Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Tasavvuf-Tarikat

Nefis terbiyesi için bazı helalleri kendimize haram kılmalı mıyız?

Bizim her konuda örnek alacağımız kişi bellidir: O da Allah’ın Resulüdür. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Ey inananlar! And olsun ki, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok anan kimseler için Resulullah (Allah’ın Elçisi) en güzel örnektir.” (Ahzab, 33/21)

O, bir defasında kendisine helal olan bir yiyeceği haram kıldığında şu ayet nazil olmuştur:

“Ey Nebi! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Tahrim, 66/1)

Biz müminlere de Allah şöyle buyurmuştur:

“Ey iman edenler! Allah’ın size helâl kıldığı iyi ve temiz şeyleri (siz kendinize) haram kılmayın ve sınırı aşmayın. Allah sınırı aşanları sevmez.” (Maide, 5/87)

Ey Âdemoğulları! Her secde yerine vardığınızda süslerinizi (size yakışan giysiyi) giyinin. Yiyin, için ama israf etmeyin.  Allah israf edenleri sevmez.

De ki: “Allah’ın kulları için çıkardığı süsü (yakışan giysiyi), temiz ve lezzetli rızıkları kim haram etti? De ki, bunlar dünyada esasen müminler içindir; Ahiret gününde ise sadece onlar için olacaktır.” Bilen bir toplum için âyetlerimizi böyle açıklarız.

De ki: “ Rabbim sadece şunları haram etti: “İster açık, ister gizli olsun, her türlü fuhuş, ism [1], haksız saldırı, Allah’ın hakkında bir belge indirmediği şeyi ona şirk koşmanız ve Allah hakkında bilmediğinizi söylemeniz.” (Araf, 7/31-33)

Dolayısıyla kim ne yapmıştan çok Allah bizden neyi nasıl yapmamızı istemiş ve Allah’ın Resulü bunları nasıl uygulamış, onunla ilgilenelim.

—————————————————————————-

[1] İsm (الإثم) “günah” diye tercüme edilir. Zenb ve cünah’a da aynı anlam verilince aradaki fark kaybolmakta, o zaman meselâ, Kur’an’da içkinin haram olduğuna dair bir hükmün olmadığını söyleyenler çıkmaktadır. Halbuki Bakara 2/219’a göre içki ve kumarda büyük bir ism vardır. İsm, Allah’ın haram  kıldığı şeylerden olduğuna göre içki haramdır. Bu sebeple kelimeyi tercüme etmedik.

Vahiy ile ilham arasında fark var mıdır? Herkese vahiy gelebilir mi?

Vahiy ile ilham aynı anlamda kullanılır. Kendisine vahyedilen herkesin nebî olması gerekmez. Allah Teâlâ bal arısına da vahyettiğini söylemektedir.

“Rabbin bal arısına şöyle bildirdi: ‘Dağlarda, ağaçlarda ve insanların yaptıkları çardaklarda kendine evler edin.

Sonra bütün ürünlerden ye ve Rabbinin sana gösterdiği yollara koyul.’ Arıların içinden değişik renklerde bir sıvı çıkar ki bu sıvıda insanlar için şifa bulunur. İşte bunda düşünen bir topluluk için kesin bir belge (ayet) vardır.” (Nahl, 16/68-69)

Allah Teâlâ şeytanların da dostlarına vahiyde bulunduklarını, yani içlerine bir şeyler fısıldadıklarını bildirmektedir. (Bkz: En’âm, 6/112, 121)

Allah’ın Elçilerine vahyin gelişi, onların gelen vahiyden şüphe etmelerine imkân vermeyen bir yöntemle olur. İlgili âyetler şöyledir:

“Bütün gizli bilgileri (gaybı) bilen O’dur. O, gaybını kimseye açmaz;

Uygun bulduğu bir elçi olursa başka. Onun da önüne ve arkasına gözcüler diker.

O elçi bilsin ki Rabbi tarafından gönderilenleri, melekler ona tam olarak ulaştırmış, o da onlarda olanın hepsini almış ve her şeyi tek tek kav­ramıştır.” (Cin, 72/26-28)

Bazı tefsirlerde En’âm sûresinin inişi ile ilgili olarak Enes b. Malik’ten gelen şöyle bir rivayetten söz edilir:

“Allah’ın Elçisi şöyle dedi: Kur’ân’dan En’âm sûresinin dışında bir sûre bana toptan in­medi. Şeytanlar bu sûre için toplandıkları kadar hiçbir sûre için toplanmamışlardı. Bu sûre bana, Cebrail ile birlikte elli bin melekle gön­derildi. Bunu kuşat­mışlar, bir düğün debdebesiyle getirdiler.” (Elmalılı Muhammed Hamdi YAZIR, Hak Dini Kur’an Dili, İst. 1936, c: 2, s. 1861-1862)

Elçinin, ken­dine gelenin me­lek olduğuna ve söylediği söze şeytan vesvesesi karış­madı­ğına güvenmesi gerekir. Cenab-ı Hakk’ın va­hiy esna­sında elçisinin etrafına melekler dizmesi bundandır.

Bir de Allah’ın insanlarla konuşması meselesi vardır. Allah’ın insanla konuşması kalbine gelen ilhamla olabilir. Ya da ona bazı şeyleri rüyada gösterebilir. Ancak bunlar, yalnızca o kişiyi ilgilendiren şeylerdir. Bunlara pek güven de olmaz. İnsan, şeytan vesvesesini ilham sayabilir. Şeytani rüyayı, Rahmânî rüya sayabilir. Bizim emin olabileceğimiz tek yol, nebîlere gelen vahiylerdir. Onların dışındakiler zaten görev doğurmazlar.

Bu konu, Kur’ân Işığında Tarikatçılığa Bakış adlı kitabımızda delilleriyle açıklanmıştır. Oraya bakabilirsiniz.

www.suleymaniyevakfi.org/e-kitaplar/tarikatciliga-bakis.pdf

Feyiz ne demektir? Şeyhler feyiz dağıtabilir mi?

Feyiz, Kur’an ve Sünnetle ilgisi olmayan, sonradan uydurulmuş tasavvufi terimdir. Tasavvufçulara göre Hak’tan gelen bilgi akl-ı evvel denilen Muhammed aracılığı ile velilere, onlar aracılığı ile de insanlara ulaştırıldığından müridlerin feyiz menbaı mürşidlerdir. Mürşidin doğrudan doğruya akl-ı evvel vasıtası ile Hak’tan aldığı feyze “ilahi feyiz”, silsile vasıtası ile aldığı feyze “isnadi feyiz” derler.

Burada sözü edilen Muhammed, Peygamberimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem değil, tanrılaştırılmış hayali bir varlıktır. Hristiyanlar ona İsa, Taoistler de Te derler. Her kültürde onun farklı bir adı vardır.

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/allahin-beser-resulu.html

Feyiz nazariyesi kaynak itibariyle İslami değildir. Nitekim Yeni Eflatunculuğun kurucusu Plotin’in Enneades’inde yer aldığı; Farabi, İhvan-ı Safa ve İbn Sina’da görülen sudûr nazariyesini andırdığı ve temelde İslami olmayıp felsefi kaynaklara dayandığı gerekçesi ile eleştirilmiştir.

Daha geniş bilgi için Diyanet İslam Ansiklopedisi‘nin 12. cildinde yer alan Feyiz maddesini okuyabilirsiniz.

“Zor durumlarda kabirlerden yardım isteyin” diye bir hadis var mı?

Bazı tarikat müntesipleri,  “bu konuda hadis var” diyerek aşağıdaki rivayetleri delil getirmekte ve kabir ehlinden yardım istemeyi meşru görmektedirler:

إِذا تَحَيَّرْ تُم فِي اْلأمُورِ فاَسْتَعِينُوا بِأَهْلِ اْلقُبُورِ

إِذا أَعْيَتْكُمْ الأمُورُ فَعَلَيْكُمْ بِأهْلِ الْقُبُورِ ، أوْ فاَسْتَعِينُوا بِأَهْلِ اْلقُبُورِ

“İşlerinizde ne yapacağınızı şa­şırdığınızda kabirlerdeki ölülerden yardım isteyiniz”

Hâlbuki İbn Teymiye’nin de belirttiği gibi “Nebîmizin hadislerini iyi bilen ulemanın ittifakıyla bu söz yalandır, Nebîmize yapılmış bir iftiradır. Hadis ulemasından hiçbiri bunu hadis diye rivayet etmemiştir. Güvenilir hadis kitaplarının hiçbirinde bulunmamaktadır. (İbn Teymiye, Mecmû-u Fetâvâ, c: 1, s. 356) Şirk kapısını açan biri tarafından yapılmış bir uydurmadır.” (Mecmû-u Fetâvâ, c: 11, s. 293)

Aclûnî’nin Keşfü’l-Hafâ adlı kitabında (c: 1, s: 85, hadis no. 213) geçen bu söz hakkında daha geniş bilgi edinmek için Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış kitabımızın ilgili bölümünü okumanızı tavsiye ederiz:

 

MÜRİT– Şu hadisi kabul etme­diğini söylemiş­sin:

“İşlerinizde ne yapacağınızı şa­şırdığınızda kabirlerdeki ölülerden yardım is­teyiniz.” (Mahmut USTAOSMANOĞLU (Mahmut Efendi) başkanlığında bir heyet, Ruhu’l-Furkan Tefsiri, İstanbul 1992, c. II, s.82)

Bunun nesine karşı çıkıyorsu­n? Kabirlerdeki ölü­den yardım is­temek ondan ibret almak demektir.

BAYINDIR – Öyleyse neden ölüler­den ibret alın, denmiyor da onlardan yardım is­teyin deniyor?

Hadis diye uydurul­muş o sö­zün Arapçasında “إستعينوا” “istiânede bulunun” emri geçer. Hâlbuki Fatiha sure­sinde “Yalnız senden istiânede bu­lunuruz.” yani yar­dım is­teriz an­lamında “iy­yâke nestaîn” إياك نستعينâyeti var­dır. Bu âyet, yardımı tek bir yer­den, yani yalnız Allah’tan istememizi emreder. Hadis dediğiniz yukarıdaki sözle bu ayet açıkça çatışmıyor mu?

Fatiha’yı her namazda okuyup bu anlamı hep zih­nimizde diri tutmamızın bir sebebi yok mu­dur?

Yukarıdaki sözü Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem söyledi diye iftira edenlerin yanında yer almak size ağır gelmiyor mu? Hiç düşünmez misiniz, temel görevi Kur’an’ı anlatmak olan Hz. Muhammed’in Kur’an’a aykırı bir sözü olur mu? Sonra bu sözü ondan duyan yok. Onunla birlikte ya da ondan sonra yaşayanlardan böyle bir söz söylemiş olan yok. Bunu nakletmiş sahih bir hadis kitabı da yok. Bunların hiç biri yok.

Bunu size duyuralı çok oldu ama bu konuda siz de bir şey bulamadınız. Çünkü olmayan şey bulunamaz.

MÜRİT- Aclûnî’nin Keşf’ül-Hafâ adlı kita­bında var ya. Onun kitabında olması bizim için yeterlidir. Aclûnî büyük bir hadis âlimidir. O da İbn-i Kemâl’in el-Erbaîn’inden almış.

BAYINDIR- Aclûnî o kitabı, halk ara­sında hadis diye bilinen sözlerin doğrusu ile asılsız ola­nını ayırmak için yazmıştır. Bu sebeple o kitapta çok sayıda uydurma ha­dis vardır. Aclûnî, kitabının başında Hafız İbn-i Hacer’in şu sözünü nakleder:

“Aslı olmayan hadisi kim naklederse Buhârî’nin rivayet ettiği, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin şu sözü­nün kap­samına girer: “Kim benden söylemediğim bir şeyi naklederse cehennemde oturacağı yere hazırlansın.” (İsmail b. Muhammed el-Aclûnî, Keşf’ul-hafâ, Beyrut 1988/1408, c. I, s. 8)

Aclûnî, kitabına aldığı hadislerin kaynaklarını verir. Bu sözle ilgili olarak sadece “İbn-i Kemal Paşa’nın el-Erbaîn’inde böyle geçmiştir.” der. İbn-i Kemal’in el-Erbaîn’ine baktığımızda da hadis diye söylediği o söz için hiçbir kaynak gös­termediğini görürüz. (İbn-i Kemal Paşa, el-Erbeûn, v. 360. Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi, 1694. İbn-i Kemal, Yavuz Sultan Selim’in meşhur Şeyhülislamı’dır. 1469’da Tokat’ta doğmuş, 1534’te İstanbul’da ölmüştür. Peygamberimizle ara­sında 900 seneden fazla bir zaman varken hiçbir kaynak göster­meden ve anlamı da Kur’an’a taban tabana zıt olan bir sözü hadis olarak önümüze sürmesi kabul edilemez. İbn-i Kemal bu eserinde, kaynak gösterme yerine, bu sözün hadis olduğunu ispat için hiçbir dini dayanağı olmayan felsefi izahlara girmiştir.) Yavuz Sultan Selim’in Şeyhülislam’ı İbn-i Kemâl, Hz. Peygamberi görmüş olamayacağına göre, aslı astarı olmayan bu söze hadis diyenlerin “cehennemde oturacakları yere ha­zır­lanmaları” gerekir. (Abdulaziz Bayındır, Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2007, s: 12-14)

Belkıs’ın tahtının ta Yemen’den Kudüs’e getirilmesi keramet değil midir?

Bu olayın herhangi bir olağanüstülükle, kerametle uzaktan yakından alakası yoktur. Olay tamamen ilim ile alakalıdır. Konuyla ilgili olarak KUR’AN IŞIĞINDA DOĞRU BİLDİĞİMİZ YANLIŞLAR kitabımızın “Kur’an’ı Açıklamada Usul” başlıklı sekizinci bölümünün ilgili paragraflarını aşağıya alıyoruz:

“Süleyman aleyhisselam zamanında Kitap’tan bilgisi olan bir kişi, Belkıs’ın tahtını göz açıp kapayıncaya kadar, Yemen’den Kudüs’e getirmiştir.

Süleyman kuşdilini bilirdi. Kuşlara, cinlere, insanlara ve bunlardan oluşan ordulara hükmeden büyük bir krallığı vardı. Saba Kraliçesi Belkıs, ona karşı konamayacağını anlamış, Kudüs’e gelmek ve Süleyman’a teslim olmak üzere yola çıkmıştı. Onun, büyük ve gösterişli bir tahtı vardı. Bu haberi alan Süleyman, önde gelen adamlarını topladı ve şöyle dedi:

“Ey önderler! Onlar gelip teslim olmadan önce sizin hanginiz kraliçenin tahtını bana getirebilir? Cinlerden bir ifrit dedi ki: Ben, onu sana sen makamından kalkıncaya kadar getiririm. Bana güvenebilirsin, benim buna gerçekten gücüm yeter. O Kitap’tan bir bilgiye sahip olan kişi de: Ben onu sana gözünü açıp kapayıncaya kadar getiririm dedi ve getirdi. Süleyman tahtı, yanına kurulu görünce dedi ki: Bu beni denemek için rabbimin bir ikramıdır; şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü? Kim şükrederse faydasını görür. Nankörlük eden etsin. Rabbimin kimseye ihtiyacı yoktur, onun iyiliği boldur.” (Neml 27/38-40)

Tahtı, göz açıp kapayıncaya kadar getiren kişinin bilgi aldığı kitap Tevrat’tır. İsrail peygamberlerinden olan Süleyman’ın makamında “O Kitap=el-Kitab” diye bahsedilen kitap başkası olamaz.

Kitabı bilen” değil de “Kitap’tan bilgisi olan” ifadesi önemlidir. Demek ki o kişinin Kitab’ın tamamını bilmesi gerekmemiş, kendi uzmanlık sahası ile ilgili ayetleri bilmesi yeterli olmuştur. Bu, uzaktaki eşyayı getirme bilgisidir. Bugün eşyanın ışınlanması ile ilgili çalışmalar yapılıyor ama uzaktaki bir eşyayı getirmek hayal bile edilemiyor.

Kur’ân’ı, sadece din kitabı sayanlar yukarıdaki ayetleri anlayamazlar. Bu sebeple tefsir bilginleri bu konuda zorlanmışlardır. Kimisi bu olayı bir keramet, kimisi de Süleyman aleyhisselamın mucizesi sanmış ve çelişkiye düşmüşlerdir.

Mucize, bir peygamberin peygamberlik belgesi; keramet de Allah’ın bir kuluna ikramıdır. Kimse Allah adına söz veremeyeceği için keramette de mucizede de iddia olmaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Hiçbir elçi, Allah’ın izni olmadan bir mucize getirme yetkisine sahip değildir.” (Ra’d 13/38)

Tahtın getirilmesi olayında iddia vardır. Kitap’tan bir bilgiye sahip olan kişi, Süleyman’a “Ben onu sana gözünü açıp kapayıncaya kadar getiririm” demiştir. Dolayısıyla bu olay ne mucizedir, ne keramet. Ayette belirtildiği gibi Allah’ın kitabından alınmış bir ilimdir. Bu ilim Kur’ân’da da olmalıdır. Kur’ân’ın gösterdiği yöntemle hareket edilirse o bilgiyi bulup çıkarmak mümkün olur.” (Abdülaziz Bayındır, Kur’an Işığında Doğru Bildiğimiz Yanlışlar, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 2. Bs., İstanbul, 2007, s: 297-299)

Tayy-i mekân var mı? Şeyhler insanın içinden geçenleri bilirler mi?

“İçinde bulunulan mekânla birlikte aynı anda başka yerlerde de görünmek” manasına gelen tayy-i mekân diye bir şey olamaz. Şahit dedikleri adamlarla görüşmek istediğinizi söyleyin, hiç biri bunu gördüğünü ifade etmeyecektir. Eden olursa yemin teklif edin. Çünkü bu tür şeyler organize yalanlardır.  Bir şeyin olmadığı değil, olduğu ispat edilir. Bu sebeple ispat bize değil, iddia sahiplerine düşer. Siz onlardan bunu ayet ve hadislerle ispat etmelerini isteyin.

Şeyhlerin insanların içinden geçen şeyleri bilmesine gelince: Allah Teâlâ üzerimizde görevlendirdiği meleklerle ilgili olarak şöyle buyuruyor:

“Üzerinizde koruma görevlileri vardır; onlar değerli yazıcılardır. Ne yapsanız bilirler.” (İnfitâr, 82/10–12)

“Şurası bir gerçek ki, insanı yaratan biziz. Ona şahdamarından da yakın olduğumuzdan biz, içinin ona ne fısıldadığını biliriz.

Sağında ve solunda oturmuş iki kayıt memuru bulunur.

Bu sebeple ağzından çıkan her sözü kayıt için hazır bekleyen bir gözcü mutlaka vardır”. (Kaf 50/16–18)

Dikkat ederseniz bu melekler sadece “yaptıklarımızı” bilirler; içimizde olanları değil. Demek ki, Allah kişinin içini bildiği halde melekler ancak ağızdan çıkan sözü bilebilirler.

İnsanların içinden geçenler gaybtır ve gaybı ne insan, ne melek, ne cin, ne de Allah’ın Elçileri bilebilirler.

Allah Teâlâ şöyle buyurur: “De ki, göklerde ve yerde, hiç kimse gaybı bilmez, onu sadece Allah bilir.” (Neml 27/65)

Birçok ayette “insanların kalplerinde/içlerinde olanı sadece Allah’ın bildiği” özellikle vurgulanmaktadır. Diğerleri ise sadece tahmin edebilirler; tahminleri bazen tutar, bazen tutmaz. Zaten böyleleri öyle genel şeyler söylerler ki, biri tutmazsa diğeri tutar ve bağlılarını kandırmayı başarırlar.

Benzer bir soru-cevap için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/tarikatlarda-seyhi-yuceltme-ve-batil-inanislar.html

Kur’an-ı Kerim’de tarikatla ilgili herhangi bir ayet var mıdır?

Kur’an’da tarikat ve tasavvufla ilgili herhangi bir ayet yoktur. Ama bunların yanlış davranışlarıyla ilgili sayılamayacak kadar çok ayet vardır. Bu konuda sitemizde yayınlanan “Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış” adlı eserimizi okumanız yeterlidir.

Kimler Allah dostudur?

Her müslüman Allah’ın dostudur. Peygamberimizin herhangi bir kimseye herhangi bir yetki vermesi söz konusu olamaz. Büyücülüğün yaygınlığı, insanların dinlerinden uzaklaşması ile açıklanabilir. Büyücülük yapan kişi, Allah’ın dostu olamaz. O sadece şeytanın dostudur. (Konuyla ilgili daha fazla bilgi edinmek için Abdulaziz Bayındır’ın Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış adlı kitabının “Her Müslüman Evliyadır” bölümünü dikkatli bir şekilde okuyunuz.)

Peygamberimiz evleri ziyarete gelir mi?

Değerli Kardeşim,

Bunlar kendileri için bir dünya kuruyor ve yapı taşı olarak siz gençleri kullanıyorlar. Bunun için iki şeye ihtiyaç duyuyorlar; biri onların istediği kıvama gelmeniz, yani iyi yetişmeniz. Çünkü yeni yapı taşları bulabilmek için bunu dışa karşı propaganda malzemesi olarak kullanıyorlar. İkincisi de kayıtsız şartsız onlara teslim olmanızdır. Bu sayede onlar sizi istedikleri yerde istedikleri gibi çalıştıracaklardır.

Sizin onlara kayıtsız şartsız teslim olmanızı sağlamanın en kestirme yolu inançlarınızı istismardır. Bunun yolu hurafelerdir. Güzelim üzümlerin o lezzetli suları, ekşitilip şarap yapılınca insanı nasıl sarhoş ediyorsa İslam dininin o güzelim kural ve kavramları da tahrif edilince yani farklı alanlara çekilince sizi sarhoş etmekte ve şuursuz hale getirmektedir.

O cemaat, insanların Kur’an’ı okuyup anlamalarını asla istemez. Bunu siz yaşayarak görüyor olmalısınız. Okunan ya … …’nin ya da … …’in kitaplarıdır. Dini ana kaynaklar yerine kaynak niteliği olmayan kitaplardan öğrenince sizi din adına istedikleri tarafa çekmeleri çok kolay olmaktadır. Bu cemaatin bu konuda en çok istismar ettikleri kişi Peygamberimizdir. O Allah’ın Elçisi’dir. Gelmiş, dini tebliğ etmiş ve örnek uygulamalarıyla bize rehber olmuş ve bu dünyadan ayrılmıştır. Şimdi bunlar, dine yapacakları iftiraları, peygamberimizi rüyalarında gördüklerini söyleyerek onun ağzından yapmaktadırlar. Bu konuda İsa aleyhisselamı istismar eden Hristiyanlar gibidirler. Hristiyanlar İsa aleyhisselamın kilisede bulunduğunu söyler ve kilisenin onu temsil ettiğini insanlara anlatırlar. Bunlar da kendi cemaatlerini bir çeşit kilise gibi saydıklarından Peygamberimizin orada bulunduğunu zihinlerinize kazmaya çalışıyorlar. Böylece siz, onarlı gözünüzde büyütecek, kutsayacak ve onlara kutsal bir bağlılık içinde olacaksınız. Hristiyanlar da böyle dindarlık numaralarıyla kandırılmaktadırlar. Bunlara karşı koymanın tek yolu dini Kur’an’dan ve peygamberimizin uygulamalarından öğrenmenizdir. Bunun için bu şekilde davrandığına inandığın kişilerle birlikte olmaya çalış. Allah yardımcın olsun.

Tarikat şeyhlerini aşırı derecede yücelten anlayışları nasıl karşılıyorsunuz?

Bir kimsenin Peygamber Efendimiz tarafından tayin edilmesi söz konusu olamaz. İlk halifeyi dahi tayin etmemiş olan Hz. Peygamber tutup da herhangi bir kimseyi şeyh olarak tayin etmez. Hz. Peygamber bu dünyadan ayrılmış, bize Kur’an-ı Kerim’i ve kendi sünnetini bırakmıştır. Bunlara uyanlar hak yolda, uymayanlar da sapıklıktadır.

Şeyhin resmine rabıta kurmak gibi uygulamalar Şeriatın en ağır yasağı kapsamına girer. Putperestlik böyle başlamıştır. Çünkü rabıtayı bir gönül bağı, bir sevgi bağı şeklinde değil, şu şekilde tarif etmektedirler. “Rabıta; bir müridin, mürşid-i kâmilinin ruhâniyetiyle beraber, suretini kalp gözünün önüne getirerek hayal etmesi ve kalbiyle ondan yardım istemesinden ibarettir.” Allah ile kulun arasında şeyhin ruhaniyeti ne arıyor? Neden şeyh, müritlerinin Allah’ın ayetlerini düşünmelerini değil de kendini düşünmelerini istiyor. Yoksa Allah’ın dinini alet edinerek insanları kendine mi davet ediyor?

“Şeyh efendi tartışılmaz, şeyh efendi hata yapmaz” deniyor. Hz. Peygamber’in dahi hata yaptığı Kur’an ayetleriyle sabitken, şeyhin hata yapmayacağını söylemenin Kur’an’a açıkça aykırı olacağı şüphesizdir. Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin bizim gibi bir insan olduğunu açıkça vurgulamıştır:

“De ki, «Ben başka değil, sizin gibi bir beşerim. Sizin ilahınızın yalnızca bir tek ilah olduğu bana vahyedilmektedir»” (Kehf 18/110)

“Peygamberleri onlara demiştir ki; «Biz sizin gibi bir beşerden başkası değiliz ki.” (İbrahim, 14/11)

“Ölülerden dilek dilemek veya şeyhlerin manevi yardımını istemek”

Ölülerden dilek dilemek ancak müşriklerin yapabileceği bir iştir. Bizim ölülere bir hayrımız dokunabilir ama onların bizim için yapabilecekleri bir şey yoktur.

Şeyhlerin manevi yardımı, bize öğretmenlik yaparak öğretecekleri doğru bilgiler ve verebilecekleri nasihatler dışında olmaz. Darda kalmış kişiler, “ Ya falan!” “Ya filan!” diye bazı şeyhleri, bazı din büyüklerini yardıma çağırıyorlar ki bu da Kur’an-ı kerimin çok sayıda ayetine açıkça aykırıdır:

“Darda kalmış kişi çağırdığı zaman onun yardımına kim yetişiyor da sıkıntıyı gideriyor ve sizi yeryüzünün hakimleri yapıyor? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? Ne kadar az düşünüyorsunuz.” (Neml 27/62)

Allah’ın her şeye gücü yeter, ama biz aciziz. Dolayısıyla bütün isteklerimizi Allah’tan istememiz gerekir. Çünkü Allah’ın onaylamadığı bir istek, bir başkası tarafından da yerine getirilemez. Zaten Allah’tan başka tanrı edinme, bazı konularda manevi yardım görme ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Bu sebeple Kur’an-ı Kerim böyle davranışları şirk sayar. Bir ayet-i kerimede şöyle buyurulmuştur:

“Belki kendilerine yardımları dokunur diye Allah’tan başka tanrılar edindiler. Ama onların yardıma güçleri yetmez. Oysaki kendileri onlar için hazır askerdirler.” (Yasin 36/74-75)