Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Nebîler

Hz. İsa daha doğmadan dünya imtihanını kazanacağı bildirilmiş midir?

İsa aleyhisselam, kendisine yüklenecek göreve uygun bir şekilde yaratılmış ve Meryem validemize, onun yüksek kabiliyetli bir evlat olacağı müjdelenmiştir. Ancak bu müjde, İsa aleyhisselamın kesin olarak imtihanı kazanacağı garantisini taşımaz. Çünkü aşağıdaki ayette bildirilen şu söz ondan da alınmıştır:

“Unutma ki bütün nebilerden söz aldık. Senden, Nuh’tan, İbrahim’den, Musa’dan, Meryem oğlu İsa’dan ve her bir nebiden sağlam söz aldık. Bunu, doğrulara doğruluklarından sormak için yaptık. Görmezlikten gele olursa onlar için de acıklıı azap hazırladık.” (Ahzâb, 33/7-8)

Bir de şu ayet üzerinde düşünelim:

“(Ya Muhammed!) Sana da senden ön­ceki elçilere de şu, kesin olarak bildiril­miştir:Eğer şirke düşersen yaptığın yanar gider ve sen kaybeden­lerden olursun.’ Hayır; yalnız Allah’a kulluk et ve şükre­den­ler­den ol.” (Zümer 39/65–66)

NOT: Bu soruya konu olan soru cevabı aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/al-i-imran-suresi-45-ayeti-kader-acisindan-nasil-anlamamiz-gerekir.html

İblis, Âdem’i kandırdığında Âdem o zaman nebî miydi?

Âdem Aleyhisselama nebîlik, İblis’in onu kandırmasından ve hep birlikte yaşadıkları yerden (dünyadaki bahçeden) çıkarılmalarından sonra verilmiştir.

www.fetva.net/yazili-fetvalar/seytan-adem-ve-havvayi-kandirmak-icin-cennete-nasil-girdi.html

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Meleklere ‘Âdem’e secde edin.’ dediğimizde hemen secde ettiler; ama İblis öyle yapmadı. Kendini büyük görerek direndi ve kâfirlerden oldu.

Dedik ki ‘Âdem! Sen eşinle birlikte şu bahçeye yerleş. Beğendiğiniz yerlerden bolca yiyin. Ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa yanlış yapmış olursunuz.’

Sonra Şeytan, o ağaç yüzünden onların ayaklarını kaydırdı da bulundukları yerden çıkardı. Onlara şöyle dedik: ‘İnin oradan! Biriniz diğerinin düşmanıdır. Sizin için yeryüzünde yerleşecek bir yer, bir süreye kadar da geçimlik bulunmaktadır.’

Âdem Rabbinden uyarılar aldı. Sonra Rabbi tevbesini kabul etti. O, tevbeleri kabul eder, ikramı boldur.

‘Oradan birlikte inin.’ dedik. ‘Benim tarafımdan size bir yol gösteren gelir de kim benim yol göstericime uyarsa, onlar üstünde ne bir korku olur, ne de üzülürler.’

Ayetlerimiz karşısında yalan söyleyerek onları görmezlikten gelenler ise cehennemin halkıdır. Orada ölümsüz olacaklardır.” (Bakara, 2/34-39)

38. ayette altı çizili olan yerden Âdem’in o zaman nebî olmadığı anlaşılmaktadır.

Resûlullâh’ın soyundan gelmek insana ayrı bir değer kazandırır mı?

İslâm tarihinde “Seyyid” tabiri, Resûlullâh’ın torunu Hz. Hüseyin’in soyundan gelenleri belirtmek üzere kullanılmıştır. Resûlullâh’ın diğer torunu Hz. Hasan’ın soyundan gelenler ise “Şerif” olarak adlandırılırlar. Hem Hasan hem de Hüseyin’in soyundan gelmiş olanlara ise “Seyyid Şerif” denilir.

Resûl-i Ekrem’in so­yu, kendisinden altı ay kadar sonra vefat eden küçük kızı Fâtıma’dan olma torun­larıyla devam etmiştir. Bugün de onlardan varlığını sürdürenler vardır. Bunlar tek bir bölgede yerleşmiş değillerdir. Dünyanın birçok bölgesine dağılmışlardır, ülkemizde de bulunabilirler.

Şunu söylemek gerekir ki bir kimsenin Resûlullâh’ın soyundan geliyor olması, ona bir ulviyet kazandırmaz. Kişiye değer katan, kendi imanı ve amelidir. İman ve amelde eksiklik olursa Nebî çocuğu dahi olmak kişiyi kurtarmaya yetmez! Nitekim Nuh Aleyhisselamın oğlu, babasına ve onun dinine inanmadığı için kâfir olarak ölmüştür. Ayrıca şu ayet de konumuz açısından büyük önem arz etmektedir:

“Bir zamanlar Rabbi, İbrahim’i bir takım sözlerle imtihan etmiş, o da tam başarı göstermişti. Rabbi ona ‘Ben seni insanlara önder yapacağım.’ dedi. O ‘Soyumdan da olsun.’ deyince Rabbi ‘Yanlış yapanlar için söz vermem.’ dedi.” (Bakara, 2/124)

Ayet mealinde altı çizili yerden de görüleceği gibi İbrahim aleyhisselamın soyundan gelip de yanlış davranışlarda bulunanlar için Allah Teala herhangi bir garanti vermemektedir. Bu hüküm, bizim Nebîmizin soyundan gelenler için de aynen geçerlidir.

Konuyla ilgili daha geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linkte yer alan soru-cevabı da inceleyiniz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/peygamberimizin-kac-torunu-vardi-nesli-nasil-devam-etti.html

Aişe Validemiz dokuz yaşındayken mi Resûlullâh ile evlendi?

Öncelikle bu gibi konuda onlarla tartışmaya girmemenizi tavsiye ederiz. Zira onlar bu gibi konuları anlayamadıkları için iman etmiyor değiller ki! Onların amacı, bu gibi tuzak sorularla iman etmiş bireylerin akıllarını karıştırmak ve onları imandan çevirmektir. Siz ne kadar izah etmeye çalışırsanız çalışın, onlar sizin dediklerinizi dinlemezler.

Kur’an’a göre Nebîmizin eşlerinin, mü’minlerin “anneleri” olduğu ve onlarla kimsenin evlenemeyeceği hükme bağlanmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Bu Nebi, müminler için kendi canlarından önce gelir; eşleri de onların anneleridir…” (Ahzâb, 33/6)

“… Allah’ın elçisini üzmeye ve onun arkasından eşlerini nikâhlamaya asla hakkınız yoktur. Böyle yapmanız Allah katında ağır bir kusur olur.” (Ahzâb, 33/53)

Her ne kadar bazı hadis kitaplarında Aişe Validemizin Nebîmizle dokuz yaşındayken evlendiği ve onun vefatında 18 yaşında olduğu bildirilmekte ise de (Bkz: Buhârî, Nikâh, 38,39; Müslim, Nikâh, 70; Tirmizî, Nikâh, 18; Ebû Dâvûd, Nikâh, 32; Nesâî, Nikâh, 29; İbn Mâce, Nikâh, 13) farklı rivayetler, tarihi olaylar arası mukayese ve çıkarımlar ve tarihi kaynaklardan hareketle Aişe Validemizin zifaf yaşının 18-21 aralığında olduğuna dair tespitler vardır. Kur’an’a uygun olan da budur. Çünkü Kur’an, Arap halkının konuştuğu dil ile inmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

Biz, her resûlü kendi halkının dili ile gönderdik ki onlar için her şeyi ortaya koysun. Bundan sonra Allah, sapıklığı tercih edeni sapık sayar, hidayeti tercih edeni de yoluna kabul eder. Daima üstün ve bütün kararları doğru olan O’dur.” (İbrahim, 14/4)

Arap halkının dilinde “nikâh çağı” kavramı vardı. O kavram, buluğa ermiş ve reşit olmuş kişileri ifade ediyordu. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Yetimleri, evlenme çağına gelene kadar deneyin. Onlarda olgunlaşma (rüşd) görürseniz mallarını kendilerine verin; büyüyüp geri alacaklar diye onları israf ederek ve tez elden yemeyin..” (Nisâ, 4/6)

Evlenmek için erkeğin kadına mehir vermesi gerekir. Bu, Araplarda da uygulanmaktaydı. Kadının da mehri teslim alacak durumda olması gerekir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Kadınlara mehirlerini cömertçe verin. Eğer mehir olarak verdiğinizden bir şeyi gönül hoşluğu ile size bağışlarlarsa onu da gönül rahatlığıyla yiyin.” (Nisâ, 4/4)

Buna göre Arap kültüründe de evlenmek için reşit olmak gerektiği anlaşılmaktadır. Nebîmizin Aişe Validemiz ile evlenmesi, o çağda dedikodu sebebi olmadığına göre Aişe Validemizin reşit olması gerekirdi. Reşit bir kız, bugün de istediği kişi ile evlenebilir.

Hem Aişe Validemizin evlilik yaşı hem de küçüklerin evlendirilmesi konusunda geniş bilgi edinmek için aşağıdaki linkte bulunan dersimizi izlemenizi tavsiye ederiz:

www.kurandersi.com/mukayeseli-fikih-dersleri/cocuklarin-evlendirilmesi/

Küçüklerin evlendirilmesi konusunda daha önce verdiğimiz cevabı da aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/kiz-cocugunun-evlendirilme-yasi-minimum-kac-olabilir.html

Farklılıkları ve ortak noktalarıyla nebi ve resul kelimelerini açıklar mısınız?

Kur’ân’da resul kelimesi, melekler için de kullanılmaktadır. Hac suresinin 75. ayetinde meleklerden bahsedilmektedir. Mesela Cebrail bir melektir ve Kur’ân’ın pek çok ayetinde “resul” yani ‘nebilere vahiy getiren elçi’ anlamında kullanılır. Resul, kelimesi insanlar için kullanıldığında:

1. Bir insanın bir insana gönderdiği elçi (risaletle ilgili değil) (Yusuf 12/50; Neml 27/35.)

2. Bir nebinin risaletini/kitabını tebliğ eden; ama nebi olmayan kişi (Yâsîn 36/13-17; Şu’arâ 26/105.)

3. Nebi/peygamber olan kişi (Nisâ 4/163-165) anlamlarına gelir.

İbrahim suresinde geçen resul, ‘bir Nebi’ye indirilmiş Kitabı başkalarına duyuran; ama nebi olmayan insanlar’ anlamında kullanılmaktadır. Mesela biz Türklere bir nebi gelmemiştir; ama resuller vasıtasıyla Kur’an’dan haberdar olduk. Resul kelimesinin bu anlamdaki kullanımı, resul gönderilmediği sürece sorumluluk bulunmadığına (İsrâ 17/15), her kavme kendi diliyle resul gönderilmiş olmasına (Nahl 16/36; İbrahim 14/4) ve Muhammed (s.a.v.) ile nübüvvetin sona ermesine rağmen ilgili ayette (Ahzâb 33/40) resullüğe dair böyle bir kaydın olmamasıyla da örtüşmektedir.

Kur’an’da “nebi resûl (رَسُولاً نَّبِيّاً) ifadesi geçmesine rağmen (Meryem 19/51; A’râf 7/157) “resul nebi (نبيا رسولا) ifadesinin geçmiyor olması da bunu desteklemektedir. O halde şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Her nebi resuldür; ancak her resul nebi değildir.

Konu hakkında geniş bilgi edinmek için aşağıdaki linkte bulunan Kur’an’a Ve Geleneğe Göre Nebi Ve Resul başlıklı yazımızı mutlaka okuyunuz:

www.suleymaniyevakfi.org/kutsanan-gelenek-ve-kuran/kurana-ve-gelenege-gore-nebi-ve-resul.html