Tasavvuf-Tarikat
Bayezid-i Bestami’nin hacca giderken yolda bir şeyh/pir ile karşılaşması ve Kâbe yerine o şeyhin etrafında yedi kere tavaf etmesi, Mevlana’nın Mesnevi adlı kitabında geçmektedir. Mevlana, bu hikâyeyi anlattıktan sonra Bayezid-i Bestami’nin orada hakikati anladığını, bundan dolayı derecesinin arttığını ve artık son noktaya ulaştığını söylemiştir!
www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/mevlana-celaleddin-rumi-hakkindaki-dusunceleriniz-nelerdir.html
Mesnevi’de geçen bu hikayeyi aşağıya alıntılıyoruz:
Bir şeyhin Bayezid’e “Kâbe benim; benim çevremde tavaf et” demesi
2210: Ümmetin şeyhi Bayezid Hac ve Umre için Mekke’ye doğru koşuyordu
İlk defa gittiği şehirlerde değerli kişileri soruşturup arardı. (…)
2215: (…)
Bayezid, yolculukta zamanının Hızır’ı olan bir kimseyi bulmak için çok arardı.
2220: Boyca hilâl gibi bir şeyh gördü; Onda erlerin gücünü ve sözünü gördü.
Gözü kör ama gönlü güneş gibiydi; rüyasında Hindistan’ı görmüş bir fil gibiydi.
Gözü kapalı uyumuş kişi yüz neşe görür de, gözünü açınca görmezse şaşılacak şey!
Rüyada nice şaşılacak şey aydınlanır; gönül uykuda pencere olur.
Uyanık olan ve hoş rüya gören kişi, âriftir; -ayak- toprağını gözüne sür.
2225: Önünde oturdu. Durumunu sordu; onu yoksul ve aile sahibi buldu.
-Şeyh- “Ey Bayezid! Niyetin nereye! Gurbet dengini nereye götüreceksin?” dedi.
-Bayezid- “Erken vakitte Kâbe’ye niyetim var” dedi. -Şeyh- “Peki! Yol azığı olarak neyin var?” dedi.
-Bayezid- “İki yüz gümüş dirhemim var; işte elbisemin köşesine sıkıca bağlı” dedi.
-Şeyh- dedi: “Benim çevremde yedi defa tavaf et; bunu hac tavafından daha iyi say.
2230: Ey cömert! O dirhemleri önüme koy; bil ki hac yaptın muradın gerçekleşti.
Umre yaptın, baki ömrü elde ettin; temizlendin, Safa’da koştun
Canının gördüğü Hakk’ın hakkı için; Hak, beni kendi evine üstün tutmuştur.
Kâbe onun lütuf evi ise de tabiatım (vücudum) onun sır evidir.
O evi yaptığından beri, ona gitmedi. Bu eve ise o Hay/diri Hakk’tan başkası girmedi.
2235: Madem beni gördün, Hakk’ı gördün; sadakat Kâbe’sinin çevresini döndün.
Bana hizmet, Allah’a itaat ve şükürdür; sanma ki Hakk, benden ayrıdır.
Gözünü iyice aç, bana bak; böylece insanda Hakk’ın nurunu göreceksin.”
Bayezid, bu nükteleri anladı; altın halka gibi kulağına taktı.
Ondan dolayı Bayezid’in derecesi arttı; Sonra ulaşan, son noktaya vardı.
KAYNAK: Mevlana Celâleddîn Rûmî, Mesnevî, Hazırlayan: Adnan Karaismailoğlu, Yeni Şafak Kültür Hizmeti, İstanbul, 2004, c: 1, s: 234-235.
Mevlana’nın anlattığı bu hikâyenin İslam’la uzaktan yakından bir ilgisi olmadığını, bu soruda geçen ve aşağıdaki linkte bulunan görüntülü cevabımızdan izleyebilirsiniz:
www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/cebrail-aleyhisselamin-vahiy-aldigi-perde-arkasinda-kim-vardi.html
Sözlükte “çekmek” anlamına gelen cezbe, tasavvufta “Hakk’ın kulu kendine çekmesi ve aniden yüce huzuruna yükseltmesi” anlamında kullanılır.
Tasavvufçulara göre Allah’ın sevdiği kulunun kalbinden perdeyi kaldırıp çalışma ve gayreti olmadan onu yakın nuru ile birden bire manevî makamlara yükseltmesi hali cezbe olur. İlk tasavvufî kaynaklarda cezbeye vecd adı verilir ve zikir, semâ gibi konularla birlikte anlatılır. (KAYNAK: Hasan Kamil Yılmaz, “Cezbe”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, cilt, 7, s: 504.)
Bu gibi konularda bizim bir kitabımız bulunmaktadır: KUR’AN IŞIĞINDA TARİKATÇILIĞA BAKIŞ. Bu kitapta tarikatlarda bulunan yanlışlar bizzat şeyhlerinin ağızlarından ortaya konmuştur. Kitabı, www.suleymaniyevakfi.org sitemizden ücretsiz olarak bilgisayarınıza indirebileceğiniz gibi www.suleymaniyevakfi.com dan da sipariş verebilirsiniz.
Kerâmet sözlükte kerîm olmak, değerli olmak anlamına gelir[1.] Allah Teâlâ insanı değerli (kerametli) yarattığını ve birçok şeyi onun emrine verdiğini açıklamıştır.
“Âdemoğullarına gerçekten çok değer verdik (çok kerametli kıldık). Onları karada ve denizde taşıdık ve güzel şeylerle rızıklandırdık. Yarattıklarımızın birçoğundan da üstün kıldık.” (İsra 17/70)
İnsanoğlunun dışında, gideceği yere başkaları tarafından taşınan bir mahlûk yoktur. Bir insanın denizde balık gibi yüzerek gitmesi mi kerâmettir, yoksa bir gemide oturarak ve yatarak gitmesi mi?
Havada kuşlar uçar. İnsanın kuş gibi uçarak istediği yere gitmesi mi, yoksa bir uçağın içinde gitmesi mi kerâmettir? Bunlara bakarak Allah’ın insana ne kadar değer verdiğini anlamak gerekir.
Allah’ın insanoğluna en büyük ikrâmı, şüphesiz ki, şirkten uzak bir imandır.
“İnananlar ve imanlarını şirkle[2] bulandırmayanlar var ya işte güven onların hakkıdır; doğru yolu tutturanlar da onlardır.” (En’am 6/82)
İnsanların en kerîminin, yani en kerâmetli olanının kim olduğunu da Allah Teâlâ açıklamıştır:
“Ey insanlar, biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Birbirinizle tanışasınız diye sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en kerîm olanınız takvâsı en iyi olanınızdır.” (Hucurât 49/13)
Kerâmet deyince yukarıda anlatılanlar değil, olağanüstü şeyler kastedilir. Bunlar bir elçide görülürse adına mucize, velide görülürse kerâmet denir. Veli, Allah’a karşı gelmekten sakınan her müslümandır.
“İyi bilin ki Allah’ın velilerine korku yoktur. Onlar üzülecek de değillerdir.
Bunlar inanmış olan ve takvâ ehli bulunan kimselerdir.
Onlara bu dünya hayatında da ahirette de müjde vardır.” (Yunus 10/62-64)
O müjde en sıkıntılı anda bile müminleri rahatlatır. Allah bu dostlarını yalnız bırakmaz.
“Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa Allah ona bir çıkış yolu gösterir.
Onu, hiç ummadığı yerden rızıklandırır. Her kim Allah’a dayanırsa o ona yeter. Çünkü Allah işini tastamam yapar. Allah her şeye, muhakkak bir ölçü koymuştur. “ (Talâk, 65/2-3)
Yardım eden Allah olduğuna göre yardımı olağan yollarla da yapar olağan dışı yollarla da. İşte Allah’ın olağan dışı yollarla yaptığı yardıma kerâmet denir.
Kerâmet Allah’ın bir nimetidir; bütün nimetler gibi ona da şükretmek gerekir. Mal, mülk, mevki ve makam gibi kerâmet de insanı saptırabilir. İnsan kerâmeti değil, Allah’ın rızasını aramalıdır.
Allah Teâlâ sıkışık zamanlarda mü‘min kullarına, şu veya bu şekilde mutlaka ikramda bulunur. Yukarıdaki ayet bunu göstermektedir. İnsan bu ikramı kendinden değil, Allah’tan bilmelidir. Mal ve mülkle övünmek nasıl çirkinse kerâmetle övünmek de çirkindir.
Bedir Savaşı’nda sıkışan Müslümanların yardımına Allah Teâlâ melekleri göndermiş ama zaferin meleklerin yardımıyla değil Allah katından verildiğini de vurgulamıştır. Onu açıklayan âyet zihinlerimizde hep yankılanmalıdır.
“Hani siz Rabbinizden yardım istiyordunuz. O da; “İşte ben size birbiri ardınca gelen bin melekle yardım gönderiyorum” diyerek isteğinizi kabul etmişti.
Allah bunu, sadece size müjde olsun ve gönlünüz bununla rahatlasın diye yapmıştı. Yoksa zafer (meleklerden değil) yalnız Allah katındandır. Allah güçlüdür ve her şeyi yerli yerinde yapar.“ (Enfal 8/9-10)
Kendisinde kerâmetler görülen kimse kurtuluşa erdiğini zannetmemelidir. Dünya hayatı engebeli bir koşudur. Her an bir şeye takılıp düşebiliriz.
Ölünceye kadar kulluğa devam etmek gerekir. “Ölünceye kadar Rabbine ibadet et.” (Hicr 15/99)
(Abdulaziz Bayındır, Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 6. Baskı, İstanbul, 2010, s: 116-119)
Lütfen aşağıdaki linkleri de tıklayınız:
www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/keramet-var-midir-varsa-kimler-keramet-gosterebilir.html
[2]- Ayette şirk diye tercüme edilen kelime “zulüm” dür. Bu anlam hem bir önceki ayetten, hem de Lokman suresinin 13. ayetindeki “Şirk gerçekten büyük bir zulümdür.” ifadesinden anlaşılmaktadır.
Cevap için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:
www.suleymaniyevakfi.org/diger-arastirmalar/seyhler-yalan-mi-soyluyor.html