Dinimizde ne erkeklerin ne de bayanların saç kestirmelerini yasaklayan hiçbir delil bulunmamaktadır. Duyduğunuz şey, halk arasında dolaşan bir hurafeden ibarettir. Bayanların saçlarını kestirmeleri değil de saçlarını dinen kendisine yabancı olan erkeklere göstermeleri haramdır. Buna dikkat edildikten sonra bir bayanın hamile iken de hamile değilken de saç kestirmenin hiçbir sakıncası olmaz.
Yazılı Fetvalar
Kabir namazı veya nur namazı diye bir şey yoktur. İbadetler nass ile yani ayetler ve peygamberimizin uygulamaları ile sabit olur. Allah’ın istemediği, Peygamberimizin tavsiye etmediği böyle hurafelere itibar edilmemesi gerekir.
Böyle bir şey yoktur. Bu tamamen uydurmadır. İnsanlar ancak dünyada yaptıkları yanlış şeylerden dolayı azap göreceklerdir. Resim çektirmek bunlardan biri olmadığı için ölülerin resmine bakmak onlara azap vermez.
Hiçbir şeyde uğursuzluk yoktur. Bu tip inanışlar tamamen halkın zan ve kuruntularından ibarettir. Baykuş ötmesi, köpek havlaması, kara kedinin bir kişinin önünden geçmesi, merdiven altından geçmek, sabunlu suyun üstünden geçmek, salı günü işe başlamak veya yola çıkmak, gece aynaya bakmak veya tırnak kesmek vb. gibi pek çok şeyde uğursuzluk bulunduğuna inanmak, batıldır. “Nikahı kıyılan çiftlerin akşam dışarı çıkması uğursuzluk getirir” sözü de bunlardan biridir.
Uğursuzluk konusunda Peygamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Uğursuzluk yoktur, en güzel şey iyiye yormaktır.” (Buhârî, Tıp, 44)
Şeyh Ahmed adıyla yayınlanan vasiyetname tamamen uydurma olup dinimizin prensiplerine aykırıdır. Bu tip yazılar, halkı lüzumsuz işlerle meşgul edip ibadetlerden uzaklaştırmak gayesine yöneliktir. Bunlar, içimizdeki din düşmanlarının uydurmalarıdır. Görüldüğü yerde imha edilmesi icap eder.
Çünkü günah işlemekten pişmanlık duyup Allah’tan bağışlanmasını isteyen kimse sanki hiç günah işlememiş gibidir. Tevbelerin kabul olunmadığını söylemek günahkârların iyice günaha dalmasına sebep olur. Allah Teala, kendisine şirk koşulması dışında dilediği kimselerin bütün günahlarını affedebileceğini müjdelemiştir. (Bkz: Nisâ sûresi, 48. ve 116. ayetler)
Kıyametin ne zaman kopacağını vb. gayba ait bilgileri sadece Allah Teala bilir.
İbadete yönelip işlenen günahlardan tevbe etmek suretiyle değil de basit bir kâğıt parçasını yazıp çoğaltmakla sevap kazanmak dinimizin kurallarına tamamen aykırıdır.
Şeyh Ahmed Vasiyetnamesi ile ilgili olarak sitemizde bir yazı bulunmaktadır. Aşağıdaki linkten ulaşabileceğiniz bu yazıyı okumanızı tavsiye ederiz:
www.suleymaniyevakfi.org/yazilar/seyh-ahmedin-vasiyetnamesi-efsanesi.html
Evlilikle ilgili yasaklar sadece insanlar içindir; hayvanlar için bir yasak yoktur.
Kendilerine hiçbir fayda vermeyecek ve hatta zarar verecekse hayvanları kısırlaştırmak caiz değildir. Fakat evde beslenen kedi ve buna benzer diğer hayvanlarda durum farklıdır. Bu tür hayvanlar beslendikleri ortam dışındaki hayvanlarla bir araya geldiklerinde çeşitli hastalıklar kapabilmekte ve bu hastalıklar yüzünden ömürleri kısalmaktadır. Kısırlaştırma gibi çözümler bu tür hayvanlar için zarardan çok fayda sağlamakta, hatta ömürlerini uzattığı söylenmektedir. Dolayısıyla bu tür hayvanları “kendilerine gelebilecek zararları onlardan gidermek ve onlara fayda sağlamak” kuralına göre kısırlaştırma caiz olmalıdır.
Eğer hayvan insana gerçekten zarar verecekse, insan kendini koruyabilmek için o hayvanı öldürebilir. Ama hayvan insana zarar vermiyorsa, sadece ” bu hayvan insana zararlıdır” diyerek öldürülemez; bu günahtır.
Bahsettiğiniz hadis, Heysemî’nin Mecmeu’z-Zevâid adlı kitabında yer almaktadır. (Bkz: 9. cilt, 24. sayfa) Heysemî, hadisi Bezzâr’ın rivayet ettiğini ve senedinde yer alan ravilerin sahih olduğunu belirtmiştir.
Bu hadis, farklı metin ve senetlerle Zehebî’nin Mîzânu’l-İ’tidâl (1/651), Irâkî’nin Tahrîcu’l-İhyâ (4/182), Suyûtî’nin Hasâisu’l-Kübrâ (2/281), Aclûnî’nin Keşfu’l-Hafâ (1/368-369, hadis no: 1178) adlı kitapları gibi birçok hadis kitabında yer almıştır. Bunlardan bazıları için yukarıdaki gibi “senedi sahih” denilenler varsa da çoğunluğu hadis âlimleri tarafından “zayıf” kabul edilmiştir. Son dönem hadis âlimlerinden Nâsıruddîn el-Elbânî bu hadisin tüm yollarının “zayıf” olduğunu, hatta bazılarının mevzu yani uydurma olduğunu söylemiştir. (Elbânî, es-Silsiletü’d-Daîfe, 2/406)
Bu söz, tasavvufçular arasında “kenz-i mahfi (gizli hazine)” diye bilinir. Bunu tam olarak şöyle ifade ederler:
“Ben gizli bir hazine idim, bilinmeye muhabbet ettim, bilineyim diye mahlûkatı yarattım.”
“Ben gizli bir hazine idim, bilinmeye muhabbet ettim, halkı bilinmem için yarattım. Böylece kendimi onlara tanıttım, onlar da beni tanıdılar, bildiler.”
Keşif yoluyla hadis rivayeti yapılabileceğine inanan mutasavvıflar, Muhyiddin İbnu’l-Arabî’nin “bu hadis keşfen sahihtir ama naklen sabit değildir” sözüne dayanarak oldukça önemli saymışlardır. Fakat hadis ilminde naklen sabit olmayan bir sözün değeri olmaz. Bu yüzden muhaddisler bu söz için “Nebî’nin sözlerinden değildir”, “ne sahih ne zayıf hiçbir senedi bulunmamaktadır”, “uydurmadır”, “asılsızdır” gibi açıklamalarda bulunmuşlardır. (Geniş bilgi için bkz: Ahmet Yıldırım, Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Dayanakları, TDV Yayınları, Ankara, 2000, s: 98-99)
Tasavvufta keşf terimi “perde arkasında ve aklın ötesinde olduğu için gâib olan bazı şeyleri bilme”, hem de “Allah’ın tecellilerini temaşa etme” anlamında kullanılmıştır. Mutasavvıflara göre keşf ile cennet ve cehennemin görüntüsü ile melekler görülür. Ruh tam olarak saf hale gelip zaman ve mekân perdesi kalkınca geçmiş ve gelecekle ilgili olayların bilgisine ulaşılır.
Mutasavvıflar keşfe dayanarak Kur’an’ı tefsir ettikleri gibi bir hadisin veya hadis âlimlerine göre sahih olmayan bazı hadislerin sıhhatini keşf yoluyla tespit ettiklerini söylemişlerdir. Nitekim İsmail Hakkı Bursevî, “Ben gizli bir hazine idim …” hadisi üzerinde dururken bu hadisin rivayet açısından sabit olmasa bile keşfen sahih olduğunu söylemiş, Abdülazîz ed-Debbâğ birçok hadisin sahih olup olmadığına keşf ile hükmetmiş, Şah Veliyyullah Dihlevî ed-Dürrü’s-Semîn’de, rüyada gördüğü Hz. Peygamber’den işittiği müjdeleyici nitelikteki hadisleri rivayet etmiştir. Mutasavvıfların bu görüşü hadis âlimleri tarafından reddedilmiş, keşfe dayanılarak bir hadisin Resûl-i Ekrem’e ait olup olmadığını tespit etmenin mümkün olmadığı görüşü savunulmuştur.” (Süleyman Uludağ, “Keşf” Diyanet İslam Ansiklopedisi, Ankara, 2002, c: 25, s: 315-317.)
Tasavvufta keşfin yeri, keşfi bilgide hata olup olmayacağı, keşf-vahiy ilişkisi, keşf-gayb bilgisi gibi konularda mutasavvıfların görüşlerinin neler olduğunu merak edenler Prof. Dr. Süleyman Uludağ’ın yukarıdaki ansiklopedi maddesini ve Prof. Dr. Reşat Öngören’in “Bir Bilgi Kaynağı Olarak Tasavvufta Keşfin Değeri” adlı makalesini okuyabilirler. (Makalenin yayınladığı kaynak: İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 5, Yıl: 2002, İstanbul-2002, s: 85-96)
Ebû Hureyre radıyallahu anh’ın rivayet ettiği bir hadise göre Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem:
– “Allah Teâlâ hiçbir peygamber göndermemiştir ki davar çobanlığı yapmış olmasın” buyurdu.
Bunun üzerine sahâbîleri:
– Sen de mi? diye sordular.
Peygamberimiz:
– “Evet, ben de Mekke ahâlîsi için karârît üzerine (ücretle) koyun güderdim” buyurdu. (Buhârî, İcâre, 2)
Görüldüğü gibi hadis Buhârî hadisidir, senet açısından sahihtir. Hadiste herhangi bir peygamberin bundan istisnası olduğu bildirilmemiştir. Hatta Buhârî hadislerini şerh eden İbn Hacer’in Fethu’l-Bârî adlı kitabında, Nesâî’ye dayanılarak yer verilen bir rivayette Musa ve Davud aleyhisselamın çobanlık yaptıkları açık bir şekilde bildirilmiştir. (İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, c: 10, s: 4, “Kitâbu’l-İcâre”, ikinci bâb, 2262. hadisin şerhi )
Rivayetlere göre Hayber gazvesi dönüşünde Resûlullah ve ashabı bir yerde konaklamışlardı. Nöbetçi kalan Bilal radıyallahu anh’ın uykuya kalması sebebiyle Peygamberimiz ve beraberindekiler sabah namazını kaçırmışlardı. Bunun üzerine Peygamberimiz ashabına: “Haydi kalkın, size gaflet gelen yerinizi değiştiriniz” buyurdu ve Bilâl’e emretti, o da ezan okudu, kamet etti ve Peygamberimiz onlara namaz kıldırdı.” (Ebu Davud, Salât, 11)
Bu hadis hakkında İmam Kurtubi’nin şunları söylediği nakledilmiştir:
“Ulema, buradaki yer değiştirme emrinin sadece olayın geçtiği yer için mi yoksa kişiye gaflet çöken her yer için mi geçerli olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bunun yanı sıra bu yer değiştirmenin sadece Peygamberimize mi has olduğu yoksa gaflete düşen, unutan ve uykuya dalan herkesi kapsayıp kapsamadığı konusunda da ihtilaf edilmiştir. İmam Gazali, bu hadisten hareketle, olayın geçtiği o yerde namaz kılmayı mekruh kabul etmiştir. İmam Sübki ise bu konuda Gazali’ye karşı çıkıldığını söylemiştir.” (Bkz: Muhammed Zekeriyya b. Yahya el-Kandehlevî, Bezlu’l-Mechûd (talikinde), Beyrut, trs, c: 3, s.253.)
Yine bu hadisin şerhinde Mahmud Muhammed Hattab es-Sübki, “bu hadis şeytanın bulunduğu düşünülen yerleri değiştirmenin meşru olduğuna delildir” demiştir. (Sübki, el-Menhel, c: 4, s: 27)
İbn Adiyy, İbn Hibbân, Ebû Nuaym, İbnü’s-Sünnî ve Aclûnî gibi bazı hadisçilerin kitaplarında şöyle bir hadis nakledilmektedir:
“Kim ikindiden sonra uyur da aklını kaçırırsa sadece kendini kınasın, başkasını/başka şeyi değil!”
Bu hadisin isnadında bulunan Halid b. Kasım hakkında İbn Raheveyh ve Sa’dânî “yalancı”, İmam Buhari ve Nesai, “metrûk”, İbn Hibbân ise “onun hadisini yazmak helal değildir” demişlerdir.
Hadisin başka bir rivayetinde ise Abdullah İbn Lehîa bulunmasından dolayı hadisçiler tarafından bu da zayıf kabul edilmiştir.
(Bkz: el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid ve Menbau’l-Fevâid, c: 5, s: 116; İbnü’l-Cevzî, Kitâbu’l-Mevdûât, Thk. Tevfik Hamdân, 2. baskı, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 2003, c: 2, s: 263; Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed b. Arrâk el-Kinânî, Tenzîhu’ş-Şerîati’l-Merfûa ani’l-Ahbâri’ş-Şenîati’l-Mevdûa, Thk: Abdulvehhâb b. Abdullatîf, Abdullah Muhammed es-Sıddîk, 2. Baskı, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1981, c: 2, s: 290, hadis no: 30; Muhammed b. Ali eş-Şevkâni, el-Fevâidu’l-Mecmûa, Thk. Abdurrahman el-Muallimî, 2. Baskı., Beyrut, 1392 h., s. 216; hadis no: 649.)
Bu zayıf hadise istinaden bazı âlimler, ikindiden sonra uyumayı mekruh kabul etmişlerdir.
Bu âlimlerin bir dayanağı da, ikindiden sonra uyumanın sağlık açısından da zararlı olduğu yönündeki bilgileridir. Zaman zaman basında da bu uykunun bünyeye zarar verebileceğine dair haberler yer almaktadır. Mesela bunlardan biri şöyledir:
“Saat 22:00’de tansiyon ve kalp atım sayıları düşer, saat 04:00’ten sonra tansiyon ve kalp atışlarında yükselme başlar. 15:00 ve 18:00 saatleri arasında da en üst seviyeye ulaşır. Dolayısıyla tansiyon ve kalp atımının yüksek olduğu ve hücrelerin en üst derecede metabolize olduğu ikindi vaktinde uyunmamalıdır. Aksi takdirde yüksek tansiyon ve kalp rahatsızlığına davetiye çıkarılmış olur.” (Dr. Aslan Mayda’dan Naklen: İbrahim Işık, Din ve Bilim Açısından Uyuma Vakitleri, Tefekkür Dergisi, Yıl: 2006, Sayı: 8, www.tefekkurdergisi.com/Yazi-Bilim_ve_Din_Acisindan_Uyuma_Vakitleri-333756.html)
Sorunuzla ilgili geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:
www.suleymaniyevakfi.org/hadis-arastirmalari/kutsi-hadisler.html
Taberânî gibi bazı kaynaklarda Nebîmiz Muhammed aeyhisselamın cennette Meryem validemiz, Firavunun mü’min olan karısı Asiye ve Musa aleyhisselamın kız kardeşi Gülsüm ile evleneceğine dair bazı hadisler rivayet edilmektedir. Bu hadisler Kur’an’a terstir. Çünkü Allah Teala Nebimiz’e şöyle bir emir vermiştir:
“(Ya Muhammed) De ki: Ben resullerin /Allah’ın elçilerinin ilki değilim. Bana da size de ne yapılacağını bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” (Ahkaf 46/9)
İddia edilen evliliklerle ilgili olarak Kur’an’da en küçük bir işaret yoktur. Bu sebeple kimse böyle bir iddiada bulunamaz. Bu konu ile ilgili rivayet edilen hadisler de doğru kabul edilemez. Zaten hadis âlimleri, yukarıdaki rivayetlerin delil alınamayacak derecede zayıf olduğunu belirtmişlerdir. (Bkz. el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid ve Menbau’l-Fevâid, c: 9, s: 218)
Peygamberimizin, bazı sahabileri cennetle müjdelediğine dair sahih hadis kitaplarında hadisler mevcuttur. (Bkz: Müslim, Fedailü’s-Sahâbe, 28; Tirmizî, Menâkıb, 26; Müsned, 1/187, 188) Bu hadisleri aşağıdaki ayetlerle birlikte düşünmek gerekir.
“(İslâm dinine girme hususunda) öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.” (Tevbe, 9/100)
Bu ayete göre yukarıda zikredilenler cennete girmekle müjdelenmiştir. Fakat bu müjde “kayıtsız şartsız bir müjde” değildir! Yani onlara “şu an içinde bulunduğunuz güzel durumu devam ettirdiğiniz yani durumunuzu değiştirmediğiniz sürece cennetliksiniz” denilmiş olmaktadır. Benzer bir durumu Meryem validemizin üstün vasıflarının anlatıldığı şu ayetlerde görmekteyiz.
“Bir gün melekler şöyle dedi: Meryem! Allah seni seçti, seni arındırdı ve seni bu çağın kadınlarından üstün kıldı.
Bak Meryem! Rabbine içten boyun ey. Secdeye kapan ve rükû edenlerle birlikte sen de rükû et.” (Âl-i İmrân, 42-43)
Görüldüğü gibi Allah Teala Meryem validemizi seçkin ve tertemiz bir kul yaptığını ve diğer kadınlardan üstün kıldığını bildirdikten sonra ona Rabbine boyun eğmesini, secdeye kapanmasını ve rükû edenlerle birlikte rükû etmesini emretmiştir. Yani bu üstün vasıflarının devam etmesinin bu emirleri yerine getirmesine bağlı olduğunu bildirmiştir.
Bu açıdan Peygamberimizin, sahabeden bazılarını cennetle müjdelemesi, onların cennete girme garantileri olarak değil, iyi durumlarını değiştirmedikleri müddetçe Allah’ın izni ile cennetlik olacaklarının bir müjdesidir. Bu müjde sadece onlar için değil; iman etmiş ve amel-i salih işlemiş her müslüman için de geçerlidir. Şu ayet bunu açık bir şekilde göstermektedir:
“İnanan ve iyi işler yapanlar yaratılmışların en hayırlılarıdır. Rableri katında onlara verilecek karşılık, içinden ırmaklar akan kalıcı bahçelerdir/cennetlerdir. Sürekli kalmak üzere oraya gireceklerdir. Allah onlardan razı, onlar da Allah’tan razıdır. İşte bu, Rabbinden çekinen kimseler içindir.” (Beyyine, 98/7-8)
www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/yasarken-cennetle-mujdelenen-kisiler-var-midir.html
Enes b. Mâlik radıyallahu anh’tan rivâyete göre, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Tüm harcamalar Allah yolunda sayılır yani kişiye sevap kazandırır, sadece bina ve inşaata yapılan harcamalarda hayır yoktur.” (Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme, 40)
Tirmizi, kitabına aldığı bu rivayetin garîb (senedinin bir veya birkaç tabakasında râvî adedi bire düşen hadis) olduğunu bildirmiştir. Yani hadis, bu haliyle zayıftır. Fakat hadisin bir benzeri ama sahih olan rivayeti Buhari’de şöyle geçmektedir:
Kays İbn Ebî Hazım şöyle dedi: Biz kendisine hasta ziyareti yapmak için Habbâb (İbnu’l-Eret)’ın yanına girdik. Habbâb (karnını) yedi yerinden dağlamış hâldeydi. Bu ziyaretimizde Habbâb şöyle dedi:
– Bizden evvel geçen ve (Peygamber zamanında ölüp) giden arkadaşlarımız vardır ki, dünya onların (âhiret saadetlerinden) bir şeylerini eksiltmemişti. (Çünkü dünyada darlık içinde yaşadılar. Bize gelince: Biz (fetihler sebebiyle) o kadar dünyalığa kavuştuk ki, bugün onu topraktan (köşkler yapmaktan) başka sarf edecek bir yer bulamıyoruz. Eğer Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bize ölüm temennisini yasaklamamış olsaydı, muhakkak ben (şu hastalık ızdırabından dolayı) ölümü temenni ederdim!
(Kays dedi ki:) Bir müddet sonra Habbâb’ı bir kere daha ziyaret ettik. O, kendisine ait bir duvar bina etmekle meşguldü. Bize:
– Müslüman, infak ve harcama yapmakta olduğu her şey hususunda sevaba nail kılınır, yalnız şu toprak içine sarf etmekte olduğu mal hakkında sevaba nail kılınmaz! Dedi.” (Buhari, Merdâ, 19.)
Bu hadisi şerh eden hadis âlimleri, insanın yaparken sevaba nail olmayacağı binanın “ihtiyacından fazla olan bina/ev” olduğunu belirtmişlerdir. (Bkz: İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, c: 21, s: 243, 5672. hadisin şerhi; el-Aynî, Umdetu’l-Kârî, c: 17, s: 359)
Demek ki ihtiyacı olan binayı/evi yaparken harcanan mal da infak kapsamına dâhil olup kişiye sevap kazandırmaktadır.
Ebû Hureyre radıyallahu anhtan rivayete göre, şöyle demiştir:
”Sevdiğini ölçülü sev, belki bir gün düşmanın olabilir. Kızdığına da ölçülü kız, belki bir gün dostun olabilir.” (Tirmizî, Birr ve’s-Sıla, 60)
Tirmizî: “Bu hadis garîb (senedinin bir veya birkaç tabakasında râvî adedi bire düşen hadis) olup, sadece bu senetle ve bu şekliyle bilmekteyiz. Eyyûb’ten başka senet ile de rivayet edilmiş olup Hasan b. Cafer’den gelmiştir. Ali’den gelen bir isnadla bu kimsenin rivayet ettiği hadis zayıftır. Sahih olan rivayet, bu hadisin Ali’den mevkuf olarak yapılan rivayetidir.”
Bu rivayet, aşağıdaki ayetle birlikte düşünüldüğünde daha da bir anlam kazanmaktadır:
“İyilikle kötülük bir olmaz. O halde sen kötülüğü en güzel tarzda uzaklaştırmaya bak. Bir de bakarsın ki seninle kendisi arasında düşmanlık olan kişi candan, sıcak bir dost oluvermiş!” (Fussilet, 41/34)
“Kibirliye karşı kibirlenmek sadakadır.” (التكبر على المتكبر صدقة et-tekebburu ale’l-mutekebbiri sadakatun) sözü, halk arasında meşhur olmuş sözlerden biri olmakla beraber hadis değildir.
Bu söz “Kibirlenen kişiye karşı kibirlenmek ibadettir”, “Kibirlenen kişiye karşı kibirlenmek hasenedir, güzel bir davranıştır.” Şeklinde de meşhurdur. (Bkz: Molla Aliyyü’l-Kârî, el-Esrâru’l-Merfûa fi’l-Ehâdîsi’l-Mevdûa (el-Mevdûâtu’l-Kübrâ), Thk: Muhammed b. Lütfi es-Sabbâğ, 2. Bs., Beyrut, 1986, s: 175; hadis no: 142; İsmail b. Muhammed el-Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, 3. bs., Beyrut, 1988, c. 1 s. 313, hadis no: 1011)
Mü’min bir insan kimseye karşı kibirlenmez. Fakat o “inananlara karşı saygılı, kâfirlere karşı başı dik olur. Allah yolunda cihad eder ve kınayanın kınamasından da korkmaz.” (Mâide, 5/54) Kibirlenmek başka; haksızlık karşısında, kâfirin karşısında dik durmak başkadır. Müslüman her zaman ve her yerde izzetini, şerefini korumak durumundadır.
Allah Teala Kur’an-ı Kerim’de Müslümanlara, düşmanlarına karşı her daim hazırlıklı bulunmalarını emretmiş ve şöyle buyurmuştur:
“Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın. Onunla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah’ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir, siz asla haksızlığa uğratılmazsınız.” (Enfâl, 8/60)
Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem bu ayette geçen “kuvvet” kelimesini atmak, atıcılık olarak tefsir etmiştir. (Müslim, İmâret, 167 (1917)
Bu ve benzeri hadisler atıcılığın faziletine ve cihad niyetiyle silah kullanmaya, atıcılığın her çeşidini öğrenmeye teşvik etmektedir. Binaenaleyh bugünkü modern silâhların her çeşidini öğrenmek hatta uçak ve motorlu vasıtaları kullanmak bu hükme dâhildir. Ata binmek ve harbe yarayacak yüzücülük, nişancılık ve güreş nevileri gibi spor faaliyetleri de böyledir. (Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, İmaret, 1917. hadisin şerhi)
Bahsettiğiniz hadisi, yukarıdaki ayet ile birlikte düşündüğümüzde Peygamberimizin Müslümanları düşmana karşı daima uyanık ve hazır tutmak istediği anlaşılır.
Hadisin tamamı şöyledir:
Bize Muhammed b. Rumh b. Muhacir rivayet etti. (Dedi ki) Bize Leys, Haris b. Ya’kub’dan o da Abdurrahman b. Şumase’den naklen haber verdi ki Fukeym-i Lahmî, Ukbe b. Amir’e:
– Şu iki hedef arasında gidip geliyorsun. Hâlbuki sen yaşlısın bu sana zor gelir demiş. Ukbe:
– Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’den işittiğim bir söz olmasaydı ben buna katlanmazdım. Cevabını vermiş. Haris diyor ki; Bunun üzerine ben İbn Şumase’ye :
– Ne o? diye sordum.
– Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem): «Her kim atıcılığı öğrenir de sonra terk ederse bizden değildir. Yahut muhakkak isyan etmiştir» buyurdu dedi.” (Müslim, İmâret, 169 (1919)
Bu hadisi şerh edenler, atıcılığı öğrendikten sonra ihmal ederek unutmanın şiddetle mekruh olduğuna delalet ettiğini söylemektedirler. (Bkz: Davudoğlu, Müslim Şerhi)
Hadiste geçen “bizden değildir” cümlesi dinden çıkmak anlamında değil; “o bizim yolumuzda değildir”, “bizim emrimizle amel etmiş sayılmaz” manalarına gelir. Yani bu işleri terk eden, unutan, Allah’ın sürekli olarak uyanık olma emrini tutmamış olur manasına gelir.
Görüldüğü gibi hadisler ayetlerle birlikte anlaşıldığında tam bir bütünlük arz etmektedir.