Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

İman

Ehl-i kıbleyi tekfir ne demektir?

Ehl-i kıble, inanç esaslarını değişik şekillerde yorumlayan farklı itikadi mezheplere bağlı bütün Müslümanları kapsayan bir tabirdir.

“Kâbe’ye doğru yönelerek namaz kılanlar” anlamındaki ehl-i kıble (ehlü’l-kıble) tamlaması, küfre girmediği kabul edilen ve Kâbe’ye doğru yönelerek namaz kılmanın farz olduğuna inanan ve bunu yapan Müslümanları ifade etmek için kullanılan bir terimdir. Başlangıçta bunun yerine daha çok ehl-i salât tabiri kullanılmıştır.

Ehl-i kıble’yi tekfir ise böyle birini kâfir saymak demektir. Hiçbir Müslümanın kendisi gibi ehl-i kıble olan diğer kardeşlerini tekfir etme hakkı ve yetkisi yoktur.

(Ehl-i kıble için ayrıca bkz: Metin Yurdagür, “Ehl-i Kıble”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c: 10, s. 515-516)

Lütfen aşağıdaki linki de tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/dinini-yasamayan-muslumanlarla-iliskilerimiz-nasil-olmali.html

Allah Teâlâ -hâşâ- kaldıramayacağı bir taş yaratabilir mi?

Bu gibiler, Allah’ın var ve bir olduğunu iyi bilirler; ama Allah’ı kendilerine benzetip onunla boy ölçüşmeye kalkışırlar. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Siz Allah’ı bir şeylere benzetmeyin. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Nahl, 16/74)

“Ona benzer bir şey yoktur; O işitir, bilir.” (Şûrâ, 42/11)

“Ona denk bir şey yoktur.” (İhlâs, 112/4)

Allah Teâlâ’nın kadir sıfatı, O’nun varlıklara istediği gücü verip sınırlar koymasını ifade eder (İbn Fâris, Mu’cemu’l-Mekâyîs Fî’l-Luğa.) İnsanın bilgisi de gücü de sınırlıdır. Bu konuda şöyle buyurulur:

“… Onlar Allah’ın bilgisinden onun imkân verdiği kadarı dışında bir şey kavrayamazlar…” (Bakara, 2/255)

“De ki: “Rabbimin sözleri için denizler mürekkep olsaydı; bir o kadarını daha katsaydık, Rabbimin sözleri tükenmeden denizler tükenirdi.” (Kehf, 18/109)

“Yerdeki ağaçlar hep kalem, deniz de mürekkep olsa, arkasından yedi deniz daha katılsa, Allahın sözleri tükenmez. Allah güçlüdür, doğru karar verir.” (Lokmân, 31/27)

Lütfen aşağıdaki linki de tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/allah-tealayi-tam-manasiyla-kavrayabilmek-mumkun-mudur.html

Ahir zamanda kocakarı imanı gibi mi iman etmek gerekiyor?

Ulaşabildiğimiz tüm hadis kaynaklarında “îmânu’l-acûze” yani “kocakarı imanı” gibi bir tabire rastlayamadık.

Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde nasıl inanmamız gerektiğini beyan etmiştir. İmanımızın bizi dünya ve ahiret mutluluğuna ulaştıracak şekilde olması için Allah’ın koyduğu ölçülere uygun olması gerekir. İlgili ayetlerin biri şöyledir:

“Müminler o kimselerdir ki Allah anılınca yürekleri titrer, Allah’ın ayetleri okununca, o ayetler onların imanlarını artırır ve yalnız Rablerine güvenip dayanırlar.

Namazlarını kılar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden hayra harcarlar.

Gerçek müminler işte onlardır.  Onlar için Rableri katında dereceler, bağışlanma ve değerli rızık vardır.” (Enfâl, 8/2-4).

İslam dininde bilginin önemini anlamak için vahyin ilk olarak “oku” emri ile başlamasının hikmetini düşünmek yeterlidir.  Ayrıca Allah Teâlâ, bilgili kişilerin derecesinin yüksek kıldığını beyan buyurmuştur. Bir ayet şöyledir:

“Allah, sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltir.” (Mücâdele, 58/11).

İnsanın bilinçli olarak inanması gerekir. İmanda şüphesizlik yani kesinlik şarttır. Bilinçsiz, körü körüne inanmanın dinimizde yeri yoktur. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Müminler ancak Allah’a ve Resulüne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşanlardır. İşte doğrular ancak onlardır.” (Hucurât, 49 / 15).

İnanan insanın çok derin araştırmalar yapmasa da neye ve niçin inandığının farkını varması yeterlidir. Elbette iman konusunda bilgi çok önemlidir. Ancak İslam’ın genel ilkelerini kabul ettikten sonra Allah’a teslimiyet gerekir. Başka bir deyişle inanmanızı gerektiren delillere ikna olduysanız emirlerin hikmetine vakıf olmanız şart değildir. Şer’î bir emri yerine getirme konusunda “Bunun ne hikmeti var, bana ne yarar getirir?” şeklinde sorgulama yapmadan “Allah böyle emretmiş, imanım gereği yerine getirmem gerekir.” Demek gerekir İşte bu, İslam’dır. Allah şöyle buyuruyor:

“Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Resulüne davet edildiklerinde müminlerin sözü ancak ‘İşittik ve itaat ettik.’ demeleridir. İşte asıl kurtuluşa erenler bunlardır.” (Nûr, 24 /51).

“Bedevîler ‘İnandık.’ dediler. De ki: ‘Siz iman etmediniz; ama ‘Boyun eğdik.’ deyin. Henüz iman tam olarak kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah’a ve elçisine itaat ederseniz Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan ve ikramı bol olandır.” (Hucurât, 49/14).

Mehmet RUZİBAKİ

Benzer soru-cevaplar için lütfen aşağıdaki linkleri tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/imanimiz-akilla-mi-olmalidir.html

www.fetva.net/yazili-fetvalar/suphenin-iman-karsisindaki-konumu-nedir.html

Allah Teâlâ bazı insanların kâfir olarak ölmelerini mi istiyor?

Bahsettiğiniz ayetler münafıklarla ilgilidir ve ortak mealleri şöyledir:

“Onların ne malları seni imrendirsin ne de evlatları. Allah ister ki yaşadıkları bu hayatta bunlar sebebiyle onlara azap etsin ve ruhları, üzüntü içinde kâfir olarak çıksın.” (Tevbe, 9/55 ve 85)

Bu, Allah Teâlâ’nın koyduğu kuraldır. Şartları değiştirmek için çaba göstermezlerse bu kural işler. Ama tevbe kapısı da daima açıktır; dönüş yapmak isteyen dönebilir.

Aşağıdaki ayetlerden bunu anlayabiliriz.

“İnandıktan sonra kâfir olan bir topluma, Allah hiç dirlik ve düzenlik verir mi? Bunlar, kendilerine açık belgeler gelince o Elçi’nin doğru olduğuna şahit olmuş kimselerdir. Allah yanlışlar içinde olan bir topluluğu yola getirmez.

Onlar var ya onların cezası Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lanetidir. Sürekli o lanet içinde kalırlar. Sıkıntıları hafifletilmez; onlara göz de açtırılmaz. Olup bitenden sonra tevbe edip durumunu düzeltmiş olanlar başka. Çünkü Allah çok bağışlar ve ikramı boldur.” (Âl-i İmrân, 3/86-89)

Benzer bir soru-cevap için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/allah-teala-insanlari-yoldan-cikarmak-ister-mi.html

Allah Teâlâ’yı tam manasıyla kavrayabilmek mümkün müdür?

Yaratılan, yaratanı tam olarak kavrayamaz. Bir bilgisayar ne kadar gelişirse gelişsin, üreticisi hakkında fikir sahibi olamaz. Üreticinin koyduğu kapasiteyi aşan bir program yüklenirse donar, çalışamaz. Biz de ancak bize verilen kadarını bilebiliriz. Bu sebeple Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Allah! … Ondan başka ilah yoktur. O diridir, varlığı kendindendir. Onu ne uyuklama tutar, ne uyku. Göklerde ne var, yerde ne varsa, hepsi onundur. Onun huzurunda, birini yanına alabilecek (şefaat edecek) olan da kimmiş; onun izniyle olursa başka. O, onların önlerinde olanı da bilir; arkalarında olanı da. Onlar onun bilgisinden onun imkân verdiği kadarı dışında bir şey kavrayamazlar. Hâkimiyeti gökleri de kapsar yeri de. Bunları korumak ona ağır gelmez. O, yücedir, büyüktür.” (Bakara, 2/255)

“Gözler onu kuşatamaz ama o gözleri kuşatır. O nazik davranır, her şeyin iç yüzünü bilir.” (En’âm, 6/103)

“İlk odur, son da o. Açık olan odur, gizli olan da o. O, her şeyi bilir.” (Hadîd, 57/3)

Bu gibi meselelerin çocuklara izah edilmesi noktasında Mehmet Emin Ay’ın Çocuklarımıza Allah’ı Nasıl Anlatalım adlı kitabından istifade edebilirsiniz.