Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Kur’an

Âl-i İmrân sûresi 183. ayette bahsi geçen “ateşin yediği kurban” nedir?

Medine’de yaşayan İsrailoğullarından hakikatleri gizleyen bazıları, bekledikleri elçinin yani Muhammed Aleyhisselâm’ın geldiğini anlayınca, onu inkar etmek  için çeşitli bahaneler uydurmaya kalkıştılar. Âl-i İmrân sûresi 183. ayette bu bahanelerden bir tanesi ve buna Cenâb-ı Hak tarafından verilen cevap şöyledir:

“(Yahudiler) şöyle dediler: ‘Allah bize, ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir elçiye inanmama görevi yükledi.’ Onlara de ki: Benden önce birçok elçi hem açık belgelerle hem de bu dediğiniz şeyle gelmişti. Samimiyseniz anlatın bakalım, onları niçin öldürdünüz?” (Âl-i İmrân, 3/183)

İnsanlar tarafından kurban olarak sunulan hayvanların sunaktaki etlerini gökten gelen bir ateşin küle çevirmesi olayı Tevrat’ta bir çok nebî özelinde anlatılan bir mucizedir. Bu mucizeyi gösterenler içerisinde Musa Aleyhisselâm da vardır. Tevrat’ta bu konu şöyle geçmektedir:

“Harun günah, yakmalık, esenlik sunularını sunduktan sonra ellerini halka doğru uzatarak onları kutsadı ve aşağıya indi. Musa ile Harun Buluşma Çadırı’na girdiler. Dışarı çıkınca halkı kutsadılar. O zaman RABB’in yüceliği halka göründü. RAB bir ateş gönderdi. Ateş sunağın üzerindeki yakmalık sunuyu, yağları yakıp küle çevirdi. Bunu gören halkın tümü sevinçle haykırarak yüzüstü yere kapandı.” (Levililer 9:22-24)

Tevrat’a göre İlyas Aleyhisselâm da aynı mucizeyi göstermiştir:

“O zaman İlyas bütün halka, “Bana yaklaşın” dedi. Herkes onun çevresinde toplandı. İlyas RAB’bin yıkılan sunağını onarmaya başladı.  On iki taş aldı. Bu sayı RAB’bin Yakup’a, “Senin adın İsrail olacak” diye bildirdiği Yakupoğulları oymaklarının sayısı kadardı. İlyas bu taşlarla RAB’bin adına bir sunak yaptırdı. Çevresine de iki sea tohum alacak kadar bir hendek kazdı.  Sunağın üzerine odunları dizdi, boğayı parça parça kesip odunların üzerine yerleştirdi. “Dört küp su doldurup yakmalık sunuyla odunların üzerine dökün” dedi. Sonra, “Bir daha yapın” dedi. Bir daha yaptılar. “Bir kez daha yapın” dedi. Üçüncü kez aynı şeyi yaptılar.  O zaman sunağın çevresine akan su hendeği doldurdu. Akşam sunusu saatinde, Peygamber İlyas sunağa yaklaşıp şöyle dua etti: “Ey İbrahim’in, İshak’ın ve İsrail’in Tanrısı olan RAB! Bugün bilinsin ki, sen İsrail’in Tanrısı’sın, ben de senin kulunum ve bütün bunları senin buyruklarınla yaptım.  Ya RAB, bana yanıt ver! Yanıt ver ki, bu halk senin Tanrı olduğunu anlasın. Onların yine sana dönmelerini sağla.” O anda gökten RAB’bin ateşi düştü. Düşen ateş yakmalık sunuyu, odunları, taşları ve toprağı yakıp hendekteki suyu kuruttu.” (I. Krallar 18:30-38).

Bu mucizeye şahit olmalarına rağmen İsrailoğulları İlyas Aleyhisselâm’ı öldürmeye çalışmışlardır:

“İlyas, ‘RAB’be, Her Şeye Egemen Tanrı’ya büyük bir istekle kulluk ettim’ diye karşılık verdi. ‘Ama İsrail halkı senin antlaşmanı reddetti, sunaklarını yıktı ve peygamberlerini kılıçtan geçirdi. Yalnız ben kaldım. Beni de öldürmeye çalışıyorlar.’” (I. Krallar 19:14)

Âl-i İmrân sûresi 183. ayette de Medine’de yaşayan bazı Yahudilerin aynı mucizeyi Muhammed Aleyhisselâm’dan istediklerini, ancak Yüce Allah’ın geçmişte aynı mucizeyi gerçekleştiren nebiîere gösterdikleri tavrı onlara hatırlattığını görüyoruz.

Kur’an okumak veya ona dokunmak için abdest almak şart mı?

Kadınlar Kur’an okuyacakları zaman başlarını örtmeliler mi?

Kur’an, Yahudi kaynaklarından Talmud’u da tasdik ediyor mu?

Hiçbir ayette isim verilerek Kur’an’ın doğrudan Tevrat’ı veya İncil’i tasdik ettiği iddia edilmemektedir. İlgi ayetlerde genelde Kur’an’ın onların yanında olanı tasdik ettiği vurgulanmaktadır. Birkaç ayet şöyledir:

وَآمِنُوا بِمَا أَنْزَلْتُ مُصَدِّقًا لِمَا مَعَكُمْ وَلَا تَكُونُوا أَوَّلَ كَافِرٍ بِهِ ۖ وَلَا تَشْتَرُوا بِآيَاتِي ثَمَنًا قَلِيلًا وَإِيَّايَ فَاتَّقُونِ

“Sizin yanınızda olanı onaylayıcı olarak indirdiğime (Kur’an’a) inanın. Onu görmezlikten gelenlerin ilki olmayın! Âyetlerimi geçici bir çıkara karşılık satmayın! Yalnız benden çekinerek kendinizi koruyun!” (Bakara, 2/41)

وَلَمَّا جَاءَهُمْ كِتَابٌ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَهُمْ وَكَانُوا مِنْ قَبْلُ يَسْتَفْتِحُونَ عَلَى الَّذِينَ كَفَرُوا فَلَمَّا جَاءَهُمْ مَا عَرَفُوا كَفَرُوا بِهِ ۚ فَلَعْنَةُ اللَّهِ عَلَى الْكَافِرِينَ

“Nihayet Allah katından, yanlarında olanı onaylayan kitap geldi. Önceleri kâfirlere karşı önlerinin bu Kitapla açılmasını bekliyorlardı. Ama tanıdıkları Kitap gelince onu görmezlik edip kendileri kâfir oldular. Allah’ın laneti (dışlaması) böylesi kâfirleredir.” (Bakara, 2/89)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ آمِنُوا بِمَا نَزَّلْنَا مُصَدِّقًا لِمَا مَعَكُمْ مِنْ قَبْلِ أَنْ نَطْمِسَ وُجُوهًا فَنَرُدَّهَا عَلَىٰ أَدْبَارِهَا أَوْ نَلْعَنَهُمْ كَمَا لَعَنَّا أَصْحَابَ السَّبْتِ ۚ وَكَانَ أَمْرُ اللَّهِ مَفْعُولًا

“Ey kendilerine Kitap verilenler! Sizin yanınızda olanı tasdik eder özellikte indirdiğimize (bu Kitaba) inanıp güvenin, yoksa itibarınızı yok eder, sizi yüzüne bakılmaz hale getiririz veya cumartesi yasağını çiğneyen ahaliyi dışladığımız (lanetlediğimiz) gibi sizi de dışlayabiliriz. Allah’ın emri daima yerine gelir.” (Nisâ, 4/47)

Yahudilerin Nebiler aracılığıyla gelen vahiyleri derleyip kitaplaştırmaları (kanonizasyon) işlemi M.Ö IV. yüzyıl gibi geç bir dönemde başlamıştır. Bu kitaplaştırma işlemi sırasında büyük tartışmalar da yaşanmıştır. Hangi metinleri alıp hangilerini dışarıda bırakacakları konusunda Yahudiler uzun süreli tartışmalar yaşamışlardır. Bu tartışmalar neticesinde bugün elimizdeki Eski Ahit derlemesi ortaya çıkmıştır. Ancak vahiy olduğu halde Eski Ahit’in içerisine alınmayan metinler vardır. Bu metinler Yahudilerin ikincil kaynaklarında (Talmud gibi) karşımıza çıkabilmektedir. Eğer Kur’an sadece “Tevrat’ı tasdik ettiğini” söyleseydi Talmud’da geçen bilginin Mâide sûresi 32. ayetle tasdik edilmesi büyük bir çelişki olurdu. Ancak Kur’an, onların yanlarındaki her türlü vahiy bilgisini tasdik ettiğini açıkladığı için burada herhangi bir çelişki söz konusu değildir.

HAZIRLAYAN: Vedat Yılmaz

Kur’an ile önceki kitaplar arasındaki tasdik ilişkisi hakkında ayrıntılı bilgi için aşağıdaki “Kitap ve Tasdik” programını izlemenizi tavsiye ederiz:

Yağmurun ne zaman yağacağını Allah’tan başkası bilemez mi?

Kur’an’da geçen “kur’an” kavramı ne anlama geliyor?

Kur’an kelimesi pek çok ayette, Rabbimizin gönderdiği kitabın bir “özelliği” olarak kullanılmaktadır. Bunlardan biri şöyledir:

الر تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ  إِنَّا أَنزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لَّعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ

“Elif! Lâm! Râ! Bunlar her şeyi açıkça ortaya koyan Kitap’ın ayetleridir. Belki aklınızı kullanırsınız diye biz bunu Arapça kur’anlar şeklinde indirdik.” (Yusuf, 12/1-2)

Yukarıdaki ayetlerde kitap ve kur’an kelimeleri ayrı ayrı kullanılmıştır. İlk ayette “Kitab”ın ayetleri denildiği halde ikinci ayette “Arapça kur’an şeklinde” ifadesi kullanılarak kur’an olmasının kitabın bir vasfı olduğu ortaya konmuştur. Bir diğer ayet şöyledir:

وَكَذَلِكَ أَنزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا وَصَرَّفْنَا فِيهِ مِنَ الْوَعِيدِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ أَوْ يُحْدِثُ لَهُمْ ذِكْرًا

“Böylece onu Arapça kur’ân olarak indirdik. Belki çekinirler ya da bilgi edinirler diye tehditleri onun içine, değişik şekillerde yerleştirdik.” (Tâhâ, 20/113)

“Onu indirdik” denilerek Kur’an’dan bahsedilmesi ve “Arapça kur’an olarak” ifadesinin kullanılması yine kitabın bu özelliğinden bahsedildiğini göstermektedir. Aşağıdaki ayetlerde ise Arapça kur’an olma özelliği bu kez kitabın özel ismi olan Kur’an ifadesi de kullanılarak belirtilmektedir:

وَلَقَدْ ضَرَبْنَا لِلنَّاسِ فِي هَذَا الْقُرْآنِ مِن كُلِّ مَثَلٍ لَّعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ  قُرآنًا عَرَبِيًّا غَيْرَ ذِي عِوَجٍ لَّعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ

“Biz bu Kur’an’da insanlar için her konuyu örnekledik ki akıllarını başlarına toplasınlar. (Örnekleri) Yanıltıcı olmayan ve Arapça kur’an’lar halinde verdik ki kendilerini koruyabilsinler.” (Zümer, 39/27-28)

Burada da kur’an kelimesi Resûlullâh’a indirilen kitabın özel ismi olarak kullanıldığı halde, o kitabın bir özelliği olarak ikinci kez geçmektedir. Kısacası kur’an, kitabımızın adı olmanın yanı sıra en önemli özelliklerinden biridir.

Kur’an’ın kur’an olması, hatta Arapça kur’an olması kelimenin kök anlamı olan bir araya getirme, kümeleştirme anlamları ile ilgilidir. Rabbimiz kur’an kelimesinin ‘toplanma, bir araya gelme, kümelenme’ anlamını, yarattığı ayetlerle ilgili olarak da kullanmış böylece kelimenin kök anlamını bizlere göstermiştir:

أَقِمِ الصَّلاَةَ لِدُلُوكِ الشَّمْسِ إِلَى غَسَقِ اللَّيْلِ وَقُرْآنَ الْفَجْرِ إِنَّ قُرْآنَ الْفَجْرِ كَانَ مَشْهُودًا

“Namazı, güneşin zevalinden (batı tarafına yönelmesinden) gecenin karanlığının bastırmasına kadar, bir de kızıl (şafak) ışıklarının kümeleştiği (toplaştığı) sırada kıl. Kızıl ışıklardaki kümeleşme gözle görülür.” (İsrâ, 17/78)

Kur’an’ın “kur’an” olması ya da “Arapça kur’an’lar” oluşturacak şekilde düzenlenmiş olması, Kur’an’ı anlama ve ondan çözüm üretme (hikmet) metodu ile ilgili bir konudur. Rabbimiz ayetlerini birbirleriyle anlam kümeleri (kur’an) oluşturacak şekilde dizayn etmiş, bu kümeleri oluşturmanın yöntemini de bizlere bildirmiştir. Çalışılan konuyla ilgili oluşturulan ayet kümeleri (kur’an) ne kadar çok ayetten oluşursa konuyla ilgili o kadar detaya ulaşmak mümkün olur. Nitekim yine Kitab’ın bu özelliğini bildiren bir ayette kur’an olma özelliğinin Kitab’ın açıklanması ile ilgili olduğu belirtilir:

كِتَابٌ فُصِّلَتْ آيَاتُهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ

“Bu bir kitaptır ki ayetleri, bilenler topluluğu için Arapça kur’ânlar (kümeler) halinde açıklanmıştır.” (Fussilet 41/3)

Benzer bir soru-cevap için lütfen aşağıdaki linki de tıklayınız:

www.fetva.net/kuran-yazili-fetvalar/kuranda-bazi-ayetlerde-nicin-arapca-kuran-vurgusu-yapiliyor.html

KAYNAK: Erdem Uygan, Kur’an (Kur’an’ın Öğrettiği Kavramlar), Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2017.

Kitaba aşağıdaki linkten ulaşılabilir:

www.suleymaniyevakfi.com/kuranin-ogrettigi-kavramlar

Kur’an’da “kendilerine ilim verilenler” ifadesi ile kimler kast ediliyor?

Allah’ın gönderdiği Kitabı okuyarak ondan doğru hükümler çıkaracak olanlar insanlardır. O halde Rabbimiz bu metodun tüm detaylarını Kitabında bizlere göstermiş olmalıdır:

إِنَّآ أَنزَلْنَآ إِلَيْكَ ٱلْكِتَٰبَ بِٱلْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ ٱلنَّاسِ بِمَآ أَرَىٰكَ ٱللَّهُ ۚ وَلَا تَكُن لِّلْخَآئِنِينَ خَصِيمًا

“Gerçekleri içeren bu Kitabı sana biz indirdik ki insanlar arasında Allah’ın gösterdiği (yöntem) ile hükmedesin. Sakın hainlerin savunucusu olma!” (Nisâ, 4/105)

İşte bu metot için Kur’an’da “ilim” ifadesi kullanılır:

وَلَقَدْ جِئْنَاهُم بِكِتَابٍ فَصَّلْنَاهُ عَلَىٰ عِلْمٍ هُدًى وَرَحْمَةً لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ

“Onlara, bir ilimle açıkladığımız Kitap getirdik; inanan topluluk için rehber ve ikramı bol olan kitap.” (A’râf, 7/52)

Kur’an’ın Allah’ın Kitabı olduğunu anlama bağlamında önceki ilahi kitaplarda bulunan aynı metodu bilen kişiler için “kendilerine ilim verilmiş kişiler (أوتوا العلم)” ifadesinin kullanıldığını görmekteyiz. İlim ile kast edilenin de metot bilgisi olduğunu şu ayetlerden anlayabiliyoruz:

 وَبِالْحَقِّ أَنزَلْنَاهُ وَبِالْحَقِّ نَزَلَ وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلاَّ مُبَشِّرًا وَنَذِيرًا وَقُرْآناً فَرَقْنَاهُ لِتَقْرَأَهُ عَلَى النَّاسِ عَلَى مُكْثٍ وَنَزَّلْنَاهُ تَنزِيلاً قُلْ آمِنُواْ بِهِ أَوْ لاَ تُؤْمِنُواْ إِنَّ الَّذِينَ أُوتُواْ الْعِلْمَ مِن قَبْلِهِ إِذَا يُتْلَى عَلَيْهِمْ يَخِرُّونَ لِلأَذْقَانِ سُجَّدًا وَيَقُولُونَ سُبْحَانَ رَبِّنَا إِن كَانَ وَعْدُ رَبِّنَا لَمَفْعُولاً وَيَخِرُّونَ لِلأَذْقَانِ يَبْكُونَ وَيَزِيدُهُمْ خُشُوعًا

“Biz onu tümüyle gerçek olarak indirdik ve tümüyle gerçek olarak indi. Seni de sadece müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Biz onu kur’ân halinde (küme küme) ayırdık ki insanlara aralıklarla öğretesin (kıraat edesin). Onu parça parça indirdik. De ki “Siz ona ister inanın, ister inanmayın. Bundan önce kendilerine “o ilim” verilmiş olanlara okunduğu (tilavet edildiği) zaman çenelerinin üstüne kapanıp secde ederler.” Derler ki “Rabbimize boyun eğeriz; demek ki Rabbimizin verdiği söz gerçekleşmiş.” Çenelerinin üstüne kapanır ağlarlar.  Bu onların saygısını artırır.” (İsrâ, 17/105-109)

Burada dikkatlerin çekildiği yer bu Kitabın bir metodunun olduğudur. Çünkü Kitabın ayet kümeleri (kur’an’lar) halinde ayrıldığından ve bunun “kıraat” edilmesinden bahsedilmektedir. Kıraat etmek ayet kümeleri oluşturarak yani ayetler arasındaki ilişkiler (muhkem-müteşabih ilişkisi) gözetilerek kur’an’lar oluşturmak üzere okumaktır. Ayette kendilerine “o ilim” verilmiş kişilere ise kıraat değil, “tilavet” edildiğinden bahsedilmektedir. Genelde tilavet kelimesi de okumak olarak çevrilmektedir; ancak bu okumanın kıraatten bir farkı olmak zorundadır. Tilavet kelimesinin bir yolu takip etme manası göz önüne alınırsa kendilerinde “o ilim” bulunan kişilerin bildikleri o metodu takip etmeleri sağlanacak şekilde bir okuma yapıldığı anlaşılır. Bu ayetlerde yine Kur’an’ı anlama metodu ile ilgili bilgiler verilmekte[1] “o” ilmin verildiği önceki kitapların mensuplarından bahsedilmektedir. Dolayısıyla burada da “o ilim”den kasıt, metot bilgisidir. Kendi kitaplarındaki bu metodu bilen kişiler aynı metodun Kur’an’da da olduğunu görünce bekledikleri kitabın geldiğini anladıklarından secdeye kapanmakta ve Âl-i İmrân sûresi 81. ayette bahsedilen sözü kastederek “Rabbimizin verdiği söz gerçekleşmiş” demektedirler.[2] Nitekim aynı durum Kasas sûresi’nde de “tilavet” kelimesi kullanılarak anlatılmaktadır:

 الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ مِن قَبْلِهِ هُم بِهِ يُؤْمِنُونَ  وَإِذَا يُتْلَى عَلَيْهِمْ قَالُوا آمَنَّا بِهِ إِنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّنَا إِنَّا كُنَّا مِن قَبْلِهِ مُسْلِمِينَ

“Kendilerine bundan önce kitap verdiklerimiz buna da inanıp güveneceklerdir. Onlara okununca (tilavet edilince) şöyle diyeceklerdir: Biz ona inandık. O da Rabbimizden gelen gerçek Kitaptır. Biz daha önce de teslim olmuş (müslüman) kimselerdik.” (Kasas, 28/52)

Burada “kendilerine Kitap verdiklerimiz” ifadesinden sonra tilavet kelimesinin kullanılması bu kişilerin kendi kitaplarından dolayı metodu bildiklerini gösterir. Zaten Kur’an’ın kendilerine tilavet edilmesiyle birlikte hemen onun “gerçek” olduğuna inanmaları, tanıdıkları metodu içermesinden dolayı olmalıdır. Çünkü kitabın “gerçek” olduğunun anlaşılması konusu bu ayette geçmeyen “kendilerine o ilim verilenler” ifadesiyle de başka bir ayette kullanılmıştır:

 وَيَرَى الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ الَّذِي أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ هُوَ الْحَقَّ وَيَهْدِي إِلَىٰ صِرَاطِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ

Kendilerine o ilim verilenler, Rabbinden sana indirilenin, gerçek olduğunu, daima üstün ve yaptığını güzel yapanın yolunu gösterdiğini anlayacaklardır.” (Sebe, 34/6)

HAZIRLAYAN: Erdem Uygan

Kur’an’da geçen ilim ifadelerinin metoda vurgu yaptığına dair daha geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linklerde bulunan yazılarımızı da inceleyiniz:

www.suleymaniyevakfi.org/kuran-arastirmalari/kurani-anlama-ilmi.html

www.suleymaniyevakfi.org/kuran-arastirmalari/kuranda-ilim-ifadesinin-metot-baglaminda-kullanimi.html

[1] İsra 106. ayetin metotla ilişkisinin ayrıntısı için bkz: Kur’an’ın Öğrettiği Kavramlar Serisi – Kur’an Kavramı – Erdem Uygan veya Kur’an’ı Anlama Usulü – Dr. Fatih Orum – Süleymaniye Vakfı Yayınları.

[2] Kendi kitaplarını tasdik eden kitapla birlikte gelecek olan elçiye inanma ve yardımcı olma sözü.

Kur’an’da “göklerin ve yerin sınırları” ifadesi ile ne kast ediliyor?

Rahmân sûresi 33. ayetteki o ifadeye “göklerin ve yerin çevreleri” anlamı verilebileceği gibi “eksenleri” anlamı da verilebilir. İnsanlar yerin çevresinde rahatça dolaştıkları için “eksenleri” anlamı uygun düşer. Bu durumda ayetin anlamı şöyle olur:

“Ey cin ve insan topluluğu! Göklerin ve yerin eksenlerini delip geçebilirseniz geçin. Ama elinizde bir güç olmadan geçemezsiniz.” (Rahmân, 55/33)

Ayette bahsi geçen güç elde edilebilirse hem yedi kat göğe çıkılabilir hem de yerin merkezine kadar gidebilir. Bu ayet, böyle bir gücün elde edilebileceğini gösterir.