Kur’an
Ruhban, “korkmak”, “çekinmek” anlamlarına gelen r-h-b kökünden (rahbet, rahbâniyyet) türemiş bir kelimedir. “Allah’tan korkan”, “O’ndan çekinen” anlamında “Râhib” kelimesinin çoğuludur. Buna göre Ruhban; “Allah’tan korkan ve O’ndan çekinen kimseler”, “Allah rızasını kazanmak için dünyayı terk etmiş kişiler” olarak tanımlanır.
Tefsir kitaplarında ruhban ile genelde “Allah’tan korkanlar”, “kendilerini ibadete adamış kişiler”, “İsa (a.s.)’ın davetine icabet eden ve ona tabi olup şeriatı üzere olanlar” ve özelde “Hristiyan din adamları”nın kast edildiği söylenir.
Hristiyanlıkta rahipler, insanların Allah ile ilişkilerinde günahları kilise adına affetme yetkisine sahip olan, adaklar ve kurbanlar sunmak üzere atanmış olan kişilerdir. Türkçede bunlar papaz, keşiş olarak da ifade edilir. Hristiyanlığın algıladığı ve böyle bir algıyla oluşturulan dini kurumların İslam’da yeri yoktur. (Bkz. Hadîd, 57/27)
Bize göre, ruhban sınıfı sadece Hristiyanlığa özgü olmayıp her dinin kendi tarzında ruhbanı olabilir. Çünkü Allah’ın emri gereğince Rabbinden çekinen herhangi bir kimseye rahip denilebilir. (Bakara, 2/40)
İnsanlar çoğunlukla Allah’tan korktuğuna inandıkları ve “din adamı” olarak kabul ettikleri bu kişilere din adına bir takım yetkiler verir ve böylece yoldan çıkarlar. Bu tür kimseler hakkında Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Bilginlerini ve din adamlarını (ruhban) Allah ile aralarına koyup rab edindiler. Meryem oğlu Mesih’i de öyle. Oysa onlara verilen emir, sadece tek bir ilaha(tanrıya) kul olmalarıdır. Ondan başka ilah yoktur. Allah, onların ortak (şirk) koştuklarından uzaktır.” (Tevbe, 9/31)
KAYNAK: Aydın Mülayim, Kur’an’da Din Adamları, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2016, s. 61-64.
Benzer bir soru-cevap için lütfen aşağıdaki linki de inceleyiniz:
Ahbâr (احبار), kelimesi “Hibr”in çoğuludur. Hibr (حبر) ise sözlükte “âlim”, “bilgin”, ve “mürekkep” gibi anlamlara gelir.[1]
Tefsirlerde Ahbâr kelimesine “Yahudi din adamları”, “Bilgili âlimler”, “Fakihler”, “Zâhitler” gibi farklı anlamlar verilmiştir.
Ahbâr; herhangi bir konuda veya sadece dini konularda kitaplar, yazılar yazan kişiler; özelde Yahudi din adamları, genelde Müslüman veya gayrimüslim tüm âlim/bilginler için kullanılır.[2]
Bu kelime Kur’an’da dört ayette ve hepsi de çoğul olarak geçmektedir.[3] Bunlardan bir tanesi mealen şöyledir:
“Ey inanıp güvenenler! Bilginlerin ve din adamlarının birçoğu insanların mallarını haksız yolla yer ve onları Allah’ın yolundan engellerler…” (Tevbe, 9/34)
KAYNAK: Aydın Mülayim, Kur’an’da Din Adamları, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2016, s. 58.
[1] İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, c. IV, s. 157; el-İsfâhânî, Müfredât, s. 215.
[2] İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, c. IV, s. 157; el-İsfâhânî, Müfredât, s. 215; Mâide, 5/44.
[3] Mâide, 5/44, 63; Tevbe, 9/31, 34.
Furkân sûresi 51. ayeti mealen şöyledir:
“Tercihi farklı yapsaydık (her topluluk yerine) her beldeden bir uyarıcı çıkarırdık.”
Parantez içine aldığımız (her topluluk yerine) ifadesi şu ayetlerin gereğidir:
“Biz her topluma (ümmete) elçi gönderdik; Allah’a kul olsunlar ve azgınlardan uzak dursunlar diye. Onların içinden, Allah’ın yoluna kabul ettiği kimseler de oldu, sapıklığı hak etmiş olanlar da. Yeryüzünü dolaşın da o yalancıların sonunun nasıl olduğunu bir görün.” (Nahl, 16/36)
“Bu gerçeği seninle birlikte gönderdik ki, müjdeler veresin ve uyarılarda bulunasın. Her toplumun (ümmetin) geçmişinde mutlaka bir uyarıcı bulunmuştur.” (Fâtır, 35/24)
Bu ayetler birlikte okunduğunda her beldeden değil; her bir ümmet yani toplum/topluluktan bir uyarıcı çıkarıldığı anlaşılmaktadır.
İlgili ayetler mealen şöyledir:
“Ey inanıp güvenenler (müminler)! Her şeyi sormayın; açıklansa hoşunuza gitmez. Kur’an indirilirken sorarsanız açıklanır; ama Allah onlardan sorumlu tutmamıştır. Allah bağışlar, ikramı boldur.
Sizden önce bir topluluk böyle sorular sormuş, sonra o yüzden kâfir olmuşlardı.” (Mâide, 5/101-102)
Kaynaklarda bir hutbe esnasında bazı Müslümanların Resûlullâh’a nesepleri (babaları) ve onların ahiretteki durumlarıyla ilgili soru sormaları (Buhârî, Tefsîru Sûreti’l-Mâide, 12; Mevâkîtu’s-Salât, 11) bazılarının haccın her yıl farz olup olmadığını sormaları (İbn Mâce, Menâsik, 2) ve genel anlamda Resûlullâh’a gereksiz yere soru sorulmasıyla ilgili (Buhâri, Fiten, 15, İ’tisâm, 3) rivayetler yukarıda mealleri verilen ayetlerin nüzul sebebi olarak gösterilir.
102. ayette belirtildiği şekliyle geçmiş ümmetlerin sordukları sorulara, yaptıkları ilginç isteklere ise şu ayetler örnek gösterilmiştir:
“Ehl-i Kitap ister ki onlara gökten bir kitap indiresin. Musa’dan bunun daha büyüğünü istemişler ve ‘Bize Allah’ı apaçık göstersene!’ demişlerdi. Yanlış yapmalarından ötürü onları yıldırımlar çarpmıştı…” (Nisâ, 4/153)
“Musa’dan sonra İsrailoğullarının ileri gelenlerini hiç gözünde canlandırdın mı? Onlar Nebîlerine: ‘İçimizden bir başkomutan çıkar ki Allah yolunda savaşalım’ dediler. ‘Savaş yazılır da ya savaşmazsanız?’ dedi. Dediler ki: ‘Neyimiz kaldı ki Allah yolunda savaşmayalım? Hem yurtlarımızdan çıkarıldık hem çocuklarımızdan ayrı bırakıldık.’ Savaş üzerlerine yazılınca pek azı dışında hepsi kaçıverdi. Allah o zalimleri bilir.
Nebîleri onlara: ‘Size başkomutan olarak Allah, Tâlût’u çıkardı’ dedi. ‘O bize nasıl komutan olabilir? Başkomutanlık ondan çok bizim hakkımızdır. Onun fazla bir malı da yok’ dediler… “ (Bakara 2/246-247)
Musa aleyhisselam zamanında Yahudilerin kesmeleri gereken “Bakara” ile ilgili her türlü ayrıntıyı sormaları ve bunun üzerine her defasında kendilerine daha zor hükümlerin bildirilmesi de ayrı bir örnek olarak hatırlatılabilir. (İlgili ayetler için bkz: Bakara, 2/67-71)
Ayetlerden anlaşılacağı gibi geçmişte bazı insanlar kendilerine gönderilen Elçilere onları küçük düşürmek ve alay etmek niyetiyle bu tür sorular sormuşlar ve istekte bulunmuşlardı. İstekleri yerine getirildikten sonra da inkarcılıklarına devam etmişler ve bu durum onların helak edilmesine sebep olmuştur. Resûlullâh döneminde de bu tür benzer istek ve sorulara kalkışanlar olunca Mâide 101 ve 102. ayetler indirilmiş ve geçmişe atıfta yapılarak bundan uzak durmaları istenilmiştir.
İnsanlara ulaştırılması amacıyla Melek Cebrail vasıtasıyla Kur’an’ın indirildiği ilk muhatap Muhammed Mustafa sallallâhu aleyhi ve sellemin kendisi ve vahyin ilk muhatapları Arap olduğu için Kur’an da Arapça olarak indirilmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Biz, her elçiyi kendi toplumunun dili ile gönderdik ki onlara açık açık anlatsın…” (İbrahim, 14/4)
Vahyin ilk muhatabı olan Araplara Arapça olarak hitap edilmesinden daha tabii bir şey beklenemez. Fakat bu, Kur’an’ın evrensel olma özelliğine engel teşkil etmez. Kaldı ki Kur’an’ın birçok ayetinde herkes için geçerli olacak “Ey insanlar!” ve “Ey iman edenler!” çağrısı yapılmakla birlikte hiçbir ayette “Ey Araplar!” çağrısı yoktur.
Ayrıca aşağıdaki ayetler Nebîmizin tüm insanlara elçi olarak gönderildiğini, dolayısıyla onun mesajının da evrensel olduğunu gayet açık bir şekilde göstermektedir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“(Ey Resûlüm!) Biz seni bütün insanlara müjde verici ve uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bunu bilmiyorlar.” (Sebe, 34/28)
“De ki: Ey insanlar! Ben Allah’ın size, hepinize gönderdiği elçiyim. Göklerin ve yerin hâkimiyeti onun elindedir. Ondan başka ilah yoktur…” (A’râf, 7/158)
“Bu Kur’an bana vahyedildi ki sizi ve ulaştığı herkesi onunla uyarayım.” (En’âm, 6/19)
“Bütün âlemi uyarmak üzere kuluna Furkân’ı indiren (Allah) ne yücedir! ” (Furkân, 25/1-2)
KAYNAK: Yahya Şenol, “Bize Soruyorlar”, Kitap ve Hikmet Dergisi, Ocak-Mart 2016, Sayı: 12, s: 99.