Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Muhtelif

Yılbaşı kutlamak caiz midir? Müslümanlar yılbaşını kutlayabilirler mi?

Uhud Savaşı bazı sahabilerin sarhoş olması yüzünden mi kaybedildi?

İçki haram kılınmadan önce ashab-ı kiramdan birçok kişinin içki içtiği sabittir. Fakat içkiyi haram kılan ayetler nazil olduktan sonra bir iki istisna hariç sahabe içkiyi terk etmiştir. Fakat Uhud savaşının sahabenin sarhoş olması yüzünden kaybedildiği doğru değildir.

Buhâri’de geçen rivayete gelince:

Câbir radıyallâhu anh’ın rivayet ettiği hadis şöyledir:

“Bir takım in­sanlar Uhud harbi gecesi sabaha kadar içki içmişlerdi. O gün bun­ların hepsi şehîd olarak öldürüldüler. Bu, şarâbın haram kılınmasından önce idi.” (Buhari, Tefsîru’l-Kur’an (Maide Suresi), Bab 10) (Bu hadis Buhari’de Maide suresinin tefsiri haricinde Cihad ve Megazi bölümlerinde de yer almaktadır.)

Tecrid-i Sarih Tercümesi ve Şerhinde Kamil Miras bu hadis hakkında şöyle demektedir:

“… Uhud harbi gecesi bir kısım ashab sabaha kadar içki içmişlerdi. O gün henüz içki haram kılınmamıştı. Uhud hezimetinin sebeplerinden birisi de bu işret iptilasıdır. Ve Uhud’u müteakip kati bir surette haram kılınmıştır.” (Bkz: Ahmet Naim, Kamil Miras: Sahih-i Buhari Muhtasarı ve Tecrîd-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yay., 2. bs., Ankara, 1972, c: 11, s: 96. 1698 numaralı hadisin açıklaması)

Açıklamada da görüldüğü gibi sebeplerden sadece bir tanesi ashaptan bazılarının içki içmesidir. Dolayısıyla diğer sebepleri tamamen göz ardı ederek “Uhud savaşı içki içen sahabe yüzünden kaybedildi” demek doğru değildir. Uhud savaşının ayrıntıları ve galibiyetten sonra yaşanan hezimetin sebepleri Allah Teâlâ tarafından Âl-i İmrân suresinde şöyle açıklanmıştır:

“Müminleri, savaşacakları yerlere konuşlandırmak için bir sabah erkenden evinden çıkmıştın. Allah her şeyi işitiyor ve biliyordu.

O gün içinizden iki bölük korkudan dağılmak üzereydi. Oysa onların dostu Allah’tır. İnananlar yalnız Allah’a güvenmelidirler.

Şurası bir gerçek ki, siz daha zor bir durumda iken, Allah Bedir’de sizi, yardımıyla zafere ulaştırmıştı. Öyleyse Allah’tan korkun. Belki şükredersiniz.

O gün müminlere şöyle diyordun: “Allah’ın, gökten inen üç bin melekle yardım etmesi size yetmez mi?”

Yeter tabii. Ama eğer sabreder ve iyi korunursanız; onlar da ani baskın yaparlarsa Rabbiniz size, onların peşlerini bırakmayan beş bin melekle destek verecektir.

Allah bu desteği size, sadece bir zafer müjdesi olsun ve kalpleriniz yatışsın diye verir. Yoksa zafer yalnızca Allah katındandır; o güçlüdür, doğru karar verir.

Bu desteği bir de; Allah’ı görmezlik edenlerin önde gelenlerini öldürmek ve onları perişan etmek için verir ki, savaşı kaybetmiş olarak geri dönsünler.” (Âl-i İmrân, 3/121-127)

“Siz bir yara aldıysanız, karşınızdaki topluluk da vaktiyle benzeri bir yara almıştı. Böyle günleri, bir ona bir öbürüne, insanlar arasında döndürüp dururuz. Bu, Allah’ın inanmış olanları ortaya çıkarması ve içinizden kimilerini tanık tutması içindir. Allah, yanlış yapanları sevmez.

Bu, bir de Allah’ın, iman edenleri arındırması ve görmezlikten gelenleri çaresiz bırakması içindir.” (Âl-i İmrân, 3/140-141)

“Bakın, Allah, size verdiği sözü yerine getirdi. O gün onun izniyle kâfirleri kırıp geçiriyordunuz. Sonra bir an endişeye kapılıp gevşediniz, savaşma konusunda anlaşmazlığa düştünüz. Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten sonra emre aykırı davrandınız. Kiminiz dünyayı istiyor, kiminiz de ahireti istiyordu. Sonra Allah sizi onların karşısında bozguna uğrattı ki yıpratıcı bir imtihandan geçesiniz. Sonra da onları sizden tam olarak uzaklaştırdı.  Çünkü Allah’ın inananlara ikramı boldur.

O gün siz dağa doğru kaçıyor, kimseye dönüp bakmıyordunuz. O Elçi de arkanızdan sizi çağırıyordu. Allah sizi kederden kedere uğratıyordu ki, ne elinizden kaçan zafere ne de başınıza gelen bu belaya üzülesiniz. Siz ne yapsanız Allah onun iç yüzünü bilir.

O kederden sonra sizi bir güven duygusu sardı, üzerinize tatlı bir uyku hali çöktü. İçinizden bir takımı böyle bir havaya girmişti. Bir takımı da kendi derdine düşmüş, Allah hakkında, gerçek dışı kuruntuya, cahiliye devri kuruntusuna kapılmıştı. Şöyle diyorlardı: “Bu işten elimize ne geçti ki?” De ki: “Bu iş, tamamıyla Allah rızası içindir”. Onlar, sana açmadıkları bir şeyi içlerinde gizliyorlar, “bu işte bir faydamız olsaydı, burada öldürülmezdik” diyorlardı. De ki: “Siz evlerinizde bile olsaydınız, öldürülecekleri yazılmış olanlar çıkar, yatacakları yere kadar giderlerdi”. Bu, Allah’ın içinizde olanı denemesi, kalplerinizde olanı iyice temizlemesi içindir. Allah içinizde ne olduğunu bilir.

İki ordunun karşılaştığı gün, emre aykırı davrananlarınıza gelince, onların ayağını kaydıran şeytandı. Bu,  yaptıkları bazı işlerden ötürüydü. Allah onları affetti. Çünkü Allah bağışlar, yumuşak davranır.” (Âl-i İmrân, 3/152-155)

“Başınıza bir musibet geldiği zaman “bu da nereden çıktı” demeniz mi gerekirdi? Siz onların başına bunun iki katını getirmiştiniz. De ki, onun sebebi içinizden bazılarıdır. Allah’ın gücü her şeye yeter.

“İki topluluğun karşılaştığı gün başınıza ne geldiyse Allah’ın bilgisi altında geldi. Onun bir sebebi de inananları ortaya çıkarmasıydı.

Onda münafıklık edenleri ortaya çıkarma gayesi de vardı. Onlara dendi ki: “Gelin, Allah yolunda savaşın ya da savunma yapın.”  Dediler ki; savaşmayı bilsek, elbette geliriz”. İçten kabul etmedikleri şeyi ağızlarıyla söylüyorlardı. O gün onlar, imandan çok kâfirliğe yakındılar. Allah onların neyi gizlediklerini çok iyi bilir.

Oturdukları yerden, kardeşleri için şöyle atıp tutuyorlardı: “Sözümüzü dinleselerdi öldürülmeyeceklerdi.” De ki: “Haydi, kendi ölümünüze engel olun bakalım; eğer iddianızda haklıysanız.” (Âl-i İmrân, 3/165-168)

Özellikle 152-155. ayetleri dikkatli bir şekilde okuyunuz. Hezimetin nedenleri o ayetlerde gayet net bir şekilde görülmektedir.

Allah yazılı kolye ile tuvalete girilir mi?

Üzerinde “Allah”, “Bismillah” gibi Arapça yazıların bulunduğu kolye, bileklik vs. gibi takılarla tuvalete girdiğinizde elbisenin içinde, yani örtülü olursa bir sakınca olmaz. Örtülmesi mümkün olmazsa çıkarılması gerekir.

İnsanın dini ve kalbi fesada uğrar mı?

Mutaffifin Suresinin 14. ayetine göre insanın kalbi işlediği günahlarla kirlenir. Dolayısıyla bozulur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Hayır, hayır! Aslında kazançları, yürekleri üzerinde pas oluşturmuştur.” (Mutaffifin, 83/14)

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Bakın, vücutta bir et parçası vardır. O iyi olursa vücudun tamamı iyi olur, o bozulursa vücudun tamamı bozulur. İşte o kalptir.” (Müslim, Müsâkât, 107)

İş bu dereceye ulaştığında kalp aklın doğru tespitlerini kabul etmemeye başlar. Çünkü akıl daima doğruyu doğru, yanlışı yanlış olarak tespit eder. Kalp ise bir nevi onay merkezidir. Akla uyarak karar verdiği zaman doğru karar verir, akla değil de, kendi çıkarlarını gözeterek karar verdiği zaman da yanlış karar verir. Pişmanlıklar bu nedenle olmaktadır. Kalp, doğruyu yanlış ve yanlışı doğru görerek karar vermeye başlar, aklı dinlemez hale gelirse bozulmuş olur. Doğal olarak bu insanın dini de fesada uğrar.

Chat yapmanın hükmü nedir?

Bir müslümanın internette chat yapmak konusunda çok dikkatli olması gerekir. Bir konuda bilgi edinmek, yabancı kültürden insanlarla tanışıp bilgi alışverişinde bulunmak gibi nedenlerle chat yapmaya “caiz değildir” denilemez. Fakat araştırmalar gösteriyor ki maalesef chat, insanlarda tedavi edilemez psikolojik hastalıklara, ahlaksızlıklara, isimleri gizleyerek yalancılığa, karşı cinslerle yapılan müstehcen konuşmalara, cinsel ahlaksızlıklara ve ailelerin dağılmasına vs. yol açmaktadır. Bir Müslüman uyanık olmalı, bu tür tuzaklara düşmemelidir.

Peygamberimiz, boş zamanları değerlendirme hususunda insanların çoğunun aldanmakta olduğunu bildiriyor. Buna göre Müslüman, boş zamanlarını faydalı şeylerle değerlendirmelidir. Zaman oldukça kıymetlidir. Chat yapmak sureti ile boş zamanları faydasız şeylerle heba etmek de Müslümana yakışacak işlerden değildir.

İstişhad eylemleri hakkındaki görüşünüzü tekrar gözden geçirir misiniz?

Alakanız için teşekkür ederiz. Yalnız ilimde “ben böyle düşünüyorum”, “cevabınızı beğenmedim” gibi sözlere ve duygusallığa yer yoktur. Bizi bağlayan tek şey Allah’ın ayetleridir. Ayetleri bir kenara bırakarak fetva vermek, kendini Allah’ın yerine koymak olur ki bu, Allah’ın asla affetmeyeceği şirk günahıdır.

Eğer ayetler çerçevesinde bize karşı bir cevap hazırlama imkânınız olursa seve seve istifade ederiz. Siz yapamazsınız bunu yapabileceğine inandığınız kişilere aşağıdaki linkte yer alan röportajımızı gönderin ve duygusallıktan uzak, ayetler ışığında, tamamen bilimsel bir cevap hazırlamalarını sağlayın. İlim böyle olur, doğrular-yanlışlar böyle açığa çıkar. Sonuçta bütün ümmet çıkan hayırlı sonuçtan istifade eder. Böyle yapılmadan sadece bir takım duygusal sözlerle hareket edilirse biz dine uymuş olmaz, dini kendimize uydurmuş oluruz.

Bahsi geçen röportajımızı okumak için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.suleymaniyevakfi.org/bulten/prof-dr-abdulaziz-bayindirla-istishad-eylemleri-uzerine.html

Nasıruddin el-Elbâni güvenilir bir hadis alimi midir?

Nasıruddin el-Elbânî son dönem hadis âlimlerinden biridir. Herkesin olabileceği gibi onun de eleştirilecek ve takdir edilecek yönleri bulunmaktadır. Hadis çalışmalarından yararlanılabilir.

Şeyh kelimesini Araplar kendisine hürmet edilen kişiler hocalar ve yaşlılar için kullanırlar. Elbani bir tarikat şeyhi değildir.

Elimde bulunan haram parayı ihtiyaç sahibi birine verebilir miyim?

Allah’ın haram kıldığı yoldan para kazanmak kişiyi büyük vebal altına sokar. Fakat bu, sadece parayı kazanan kişiye aittir. Haram olan, paranın kendisi değil; kazanma yoludur. O kişinin bakmakla yükümlü olduğu kişilerin, dostlarının, akrabasının, yanında çalıştırdığı işçisinin bunda bir sorumluluğu olmaz. Bu kişilerin ikram ettikleri ve hediyeleri kabul edilebilir.

Haram paradan sahibinin hiçbir şekilde istifade etmesi caiz değildir. Bu yüzden haram olması kuvvetle muhtemel olan miktarı hesap edip ihtiyaç sahibi olan kayınpederinize verebilirsiniz. Bunu verirken incitmemek için haram para olduğunu da söylememelisiniz.

Haram ve çeşitleri ile ilgili olarak aşağıdaki linkte daha geniş bilgi vardır. Okumanızı tavsiye ederiz.

www.fetva.net/yazili-fetvalar/haram-nedir-cesitleri-nelerdir.html

Kişi aklından ve içinden geçen kötü şeylerden sorumlu olacak mıdır?

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. İçinizde olanı açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi ondan hesaba çekecektir. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah’ın gücü her şeye yeter.” (Bakara 2/284)

Nebîmiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dedi:

“Bakın, vücutta bir et parçası vardır. O iyi olursa vücudun tamamı iyi olur, o bozulursa vücudun tamamı bozulur. İşte o kalptir.” (Müslim, Müsâkât, 107)

İçinde olan ile içinden geçen aynı değildir. İçinde olan; iman, küfür, sevgi, nefret, kin, iyi niyet gibi hayata yön veren şeylerdir. İçinden geçen ise genellikle şeytan vesvesesidir. Bazen içinize öyle şeyler gelir ki “acaba kâfir mi oldum?” dersiniz. Bu, doğru yolda olduğunuzu gösterir. Çünkü şeytan, kıyâmete kadar süre alınca şöyle demişti:

“… And olsun onlar için, senin doğru yolunun üstünde oturacağım.

Sonra onlara; önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım. Onların çoğunu sana şükreder bulamayacaksın.” (Araf 7/16-17)

Şeytana izin verildiği için vesvesesine engel olunamaz. Bundan peygamberler de kurtulamazlar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Senden önce gönderdiğimiz bir tek nebi ve elçi yoktur ki, bir şeyi kursun da şeytan onun kurgusuna vesvese karıştırmış olmasın. Allah şeytanın karıştırdığını giderir, sonra âyetlerini pekiştirir. Allah bilendir, hakîmdir.” (Hac 22/52)

Şeytan vesvesesinden kurtulmaya güç yetmeyeceği için onun sorumluluğu olmaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Allah, kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemez.” (Bakara 2/286)

(KAYNAK: Abdulaziz Bayındır, Kur’an Işığında Doğru Bildiğimiz Yanlışlar, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 2. Bs., İstanbul, 2007, s: 106-108)

Bununla ilgili görüntülü cevabımızı aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/bir-an-bile-olsa-icimizden-gecen-seylerden-dolayi-hesap-verecek-miyiz.html

Şefkat tokadı diye bir şey var mı?

Günahların cezası hemen verilmez. Zira kul, günah işler ama tevbe ederse Allah o günahları affeder. Ama tevbe etmez ve günahta ısrar ederse Allah günahlarından “bir kısmının” cezasını dünyada verir, diğerlerini ahirete bırakır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de (tuttukları kötü yoldan) dönerler.” (Rum, 30/41)

Aşağıdaki ayetler de konuya açıklık getirmektedir:

“Sana ne iyilik gelse Allah’tan gelir, sana ne kötülük gelse senden kaynaklanır…” (Nisa, 4/79)

“Senden önceki topluluklara da elçiler göndermiştik.  Belki yalvarıp yakarırlar diye onları sıkıntıya ve zarara uğratmıştık.

Verdiğimiz sıkıntılar başlarına gelince yalvarıp yakarsalardı olmaz mıydı? Ama kalpleri katılaştı ve yapmakta olduklarını Şeytan onlara güzel gösterdi.

Kendilerine hatırlatılan görevleri unuttukları zaman önlerine bütün kapıları açarız. Verilen nimetlerle şımardıkları bir sırada da onları yakalayıveririz. Birden bire umutsuzluğa düşerler.” (En’âm, 6/42-44)

Bu ayetlerde de görüldüğü gibi Allah Teâlâ, akıllarını başlarına almaları için zaman zaman kullarını bir takım sıkıntılara maruz bırakmaktadır. Halk arasında “şefkat tokadı” olarak bilinen durum da bu ayetlere göre anlaşılabilir.

Sağ yanağına vurana sol yanağını çevir düsturu İslam’da var mıdır?

Hayır, bizim dinimizde böyle bir anlayışa yer yoktur. İslam’ın bir ceza hukuku prensipleri vardır. Buna göre haksızlığa uğrayan biri, uğradığı haksızlılığın mislini yapmak veya affetmek arasında muhayyerdir ama affetmesi tavsiye edilmiştir. Yani sağ yanağına bir tokat yiyen kimse, o kişiye aynı ölçüde iki tokat atma hakkına sahiptir. Biri yediği tokadın karşılığı, diğeri de onun cezasıdır. İsterse o kişiyi affeder ama öbür yanağını dönmez.

Konuyla ilgili daha geniş bilgiye www.suleymaniyevakfi.com sitemizde bulunan KUR’AN IŞIĞINDA DOĞRU BİLDİĞİMİZ YANLIŞLAR kitabının “Ceza Hukuku Prensipleri” bölümünden ulaşabilirsiniz.

Son zamanlarda sıkça bahsedilen “istikrâi okuma” ne demektir?

“Sözlükte “bir şeyin durumunu ve özel­liklerini öğrenmek için araştırma yapma, çaba harcama” anlamına gelen istikra mantıkta “tikelden (cüz’î) tümele (külli), özelden genele, tek tek olguların bilgisin­den bu olguların dayandığı kanunların bilgisine götüren zihinsel işlem” için kul­lanılan bir terimdir.

Meselâ bakır, demir, al­tın ve gümüşten her birinin ısı etkisiyle genleştiğini ve bunların hepsinin maden olduğunu bildikten sonra, “Bütün ma­denler ısıtılınca genleşir” hükmüne var­mak; aynı şekilde gramerde kelime kav­ramının isim, fiil ve edatlardan oluştuğu­nu, isim, fiil ve edatın da anlamlı sözcük­ler olduğunu bildikten sonra bütün keli­melerin anlamlı sözcükler olduğu hükmü­ne varmak birer istikradır.” (Abdülkuddüs Bingöl,  “İstikrâ”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c:23, s: 358.)

İstikrâî okuma da metinden hareketle metinde söylenmeyen şeyleri düşünmek, onları zihinde canlandırmak ve muhakeme yapıp bir neticeye varabilmektir. Yani parçadan bütüne doğru hareket edip bir sonuca varmak demektir.