağutun bekçilerine sermaye ödememe” bahanesine sarılmak kabul edilemez. Kurallara uymak zorundasınız. Uymazsanız ceza ödemeye razı olmalısınız.
Allah-u Teâla şöyle buyuruyor:
“Müminler müminleri bırakıp da kâfirleri veli edinmesinler. Bunu kim yaparsa Allah’tan bir şey beklemesin, onlardan korunmak için yaparsanız o başka. Allah, sizi kendisinden sakınmanız için uyarır, dönüşünüz Allah’adır.” (Ali İmran 3/28)
Siz, müminlerin velayetini bırakarak kâfirlerin velayetine geçmiyorsunuz, ayrıca bu tavrınız sizin için bir koruma sağlamaktadır.
Allah Teala kâfirlerin veliliğini kabul etme konusuna şöyle açıklama getirmektedir.
“Allah, din hususunda sizinle savaşmayan ve sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik etmenizi ve değer vermenizi yasaklamaz. Allah değer bilenleri sever.
Allah sadece, din hususunda sizinle savaşmış, sizi yurdunuzdan çıkarmış ve çıkarılmanıza destek vermiş kimselere yakınlık göstermenizi yasaklar. Onlara yakınlık gösterenler zalimlik etmiş olurlar.” (Mümtehine 60/8-9)
O ülkeler sizin dininize karışmazlar. Oralarda hâkim olan hukuk sistemi herkesin inancını yaşamasına müsaade eder. Ayetlerdeki diğer yasakları da bunlar yapmamışlardır. Dolayısıyla yukarıda belirttiğiniz iddiaların tamamı yersizdir.
Eğer bulunduğunuz ülkeler dininizi hafife alıyor ve alay konusu yapıyorlarsa, onların vatandaşlığına giremezsiniz. Allah Teala şöyle buyuruyor:
“Müminler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi hafife alan ve oyun konusu yapan kimseleri ve diğer kâfirleri kendinize veliler yapmayın. İnanıyorsanız Allah’tan korkun.” (Maide 5/57)
Vadeli çekleri vadesinden önce belirli yüzdeler karşılığında nakite çevirmek faizli bir işlemdir. Bugün 90 lira borç alıp 1 ay sonra 100 lira ödemek ne ise bu işlem de aynıdır.
Kedi alım satımının caiz olduğuna dair dört mezhep de olumlu görüş bildirmiştir.
Fakat köpek alım satımı yasaklayan bazı hadisler bulunmaktadır. (Buhari, Buyu’, 113; Müslim, Müsakat, 39 (1567)
Bu hadislerden yola çıkan Şafii ve Hanbelî mezhepleri köpek satışını caiz görmemektedirler.
Maliki mezhebi Nesâî’de geçen bir hadise dayanarak (Nesai, Buyu’, 91) sadece av köpekleri ile bekçi köpeklerinin satılmasının caiz olduğunu söylemektedir. “Satımı caiz görülen bu köpek grubu içine günümüzde suçluların takibi, uyuşturucu maddelerinin tespiti vb. amaçlar için kullanılan iz süren köpekler de girer.” (Hüsameddin Affâne, Fıkhî ve Ahlâkî Yönleriyle İslam’da Ticaret, Terc: Servet Bayındır, Polen Yayınları, İstanbul, 2007, s: 168)
Hanefi mezhebi ise köpeğin, kendisinden faydalanılabilen bir mal olduğunu, köpek satışını yasaklayan hadisin İslam’ın ilk devirlerine ait olduğunu fakat bunun daha sonra kaldırıldığını söyleyerek her cins köpeğin satışını caiz görmektedir. (Kâsânî, el-Bedâiu’s-Sanâi’, c:5, s: 143)
İslam hukukçularının çoğunluğu borçluların mallarına haciz konup satılmasını caiz görürler. Bu şekilde satılan malı almak da helaldir. Bu hükme varırken en önemli hukukî dayanak, Peygamberimizin Muâz b. Cebel’in iflâsına karar vererek mallarına haciz koyup sattırması ve satıştan elde edilen parayı alacaklılara dağıtmasıdır. (Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, c: 5, s: 275-276; ayrıca bkz: Müslim, Müsâkât, 18) Hz. Ömer de Üseyfi’ el-Cühenî adında bir kişinin mallarına haciz koyup sattırmış ve elde edilen paraları alacaklılara dağıttırmıştır. (Serahsi, el-Mebsût, c: 24, s: 164)
Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Ödeme gücü bulunan bir kimsenin borcunu ifa etmeyip geciktirmesi onun cezalandırılmasını ve kınanmasını helâl kılar.” (Buhari, İstikraz, 14)
İbrahim en-Nehai, İbn Sirin, Zeyd b. Ali, Ebu Hanife, İmam Züfer gibi âlimlere göre borçlu hacredilemez ve malı haciz konularak satılamaz. Çünkü haciz, borçlunun mallarının onun rızası olmadan satılması demektir. Mal sahibinin rızası bulunmayan akid ise sahih değildir. Bu âlimlere göre uygulanacak ceza, borçluyu borcunu ödeyinceye kadar hapsetmektir. Ebu Hanife, haciz yoluyla satışın caiz olmadığı yolundaki hükmüne varırken özellikle “Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret olması hali müstesna mallarınızı batıl yollarla aranızda yemeyin.” (Nisa, 4/29) mealindeki ayetle “Müslüman kişinin malı ancak gönlünün rızası ile helal olur.” (Darekutni, III, 26) mealindeki hadisi gösterir.
Ancak Ebû Hanîfe, borçlunun malına haciz konulup cebrî icra yoluyla satılmasını kural olarak caiz görmemekle birlikte bazı durumlarda borçlunun malının cebren alınarak alacaklıya verilebileceğini kabul etmiştir. Şöyle ki: Alacağın cinsiyle borçlunun malının cinsi aynı ise, meselâ alacak altın ise borçlunun da altını varsa borçlunun borcu cebren ödetilir. Hatta Ebû Hanîfe, para alacaklıları için istihsânen ikinci bir çözüm şeklini de kabul etmiştir. Buna göre meselâ borçlunun borcu altın ve malı da gümüşse hâkim borçlunun gümüşünü satarak altın alır ve bu altını alacaklıya verir. (Fahrettin Atar, “Haciz”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 14, s: 518-519)
Haczedilen malların satışının caiz olması, onların satın alınmasının da caiz olmasını gerektirir.
Firmalar ziyaretçi sayıları yüksek olan internet sitelerine reklam veriyorlar. Site sahipleri bu reklamların tıklama sayısına göre o firmalardan ücret alıyor. Daha sonra site sahipleri sizlere, mail gruplarına vs. mail göndererek bu linkleri tıklamanızı, tıkladığınızda hesabınıza nakit puanlar geleceğini söylüyor, siz de tıklıyorsunuz. Böylece o firmanın reklamı çok tıklanmış gözüküyor. Site sahibi de kazandığı paradan size nakit puanlar veriyor.
Bu sistem, reklam veren firmayı aldatmaya dayalı bir sistemdir. Dolayısıyla sizin bu sistemde yer alıp bu çarka dahil olmanız caiz olmaz.
Dinimizde “ne zarara uğramak vardır ne de zarara uğratmak.” (Ahmed b. Hanbel, 1/313)
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Bu sözün bir dayanağı yoktur. Bu, fiyatların karşılıklı rıza ile oluşmasını emreden ayete de aykırıdır. Çünkü fiyatlar arttığı halde eldeki malın eski fiyatla satılmasını istemek satıcıyı, razı olmayacağı bir satışa zorlamak olur. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Müminler, mallarınızı aranızda haksız yollarla yemeyin, ama karşılıklı rıza ile yapılan bir alım satımla yiyebilirsiniz.” (Nisa 4/29)
Allah’ın Elçisi, ona dua ve selâm olsun, şöyle demiştir:
“Gönül rızası yoksa kimsenin malı kimseye helâl olmaz.” (Ahmed b. Hanbel, V/72)
İslam Hukuku alışverişte kâr haddi tespit etmemiştir. Piyasa, dış müdahalelerden uzak bir şekilde serbestçe oluşur ve mal piyasa fiyatına göre satılır. Kâr oranının çok veya az olması önemli değildir. Satıcı, malını fahiş fiyatla satamaz. Fahiş fiyat, piyasa fiyatının üstüne çıkan fiyattır. Fahiş fiyat, belli bir orana çıkınca, aldatılan taraf, satışı bozabilir. Sorunuzda geçen oranlar, Mecelle’nin 165. maddesinde belirlenmiş olan fahiş aldatma (gabn-ı fahiş) ile ilgili oranlardır. Mesela bir kişi piyasa değeri 100 lira olan bir malı 105 liraya satın alır ve sonra aldatıldığını anlarsa malı geri verip parasını alabilir. Yani bu kişinin alış-verişi bozma hakkı vardır.
Aldatılma sırf müşteri için değil, satıcı için de söz konusudur. Mesela zamanımızda sık sık fiyatlar yükselmektedir. Piyasada bir malın fiyatı yükseldiği halde bundan haberi olmadan malını piyasa fiyatının altında bir fiyatla satan bir satıcı, daha sonra aldatıldığını iddia ederse bakılır, eğer malını piyasa fiyatının %5 noksanına satmışsa yaptığı satışı bozabilir. Mecelle’ye göre ticaret mallarında %5 olan aldatılma oranı, hayvan satışlarında % 10, taşınmaz mal satışlarında da %20’dir.
Lütfen aşağıdaki linkleri de tıklayın:
www.fetva.net/yazili-fetvalar/mecelle-bir-kar-haddi-tesbit-etmis-midir.html
www.fetva.net/yazili-fetvalar/imam-ebu-hanifenin-kar-haddini-sinirlamasi.html
Malı yeni oluşan fiyata göre satabilirsiniz. Malı satarken onu kaça aldığınıza bakılmaz, onun o günkü piyasa fiyatının ne olduğuna bakılır. 10 liraya aldığınız bir malın piyasadaki fiyatı 100 liraya çıkmışsa 100 liraya satarsınız. Diğer taraftan 100 liraya aldığınız bir malın fiyatı 10 liraya düşmüşse onu da 10 liradan satarsınız. Bu, alım satımın tabii kuralıdır.
Mecelle’nin 165. maddesinde belirtilen gabn-ı fâhiş hadlerini kâr haddi ile karıştıranlara rastlanmaktadır. Bunun kâr haddi ile ilgisi yoktur. Gabn-ı fâhiş ayrı bir konudur. Bu konuyu sitemizin İSLAM İKTİSADI bölümünden okuyabilirsiniz.
İlgili madde şöyledir:
“Gabn-i fâhiş, uruzda nısf-ı uşur ve hayvanatda uşur ve akarda hums mikdarı veya daha ziyade aldanmakdır.”
Ebû Hanife bir kâr haddi tesbit etmemiştir. Sözü edilen husus, kâr haddi ile değil, murabahalı satışla ilgilidir. Murabahalı satış, malın alış fiyatının, ya da mal oluş fiyatının eksiksiz belirtildiği, satıcının elde ettiği kârı, müşteriye tam olarak bildirildiği satıştır. Ebu Hanife’nin bu konudaki sözlerinin özeti şudur:
Bir kimse 10 liraya satın aldığı bir malı 20 liraya satar, sonra aynı malı tekrar 10 liraya alırsa bu mal ona bedavaya mal olmuş olur. Maliyeti sıfır olan bir malı murabahalı olarak %10, % 20 gibi bir kârla satmak mümkün olmaz. Sıfırın % 10’u, % 20’si de sıfırdır. Bu sebeple Ebû Hanife, böyle bir olayda murabahalı satış yapılamayacağını söyler. “Çünkü murabahalı satışta kâr, alış fiyatının belli bir oranıdır.” (Ebu Bekr b. Mes’ud el-Kâsânî, Bedâiu’s-sanai’ fi tertibi’ş-şerai’, c.V, s. 221)
Buna karşılık Ebû Yusuf ve Muhammed der ki, biz, ilk alım satımı dikkate almayız. Madem bu kişi bu malı tekrar 10 liraya satın almıştır, öyleyse murabaha oranı bu 10 lira üzerinden hesap edilir. (Bedâi’, c. V,s. 224)
Dolayısıyla Ebû Hanife’nin murabahanın gerçekleşmeyeceği yolundaki görüşünü, kâr haddi ile karıştırmak yanlıştır. Yoksa bu kişi bu malı murabahalı olarak değil de serbest pazarlık usulüyle, yani malın alış fiyatını veya maliyetini söylemeden tekrar 20 liraya satsa Ebu Hanife’ye göre bunun bir mahzuru yoktur.
Alım satımda kâr haddi olmaz. Nebimiz fiyatların serbest rekabet ortamı içinde oluşmasına önem vermiş, bunlara engel olacak şeyleri yasaklamıştır.
Medine’de fiyatlar yükselmiş, halk Resulullah’tan “narh” koymasını istemişti. Narh, bir malın en çok kaça satılabileceğinin yetkili makam tarafından belirlenmesi demektir. Bu istek üzerine Resulullah şöyle demişti:
“Fiyatları belirleyen, daraltan, genişleten ve rızık veren yüce Allah’tır. Benim asıl istediğim, sizden birinizin kanı ve malı konusundaki bir haksızlıktan dolayı benden bir talebi olmadan Rabbime kavuşmaktır.” (Tirmizi, Büyû 73)
Bu sözüyle o, narh koymayı yasaklamıştır. Bazı fakihlerin narha fetvâ vermeleri tamamen zorunlu hallerle ilgilidir. Ama bu fetvalar hem konan yasağa aykırı hem de uzun vadede halkın zararına sebep olmaktadır. Çünkü narh konunca piyasaya daha az mal gelir. Kıtlık ve karaborsa yüz gösterir. Bolluk ve ucuzluk ancak serbest piyasa ile sağlanabilir.
Bir malı peşin fiyatına nispetle farklı bir fiyat ile vadeli olarak satmak caizdir. Bu konuda mezhepler arasında bir ihtilaf yoktur.
Birçokları böyle bir muamelede faiz tahakkuk ettiğini zannetmektedirler. Hâlbuki burada paranın malla değişimi söz konusudur. İslam hukukuna göre böyle bir muamelede faiz meydana gelmez. Mesela bir malı peşin 1.000 liradan ve veresiye 2.000 liradan almak veya satmak caizdir. Peşin ile veresiye arasındaki fark faiz değildir. (Kemaleddin b. Hümam, Fethü’l-Kadîr,V/218, Bulak 1316.)
Veresiye alışverişlerde akit yapılırken satışa konu olan mal, ödenecek fiyat ve ödeme zamanı belli olmalıdır. Bu üç şart yerine geldikten sonra peşin ve veresiye fiyatların farklı olması önemli değildir. (Şemsüddin es-Serahsî, el-Mebsût, XIII/8, Bab’ül-büyû’il-faside, Şafiî mezhebinden Tuhfet’ül-Muhtâc bi Şerhi’l-Minhâc, II/37, Bab’ül-Büyû’il-Menhiyyi anha vemâ yetbeuha.)
Bununla ilgili görüntülü cevaplarımız için lütfen aşağıdaki linkleri tıklayınız:
www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/taksitli-alisverislerdeki-vade-farki-faiz-midir-degil-midir.html
www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/bir-malin-vadeli-fiyati-pesin-fiyatina-gore-farkli-olabilir-mi.html
Malların peşin ve veresiye fiyatları birbirinden farklı olabilir. Müşteriyi aldatmamak ve onun piyasayı bilmemesinden istifade etmemek şartıyla piyasa şartlarına göre, malların peşin veya veresiye satış fiyatını serbestçe tespit edebilirsiniz.
Konu hakkında geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linki de tıklayınız:
Borç alırken bir fazlalık şart koşulmadığı takdirde bunun dinen bir mahzuru yoktur. Hatta Şafiî mezhebine göre böyle bir davranış sünnettir.
Mu’minun suresinin 101. ayetinden surenin sonuna kadar, kıyamet günü sûra üflendikten sonra yaşanacaklar anlatılmıştır. 103. ayetten itibaren tartısı hafif gelen kâfirlerin başlarına gelenler anlatılırken onların Allah’ın ayetleri karşısında yalana sarıldıkları (103. ayet), mü’minlerle alay ettikleri (109-110. ayetler) belirtilmiş ve sonra onlara dünyada ne kadar süre kaldıkları sorulmuş, onlar da bir gün veya daha az bir süre kaldıklarını söylemişlerdir. (112-114. ayetler).
Görüldüğü gibi burada kendilerine sorulanlar cennete girenler değil; cehenneme girenlerdir.
Kur’an-ı Kerim’de buna benzer birkaç ayet daha bulunmaktadır ve hepsinde dünyada ne kadar kaldıkları sorulan veya kendileri ne kadar az bir süre kaldıklarını söyleyenler hep cehennemlik olan kâfirlerdir. İlgili ayet numaraları aşağıdadır.
Yunus, 10/45; İsra, 17/49-52; Tâhâ, 20/102-104; Rum, 30/55-57; Ahkâf, 46/35; Nâziât, 79/42-46
Allah’ın ayetlerini insanların sözlerine göre değerlendirmek doğru olmaz. Zira Allah Kur’an’ı açıklama görevini bizzat kendisi üstlenmiştir.
“(Ya Muhammed!) Cebrail sana Kur’ân’ı bildirirken, aceleyle dilini harekete geçirme.
Onu toparlamak ve okutmak bizim işimizdir.
Biz okuduğumuzda onun okunuşunu takip et.
Sonra onu açıklamak da bizim işimizdir.” (Kıyâmet 75/16-19)
“Elif, Lâm, Râ. Bu öyle bir kitaptır ki, âyetleri muhkem kılınmış, sonra hakîm olan ve her şeyin iç yüzünü bilen Allah tarafından açıklanmıştır.” (Hûd 11/1)
Bu yüzden bir ayeti anlamak için başka ayetlere bakmak, ayetleri topluca değerlendirmek gerekir. Cennet ve Cehennemle ilgili ayetlerin bazılarında mü’minlerin cennette kâfirlerin ise cehennemde ebedi olarak kalacakları açık bir ifade ile (hâlidîne fîhâ ebeden) belirtilmiştir. (Bkz: Nisa, 4/57, 122, 169; Maide, 5/119; Tevbe, 9/22, 100; Kehf, 18/3; Ahzab, 33/65; Tegabun, 64/9; Talak, 65/11; Cinn, 72/23; Beyyine, 98/8) Allah böyle dediğine göre bize de böyle inanmak düşer. Arapça’da hulûd bir şeyin bozulmadan, olduğu gibi kalacak durumda olmasıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Hiçbir beşere huld nasîp etmedik; sen ölürsen onlar muhalled mi kalacaklar?
Her nefis ölümü tadacakdır…” (Enbiya 21/34-35)
Ayete göre “huld” ölümsüzlük demek olur. Bu, dünya ile ilgili kullanılınca “uzunca bir süre”, Ahiret ile ilgili kullanılınca da “sonsuzluk” anlamına gelir.
Dolayısıyla “hâdis olan (sonradan var olan, var edilen) varlıklar ebedi olamaz” gibi basit mantık kaideleri ile Allah’ın ayetlerini tevil etmek doğru olmasa gerekir. Allah ne diyorsa onu öyle anlamak zorundayız. Yoksa hâşâ O’nu sorgulamak bizim haddimiz değildir. Bu yüzden bu tür meselelerde kafalarımızın karışmaması için insanların ne dediklerine değil; Allah’ın ne dediğine ve neyi nasıl dediğine bakmak durumundayız. O’nun kitabında herhangi bir ihtilaf, bir çelişki bulunmadığı için hem kafamız hem de gönlümüz rahat olur. Bu yüzden Allah Teala “Dikkat edin! Kalpler ancak ve ancak Allah’ın zikri ile mutmain olur” (Ra’d, 13/28) buyurmaktadır. Allah’ın zikri ise Kur’an’dır.
Bununla ilgili görüntülü cevabımızı aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz:
Sorunuza doğru bir şekilde cevap verebilmemiz için kıyamet sahnelerini anlatan ayetleri bir araya getirip değerlendirmemiz gerekmektedir.
Allah Teala kıyamet gününde bedenleri topraktan çıkardıktan sonra ölüm esnasında aldığı ruhları bedenlere geri gönderir. (Tekvir 7; Zümer 68)
Ruhlar bedenlere girdikten sonra insanlar dünyada 10 gün, 1 gün, bir akşam veya kuşluk vakti kadar kaldıklarını düşünecekler, bunu kendi aralarında gizlice konuşacaklardır. (Taha 103-104; Naziat 46; Yunus 45)
Tam bu sırada bir münadi (seslenici, çağırıcı) insanları hesap meydanına çağıracaktır. İnsanlar yayılmış çekirgeler, dağılmış kelebekler halinde olacak, bu sırada kâfirler gözleri yerlerinden fırlamış bir şekilde “bu, oldukça zor bir gündür” diyeceklerdir. (Kamer 7-8; Nebe 18)
Münadinin çağırması ile insanlar önderleri/imamları ile birlikte toplaşacaklar, bundan sonra her insanın yanına iki melek gelecek ve: “İşte sen bundan habersizdin. Şimdi gözünün perdesini kaldırdık, artık bugün gözün son derece keskindir” diyeceklerdir. Onlardan biri insanı kalktığı yerden hesap meydanına, oradan da cennet veya cehenneme götürecek olan melektir. Diğeri ise insana şahitlik edecektir. (Kaf, 21-22; İsra 71; Yasin 32, 53)
Her topluluk kendi önderi ile bir araya geldikten sonra Allah Teala kâfirlerin kulaklarını sağırlaştıracak, gözlerini körleştirecek, onları konuşamaz hale getirecek, ayaklarını bağlayacak ve yüzlerini karartacaktır. Sonra onlar kör, dilsiz ve sağır bir şekilde mahşere sevk edileceklerdir. (Taha 102, 124; İsra 72, 97; İbrahim 49; Âl-i İmran 106; Taha 108; Yasin 51, Mearic 43)
Mü’minler ise mahşere yürüyerek, gözleri görür, kulakları işitir ve dilleri konuşur bir şekilde sevk edileceklerdir. Yüzleri de ak olacaktır. (Zümer 60; Yunus 26; Abese 38)
Bu yolculuk esnasında kâfirlerin günahları, sırtlarına yüklenmiş olacaktır. (En’am 31; Taha 99-101; Nahl 23-25)
Bundan sonra tüm insanlar mahşer meydanında toplanacak ve her insanın yanındaki melek “işte şu yanımdaki hazır” diyecektir. (Kaf 23)
İnsanlar mahşere toplandıktan sonra Allah Teala kâfirlerin gözlerini ve kulaklarını açacak, dillerinin bağını çözecektir. Bu sırada onların gözleri yerinden fırlayacak, kalpleri ağızlarına gelecektir. Ve uzak bir yerden cehennemi göreceklerdir. (Furkan 11-12; İbrahim 42-43; Gafir 18)
Daha sonra hesap görülecek yani herkese kitapları verilecek, ameller tartılacak, neticesinde müminler cennete, kâfirler ise cehenneme gidecektir.
Sonuç olarak, Taha suresi 124. ayette belirtilen, Allah’ın zikrinden yüz çevirenlerin kör olarak haşredilmesinin kabirden çıktından sonra mahşer meydanına kadar olan yolculuk esnasında olacağı anlaşılmaktadır. Çünkü ilgili diğer ayetlerde tüm insanların kabirden çıktıktan sonra birbirine “bakarak” bir şeyler söyleyecekleri, mahşer meydanında da amel defterlerini ve cehennemi “görecekleri” açıkça ifade edilmektedir.
Nezir (adak) kurbanının etini, adakta bulunan kişi yiyemeyeceği gibi eşi, usul ve furuu da yani; annesi, babası, dedeleri, çocukları, torunları da yiyemez. Bu adağı sadaka olarak dağıtmak, fakir fukaraya vermek lazımdır. Şayet adak adayan kişi ve ailesi bundan yiyecek olurlarsa yediklerinin kıymetini sadaka olarak vermeleri gerekmektedir.