Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Yazılı Fetvalar

Leasing nedir? Caiz olup olmadığı hakkında bilgi verir misiniz?

Leasing, yani finansal kiralama, bir malı satın alarak ona ihtiyaç duyan kişi ve kuruluşlara kiralamaktır. Bu, faize girmeden yatırım yapma imkânı sağlar. Kiralama ya normal şekilde, ya da mülkiyetin devriyle sonuçlanacak şekilde yapılır.

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/leasing-sistemi-nedir-islama-gore-caiz-midir.html

Normal kiralama, kiraya verilen malın, kira müddeti bitiminde geri alınması şeklinde olur. Meselâ bir leasing şirketi, sanayicinin ihtiyaç duyduğu bir fabrika binasını yaptırır veya satın alır, ona 10 yıllığına kiraya verir. Süre sonunda sözleşme yenilenmezse binayı geri alır. Şirketle sanayici arasında bu konuda bir ön sözleşme yapılabilir. Böylece taraflar, karşılıklı taahhüde girmiş olurlar. Bu taahhüt taraflardan birinin diğerini zarara sokmasını önleyecek biçimde yapılabilir. Fabrikanın kurulması için gerekli takım ve tezgâhlar vs. de aynı usulle alınıp kiralanabilir.

Katılım bankalarının ve leasing şirketlerinin yaptığı, mülkiyetin devriyle sonuçlanan kiralamadır. Bu, satış ile kiranın birleşmesinden doğan yeni bir akit sayılmaktadır. Buna göre, kiralanan mal 100 hisse itibar edilirse ilk taksitte bunun 1 hissesinin bedeli, 99 hissesinin kirası alınır. Yani yapılan her ödemenin bir kısmı mal bedeli, bir kısmı da kira bedeli olur. Taksitler ödendikçe kiracının o maldaki payı artar. Bu pay yüzde yüze ulaşınca kiracı, malın sahibi olur.

Bize göre bu, vadeli satıştan başka bir şey değildir. Bu sebeple hukuki ilişkiler, vadeli satışa göre düzenlenmelidir. (KAYNAK: Abdülaziz Bayındır, Ticaret ve Faiz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2007, s: 265-266)

Yaratmak kelimesini kullanmak doğru mu?

İnsanlar bu kelimeyi yoktan var etme anlamında değil de var olana yeniden şekil verme manasında kullanırlarsa bir sakıncası olmaz. Zira Allah’tan başka hiçbir kimse yoktan var edemez. Her şeyin yaratıcısı O’dur. İnsanlar sadece var olanı keşfeder, icat eder ve yeni bir şekil verir. Olana şekil verme anlamında yaratma kelimesi, Kur’an-ı Kerim’de İsa aleyhisselam için de kullanılmıştır. İlgili ayet şöyledir:

“(İsa) elçi olarak gelecek ve şöyle diyecektir: “Size Rabbinizin mucizesi ile geldim. Sizin için çamurdan bir kuş heykeli yaratacağım, sonra ona üfleyeceğim. O, Allah’ın izni ile bir kuş olacaktır. Doğuştan kör ve alaca hastalığına tutulmuş olanları iyileştireceğim. Allah’ın izni ile ölüleri dirilteceğim. Evlerinizde neler yediğinizi ve neleri biriktirdiğinizi size bildireceğim. Bu sizin için tam bir belge olacaktır; eğer inanacaksanız.”  (Âl-i İmran, 3/49)

Ayrıca Mu’minûn suresi 14. ayet ile Sâffât suresinin 125.  ayetlerinde “Allah yaratanların en güzelidir” ifadesi kullanılmıştır. Bu ayetlerde de “halk/yaratma” kelimesi, “olana yeni bir şekil verme” anlamında kullanılmıştır.

Network marketing niçin caiz değil?

Bir ürünün zincirleme ağ sistemi ile pazarlanmasında bir sakınca yoktur. Network marketing denen sistem böyle değildir. Bu sistem, ticaret görüntüsü altında insanları birbirine sömürterek para kazanmaktır.

Network marketingin alışverişe benzeyen tarafları vardır. Onu farklılaştıran, sisteme girenlerin bir mal alıp satmak için değil, bu görüntü altında sisteme sokabileceği yeni kişilerden elde edeceği komisyonlardır. O komisyonlar, sattığı mallardan elde ettiği kâr değildir. Bir hüküm verilirken benzerliklere değil; farklılıklara bakmak gerekir. İki şeyi ayıran, aradaki farklardır. Bir erkekle bir kadının ne kadar çok ortak noktası vardır: Eller, ayaklar, gözler, kulaklar… Ama aradaki birkaç fark birine erkek, diğerine kadın dememizi gerektirmektedir. Bu sistem de alışveriş görüntüsü altında insanları aldatmak, sömürmek ve bu yollarla haksız kazanç elde etmek için kurulmuştur. Bu da dinimize göre haramdır.

www.fetva.net/yazili-fetvalar/network-marketing-caiz-midir.html

Bu konuda Prof. Dr. Hayrettin Karaman’ın yazdığı bir yazıyı da aşağıdaki linkten okumanızı tavsiye ederiz:

www.yenisafak.com/yazarlar/hayrettinkaraman/network-marketing-19852

EK BİLGİ

Network Marketing hakkında Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu’nun mütalaası şöyledir:

“Network marketing” (internet üzerinden satış) diye adlandırılan sistem belli bir malın satın alınarak ilgili pazarlama şirketine “üye” olunması, her üyenin zincirleme yeni üyeler bulması, bu yolla bir üye/müşteri ağının oluşturulması ve her üyenin, bu ağı oluşturan müşterilerden kendi altında bulunanların ödediği üyelik aidatının (satın aldığı mal karşılığı şirkete ödemiş olduğu paranın) belli bir kısmına sahip olması esasına dayalı olarak işlemektedir.

İlk bakışta sistem, mal pazarlaması esasına dayalı yani temelde bir alım satım işlemine benzer görünmekte ise de sistemin detaylarına inildiğinde haksız kazanca kapı aralayabilecek bir yapının varlığı fark edilmektedir. Şöyle ki;

İlgili şirketin bir ürününü satın alan kişi ilke olarak bu ürünü ihtiyacı olduğu için değil, adı geçen şirkete üye-müşteri olmak ve sonra da bulacağı yeni üye-müşterilerin yapacağı ödemelerden belli bir pay elde etmek için satın almaktadır. Bu kişinin söz konusu payı elde edebilmek için başka üye-müşteriler bulması, bu payın daha da büyümesi için, yeni üye-müşterilerin de başka üye-müşteriler bulması ve bu zincirin sürüp gitmesi gerekmektedir. Görüldüğü üzere sistem görünüşte mal pazarlama gibi ise de aslında yeni üye-müşterilerin yatıracakları sıcak para havuzundan pay alma esasına dayalı bulunmaktadır. Bu durumda yapılan işlem sadece şeklen alışveriş olmakta ve satın alman mal bir ihtiyacı kaşılamaktan çok yatırılan sıcak paranın paravanı işlevini görmektedir. Bütün olarak düşünüldüğünde yeni üye-müşteriler bulmak, para kazanma hevesindeki başka insanları bir şekilde ikna etmek ve onlara -aslında hiç de ihtiyaç duymadıkları- malları satmak anlamına gelmektedir.

Diğer taraftan sistem, insanları heyecanlandıran vaatlere dayalı olarak çalıştığı için satış veya üye kaydetmede ortaya çıkan ani tırmanış ve düşüşler kaygan bir zemin oluşturmaktatır. Bu durum iş hayatında var olan normal risk unsurunpdan farklı bir nitelik arz etmekte, spekülasyonlara açık bulunmaktadır. Ayrıca önceki üye-müşterinin bulduğu üyeden alman paradan pay alışı, komisyon gibi değerlendirilebilir görünmekte ise de, sisteme daha sonra giren alt üye-müşterilerin ödediği paralardan da pay alması, onun aldığını komisyon olmaktan çıkarmaktadır.

Sadece yeni üyeler kaydetme esasına dayalı bu sistem, kaydedilecek yeni üyelerin istismarına kapı aralayabilecek niteliktedir. Yalnızca sisteme ilk katılan çok küçük bir azınlık kazanabilmekte, sonradan katılanların kazançları ise temel özelliği itibari ile “yüksek risk”e maruz kalmaktadır.

Sistemin aksamadan nihâi olarak çalışması söz konusu olmayacağına göre uzun vadede müşteri bulma işleminin tıkandığı noktada üye olmuş olan geniş bir kitlenin paraları ilgili şirket ve onun üst düzey müşterileri açısından haksız kazanca dönüşebileceketir.

Yukardaki mülahazalarla “Network Marketing” diye adlandırılan sistem üzerinden işlem yapılmasının haksız kazançtan sakınmak, kazancın meşru mal, hizmet, üretim ve emeğe dayanması, zarar vermeme ve zarar görmeme gibi genel ilkelere uygun düşmediğinden caiz olmayacağı mütalaa edilmiştir.

KAYNAK: 29.12.2009 tarih, B.02.1.DIB.0.10.105-1300 sayı ve Dini Soru konulu resmi belge.

Safer ayında yapılan evlilikler kısa olur diyorlar, doğru mu?

Safer ayının uğursuzluğuna dair söylenen şeylerin hepsi Cahiliye kaynaklı, batıl inanışlardır. Bunun dinimizde yeri yoktur.

“Cahiliye devrinde safer ayı uğursuz kabul edildiğinden bu ayda umre yapmak büyük günahlardan sayılıyordu. Yine bu ayda yapılan evliliklerin uzun ömürlü olmayacağı, başlanan işlerin sonuçsuz kalacağı ya da kötü biteceği şeklindeki bâtıl inançların İslam’da da varlığını sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Safer ayı hakkındaki Cahiliye anlayışını reddeden hadis (Buhârî, Tıp, 19; Ebû Dâvûd, Tıp, 24) daha çok nesî uygulanarak saferin haram ay kabul edilmesinin yasaklandığı şeklinde yorumlanmıştır; ancak bağlam bu ayla ilgili batıl inanışların geçersiz olduğu anlamının çıkarılmasına da elverişlidir.” (M. Kamil Yaşaroğlu, “Safer”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 35, s: 451.)

Faizli bankaların faizsiz bankacılık ürünlerini kullanmak caiz midir?

Bugün Dünya üzerinde ikili bankacılık sistemi diye adlandırılan yani hem faizli hem de faizsiz bankacılık ürünlerini ya aynı çatı altında ya da ayrı branşları aracılığıyla sunan bankalar oldukça yaygınlaşmış durumdadır. Hatta son global finansal krizden sonra IMF ve Dünya Bankası düzeyinde İslami finansal uygulamalara yönelme konusunda teşvik edici yaklaşımlara, açıklamalara şahit olunmaktadır. Fakat genelde birçok İslami diye adlandırılan banka ile özelde bahsi geçen faizli bankaların İslami Bankacılık ürünü diye pazarladıkları finansal ürünlerin büyük bir kısmı öz olarak faizli olup sadece isim ve ambalaj olarak faizsizdir.

Dolayısıyla faizli bankaların İslam’a uygun finansal ürünlere yönelmeleri, onların reklamını yapıp müşterilerini bu ürünleri kullanmaya teşvik etmeleri olumlu bir gelişmedir. Şayet bu bankaların sundukları ürünler özü itibariyle de faizsiz ise bu ürünlerden yararlanmanın bir mahzuru olmaz. Çünkü İslam alışverişte tarafların inancına değil bizzat alışverişe konu olan işlemin yapısına bakar; şayet o işlem İslam’ın yapısına uygun ise müslümanın bu işlemi yapmasında bir sakınca yoktur. Nitekim Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bizzat kendisi Yahudi, müşrik vb. diğer din mensuplarıyla alışveriş yapmıştır.

Belki bu noktada Müslümanlara ait bankalar dururken gayri müslim sermayeli bankaların desteklenmesinin uygunluğu konusu gündeme gelebilir. Bu konuda da şayet Müslümanlara ait bankalar gerek finansal ürünün özü gerekse kârlılık ve hizmet kalitesi gibi diğer unsurlar bakımından diğer bankalarla aynı veya daha kaliteli hizmet sunuyorlarsa bu durumda diğer bankalardansa İslami bankalarla işlem yapılması tavsiye edilebilir.

Yapılacak işlemin mahiyetini ve uygulanacak sistemi bize bildirirseniz daha geniş bilgi verme imkânımız olabilir.

Lütfen aşağıdaki linkleri de tıklayınız:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/bankalarin-bankacilik-hizmetlerinden-de-mi-yararlanmak-caiz-degildir.html

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/faizle-is-yapan-bankalarla-faiz-almadan-calismak-caiz-mi.html

Nebîmiz Yahudilerden alışveriş yapar mıydı?

Aişe radıyallahu anhâ: Resulullah sallallâhu aleyhi ve sellem, zırhı bir Yahudi’nin yanın­da otuz sâ’ (bir rivayete göre yirmi sâ’) arpaya karşılık rehin edilmiş bulunduğu hâlde ve­fat etti, demiştir. (Buhari, Cihad, 89, Megazi, 86; Tirmizi, Büyû’, 7; Nesai, Büyû’ 58.)

Görüldüğü gibi bu olay hadis kitaplarında nakledilmektedir ve sahihtir. Buradan anlaşılan, gayrimüslimlerden alışveriş yapılmasında ve alışverişte rehin alınmasında bir sakınca olmadığıdır.

Abdest alırken lenslerimi çıkarmalı mıyım?

Gözlerin içi namaz abdestinde de gusülde de yıkanmaz. Dolayısıyla gözünüzde lens olup olmamasının abdestinize ve guslünüze bir etkisi yoktur. Onları çıkarmadan aldığınız abdestle namaz kılabilirsiniz.

Benzer bir cevap için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/abdest-alirken-gozlerin-ici-yikanir-mi.html

Şeytan niçin kâfir oldu?

Kâfir, Allah’ı var ve bir olarak bilen ama onu “görmezlikten gelen” kimsedir. Kâfirlik şuurlu bir eylemdir, her kâfir kendi konumunun farkındadır. Bu sebeple hiçbiri sağlam bir gerekçeye dayanmaz. Kendini savunmak zorunda kaldı mı, gerçekleri saptırır. İblis’in yoldan çıkması ile ilgili ayetler bunun için iyi bir örnektir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Sizi yaratmıştık, sonra şekil vermiştik; sonra meleklere: “Âdem’e secde edin” demiştik. Hemen secde ettiler, İblis öyle yapmadı. O secde edenler arasında yoktu.

Allah dedi ki: “Emrettiğim zaman seni secdeden alıkoyan neydi?” “Beni ateşten, onu çamurdan yarattın. Ben ondan üstünüm” diye cevap verdi.” (A’râf, 7/11-12)

İblis, Âdem’e secde etme emrinden hoşlanmamıştı. Emri verenin Allah olduğunu görmezlikten gelerek Âdem’e karşıymış gibi davrandı. Doğrudan Allah’a karşı çıkma cesaretini gösteremedi. Çünkü her şeyi Allah’a borçlu olduğunu ve kendini onun yarattığını biliyordu. Bunlar, İblis’in şu sözlerinde gizlidir:

“Ben ondan üstünüm. Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın.” (Sâd, 38/76)

“Balçıktan, işlenebilen kara topraktan yarattığın insana secde edemem.” (Hicr, 15/33)

Hak ettiği ceza gecikmedi. Allah ona şöyle dedi:

“İn oradan! Orada büyüklenmeye hakkın yok. Defol! Sen alçağın tekisin.” (A’râf, 7/13)

İblis böyle kâfir olmuştu. Hâlbuki Allah’ın varlığından ve birliğinden şüphe etmiyordu. Ahiretin varlığını da kabul ediyordu. Çünkü kovulmasından sonra şöyle yalvarmıştı:

“Rabbim! İnsanların tekrar dirilecekleri güne kadar bana süre tanı.” (Sâd, 38/79)

Allah’ın bir tek emrini görmezlikten gelmesi, İblis’in kâfir olması için yetmişti. İnsan da öyledir; bilmediği için değil, Allah’ın emirlerini görmek istemediği için kâfir olur.

Hristiyan dünyasının dünya ekonomisine katkıları var mıdır?

Olumlu ve olumsuz yönleriyle bir bütün olarak bakıldığında Dünyamızın ulaştığı mevcut ekonomik seviyede bütün insanlığın katkısı olmuştur; buna Hristiyan dünyası da dâhildir. Coğrafi keşifler, yüksek meblağda sermayeye sahip çok ortaklı şirketlerin kurulup gelişmesi, ilk sanayi hamleleri, zararlı yönleriyle birlikte dünya ticaretinin gelişmesinde önemli etkileri bulunan Bankacılık ve Sigorta sistemi ile para ve sermaye piyasaları vb. bir Hristiyan merkezi olan Batı’da ortaya çıkmıştır. Günümüzde ticari hayatın üzerine bina edildiği birçok hukuki kural ve düzenleme, finansal ürünler ve muhasebe uygulamalarının çıkış yeri de Hristiyan Batıdır.

Bu konuda geniş bilgi için İktisat tarihi alanındaki kaynaklardan yararlanılabilir.

Şu iki eseri örnek olarak verebiliriz:

1) Arif Ersoy, “İktisadi Müesseseler Tarihi”

2) Erol Zeytinoğlu “İktisat Tarihi”.

Eşlerden biri din değiştirirse nikâh düşer mi?

Eşlerden birinin din değiştirmesi nikâhı düşüren bir unsur değildir. Onunla birlikte yaşayabileceğinizi düşünüyorsanız Kur’an’a göre evliliğiniz devam eder. Ama onunla yaşayamayacağınızı düşünüyorsanız boşanma davası açar, boşanırsınız.

Bu konuyla ilgili olarak www.suleymaniyevakfi.org/ sitemizde kadınların boşanma haklarına dair bir yazı bulunmaktadır. O yazıyı okumanızı ve ona göre davranmanızı tavsiye ederiz. Yazıya ulaşmak için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.suleymaniyevakfi.org/fikih-arastirmalari/kadinin-bosanma-hakki-iftida.html

Dinimizde bekâretin önemi nedir?

Allah hiçbir şekilde kulları arasında ayrım yapmaz. Bekâret ancak kıyılan meşru bir nikâh sonucunda, yani evlilikle giderilebilir. Evlilik dışı birliktelik zinadır. Zina Allah’ın kesin olarak yasakladığı çirkin bir günahtır. Ona yaklaşmak bile haram kılınmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, çok çirkin bir iş ve kötü bir yoldur.” (İsrâ, 17/32)

Bakirelik önemlidir ama kızlık zarı, sıçramak, düşmek, yüksekçe bir yerden atlamak gibi sebeplerle yırtılmış olabilir. Aksi sabit oluncaya kadar bir kişinin suçsuz sayılması, temel pren­sip olduğundan kızlık zarının böyle bir sebeple yırtıldığı varsayılarak değer­lendirmenin kadının lehinde yapılması gerekir. Kızlık zarının neden yırtıldığını ne kadının eşi, ne mahkeme, ne de bir başkası sorabilir. Kimseye böyle bir hak tanınmamıştır.

Bakire olması şartıyla bir miktar mehir verilerek evlenilen kadının kız­lık zarının yırtık olduğu, kocasıyla ilişki esnasında ortaya çıksa mehirden bir eksiltme de yapılmaz. (Ömer Nasuhi BİLMEN, Hukukı İslamiyye ve Is­tılahatı Fıkkhiyye Kâmusu, İst. 1985, c: 2, s: 141.)

Bekâret kontrolü ancak şöyle olabilir: Kadın, eşinin kendiyle cinsel ilişkiye giremediğini iddia ederek ayrılma talebiyle mahkemeye başvurursa hâkim bakar; eğer erkek, tedavi edilebilir bir durumda ise tedavi için bir yıl süre tanır ve tedavi olmasını tembih eder. Bu süre sonunda kadın eşinin hâlâ kendi ile ilişkiye giremediğini iddia eder de erkek bu iddiayı reddederse bakılır; eğer kadın bakire ise bekâret kontrolü yapılabilir. Bu kontrol, kadının talebiyle boşanma kararı verebilmek içindir. (BİLMEN, a.g.e., c: 2, s: 351.)

Hz. Ali’nin kaç hanımı, kaç çocuğu vardı? Nesli kimlerden devam etti?

Kaynaklarda tespit edilebildiğine göre Ali radıyallahu anh’ın hanımlarının ve bu hanımlarından olan çocuklarının isimleri şöyledir:

     1. Fatıma radıyallahu anha: Peygamberimizin kızıdır. O yaşadığı müddetçe Ali radıyallahu anh başkasıyla evlenmemiştir. Fatıma validemizden Hasan, Hüseyin, küçük yaşta ölen Muhsin, Zeynep ve Ümmü Külsûm adlı çocukları olmuştur.

     2. Ümmü’l-Benin binti Hizam: Abbas, Cafer, Abdullah ve Osman adlı çocukları olmuştur. Abbas’ın nesli devam etmiştir.

     3. Leyla binti Mes’ud: Ubeydullah ve Ebu Bekir adlı çocukları olmuştur. Nesilleri devam etmemiştir.

     4. Havle binti Ca’fer: Muhammed b. Hanefiyye bu eşinden doğan çocuğudur.

     5. Esma binti Umeys: Yahya ve Muhammed adlı çocukları olmuştur. Nesilleri devam etmemiştir. 

     6. Ümmü Habib binti Rebia: Ömer ve Rukiyye adlı çocukları olmuştur.

     7. Ümame binti Ebi’l-As: Muhammed el-Evsat adlı çocukları olmuştur.

     8. Ümmü Said binti Urve: Ümmü’l-Hasan ve Remle.

     Ali radıyallahu anh’ın neslinin, oğulları Hasan, Hüseyin, Muhammed b. Hanefiyye, Abbas ve Ömer yoluyla devam ettiğine dair kaynaklarda bilgi mevcuttur.

 (Kaynak: Mustafa Öz, “Ali Evladı”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 2, s. 392.)

Akıl nedir? İslam ile mükellef olmak için gereken akıl miktarı nedir?

Bir hukuk terimi olarak iyi ile kötüyü, kâr ile zararı ayırt etmeye yarayan zihnî melekeler açısından yeterli kimseyi ifade eden kavram âkil veya akıl sahibi kavramıdır.

Akıl ve temyiz kabiliyeti arızalanınca, kişinin dinî yükümlülükleri kalkar. Burada dikkat edilecek husus, tasarruf sırasında, iyi ile kötüyü ayırt etme kabiliyetinin mevcut olup olmadığıdır. Çünkü bazı akıl hastalıkları temyiz kudretini devamlı surette kaldırırken, bazı hastalıkların temyiz gücünü kaldırması sürekli değildir. Hasta aklı başında iken yaptığı iş ve tasarruflardan sorumludur. Meselâ, saralıların iki sara nöbeti arasındaki zamanda aklı başındadır. Yahut uykuda gezenler, diğer zamanlarda temyiz kudretine sahiptirler.

(KAYNAK: Hamdi Döndüren’in Diyanet ve Şamil İslam Ansiklopedileri’ndeki “Âkıl”  ve “Akıl Hastalığı” maddeleri)

Bir gelin kayınpederinin yanında başı açık durabilir mi?

Müslüman bir kadın kendisine dinen yabancı olan erkeklerin yanında başını örtmek durumundadır. Kadınlar arasında veya evde babasının, erkek kardeşlerinin, amca veya dayısının, kayınpederinin yanında yahut da yalnız başına kaldığında başını örtmek zorunda değildir.

Allah Teâlâ Nur Suresinin 31. aye­tinde şöyle buyurur:

“Mümin kadınlara da söyle gözlerini sakınsınlar; edep yerlerini ve çevresini örtsünler. Görünen kısım dışındaki süslerini açmasınlar.  Başörtülerini yakaları üstüne kadar indirsinler. Kocaları,  babaları, kocalarının babaları, oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları, elleri altında bulunan esirler, ele bakar hale gelmiş ve erkekliği kalmamış kimselerle kadınların edep yerlerinin farkına varamamış çocuklar dışında hiç kimseye süslerini açmasınlar…” (Nûr, 24/31)

Detaylı bilgi aşağıdaki linkte bulunmaktadır:

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/basortusu-ve-ortunme.html

Nikâhta denetimi niçin şart koşuyorsunuz?

Öncelikle bizim kimseyi tatmin ve ikna etme gibi bir görevimizin olmadığını söylememiz gerekiyor. Biz, bize sorulan sorulara elimizden geldiği kadar ayetlere ve Nebîmizinden nakledilen sahih uygulamalara bağlı kalarak cevaplar hazırlamaktayız. Buradan hareketle, veli izni olmadan kıyılan nikâhın geçersiz olduğu hükmü bize değil; Allah’a ve O’nun resulüne aittir! Nikâhın mutlaka bir denetim altında kıyılması gerektiğini ve buna aykırı olan nikâhların geçersiz olduğunu söyleyen Allah ve resulüdür.

Birbirini seven ve kendisini dindar bilen herkes ailelerinden gizli ve habersiz, yetkili makamlardan da onay almadan tamamen denetimsiz bir şekilde birliktelik yaşayacaklar ve buna dinimiz müsaade edecek! Kesinlikle böyle şey olamaz. Eğer buna izin verilirse zina neye denir o zaman? Böyle bir şeyi dinimize uygun görmek cinayet olur.

Dolayısıyla dini kendinize uydurmak yerine kendinizi dine uydurmaya gayret gösterirseniz iyi olur. Ayrıca bilmediğiniz şeylerde hüküm vermeye de kalkışmamanızı tavsiye ederiz.

Nikâh ve denetimi hakkında aşağıdaki linklerde yeteri kadar bilgi mevcuttur:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/nikahta-neden-veli-sarti-kosuluyor.html

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/velisiz-nikah.html

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/nikahin-denetlenmesi.html

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/nikah-sozlesmesinde-veli.html

Allah’tan geldik, Allah’a döneceğiz ayetini nasıl anlamalıyız?

İlgili ayet şöyledir:

“Onlar, başlarına bir sıkıntı gelince şöyle derler: “Biz, Allah’a aidiz. Zaten, ona döneceğiz.” (Bakara, 2/156)

Bu ayetin tefsirinde Fahreddin Razi şöyle demektedir:

“Ayetin “Biz, Allah’a aidiz.” kısmı, bizim, Allah’ın mülkü olduğu­muzu itiraftır. “Zaten, ona döneceğiz.” kısmı ise öleceğimizi ve fâni olduğumuzu ikrardır.

Allah’a dönmek, mekâna veya cihete geçmek manasında değil­dir. Çünkü bu Allah hakkında imkânsızdır. Daha doğrusu bundan murat kulun, Allah’tan başka hiç kimsenin hüküm sahibi olamayacağı bir yere varacağı­dır. Bu da âhiret yurdudur. Çünkü o zamanda, onlara hiçbir kimse ne bir fay­da verebilecek, ne de bir zararı savuşturabilecektir. Fakat dünyada bulundukları müddet esnasında ise, zahire göre Allah’tan başkaları onlara zarar ve fay­da verebilir. İşte Cenâb-ı Hak bunu, kendisine bir rücû (dönüş) olarak kabul etmiştir. Nitekim Arapça’da “Melik’e ve devlete dönülür, varılır” denilir. Bundan mak­sat, “ona intikal edilir, gidilir” manası olmayıp, “onun kudretine başvurulur ve anlaşmazlık ona götürülür” demektir.”

Razi buna benzer bir ifadenin yer aldığı Bakara suresinin 46. ayetinde de şunları söylemektedir:

“Allah’a rücû etmekten maksat, insanların Allah’tan başka bir sahibi olmadığı, O’ndan başka hiç kimsenin onlara herhangi bir fayda ve zarar veremediği bir yere rucu etmektir. Nitekim onlar, ilk yaratılışlarında da böyleydiler. Böylece onların ilk önce oldukları hale döndürülüşleri, Allah’a rücu kabul edilmiştir. Çünkü onlar, hayattayken, her ne kadar Allah bütün hallerde onların sahibleri idiyse de, O’ndan başka varlıklar hükmediyor ve onlara (zahiren) zarar ve fayda verebiliyordu.”

Lütfen aşağıdaki linki de tıklayın:

www.fetva.net/kuran-yazili-fetvalar/inna-lillahi-ve-inna-ileyhi-raciun-ayeti-ne-manaya-geliyor.html

Katılım bankalarının borcunu ödeyemeyenlerden aldığı ceza faiz midir?

Katılım bankalarının yani eski adlarıyla faizsiz finans kurumlarının, ödemeyi geciktiren müşterilerinden faiz alamamaları gerekir. Ama uyguladıkları gecikme ‎cezası türlerinin tamamı faiz kapsamındadır. Diğer bankaların yaptıklarından tek farkları, adına faiz dememeleridir. Bu problemi faize girmeden çözmek mümkün olduğu halde ‎henüz uygulanmamaktadır.‎

Ödemeyi geciktiren borçlulara uygulanacak cezalar konusunda aşağıdaki linkte geniş bilgi bulunmaktadır. İlgilenenlerin o yazıyı okumalarını tavsiye ederiz:

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/odemeyi-geciktiren-borcluya-maddi-ceza.html

Kur’an Türkçeye ilk olarak ne zaman tercüme edilmiştir?

Kur’an-ı Kerim’in tercüme edildiği en eski dillerden biri Türkçe’dir. Kur’an’ın Türkçe tercümelerinin en eski tarihi olarak hicrî 4-5. asırlar (miladi 10-11.) gösterilmektedir. Bu dönemde Türkler Uygur alfabesini kullanıyorlardı. Bu bakımdan ilk Türkçe Kur’an tercümeleri Uygurca olmalıdır.

İlk olarak yapılanlar satır arası tercümelerdir. Müellifleri ise belli değildir. Bunlar tam tercüme değildir. Arap harfleri ile yapılan ilk tam Kur’an tercümesi daha önce Farsça tercüme heyetinde yer alan Türk âlimler tarafından hicrî 5. Yüzyılda yapılmıştır.

Konu hakkında çok daha detaylı bilgi almak isterseniz size bir kitap tavsiye ederiz:

Hidayet Aydar, Kur’an-ı Kerim’in Tercümesi Meselesi, İstanbul, Kur’an Okulu Yayıncılık, 1996. Aynı yazarın Diyanet İslam Ansiklopedisi’nin “Kur’an” maddesindeki “Kur’an’ın Tercümesi” bölümüne de başvurulabilir. (Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 26, s: 404-409)

Bir erkeğin karısına emir verme hakkı ve yetkisi var mıdır?

İbadetlerde niyet esas olduğu için kimseye zorla ibadet yaptırılamaz.  Bir erkek karısına, ibadetlerini aksatmaması yönünde telkin ve tavsiyelerde bulunmalıdır. Bu, sevabı çok olan bir davranış çeşididir.

Bu konuda sitemizde bulunan benzer bir cevabı okumak için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/esime-ve-cocuklarima-dini-yasamalari-icin-baski-yapabilir-miyim.html

 İbadet dışında kalan konularda ise erkeğin ev reisi olmasından kaynaklanan bir takım kurallar koyma yetkisi vardır. Mesela evine girmesini istemediği kişileri karısına söyleyip onları eve almamasını veya karısının bazı yerlere gitmemesini emredebilir. 

Evlilikte karı koca hakları ve görevleri konusunda açıklamalı bilgi için aşağıdaki linkte bulunan yazıyı okumanızı tavsiye ederiz:

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/gunumuzde-kari-koca-ihtilafinin-sebepleri.html

Kadınları hacca götürmemek doğru bir davranış tarzı mıdır?

Hac konusunda kadın ile erkek arasında herhangi bir ayrım yoktur. Hac ibadetinin diğer ibadetlerden ayrılan noktası da budur. Kadınlarla erkeklerin bir arada olması sebebiyle işlenebilecek olan günahlardan dolayı kadınları hacca götürmeyenlerin kendilerinin de gitmemesi lazımdır! Zira orada sadece erkekler değil, dinen kendilerine yabancı olan kadınlar da bulunmaktadır!

Dolayısıyla bu tür bahanelerle kadınları hac gibi dinin şiarı olan mühim bir ibadetten mahrum etmeyi kural haline getirmek, yeni bir din uydurmaktır.