Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Muhtelif

Televizyon izlemenin hükmü nedir?

“Televizyon seyretmek sakıncalıdır veya değildir” denemez. Program dinimize, ahlaki yapımıza ve aile edebimize aykırı şeyler içeriyorsa izlemek caiz olmaz. Bununla birlikte televizyon başında iken herhangi bir ibadeti aksatmamamız gerekir. Televizyon namaza ve camiye gitmeye engel olmamalıdır. Bu kurallara riayet edildikten sonra televizyon izlenebilir.

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Bu, kötülük yapanları, yaptıklarına karşılık cezalandırmak, iyi davrananları da daha iyisiyle ödüllendirmek içindir.

İyi davrananlar, büyük günahlardan ve fuhuştan kaçınanlardır, ufak tefek kabahatler olursa o başka.” (Necm, 53/31-32)

Edep dışı bir şekilde giyinmiş olan kadınları, erotik sahneleri seyretmek caiz olmaz.

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“(Resûlüm!) Mümin erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını/mahrem yerlerini korumalarını söyle. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır.

“Mümin kadınlara da söyle; bakışlarını kıssınlar ve edep yerlerini (zinadan) korusunlar…” (Nur, 24/30-31)

Ayrıca Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de “gözün zinası bakmaktır” (Buhari, İsti’zan, 12) buyurmuştur. Bu ayet ve hadis birlikte değerlendirildiğinde “bakma”nın zinaya yaklaştırıcı bir unsur olduğu anlaşılmaktadır. Bu açıdan Müslümanların bu konularda seçici olmaları şarttır. Televizyon seyrederken bu gibi gayr-i ahlaki durumlarla karşılaşıldığında kanal değiştirmek veya televizyonu kapatmak gerekir.

Konuyla alakalı görüntülü bir cevabımızı izlemek için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/televizyon-izlerken-nelere-dikkat-etmek-gerekir.html

Domuz kılından yapılmış tıraş fırçalarını kullanmak caiz midir?

Kur’an’da meyte (leş), kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesilen hayvanların “yenilmesi” haram kılınmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“De ki: «Bana vahyolunanda, leş, akıtılmış kan, domuz eti -ki pistir- ve Allah yolundan çıkarak Allah’tan başkası adına kesilen hayvandan başkasını yemenin haram olduğuna dair bir emir bulamıyorum; fakat darda kalan, başkasının payına el uzatmamak ve zaruret miktarını aşmamak üzere bunlardan da yiyebilir.» Doğrusu Rabbin bağışlar ve merhamet eder.” (En’am, 6/145)

Yukarıda ayette görüldüğü gibi domuzun eti pis (rics) olarak nitelendirilmiş ve bu yüzden haram kılındığı bildirilmiştir. Domuzun derisini, kılını da bu hükme dâhil etmek, ayete ilave yapmak olur. Dolayısıyla domuz kılından imal edilmiş fırçalar kullanılabilir.

www.suleymaniyevakfi.org sitemizde bu konuya benzer bir yazımız bulunmaktadır. Okumak için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/domuz-derisi.html

Doğum günü kutlamak günah mıdır?

“Doğum günü kutlamalarını yapılış amacı ve doğurduğu sonuçları açısından değerlendirmek gerekir. Bu kutlamalarda amaç, bir kişinin doğmuş veya o anda kutlamış olduğu yaşa gelmiş olmasının sevincini çevresi ile paylaşmaktan, bir araya gelip hoşça vakit getirmekten ibaret ise kutlamanın meşru ölçüler içinde yapılması şartıyla makul ve caiz olduğu söylenebilir. Fakat yılbaşı eğlence ve kutlamalarında olduğu gibi, bu tür kutlamaların yabancı kültüre imrenme ve taklit unsurları galip gelirse, kutlamalarda meşru ölçüler dışına çıkılırsa sakıncalı olacağı tabiidir.” (H. Yunus Apaydın, Diyanet İlmihal: II, İslam Ve Toplum, s: 483)

Yaratmak kelimesini kullanmak doğru mu?

İnsanlar bu kelimeyi yoktan var etme anlamında değil de var olana yeniden şekil verme manasında kullanırlarsa bir sakıncası olmaz. Zira Allah’tan başka hiçbir kimse yoktan var edemez. Her şeyin yaratıcısı O’dur. İnsanlar sadece var olanı keşfeder, icat eder ve yeni bir şekil verir. Olana şekil verme anlamında yaratma kelimesi, Kur’an-ı Kerim’de İsa aleyhisselam için de kullanılmıştır. İlgili ayet şöyledir:

“(İsa) elçi olarak gelecek ve şöyle diyecektir: “Size Rabbinizin mucizesi ile geldim. Sizin için çamurdan bir kuş heykeli yaratacağım, sonra ona üfleyeceğim. O, Allah’ın izni ile bir kuş olacaktır. Doğuştan kör ve alaca hastalığına tutulmuş olanları iyileştireceğim. Allah’ın izni ile ölüleri dirilteceğim. Evlerinizde neler yediğinizi ve neleri biriktirdiğinizi size bildireceğim. Bu sizin için tam bir belge olacaktır; eğer inanacaksanız.”  (Âl-i İmran, 3/49)

Ayrıca Mu’minûn suresi 14. ayet ile Sâffât suresinin 125.  ayetlerinde “Allah yaratanların en güzelidir” ifadesi kullanılmıştır. Bu ayetlerde de “halk/yaratma” kelimesi, “olana yeni bir şekil verme” anlamında kullanılmıştır.

Hristiyan dünyasının dünya ekonomisine katkıları var mıdır?

Olumlu ve olumsuz yönleriyle bir bütün olarak bakıldığında Dünyamızın ulaştığı mevcut ekonomik seviyede bütün insanlığın katkısı olmuştur; buna Hristiyan dünyası da dâhildir. Coğrafi keşifler, yüksek meblağda sermayeye sahip çok ortaklı şirketlerin kurulup gelişmesi, ilk sanayi hamleleri, zararlı yönleriyle birlikte dünya ticaretinin gelişmesinde önemli etkileri bulunan Bankacılık ve Sigorta sistemi ile para ve sermaye piyasaları vb. bir Hristiyan merkezi olan Batı’da ortaya çıkmıştır. Günümüzde ticari hayatın üzerine bina edildiği birçok hukuki kural ve düzenleme, finansal ürünler ve muhasebe uygulamalarının çıkış yeri de Hristiyan Batıdır.

Bu konuda geniş bilgi için İktisat tarihi alanındaki kaynaklardan yararlanılabilir.

Şu iki eseri örnek olarak verebiliriz:

1) Arif Ersoy, “İktisadi Müesseseler Tarihi”

2) Erol Zeytinoğlu “İktisat Tarihi”.

Hz. Ali’nin kaç hanımı, kaç çocuğu vardı? Nesli kimlerden devam etti?

Kaynaklarda tespit edilebildiğine göre Ali radıyallahu anh’ın hanımlarının ve bu hanımlarından olan çocuklarının isimleri şöyledir:

     1. Fatıma radıyallahu anha: Peygamberimizin kızıdır. O yaşadığı müddetçe Ali radıyallahu anh başkasıyla evlenmemiştir. Fatıma validemizden Hasan, Hüseyin, küçük yaşta ölen Muhsin, Zeynep ve Ümmü Külsûm adlı çocukları olmuştur.

     2. Ümmü’l-Benin binti Hizam: Abbas, Cafer, Abdullah ve Osman adlı çocukları olmuştur. Abbas’ın nesli devam etmiştir.

     3. Leyla binti Mes’ud: Ubeydullah ve Ebu Bekir adlı çocukları olmuştur. Nesilleri devam etmemiştir.

     4. Havle binti Ca’fer: Muhammed b. Hanefiyye bu eşinden doğan çocuğudur.

     5. Esma binti Umeys: Yahya ve Muhammed adlı çocukları olmuştur. Nesilleri devam etmemiştir. 

     6. Ümmü Habib binti Rebia: Ömer ve Rukiyye adlı çocukları olmuştur.

     7. Ümame binti Ebi’l-As: Muhammed el-Evsat adlı çocukları olmuştur.

     8. Ümmü Said binti Urve: Ümmü’l-Hasan ve Remle.

     Ali radıyallahu anh’ın neslinin, oğulları Hasan, Hüseyin, Muhammed b. Hanefiyye, Abbas ve Ömer yoluyla devam ettiğine dair kaynaklarda bilgi mevcuttur.

 (Kaynak: Mustafa Öz, “Ali Evladı”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 2, s. 392.)

Müslüman müslümana şaka yapar mı?

Hoşça vakit geçirme, insanları rahatlatma, gönül­lere ferahlık verme, dostluk ve muhabbeti geliştirme gibi yararları göz önüne alınarak esas itibariyle şakalaşma meşru sayılmıştır. Bununla birlikte, yalana dayanan, insanları inciten, alaycı, küçültücü, müstehcen, aşırı güldürücü ve ifrata kaçan şakalar günah ve haramdır. (Mustafa Çağrıcı, “Şaka”, İslam’da İnanç İbadet Ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, İlmî Müşavir Ve Redaktör: İbrahim Kâfi Dönmez, İstanbul, 1997, c: 4, s:183)

Konuyla ilgili birkaç hadis şöyledir:

Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayete göre, o şöyle demiştir: “Ey Allah’ın Resûlü sen bizimle şakalaşıyorsun olacak şey mi bu! Dedik. Bunun üzerine buyurdular ki: “Ben şakalaşırken bile ancak gerçekleri ve doğruları söylerim.” (Tirmizi, Birr, 57)

Enes b. Malik radıyallahu anh’den rivayete göre, bir adam Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemden binmek için bir binek hayvan istemişti de Resulullah: “Seni dişi devenin yavrusuna bindireceğim” demişti. Adam: Ey Allah’ın Resulü! Dişi devenin yavrusunu ben ne yapayım? Deyince Resulullah şöyle buyurdu: “Tüm develeri dişi develer doğurmuş değil midir? (Tirmizi, Birr, 57; Ebû Dâvûd, Edeb, 84)

Enes b. Mâlik radıyallahu anh’den rivayete göre, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem kendisine şöyle derdi: “Ey iki kulaklı.” (Tirmizi, Birr, 57; Ebû Dâvûd, Edeb, 84)

Müslümanları kırıcı veya korkutucu şakalar, kesici delici aletlerle, silahlarla şakalaşmak da haramdır. Nitekim bu, örfümüze “silahla şaka olmaz” şeklinde yerleşmiştir. Bununla ilgili hadisler de şöyledir:

Abdullah İbn Abbâs radıyallahu anh’den rivayete göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kardeşinle tartışmaya girme, onunla kırıcı şekilde şakalaşma ve yerine getiremeyeceğin sözü ona verme.” (Tirmizi, Birr, 57)

Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Sizden biriniz silâhını (ortaya çıkarıp) din kardeşine işaret etmesin. Çünkü o bilmez, belki şeytan silâhı elinden çıkarır da, bu yüzden cehennemin bir çukuruna yuvarlanır.”  (Buhârî, Fiten 7; Müslim, Birr 126 (2617)

Ebû Hureyre dedi ki:

Ebü’l-Kâsım sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Bir kimse kardeşine bir demirle işaret ederse, elinden onu bırakıncaya kadar melekler ona lânet eder. Ana baba bir kardeşine olsa bile.” (Müslim, Birr 125 (2616)

Şeytanın kandıramadığı Adem’i Havva mı kandırdı?

Buhari ve Müslim başta olmak üzere bazı hadis kitaplarında “eğer Havva olmasaydı hiçbir kadın kocasına ihanet etmezdi” şeklinde bir hadis bulunmaktadır. (Buhari, Enbiyâ; 1; Müslim, Radâ, 62 (1470) Bu hadisi yorumlayan âlimler, Havva’nın ihanetinin Âdem’e yasak meyveyi yemesi için teşvikte bulunması ve onu kandırması olduğunu söylemişlerdir.

Âdem aleyhisselam ve İblis kıssasının yer aldığı Bakara, 2/34-39; A’raf, 7/11-25 ve Tâhâ, 20/116-123. ayetlerde Şeytan’ın Âdem ve eşini (Havva) kandırdığı ve yasak ağaçtan yemelerini sağladığı anlatılmaktadır. Bu ayetlerin hiçbirinde yasak ağaçtan ilk defa yiyenin kim olduğundan ve kimin kimi teşvik edip aldattığından bahsedilmemektedir. Aksine, Şeytan’ın her ikisini de aldattığından ve her ikisinin de yasak ağaçtan yediğinden bahsedilmektedir. Fakat aynı kıssa Tevrat’ın Yaratılış (Tekvîn) 3. bölümünde şu şekilde anlatılmaktadır:

1 RAB Tanrı’nın yarattığı yabanıl hayvanların en kurnazı yılandı. Yılan kadına, “Tanrı gerçekten, ‘Bahçedeki ağaçların hiçbirinin meyvesini yemeyin’ dedi mi?” diye sordu.

2 Kadın, “Bahçedeki ağaçların meyvelerinden yiyebiliriz” diye yanıtladı,

3 “Ama Tanrı, ‘Bahçenin ortasındaki ağacın meyvesini yemeyin, ona dokunmayın; yoksa ölürsünüz’ dedi.”

4 Yılan, “Kesinlikle ölmezsiniz” dedi,

5 “Çünkü Tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız.”

6 Kadın ağacın güzel, meyvesinin yemek için uygun ve bilgelik kazanmak için çekici olduğunu gördü. Meyveyi koparıp yedi. Yanındaki kocasına verdi, o da yedi.

7 İkisinin de gözleri açıldı. Çıplak olduklarını anladılar. Bu yüzden incir yaprakları dikip kendilerine önlük yaptılar.

8 Derken, günün serinliğinde bahçede yürüyen RAB Tanrı’nın sesini duydular. O’ndan kaçıp ağaçların arasına gizlendiler.

9 RAB Tanrı Âdem’e, “Neredesin?” diye seslendi.

10 Âdem, “Bahçede sesini duyunca korktum. Çünkü çıplaktım, bu yüzden gizlendim” dedi.

11 RAB Tanrı, “Çıplak olduğunu sana kim söyledi?” diye sordu, “Sana meyvesini yeme dediğim ağaçtan mı yedin?”

12 Âdem, “Yanıma koyduğun kadın ağacın meyvesini bana verdi, ben de yedim” diye yanıtladı.

13 RAB Tanrı kadına, “Nedir bu yaptığın?” diye sordu. Kadın, “Yılan beni aldattı, o yüzden yedim” diye karşılık verdi.

14 Bunun üzerine RAB Tanrı yılana, “Bu yaptığından ötürü Bütün evcil ve yabanıl hayvanların en lanetlisi sen olacaksın” dedi, “Karnının üzerinde sürünecek, yaşamın boyunca toprak yiyeceksin.

15 Seninle kadını, onun soyuyla senin soyunu birbirinize düşman edeceğim. Onun soyu senin başını ezecek, Sen onun topuğuna saldıracaksın.”

16 RAB Tanrı kadına, “Çocuk doğururken sana çok acı çektireceğim” dedi, “Ağrı çekerek doğum yapacaksın. Kocana istek duyacaksın, Seni o yönetecek.”

17 RAB Tanrı Âdem’e, “Karının sözünü dinlediğin ve sana, Meyvesini yeme dediğim ağaçtan yediğin için Toprak senin yüzünden lanetlendi” dedi, “Yaşam boyu emek vermeden yiyecek bulamayacaksın.

18 Toprak sana diken ve çalı verecek, Yaban otu yiyeceksin.

19 Toprağa dönünceye dek Ekmeğini alın teri dökerek kazanacaksın. Çünkü topraksın, topraktan yaratıldın Ve yine toprağa döneceksin.”

Görüldüğü gibi Âdem aleyhisselamı kandıranın Havva validemiz olduğuna dair bilgiler Kur’an değil, Tevrat kaynaklıdır. Büyük ihtimalle bu bilgiler bizim kaynaklarımıza da “hadis” olarak girmiş ve öylece rivayet edilmiştir.

Psikolojik kökenli hastalıklara dair dinimizin bir çözümü var mı?

Bahsettiğiniz hastalıkların çoğu psikolojik kökenli hastalıklardır. İnsanlar, Allah’ın kendilerinden istediği davranışları yapmadığı zaman fıtratları zedelenir. Fıtrat yara aldıktan sonra da bu tür hastalıkların ardı arkası kesilmez.
 
Öncelikle kişilerin dini düşüncelerini ve yaşantılarını düzeltmeleri gerekir. Bundan sonra Allah’ın izni ile bu tür psikolojik rahatsızlıklar görülmez olur.
 
Bir ayette Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
 
“İnsanların kendi elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat çıktı; Allah da belki dönerler diye yaptıklarının bir kısmını böylece kendilerine tattırır.” (Rum, 30/41)

Hacamat nedir? Bilgi verir miniz?

Vücudun herhangi bir yerini hafifçe çizip üzerine boynuz, bardak veya şişe oturtarak kan alma işlemine hacamat denilir.

“Bu yöntemle kan al­mak yahut vücudun istenen yerine kan toplamak için, küçük bir fanus ters tutu­larak içine süratle sokulup çıkarılan bir alev vasıtasıyla havası boşaltıldıktan son­ra vücuda kapatılmakta, böylece kanın, üzerindeki hava basıncının azaldığı o ke­sime hücum etmesi sağlanmaktadır. Eğer amaç sadece kan toplamak değil kılcal damarlardan kan almaksa fanus, o ke­sim bir bıçakla çizildikten sonra kapatılır ve bu durumda kan iç basıncın etkisiyle kolaylıkla dışarı çıkar, yani fanus tarafın­dan emilmiş olur. Bu işlemlerden birinci­sine “kuru hacamat”, ikincisine “kanlı ha­camat” denir. Ancak Türkçede hacamat denilince akla daha çok ikincisi veya atar ve toplardamarlardan fazla miktarda kan alınması gelmektedir ki bunun adı Arap­ça’da fasddır; bu işi yapana da fassâd adı verilir. Türk halkı arasında kuru hacamat için “şişe çekme” tabiri kullanılır.”

“Hacamatın Hz. Peygamber zamanında da sağlığı koruma ve bir te­davi metodu olarak uygulandığı, bizzat kendisinin hacamat yaptırdığı, hatta haca­matı teşvik ettiği bilinmektedir. Hacamatı o dönemde uygulanan en iyi tedavi me­totları arasında sayan (Buhari, Tıp, 13; Müslim, Müsâkat, 62, 63) Resul-i Ek­rem’in ve ashabının genel olarak ağrıya ve baş ağrısına karşı (Buhari, Tıp, 15; Ebu Dâvûd, Tıp, 3) baş, omuz, boyun damarları, kalça ve ayağın üstünden haca­mat yaptırdığı (Buhari, Tıp, 14, 15; Ebû Dâvûd, Menâsik, 35, Tıp, 4. 5; Tirmizî, Tıp, 12; İbn Mâce, Tıp, 21), hacama­tın akla ve hafızaya kuvvet verdiğini söy­lediği (İbn Mâce, Tıp, 22) rivayet edil­mektedir.

(KAYNAK: Abdullah Köşe, Mahmut Rıdvanoğlu, “Hacamat”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 14, s: 422-423)

Peygamberimiz Allah Teala’yı gördü mü?

Başta Aişe validemiz olmak üzere Sahabenin ileri gelenlerinden Abdullah İbn Mes’ud, Ebu Hureyre, Tabiun ulemasının önde gelenlerinden Katade, Mücahit ve Rabî’ ve ulemanın çoğu Peygamberimizin Mirac gecesinde Allah’ı değil; melek Cebrail’i gördüğünü belirtmişlerdir. Onların dayandığı delil Aişe validemizden nakledilen şu hadistir:

“Kim Muhammed’in Rabbini gördüğünü iddia ederse o kişi Allah’a karşı büyük bir yalan uydurmuş olur. Zira o (peygamberimiz) Cebrail’i kendi suretinde, ufku kaplamış bir halde görmüştür.” (Buhari, Bed’ül-Halk, 7. Benzer hadisler için ayrıca bkz.: Buhari, Tevhid, 4; Müslim, İman, 77)

Mirac gecesi Peygamberimizin Allah Teâlâ’yı gördüğüne dair nakledilen rivayet ise Abdullah İbn Abbas’a aittir. Fakat ulema tarafından diğer rivayetlerin yanında bu rivayete itibar edilmemiş, bunun İbn Abbas’ın kendi yorumu olduğu kanaati ağır basmıştır.

(Bu konuda daha geniş bilgi için bkz.: Süleyman Mollaibrahimoğlu, Mirac Gerçeği, İstanbul, 1991 ).

Bununla ilgili görüntülü cevabımızı aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/peygamberimizin-allahi-gordugune-veya-gormedigine-dair-ayet-var-mi.html

Denizde bulunan şeyler helal midir?

O yüzük size helal olmaz. Denizde bulunan şeylerin bulan kişiye helal olacağına dair halk arasında dolaşan bilgilerin sağlam bir kaynağı bulunmamaktadır. Karada olduğu gibi denizde bulunan mal ve eşyalarda da dinimizin buluntu mallar (lukata) hakkındaki hükümleri uygulanır. Fıkıh ve ilmihal kitaplarında buluntu mallarla ilgili birçok hüküm anlatılmaktadır. Fakat bugün için onları uygulamak zordur. Dolayısıyla böyle bir şeyle karşılaşanların buldukları şeyleri ya en yakın karakola ya bir fakire veyahut da bir camiye gidip o şeyi onlara teslim etmeleri en uygun olanıdır.
 
Denizde bulunduğunda sahip olunacak şeyler balık, midye, istiridye vs. gibi deniz hayvanları, avları ve yiyecekleridir.

Aynı koşullarda doğmayan iki insan niçin aynı şartlarda sınav olur?

Sorunuza cevap verebilmek için öncelikle Kur’an-ı Kerim’e bakmakta fayda var. Allah Teâlâ, hayatın anlamını şu ayetlerle açıklamaktadır:

“Sizi biraz korku, biraz açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile yıpratıcı bir imtihandan geçireceğiz; bundan kaçış olmaz. Sen sabır gösterenlere müjde ver. Onlar, başlarına bir sıkıntı gelince şöyle derler: “Biz, Allah’a aidiz. Zaten, ona döneceğiz”.  Onların üzerinde Rablerinin verdiği olgunluklar ve bereket bulunur. Yola gelenler işte onlardır.” (Bakara, 2/155-157)

“Yoksa siz, sizden  öncekilerin başına gelenlerin bir benzeri başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi hesap ediyorsunuz?. Onları aşırı baskılar ve büyük zorluklar öylesine sarmış, öylesine sarsılmışlardı ki, Allah’ın elçisi ve beraberindeki müminler: “Allah’ın yardımı ne zaman?” deme durumuna gelmişlerdi. Bilin ki, Allah’ın yardımı yakındır.” (Bakara, 2/214)

“Hanginizin daha iyi amel işlediğini denemek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur. Ve O, güçlüdür, bağışlayandır.” (Mülk, 67/2)

“Her canlı, ölümü tadar. Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz. Ve siz, ancak bize döndürüleceksiniz.” (Enbiyâ, 21/35)

“Ben insanları ve cinleri sadece bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 51/56 )

“Andolsun ki içinizden cihad edenlerle sabredenleri belirleyinceye kadar ve söylediğiniz sözlerin doğru olup olmadığını açığa çıkarıncaya kadar sizi imtihan edeceğiz.” (Muhammed, 47/31)

(İmtihan sayesinde) “Elbette Allah, sadakat gösterenleri ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.” (Ankebût, 29/2-3)

Bunlar gibi daha birçok ayet vardır. Açıkça anlaşılıyor ki dünya rahatlık yeri değil; imtihan yeri. İmtihanı yapan ise yaratılanlar değil; bizzat YARATAN. Bize düşen kurallara uymak, bize sunulan şartlarda en iyisini yapmak… Şurası da bir gerçek ki beş parmağın beşinin bir olmaması gibi her insanın durumu da bir değildir. Kimsenin durumu kimseye benzemez. Herkes farklı şartlar altında imtihana girmektedir. Sizin takıldığınız yer de tam burası… Herkes bir imtihan veriyor ama herkes aynı imtihanı vermiyor! Yukarıdaki ayetlere bir kez de bu gözle bakın: Kimi açlıkla, kimi malla, kimi canla, kimi ürünlerle, kimi sadakatle, kimi hastalıkla… mücadele veriyor. Hastanın imtihanı ile sağlıklının imtihanı bir değildir. Aynı şekilde fakirle zenginin de… Müslüman bir ailede doğan bir insanla gayrimüslim bir ana babadan doğan insanı düşünün: İkisi de aynı dünyada, ikisi de imtihanda… Ama ikisinin imtihanı aynı değil; ikisinin sorumlulukları farklı.. Onlara çıkan sorular aynı değil! Kapasitelerine, çevrelerine, ailelerine, doğuştan gelen fiziksel özelliklerine (sağlam-engelli gibi) göre imtihan da değişiyor.

İnsanlardaki bu farklılıklar rastgele oluşmamıştır. Yaratılıştaki her farklılık, sorumluluğun yani imtihanın da farkı olmasını gerektirir. Mesela Allah: “Allah’ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur…” (Nisâ, 4/34) buyurarak ailede geçimi sağlama görevini erkeğe vermiştir. Bu erkeğe verilmiş bir ayrıcalık değildir, bir görevdir, bir sorumluluktur! Buradan erkek ile kadının imtihanının aynı değil; farklı olduğu anlaşılır. Aynı şekilde mal, zengine verilmiş bir imtiyaz gibi gözükür. Ama gerçekte o çok büyük bir imtihandır. Nice zengin, “ah keşke fakir olsaydım da bunlar başıma gelmeseydi” der.  Fakirlik, görüntüde kötü bir şeydir. Ama ahiret ve hesap düşünüldüğünde belki çok da büyük bir nimettir. Hayata bir de bu gözle bakmaya çalışın.

Bir de şunu unutmamak lazım; kişinin kendine ait olan, kendi yaptıklarıdır; hazır buldukları değil. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Kişinin kendi çalışmasından başkası kendinin değildir. Çalışmasının karşılığını yakında görecektir.” (Necm 53,/39-40)

NOT: Benzer bir cevabımızı okumak için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/dunya-imtihanini-nasil-kazaniriz.html

Ramazan ve Kurban Bayramları aslında kaç gündür?

Ramazan bayramı bir, kurban bayramı ise dört gündür. Bunun delili bu günlerde oruç tutulmasının yasak oluşudur. Konuyla ilgili hadisler şöyledir:

Ebu Ubeyd’den; demiştir ki: Ömer radıyallahu anh ile birlikte bayramda bulundum. Hutbeden önce namaz kıldırdı. Sonra (kalkıp) şöyle dedi:

“Şüphesiz Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem bu iki günün orucunu nehyetti. Çün­kü kurban bayramı günü kurbanlarınızın etlerinden yiyeceğiniz gün­dür. Ramazan bayramı ise, oruçlarınıza son verişinizdir.” (Buhârî, Savm 66, Edahi 16; Müslim, Sıyam 138; Ebu Davud, Sıyam, 49; Tirmizî, Savm 37; Nesâî, İydeyn 1, 10; İbn Mâce, Sıyam 36; Muvatta, İydeyn 5; Ahmed b. Hanbel, 1/34, 40.)

Ebu Said el-Hudrî radıyallahu anh’dan; demiştir ki: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem iki günün orucundan men etmiştir: (Bunlar) ramazan ve kurban bayramı günleridir…” (Buhari, Savm 66; Müslim, Sıyâm 141; Ebu Davud, Sıyam, 49; Tirmizî, Savm 58; İbn Mâce, Sıyam 36)

Ramazan bayramında yasak olan oruç sadece bayramın birinci günüdür. Fakat kurban bayramının 4 günü de bu yasağa dâhildir.

Ümmü Hâni’nin azatlısı Ebu Mürre’den rivayet edil­diğine göre Abdullah b. Amr b. el-As’la birlikte Abdullah’ın babası Amr b. el-As’ın huzuruna girmiş. Amr b. el-As (r.a.) onlara yemek getirip:

Ye! Demiş. Abdullah:

Ben oruçluyum.

Amr: Ye, bugünler Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin bize oruç tutmamayı emre­dip, tutmayı men ettiği günlerdir. Râvi Mâlik dedi ki; O günler teşrik günleridir. (Ebu Davud, Sıyam, 50)

Teşrik günleri: Zilhicce ayının on bir, on iki ve on üçüncü günleri yani kurban bayramının iki, üç ve dördüncü günleridir.

Ukbe b. Amir radıyallahu anh’dan; demiştir ki; Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; “Arefe, kurban bayramı ve teşrik günleri biz Müslümanların bayramıdır. Bu günler yeme ve içme günleridir.” (Ebu Davud, Sıyam, 50; Tirmizî, Savm 58; Nesâî, Menâsik 195; Ahmed b. Hanbel, 4/152.)

Dünya ahiretin tarlasıdır deniyor. Bunu nasıl izah ediyorsunuz?

Biz müslümanlar öldükten sonra dirileceğimize, dünyada yaptıklarımızdan dolayı hesaba çekileceğimize ve mümin olarak iyi işler yapmışsak cennete, günahkâr olmuşsak cehenneme gideceğimize inanıyoruz. İnanmış olan kişiler cezalarını çektikten sonra cehennemden çıkarak cennete gireceklerdir. Allah Teala dilerse günahkârları affederek hiç cehenneme sokmayabilir. Fakat inançsızlar daima cehennemde kalacak ve ceza göreceklerdir.

Burada bahsettiğimiz iman, ibadet ve güzel işler vs. hep bu dünyada yapılan şeylerdir. Cennete gidenler dünyada yaptıkları bu güzel işlerden dolayı ödüllendirilmiş olacaklardır.

İnançsızlık, haksızlık, zulüm ve günahkârlık da bu dünyada insanların yaptıkları kötü işlerdir. Böyle kişiler de cehennemde cezalandırılacaklardır. Bu, aynen tarlasını zamanında eken, bakımını yapan ve mahsulünü zamanında kaldırarak pazara süren ve yemesi için yeteri kadarını ayıran kişinin kışın rahat etmesine benzer. Tarlasını ekip biçmeyen ve kışa hazırlık yapmayan kişiler de aç kalacaklardır.

Durum bu şekilde değerlendirilirse, dünyanın niçin ahiretin tarlası olduğu anlaşılır.

Kendi rızasıyla da olsa yetimin malı yenemez mi?

Yetim malı yemek büyük günahlardandır. Fakat bu, sizin anlattığınız gibi bir durum değildir. Haram kılınan yetim malı yeme şekli, babasını kaybeden çocukları koruma / gözetim altına alanlarla (yakınları vs.) alakalıdır. Yetim çocuğun kendine ait parası olabilir. Fakat daha yaşı küçük olduğu için bu parayı sağlıklı bir şekilde harcayamaz. Yetime bakan yakınları -ki bunlar dedeler, amcalar, dayılar, halalar ve teyzeler vs. olabilir- bu yetim çocuğun malını sadece çocuğun iyiliği için kullanabilir, harcayabilirler. Ayetler bunun dışındaki bir harcamayı yasaklamaktadır. Yani yetime bakan bir kişi, yetimin malını kendi çıkarları ve faydası için kullanamaz.

Fakat yetimler rüşd çağına yani kendi başına akıllıca iş yapabilme çağına ulaştıkları zaman kendi malında tam yetkili olurlar. Artık malları kendilerine teslim edilir, onlar da nereye isterlerse harcarlar, buna kimse müdahale edemez. Dolayısıyla kendi rızaları ile arkadaşlarına ikramlarda da bulunurlar vs. vs. Arkadaşınız kendi rızası ile size ikramlarda bulunuyorsa gönül rızası ile bunu kabul edebilirsiniz. Bunda herhangi bir sakınca yoktur.

Aşağıdaki ayetleri incelerseniz yasaklanan yetim malı yeme şeklinin nasıl olduğunu daha iyi görebilirsiniz:

“Evlilik çağına gelinceye kadar yetimleri (gözetip) deneyin, eğer onlarda akılca bir olgunlaşma görürseniz hemen mallarını kendilerine verin. Büyüyecekler (de geri alacaklar) diye o malları israf ile ve tez elden yemeyin. Zengin olan (veli) iffetli olmaya çalışsın, yoksul olan da (ihtiyaç ve emeğine) uygun olarak yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman yanlarında şahit bulundurun. Hesap sorucu olarak da Allah yeter.” (Nisa, 4/6)

“Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar, zaten onlar çılgın aleve atılacaklardır.” (Nisa, 4/10)

“Rüşd çağına erişinceye kadar, yetimin malına, sadece en iyi tutumla yaklaşın.” (En’am, 6/152)