Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Muhtelif

“Allah kimseye kaldıramayacağı yük yüklemez ” bu neyi ifade ediyor?

Allah insanı belli bir kuvvet ve kısıtlı imkânlarla donatılmış bir şekilde yaratmıştır. Bu yüzden insan bazen çeşitli nedenlerden dolayı bazı sorumluluklarını yerine getiremez. Mesela yolculuk esnasında gerek meşakkat gerekse vakit darlığından dolayı namazların ifasında bazı şartlar ortadan kalkar: Farzlar iki rekâta düşer ve namazlar birleştirilebilir. Oysa namaz beş vakit olarak farz kılınmış bir ibadet olup; öğle, ikindi ve yatsı namazlarının farzları dört rekâttır. Fakat Allah bu durumda insanın güç yetiremeyeceği için bazı kolaylıklar var etmiştir. Fıkıh kitaplarından RUHSAT başlıkları adı altında işlenen konular buna örnek olabilir.

Biz Âdem (a.s)’ın çocuklarının birbiri ile evlenmesi sonucu mu çoğaldık?

Allah Teala şöyle buyurmuştur:

“Ey İnsanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve aynı nefisten eşini yaratan ve bu ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getiren Rabbinize hürmetsizlikten sakının…” (Nisa, 5/1)

İnsan nesli ilk yaratılan Âdem ve ondan sonra ona eş olarak yaratılan Havva validemiz sayesinde meydana gelmiştir. Kaynaklarda Âdem ile Havva’nın çocuklarının biri erkek diğer kız olmak üzere ikiz doğduğu belirtilmektedir. İnsan neslinin çoğalması için ilk dönemlerde ikiz olarak doğan kardeşler diğer ikiz kardeşleri ile çapraz olarak evlenirlerdi. Aynı batında doğan kardeşler birbirleri ile değil; kendilerinden önce veya sonra doğmuş olan diğer kardeşleri ile evlenmek sureti ile insan nesli çoğalmaya başlamıştır.

Mantık olarak bu uygulamanın fazla uzun sürmediği söylenebilir. Zira kısa bir zaman sonra nesil çoğalmış; amca, hala, dayı ve teyze çocukları oluşmaya başlamış olacağı için artık kardeşlerin birbirleri ile evlenmeleri de kısa bir zaman sonra yasaklanmıştır.

Bununla ilgili görüntülü cevabımızı izlemek için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/hz-ademin-cocuklari-gercekten-birbirleriyle-evlenmis-midir.html

Cenneti kazanmak için mi ibadet edelim, yoksa Allah’ın rızasını mı?

İbadet, “Allah’a gönülden, isteyerek yönelmek, tapmak, boyun eğmek” demektir. Allah’ın emir ve yasaklarına uymada en büyük hedef, Allah’ın rızasını kazanmaktır. Fakat kullar aynı zamanda Allah’tan korktuğundan dolayı da ona ibadet edeceklerdir. Bunun yanı sıra Onun vermeyi taahhüt ettiği ödüllere ulaşmak için de Ona ibadet etmek gerekir.

Allah Teala Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:

“Rabbinizden olan mağfirete ve eni, göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın; o, muttakîler için hazırlanmıştır.” (Al-i İmran, 3/133)

Bu ayete göre mağfiret ve Cennet, bir mü’minin hedefidir. Dolayısıyla bunlara ulaşmak için var gücüyle çalışmalıdır. Başka bir ayette ise hedefler; Allah’ın rahmeti, rızası ve yine cennet olarak gösterilmiştir:

“Rab’leri, onları kendi katından bir rahmet, bir rıza ve bir cennetle müjdeler ki o cennette onlar için bitmez tükenmez nimetler vardır.” (Tevbe, 9/21)

Bir başka ayette ise Allah Teala hedeflerin en büyüğünün kendi rızası olduğunu ilan etmektedir. O şöyle buyurmaktadır:

“Allah, mümin erkeklere ve mümin kadınlara, içinde ebedî kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vâdetti. Allah’ın rızası ise hepsinden büyüktür. İşte büyük kurtuluş da budur.” (Tevbe, 9/72)

Sonuç olarak bunların hepsi birbirine bağlıdır. Cennet için çalışan zaten Allah’ın rızasını kazanmak için çalışmaktadır. Allah’ın rızasını kazanmak için çalışan da hem onun rahmetini hem de cennetini kazanmak için çalışmaktadır. Fakat elbette ki bu hedeflerin en büyüğü, en yücesi Allah’ın rızasını kazanmaktır.

Bununla ilgili görüntülü cevaplarımızı aşağıdaki linklerden izleyebilirsiniz:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/amacimiz-cenneti-mi-yoksa-allahin-rizasini-kazanmak-mi-olmali.html

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/ibadetlerimizi-cenneti-kazanmak-icin-yapmamiz-yanlis-midir.html

Enes radıyallahu anh ne zaman ölmüştür?

Uhud savaşında şehid olan Enes radıyallahu anh ile Peygamberimizin vefatından 80 sene sonra ölen Enes radıyallahu anh farklı kişilerdir. Uhud savaşında şehid olan sahabi, Ensar’dan Enes b. Nadr radıyallahu anh’dır.

Peygamberimizden 80 sene sonra vefat eden ise Enes b. Malik radıyallahu anh’dır. Enes b. Malik radıyallahu anh, Peygamberimize hizmetiyle tanınan ve en çok hadis rivayet eden sahabilerin başında yer alır. O, Hudeybiye, Hayber, Mekke’nin Fethi, Huneyn, Taif Muhasarası ve Veda Haccı gibi önemli olaylarda Peygamberimizle birlikteydi. Hicretten 10 yıl önce (miladi 612) dünyaya gelen Enes radıyallahu anh, 100 yıldan fazla yaşamıştır. Onun hicri 93 yılında vefat ettiği bilinmektedir. 90, 91, 92 veya 95 yıllarında vefat ettiğini ileri sürenler de olmuştur.

Allah için tanrı kelimesi kullanılır mı?

Allah özel isimdir, Allah’tan başkası için kullanılamaz. Tanrı ise ilah anlamında Türkçedir ve cins isimdir. Allah için de tanrı olduğu iddia edilen varlıklar için de kullanılır. “Allah’tan başka ilah yoktur” sözü ile “Allah’tan başka tanrı yoktur” sözü aynı anlama gelir. İlah kelimesi Arapça olduğu için onun yerine tanrı kelimesinden başka kullanacağımız kelime yoktur. Bu kelimeyi mahkûm etme çabaları tamamen boş ve anlamsızdır.

Bayan doktor varken erkek doktoru tercih etmek câiz midir?

Bir bayanın diz kapağı ile göbeği arasına, erkekler gibi bayanların bakması da haramdır. Fakat zaruret halinde, sadece bakılması zorunlu olan yerlere bakılabilir. Ama bayanın bakması ile erkeğin bakması aynı olmayacağı için bayan doktor tercih edilmiştir. Erkek doktoru tercih ettirecek güçlü gerekçeler varsa erkek doktor da bakabilir.

Hatice validemizin peygamberimizle evlendiğinde çocuğu var mıydı?

Hz. Peygamber ile evlenmeden ön­ce iki evlilik yapan Hatice, ilk evliliğini Ebû Hâle Hind b. (Nebbâş b.) Zürâre et-Temîmî ile yaptı. Bu evlilikten, Resûl-i Ekrem’in şemailine dair rivayetiyle tanınan ve onun terbiyesinde yetişen Hind adlı oğlu doğ­du. Ebû Hâle’den bir de kızı olduğu söy­lenmektedir (İbn İshak, s. 229). Daha son­ra Atîk (Uteyyik) b. Abid (Âiz) el-Mahzûmî ile evlendi. Ondan da Hind (Ümmü Muhammed) adında bir kızı kaynaklarda kaydedilmektedir. (M. Yaşar Kandemir, “Hatice”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 16, s: 465)

Filistin’e yardım için eğlence düzenlemek doğru mudur?

Değerli kardeşlerimiz,

Kadınlar için eğlence düzenlenmesi farklı bir şeydir; Filistin’e yardım için eğlence düzenlenmesi farklı! Normal zamanlarda sadece kadınların bulunduğu bir ortamda kadınlar için eğlence düzenlenmesinde herhangi bir sakınca yoktur. Fakat burada asıl sorgulanması gereken, Filistin’e yardım için neden böyle bir yöntemin seçildiğidir! Onlar orada cihad ediyor, ölüm kalım savaşı veriyorlar. Yiyecek ekmekleri, giyecek elbiseleri, tedavi olacak ilaçları yokken onlara yardım etmesi gereken Müslüman kardeşlerinin bu yardımı eğlence düzenleyerek toplaması gerçekten anlaşılacak bir durum değildir. Bizler o kardeşlerimizin acılarını eğlenerek mi paylaşacaktık! Sadece maddi yardımda bulunmak mıdır onların acılarını paylaşmak? Bir taraftan oradaki kardeşlerimizi düşünüp maddi yardımda bulunacağız ama diğer taraftan vur patlasın çal oynasın diyerek eğlencemize devam mı edeceğiz? Hayır… Bu, böyle olmamalı… Kesinlikle böyle olmamalı… Hani biz Müslümanlar tek bir vücuttuk? Hani vücudumuzun bir yeri ağırdığında diğer yerleri de ağırırdı? Kardeşliğimiz yara mı aldı yoksa?

Önce bir silkinelim, kendimize gelelim. Ölü toprağını atalım üstümüzden. Oradaki kardeşlerimize maddi yardımda bulunduğumuz gibi manevi olarak da onların yanında bulunmak durumundayız. Onların dertleri ile dertlenmeli, acılarını ta yüreğimizde hissetmeliyiz. Onlar orada her türlü zulme, işkenceye maruz kalırken bizim de en azından uykularımız kaçmalı. Kardeşlik hukukumuzu gözden geçirelim. Dualarımızda önceliği onlara verelim.

Hz. Ali için “aleyhisselam” kelimesi kullanılılır mı?

Aleyhisselam “ona selam olsun” demektir. Biz selamı yaşayan kimselere verdiğimiz gibi kabirlere de veririz. Bize selam gönderen bir kimse için “ona da selam olsun” manasına “ve aleyhisselam” deriz.

Fakat Türk geleneğinde, bir isimden sonra söylenen “aleyhisselam” dua cümlesi peygamberler için kullanılır. Musa aleyhisselam, İsa aleyhisselam vs. denir. Bu yüzden peygamber olmayan bir kişinin isminden sonra aleyhisselam denmesi, halk arasında bu kişinin peygamber sayıldığı şüphesini doğurur. Yanlış anlamalara sebep olmamak için bu kullanımın olmaması daha uygun olur.

Sürekli affetmek yanlış sonuçlara mı götürür?

Dinimizde bizlere tavsiye edilen affetmektir. Affetmek her kişinin nasibi değildir. Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“(Yarışı kazanacak olanlar;) Bollukta ve darlıkta hayra harcayan, öfkelerine hakim olan ve insanların kusurlarına bakmayanlardır. Allah, güzel davrananları sever.”  (Âl-i İmrân, 3/134)

Fakat bu, yanlış yapanları uyarmamak ve gerektiğinde onlara ceza vermemek anlamına gelmez. Bazen ceza vermek de gerekebilir:

“Eğer ceza vermek isterseniz size ne yapıldıysa onun dengiyle ceza verin. Sabredecek olursanız kuşkusuz bu, sabredenler için daha iyidir.” (Nahl, 16/126)

“Bir kötülüğün cezası, onun dengi bir kötülüktür. Kim bağışlar da arayı düzeltirse karşılığını Allah verir. O, yanlış yapanları sevmez.” (Şûrâ, 42/40)

Zaman ve zemine göre hareket etmek gerekir. Her zaman affetmek istenen sonucu vermez. Bu yüzden Allah gerektiğinde uyarma ve hatta ceza prensiplerini bizlere öğretmiştir. Bunlara göre hareket etmek gerekir.

Lütfen aşağıdaki linki de tıklayınız:

www.fetva.net/cezalar/yapilan-yanlislari-surekli-affetmek-bizi-yanlis-sonuclara-mi-goturur.html

18 bin âlem var mıdır? Yoksa bu sadece bir söylemden mi ibaret?

Allah Teala Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette “âlemlerden” bahsetmektedir. Bu kelime Türçe’ye varlıklar şeklinde tercüme edilir. Varlıklar ise bir sayı ile sınırlanamaz. 18 bin âlem sözü kesretten kinaye yani varlıkların çok olduğunu belirtmek için kullanmış olup gerçek bir sayı belirtmemektedir.

Bununla ilgili görüntülü cevabımızı aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz:

Kur’an’da geçen “âlemler” kelimesi ne anlama geliyor?

Hubb-i fillâh ve buğz-i fillâh ne demektir?

Hubb-i fillâh, sevdiğini Allah için sevmek; buğz-i fillâh ise sevmediğini Allah için sevmemek, Allah için buğz etmek demektir. Zira Allah için sevilecek ve Allah için buğz edilecek kimseler vardır. Bununla ilgili ayet ve hadisler şöyledir:

“Müminler! İnanmış kimseleri bırakıp kâfirleri dost tutmayın. Allah’a aleyhinize olacak açık bir delil mi vermek istiyorsunuz?” (Nisâ, 4/144)

“Müminler! Yahudileri ve Hristiyanları veli edinmeyin. Onlar birbirlerinin velisidir. Sizden kim onları veli edinirse o da onlardandır. Allah zalimler topluluğunu yola getirmez.” (Mâide, 5/51)

“Ey iman edenler, sizden önce kitap verilenler arasından dininizi hafife alıp oyun edinenleri ve öteki kâfirleri veli edinmeyin. İnanıyorsanız Allahtan çekinin.” (Mâide, 5/57)

” Müminler! Eğer kâfirliği imana tercih ediyorlarsa babalarınızı ve kardeşlerinizi bile veli edinmeyin. Kim onları veli edinirse, onlar kendilerine yazık etmiş olurlar.

De ki: “Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, mensup olduğunuz topluluk, elde ettiğiniz mallar, durgunlaşmasından korktuğunuz ticaret ve beğendiğiniz konaklar, eğer size Allah’tan, elçisinden ve onun yolunda zorluklara göğüs germekten daha sevimli geliyorsa bekleyin, nasıl olsa Allah’ın emri gelecektir. Allah yoldan çıkan bir topluluğu yola getirmez.” (Tevbe, 9/23-24)

“Allah’a ve ahiret gününe inanan bir toplumun -babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa- Allah’a ve Resûlüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. İşte onların kalbine Allah, iman yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, kurtuluşa erecekler de sadece Allah’ın tarafında olanlardır.” (Mücâdele, 58/22)

“Ey iman edenler! Eğer benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanlara sevgi göstererek, gizli muhabbet besleyerek onları dost tutmayın. Onlar, size gelen gerçeği inkâr etmişlerdir. Rabbiniz Allah’a inandığınızdan dolayı Peygamber’i de sizi de yurdunuzdan çıkarıyorlar. Ben, sizin saklı tuttuğunuzu da, açığa vurduğunuzu da en iyi bilenim. Sizden kim bunu yaparsa (onları dost edinirse) doğru yoldan sapmış olur.” (Mümtahine, 60/1)

Ebu Ümame’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve selem şöyle buyurmuştur:

“Kim Allah için sever, verdiğini Allah için verir, vermediğini de Allah için vermezse, imanını ke­male erdirmiş olur.” (Ebu Davud, Sünnet, 15)

Sehl b. Muâz b. Enes el Cühenî’den ve babasından rivâyete göre, Resûlullah şöyle buyurmuştur:

“Kim Allah için verir ve Allah için engel çıkarırsa, Allah için sever ve Allah için buğzederse ve Allah için nikâhlanıp evlenirse o kimsenin imanı olgunluğa ermiştir.” (Tirmizî, Kıyâmet, 60)

Enes İbni Mâlik radıyallahu anh’tan rivayet edildiğine göre Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Üç özellik vardır ki; bunlar kimde bulunursa o, imanın tadını tatmış demektir:

1. Allah ve Resulünü, herkesten fazla sevmek.

2. Sevdiğini Allah için sevmek.

3. Allah kendisini küfür bataklığından kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek.” (Buhârî, İman 9, 14, İkrâh 1, Edeb 42; Müslim, İman, 67. Ayrıca bk. Tirmizî, Îmân, 10)