Namaz
Kendisinden rivayet edilen bir görüşe göre Ebû Hanife, cemaatin imamla birlikte selam vermesi gerektiğini söylemiştir. Onun delili, Buhârî’de geçen ve İtbân b. Mâlik el-Ensârî’nin rivayet ettiği “Biz Resûlullâh ile birlikte namaz kıldık, o selam verdiği vakit biz de verdik” (Buhârî, Ezân, 153) hadisidir.
Kendisinden rivayet edilen diğer görüşe göre Ebû Hanife ve Hanefi mezhebinin diğer âlimleri İmam Muhammed ve Ebû Yusuf ile diğer mezhep imamları İmam Şâfiî, İmam Mâlik ve Ahmed b. Hanbel ise cemaatin imamdan sonra selam vermesi gerektiğini söylemişlerdir. Bu görüşte olanlara göre cemaat, imama tabidir. Tabi olan ise arkadan gelir. Eğer imamla beraber selam verirlerse tabi olmaktan çıkmış, birlikte hareket etmiş olurlar. Bundan dolayı cemaat, imamdan sonra selam vermelidir.
Meşhur muhaddislerden İbn Hacer, yukarıdaki hadisle ilgili olarak Zeyn b. Müneyyir’in şöyle dediğini nakletmiştir:
“Buhârî’nin bu hadisi buraya alması iki ihtimale göredir:
Birincisi: Cemaat, imam selama başladıktan sonra selam vermeye başlar. Yani imam selamı bitirmeden cemaat da selama başlamış olur.
İkincisi: Cemaat, imam selamı bitirdiği zaman selam vermeye başlar. Buna göre şunu söylemek mümkündür: İmam Buhârî’nin kullandığı bu konu (bâb) başlığı iki anlama da gelebildiğine göre müçtehit gerekli inceleme ve araştırmaları yaptıktan sonra dilediği görüşü tercih edebilecektir.”
Daha sonra İbn Hacer kendisi şöyle demiştir: “Bir ihtimal de şudur: İmam Buhârî, ikincisinin şart olmadığını söylemiş olabilir. Çünkü buradaki lafız ikincisinin şart olmadığını, her iki şekilde de selam verilebileceğini, cemaatin hangisini yaparsa yapsın her ikisinin de caiz olacağını göstermektedir.” (Ebu’l-Fadl Şihâbuddîn Ahmed İbn Ali İbn Hacer el-Askalânî: Fethu’l-Bârî bi Şerhi Sahîhi’l-Buhârî, Ta’lîk: Abdurraûf Sa’d vd., Mektebetu’l-Külliyyâti’l-Ezheriyye, y.y., 1978; c: 4, s. 250, 831. hadisin şerhi.)
Bize göre de imam sağa selam verdikten sonra cemaat sağa, imam sola selam verdikten sonra cemaat de sola selam vermelidir. Yani imamla aynı anda değil, imamdan sonra…
Burada namaz kıldıran kişilere, özellikle de cami imamlarına, uzatarak selam vermemeleri gerektiğini hatırlatmak faydalı olacaktır. Zira selamı uzatarak değil, uzatmaksızın vermek sünnettir. Ebû Hureyre radıyallâhu anh’tan gelen rivayete göre, o şöyle demiştir:
“Selamı(n kelime ve harflerini) uzatmamak sünnettir.” (Tirmizî, Salât, 224; Ebû Dâvûd, Salât, 185-186)
Bu rivayeti naklettikten sonra İmam Tirmizî, şu açıklamayı yapmıştır:
“Bu hadis hasen sahihtir. İlim adamları bu şekli müstehap görmüşlerdir. İbrahim en-Nehaî’nin şöyle dediği rivayet olunur: Tekbir ve selam uzatılmaksızın yapılmalıdır.”
“İbn Seyyidi’n-Nâs: Ulemâ, selam lâfızlarını tek tek söylemenin ve onu uzatmamanın müstehap olduğunu söylemişlerdir. Bu konuda ulemâ arasında ihtilâf bilmiyorum der. Namazda sadece selamın değil, intikal tekbirlerinin de imam tarafından uzatılmaması gerekir. Çünkü bu uzatma imamın muktedîden (kendisine uyanlardan) sonraya kalmasına sebep olmaktadır.” (Sünen-i Ebû Dâvûd Tercüme ve Şerhi, Necati Yeniel, Hüseyin Kayapınar, Kontrol: Mehmed Savaş, Şamil Yayınevi, İstanbul, 1988, c: 4, s. 57)
Cevabın yayımlandığı yer için bkz: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2016, s. 182-184.
Namazın ikinci rekâtında birinci rekâtta okunan sûre veya ayetlerden daha geride yer alan sûre veya ayetleri okumanın mekruh olduğuna dair herhangi bir ayet veya hadis bulunmamaktadır. Fakat fıkıh mezhepleri, ittifakla, namaz kıraatinde sûrelerin Kur’an’daki tertibine riayet etmemeyi mekruh kabul etmişlerdir.[1] Onların bu konudaki dayanağı ayet ve sûrelerin Mushaf’taki tertibinin tevkîfî yani vahye dayalı olduğu görüşüdür. Bu yüzden namaz kıraatinde Mushaf tertibine uyulması gerektiğini ifade etmişlerdir.
İmam Nevevî’nin bildirdiğine göre Kâdî İyâz, Resûlullâh’ın bir namazda Nisâ sûresinden (4. sûre) sonra Âl-i İmrân sûresini (3. sûre) okuduğu rivayet edilen hadisi[2] açıklarken Ebû Bekir el-Bâkıllânî’nin: “Yazarken, namaz kılarken, derste ve eğitim öğretimde sûrelerin tertibine riayet etmek şart değildir. Çünkü bununla ilgili herhangi bir ayet veya hadis yoktur.” sözünü nakletmiş ve kendisi de şunları söylemiştir:
“Namaz kılan kişinin ikinci rekâtta, birinci rekâtta okuduğu sûreden geride bulunan bir sûre okumasının caiz olduğu konusunda hiçbir fikir ayrılığı yoktur. Mekruh olan, Kur’an tertibine aynı rekâtta ve ayrıca namazın dışında uymamaktır. Bazı âlimler bunu da mubah kabul etmiş ve selefin bu konudaki yasaklamasını, sûrenin sonundan başına doğru tersinden okumakla tevil etmişlerdir.”[3]
Bize göre de namazda ve namaz dışında vahye dayalı Kur’an tertibine riayet ederek okumak daha iyidir. Çünkü Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem namaz kıraatlerinde genelde Mushaf tertibine riayet etmiştir. Fakat Müslim’de geçen hadiste görüldüğü gibi ikinci rekâtta bir önceki rekâtta okunan sûreden önceki sûrelerin de okunabileceği ve bunun mekruh olmadığı anlaşılmaktadır. Yani birinci rekâtta Felak sûresini okuyan, ikinci rekâtta daha geride bulunan Kevser sûresini pekâlâ okuyabilir. Mekruh olan, ayet ve sûreleri sondan başa doğru tersinden okumaktır.
İmam Buhârî de el-Câmiu’s-Sahîh’inde “Hz. Osman Mushafı’nın Tertibine Muhalif Olarak Bir Sûreden Evvel Diğer Bir Sûre Okunması” adı altında bir başlık açarak namazda bunun caiz olduğunu ifade etmiştir.[4] Buhârî, o başlıkta tâbiinden “Ahnef b. Kays’ın sabah namazının ilk rekâtında Kehf, ikinci rekâtında Yusuf yahut Yunus sûresi’ni okuyup sabah namazını Ömer radıyallâhu anhın arkasında bu sûreler ile kıldığını söylediğini” rivayet etmiştir.[5] Mushaf tertibine göre Yunus (10. sûre) ve Yusuf (12. sûre) sûreleri, Mushaf’ta Kehf (18. sûre) sûresinden önce yer almaktadır.
Bu arada şunu da hatırlatmakta fayda vardır: Namaz kılarken ikinci rekâtta birinci rekâtta okunan sûreden daha geride bulunan bir sûreyi veya ayetler grubunu okumak mekruh olmadığı gibi birinci rekâtta okunan sûreden sonra tek bir sûre atlayarak okumak da mekruh değildir. Kıraatte en az iki sûre atlanması gerektiğine dair gerekçe olarak “atlanan sûrenin beğenilmemesi” gibi bir durum ortaya çıkmasından bahsedilmektedir ki bunun ne Kur’an’dan delili vardır ne de Sünnetten!
KAYNAK: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2016, s. 162-164.
[1] Vehbe Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî, c: 1, s. 772, 7. madde.
[2] Huzeyfe (ra) şöyle rivayet etmiştir: “Bir gece Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem ile birlikte namaz kıldım. Bakara sûresine başladı, ben (içimden) yüz ayeti tamamlayınca rükû’ eder; dedim. Sonra devam etti. Ben (içimden) bütün sûreyi bir rekâtta okuyacak; dedim. O yine devam etti. Ben bu sûre ile rükû’a varır; dedim. Sonra Nisâ sûresine başladı. Onu da okudu. Sonra Âl-i İmrân sûresine başladı; onu da okudu. Ağır ağır okuyor, içinde tesbih bulunan bir ayete gelince tesbih ediyor; istek ayetine gelince istiyor; sığınma ayetine gelince (Allah’a) sığınıyordu. Sonra rükû’a gitti…” Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn, 203 (772).
Aynı rekâtta tertibe riayet etmemeyi mekruh kabul eden âlimler, bu hadiste anlatılan olayın, surelerin tertibi konusunda vahiy gelmeden önce olduğunu ve Übeyy b. Ka’b’ın mushafında o surelerin tertibinin Resûlullâh’ın okuduğu şekilde sıralandığını söylemişlerdir. Bkz: Nevevî, Şerhu Sahîh-i Müslim, c: 6, s. 62.
[3] Nevevî, Şerhu Sahîh-i Müslim, c: 6, s. 62.
[4] Buhârî, Ezân, 106.
[5] Buhârî, Ezân, 106.
Hanefi fıkıh kitaplarında erkeklerin kollarını dirseklere kadar sıvayarak namaz kılmaları mekruh kabul edilmiştir. O kitaplarda bu konu anlatılırken dayanak olarak “bu hareketin kibir, gösteriş olacağı”, “secdeye gitmeyi zorlaştıracağı”, “namaz adabına, ciddiyetine uygun olmayacağı” gibi gerekçeler ileri sürüldüğü görülmektedir.
Konuyla ilgili bir hadis ise şöyledir:
Resûlullâh buyurdular ki:
“Bana yedi kemik üzerine secde etmem emredildi. Alın -ve eliyle burnunu işaret etti- eller, diz kapakları, ayakların uçları. Elbiseleri de saçı da (secde sırasında) toplamayız.” (Buhârî, Ezân, 133, 134, 137; Müslim, Salât, 227-231 (490); Ebû Dâvûd, Salât, 155; Tirmizî, Salât, 203; Nesâî, Tatbîk, 40, 43-44; İbn Mâce, İkâmet, 19.)
İmam Nevevî, bu hadisin şerhinde şunları söylemektedir:
“Bu hadise göre namazda saçı veya elbiseyi toplamak mekruhtur. Bu hâl cumhûr-u ulemâya (âlimlerin çoğunluğuna) göre; namaz içinde de namaza girmezden önce de mekruhtur. Buradaki kerâhet, kerâhet-i tenzîhiyye’dir (tenzîhen mekruh). Bu şekilde namaz kılmak her ne kadar hoş olmasa da namaz geçerli olur. İbnu’l-Munzir, Hasan-ı Basri’nin bu şekilde kılınan namazın iade edilmesi gerektiğini anlatır. Âlimlerden Dâvûdi ise bu elbise toplama/kıvırma işinin sadece namaz için olması halinde mekruh olacağını söylemiştir. Hâlbuki cumhurun görüşü tercihe şayandır.” (İmam Nevevî, Şerhu Sahîh-i Müslim, c: 4, s. 209)
Hanefi mezhebine göre ise mekruh olan, elbisenin kollarını dirseklere kadar kıvırmaktır. Dirsekten aşağı -mesela bileklerin hemen üstüne kadar- kıvırmak mekruh değildir. (Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî, c: 1, s. 781, 24. madde.)
İnsanlar genelde bir işe girişirken elbiselerinin kollarını sıyırırlar. Bunu yaparken elbisenin kollarının yapılacak işe engel olmamasını veya -işin yapısına bağlı olarak- herhangi bir pislik bulaşmamasını isterler. Fakat namaz, böyle değildir. Bu yüzden namaza başlarken sanki böyle bir işe girişiyormuş gibi elbisenin kollarını veya pantolonların paçalarını sıvamak hoş karşılanmaz. Ama -yukarıda da belirtildiği gibi- namaz dışında kolları kıvrılmış olan gömlekle veya kısa kollu bir gömlek ya da tişörtle namaza durmakta herhangi bir sakınca yoktur.
KAYNAK: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2016, s. 167-168.
Âdem Aleyhisselamdan Davud ve Süleyman Aleyhisselama kadar kıble Kâbe idi. Bu nebîlerin döneminde Kudüs’te Beyt-i Makdis’in inşasıyla birlikte kıble aşağıdaki gerekçe ile Beyt-i Makdis’e çevrilmiş, Muhammed Aleyhisselamın nübüvvetle görevlendirilmesinden itibaren Medine döneminin 2. yılına kadar da bu böyle devam etmiş ve nihayet asırlar sonra yine aynı gerekçe ile tekrar Kâbe’ye çevrilmiştir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“… Yönelmekte olduğun kıbleyi, sırf elçimize uyanla ona sırt çevireni bilelim diye yaptık. Onun değişmesi, Allah’ın doğru yolda olduğunu onayladıklarından başkasına ağır gelir. Allah (Kâbe’nin tekrar kıble olacağına dair) inancınızı boşa çıkaracak değildir. İnsanlara pek şefkatli ve iyiliği bol olan Allah’tır.” (Bakara, 2/143)
Ayrıntılı bilgi için lütfen aşağıdaki linkleri de tıklayınız:
Resûlullâh farz namazlarının haricindeki namazlarını mescidinde değil evinde kılar, ashabına da böyle yapmalarını tavsiye ederdi. Konuyla ilgili hadisler şöyledir:
“Ey insanlar! Evinizde namaz kılınız. Zira farz namaz dışındaki namazların en makbulü, insanın evinde kıldığı namazdır.” (Buhârî, Ezân 81, İ’tisâm 3)
“Namazınızın bir kısmını evlerinizde kılınız da oraları kabirlere çevirmeyiniz.” (Buhârî, Salât, 52, Teheccüd, 37; Ebû Dâvûd, Salât, 199, Vitir, 11; Tirmizî, Salât, 213; Nesâî, Kıyâmü’l-Leyl, 1.)
“Biriniz farz namazını mescitte kıldığı zaman, o namazından evine de bir pay ayırsın. Zira Allah Teâlâ bu namaz sebebiyle evinde hayır yaratır.” (Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn, 210; İbni Mâce, İkâmet 186.)
Nâfile namazları evlerde kılmanın çeşitli sebepleri vardır. Bunlardan biri, evlerin şerefini artırmak, oraları bereketlendirmektir. Çok önemli bir diğer sebep de evlerde kılınan namazın, insanın manevi dünyasını alt üst eden riya ve gösterişten insanı korumasıdır. Resûlullâh’ın evinin mescide bitişik olduğu halde sünnet namazları evinde kılması dikkatimizi çekmelidir.
Evlerde namaz kılmanın bir diğer hikmeti de evleri mezarlık gibi cansız ve ölü hale getirmemek şeklinde ifade edilmiştir. Ölüp de kabre girmiş kimseler için “namaz kıl!”, “Kur’an oku!” emirleri bir mana ifade etmez. Bu sebeple onlar kabristanda ne namaz kılabilirler ne de Kur’an okuyabilirler. Müslümanlar bu durumu dikkate alarak evlerini kabristana benzetmemeli, orayı içinde yatıp uyunan birer otel durumuna getirmemeli, evlerinde ibadet etmeli, namaz kılıp Kur’an okumalıdırlar. (M. Yaşar Kandemir, İ. Lütfi Çakan, Raşit Küçük, Riyâzu’s-Sâlihin Tercümesi ve Şerhi, Erkam Yay., 2006, c: 5, s: 332-333, 1132 numaralı hadisin açıklaması.)
Bunun yanı sıra sünnet namazları camide değil de evinde kılan bir Müslüman camiye gidemeyen eş, anne, baba, dede, çocuk gibi aile fertlerine de güzel bir örnek olur. Bu sayede onlara namazı nasıl kılacaklarını göstermesinin yanı sıra namaz vaktinin girdiğini ve onların da namaz kılmaları gerektiğini hatırlatmış olur.
KAYNAK: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2016, s. 156-158.
Sünnet namazlar hakkında geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:
Dinimiz namazların sünnetlerini kılmayı kesin olarak emretmemiş; teşvikte bulunmuştur. Kılanlar büyük sevaplar elde eder; ama kılmayanlar herhangi bir günaha girmiş olmazlar. Farz namaz gibi anlaşılmaması için sünnet namazların bazen terk edilmesi uygundur.
Sabah namazının sünneti, öğle namazının sünnetleri, akşam namazının sünneti ve yatsı namazının son sünneti Nebîmizin devamlı kıldığı, nadiren terk ettiği sünnetlerdir. Bunlara sünnet-i müekkede denir. Bunları kılmak her ne kadar kişiye çok büyük sevaplar kazandırsa da farz değildirler; terk edilmeleri halinde kişiye uhrevî bir azap gerektirmez. Yani kişi kılmaması halinde Allah katında bu namazlardan hesaba çekilmez. Fakat Nebîmizin nadiren terk edip sürekli kılması, bir Müslüman için bu namazları kılma konusunda yeterli bir sebeptir. Zira o bize her konuda örnektir. O, bu namazları sürekli kılmışsa bizim de sürekli kılmaya çalışmamız gerekir. Nebîmiz bu namazları kendi başına ihdâs etmemiş, bazı ayetlerden yola çıkarak kılmıştır. Bu ne kadar böyle olsa da kesin bir emir olmadığı için bunların farz gibi algılanmaması da önemlidir. Bu yüzden bazen terk edilebilir.
Cevabın yayımlandığı yer için bkz: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2016, s. 158-159.
Sünnet namazlar hakkında geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:
Farzlardan önce ve sonra kılınan sünnet namazların ayetten delili var mı?