Kur’an
Hayır, gerekmez! Müslüman bir kadın kendisine dinen yabancı olan erkeklerin yanında ve bir de namaz kılacağı zaman başını örter. Kadınların arasında veya evde kocasının, çocuklarının, babasının, kayınpederinin, erkek kardeşlerinin ve yeğenlerinin yanında başını örtmek zorunda değildir.
Allah Teâlâ Nûr Suresinin 31. ayetinde şöyle buyurmuştur:
“Mümin kadınlara söyle, gözlerini sakınsınlar; edep yerlerini ve çevresini örtsünler. Görünen kısım dışındaki süslerini açmasınlar. Başörtülerini yakaları üstüne kadar indirsinler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları, elleri altında bulunan esirler, ele bakar hale gelmiş ve erkekliği kalmamış kimselerle kadınların edep yerlerinin farkına varamamış çocuklar dışında hiç kimseye süslerini açmasınlar…” (Nûr, 24/31)
Kur’an okunacağı zaman ne yapılması gerektiği ile alakalı olarak ise Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Kur’an okuyacağın zaman; taşlanmış şeytandan Allah’a sığın.” (Nahl, 16/98)
Bu ayete göre kadın olsun erkek olsun Kur’an okumak isteyen her Müslümanın yapması gereken tek şey, şeytandan Allah’a sığınmaktır. Bunun dışında herhangi bir emir bulunmamaktadır. Dolayısıyla Kur’an okurken kadınların başları açık olabilir. O esnada başı örtmeyi emir veya tavsiye eden herhangi bir ayet veya hadis yoktur.
Kadınlar Kur’an okurken tilavet secdesine rast gelirlerse o secdeyi de başları açık yapabilirler. Bunda da bir sakınca olmaz. Çünkü tilavet secdesi namaz hükmünde değildir, başı açık bir şekilde yapılabilir. Nitekim ilmi araştırmalar ve fetva kurumu el-Lecnetü’d-Dâime de bu yönde fetva vermiştir.[1]
KAYNAK: Yahya Şenol, “Fetvalar”, Kitap ve Hikmet Dergisi, Ocak-Mart 2015, Yıl: 2, Sayı: 8, s. 54-55.
[1] Bkz: Heyet, el-Lecnetü’d-Dâime, c: 7, s: 263, fetva no: 13376.
Kur’an ayetlerinin sayısı hakkında ulema arasında farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Bu farklılığın bazı sebepleri vardır. Bunlar; bazı âlimlerin Kur’an’da ayet sonu olarak kabul ettiği yerleri diğerlerinin kabul etmemesi, sure başlarında yer alan besmelelerin ve Yâ-Sîn, Hâ Mîm, Elif-Lâm-Râ gibi hurûf-u mukattaa’nın müstakil birer ayet sayılıp sayılmaması, mushafta tek ayet olarak yer alan bazı ayetleri bir kısım alimin iki veya üç ayet olarak kabul etmesi vs. dir.
Basra, Kûfe, Mekke ve Medine ekolüne mensup âlimler, Kur’an’daki ayet sayısı konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.
İlk Medinelilerden İmam Nâfi’ye göre Kur’an 6.217, sonraki Medinelilerden Şeybe İbn Nisah’a göre 6.214, Ebû Cafer’e göre 6.210 ayettir.
Ayet sayısı Mekkelilere göre 6.219 veya 6.220,
Şamlılara göre 6.220,
Basralılara göre 6.205,
Kûfelilere göre de 6.236 ayettir.
Müfessirlerden Zemahşerî ise ayet sayısının 6.666 olduğunu öne sürmüştür ki halk arasında en çok bu görüş yayılmıştır.
Fakat İslam âleminde en yaygın olan ve şu an elimizde bulunan mushaflar, Kûfe usulüne göredir ve o da herkesin kolaylıkla hesap edebileceği gibi 6.236 ayetten ibarettir. Hulefâ-i Râşidîn’den Ali b. Ebî Tâlib’in de bu görüşte olduğu rivayet edilmiştir.[1]
Ayet sayısındaki bu ihtilafın sebepleri yukarıda açıklanmıştır. Yoksa Kufelilerin elinde bulunan Kur’an ile Mekke, Medine, Şam veya Basralıların elinde bulunan Kur’an arasında metin açısından hiçbir fark yoktur! Herkes kendi usulüne göre; ama aynı Kur’an üzerinde yorumda bulunmuştur. Dolayısıyla ekoller arasındaki sayı farklılığına bakılarak şu an elimizde bulunan mushaflarda herhangi bir eksiklik veya fazlalık olduğu iddia edilemez.
KAYNAK: Yahya Şenol, “Fetvalar”, Kitap ve Hikmet Dergisi, Ocak-Mart 2015, Yıl: 2, Sayı: 8, s: 54.
[1] Konu hakkında geniş bilgi için bkz: Hasan Keskin, “Âyetlerin Sayısı Hakkındaki İhtilaf Nedenleri”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2009, cilt: 13, sayı: 2, s: 49-67.
Abdullah b. Mesud şöyle demiştir: “Resûlullâh (s.a.v.)’e miraçta üç şey verilmiştir. Bunlar: Beş vakit namaz, Bakara sûresinin son ayetleri ve ümmetinden Allah’a şirk koşmayanların büyük günahlarının mağfiret olunacağıdır.”[1]
Ayetlerin normalde Resûlullâh’a nasıl vahyedildiği konusunu bizzat Kur’an-ı Kerim’den inceleyecek olursak bu işlemin belli bir sisteme göre gerçekleştiğini görebiliriz. Allah Teâlâ, insanlarla nasıl konuşacağını şöyle ifade etmiştir:
“Allah, herhangi bir beşerle ilham yoluyla, perde arkasından veya tercih ettiği şeyi kendi izniyle içine fısıldasın diye elçi gönderme dışında bir yolla konuşmaz. Yüce olan ve doğru kararlar veren O’dur.” (Şûrâ, 42/51)
Ayete bakıldığında Allah Teâlâ’nın insanlarla ancak üç şekilde konuşacağı, bunlardan birisinin vahiy yoluyla yani ilham şeklinde olduğu ifade edilmiştir.[2] Ayette belirtilen bir diğer husus, perde arkasından konuşmak şeklinde gerçekleşmektedir. Allah’ın insanlarla konuşmasının son örneği ise Allah Teâlâ’nın elçi göndermek suretiyle ona vahiyde bulunmasıdır.
Risaletle (tebliğle) ilgili vahiylerin sadece melek vasıtasıyla geldiği anlaşılmaktadır. Bu tür vahiyler sadece ve sadece nebîlere gelmekte[3] ve Allah tarafından koruma altına alınmaktadır.[4] Kur’an ayetleriyle ilgili vahiylerin Cebrail (a.s.)’ın vasıtasıyla olduğunu ifade eden bazı ayetler şunlardır:
“De ki: Cebrail’e kim düşman olabilir? Kendinden öncekileri onaylayan, doğru yolu gösteren ve inananlar için müjdeci olan bu Kur’an’ı senin kalbine o, Allah’ın izni ile indirmiştir.”(Bakara 2/97).
“Onu güvenilir Ruh (Cebrail) indirmiştir. O Kur’ân, elbette âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.” (Şuara 26/193-194)
Bu ayetler çerçevesinde Allah Teâlâ’nın tüm insanlarla ya ilham (vahiy) yoluyla ya perde arkasından ya da bir elçi göndererek konuştuğu anlaşılmaktadır. Bütün bunlar hem Nebiler ve hem de diğer insanlar için geçerlidir. Ancak risaletle yani tebliğle ilgili olan vahyin sadece Nebilere mahsus olduğu ve bunun da ancak melek Cebrail (a.s.) vasıtasıyla geldiği anlaşılmaktadır.[5] Dolayısıyla Bakara sûresinin son iki ayetinin Resûlullâh’a Cebrail (a.s.)’ın aracılığı olmaksızın bizzat Allah tarafından verildiğine dair rivayet, başta Şûrâ sûresi 51. ayet olmak üzere Kur’an’ın vahiy sistemiyle çelişmektedir.
DİPNOTLAR
[1] Müslim, İman, 76; Ayrıca bkz: Tirmizi, Tefsîru’l-Kur’ân, 53; Nesai, Salât, 1; Buhârî, Salât, 1, Müsned, 1, 422; Müslim, İman, 74.
[2] Ebu Abdullah Fahreddin Muhammed b. Ömer b. Fahreddin er-Râzî (ö. 606/1209), et-Tefsîru’l-Kebîr, Daru İhyai’t-Türasi’l-Arabi, Beyrut/Lübnan, 1999/1420, IX, 611.
[3] Bakara 2/113; Nisa 4/163.
[4] Cin 72/27, 28.
[5] Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz: Fatih Orum, Kur’an ve Sünnet Temelinde Kur’an’ı Anlama Usûlü, 48-61.