Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Blog

Akraba mahremiyetlerinde nelere dikkat etmek gerekir?

Peygamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellem, bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:

“Sizleri (beraberinde mahremi bulunmayan) kadınların yanlarına girmekten men ederim.” Bunun üzerine Ensâr’dan bir adam: Ya Resulallah! (Kocanın babaları ve oğullarından başka diğer) erkek akrabalarına ne dersin? diye sordu. Resûlullah: “Onlarla halvet (baş başa kalmak) ölümdür” buyurdu.” (Buhârî, Nikâh, 112; Müslim, Selâm, 20 (2172).

Hadisin Arapça metninde geçen “Hamv” kelimesi, kocanın erkek akrabasına denir. Kayınbirader ve kocanın amcasının oğlu vs. gibi.

Başka bir hadis-i şerif de şöyledir:

“Bundan sonra hiç bir erkek yalnız başına bulunan bir kadının yanına girmesin, yanında bir iki kişi olursa girebilir.” (Müslim, Selam 8 (2173).

Bu iki hadis-i şerifi birlikte değerlendirecek olursak bir erkeğin, bir odada tek başına olan bir kadının yanına girmesinin yasaklandığını görürüz. Kocanın erkek akrabasıyla bir yerde baş başa kalmanın daha tehlikeli ve fitneye sebep olması sebebiyle Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem, “Hamv, yani kadının tek başına kocasının erkek akrabasından biriyle kalması ölümdür.” diye buyurmuştur. Kadın, örtüsü içerisinde olduğu halde, açık bir yerde veya bir üçüncü şahsın da bulunduğu bir yerde yakın akrabalarıyla beraber bulunabilir.

Kadınların erkek akrabalarıyla hiç konuşmaması doğru mu?

Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur:

Mümin erkeklere söyle, bakışlarında ölçülü olsunlar ve edep yerlerini korusunlar. Onlar için nezih olan budur. Allah, yapmakta oldukları şeyin iç yüzünü bilir.

Mümin kadınlara da söyle, bakışlarında ölçülü olsunlar ve edep yerlerini korusunlar. Açıkta kalan kısım hariç, ziynetlerini /vücutlarını göstermesinler. Başörtülerinin bir kısmını da yaka açıklıklarının üzerine yerleştirsinler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kadınlar, hâkimiyetleri altında olan esirler, cinsel ihtiyaç sahibi olmayıp (meşru bir sebeple) kendilerine bağlı olan erkekler ve kadınların mahrem yerlerinin farkında olmayan çocuklar hariç hiç kimseye ziynetlerini /vücutlarını açmasınlar. Vücutlarından örttükleri kısımlar bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler, hepiniz Allah’a tövbe edin /dönüş yapın ki umduğunuza kavuşasınız!” (Nûr, 24/30-31)

Bu ayetlere göre bir kadın yukarıda belirtilen erkeklerin yanında oturabilir, başını açabilir. Bu sayılanların dışında kocasının erkek kardeşleri veya diğer erkek akrabalarının yanında mahrem yerlerini açamaz! Fakat bunlarla konuşması, selamlaşması yasak değildir. Bunlara karşı tesettürlü kıyafetlerle çıkabilir. Onlarla hiç selamlaşmamak, konuşmamak vs. gibi şeyler birer aşırılık tezahürleridir. Örtünme kurallarına aykırı olmadığı müddetçe yukarıdaki ayette sayılanların dışındaki erkeklerle konuşmasında bir sakınca yoktur. Sakıncalı olan durum, kadının bu erkeklerle kapalı bir yerde baş başa kalmasıdır. Konuyla ilgili hadis şöyledir:

Nebimiz sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Sizleri (beraberinde mahremi bulunmayan) kadınların yanlarına girmekten men ederim!” Bunun üzerine Ensâr’dan bir adam: Ya Resûlallâh! (Kocanın babaları ve oğullarından başka diğer) erkek akrabalarına ne dersin? diye sordu. Resûlullâh: “Onlarla halvet (baş başa kalmak) ölümdür” buyurdu.” (Buhârî, Nikâh, 112; Müslim, Selâm, 20 (2172).

Kapalı bir yerde baş başa kalmamak şartıyla bir kadın, kendisine yabancı olan erkeklerle aynı ortamda bulunabilir, onlara hizmet edebilir. Konuyla ilgili olarak Resûlullâh döneminden nakledilen sahih bir uygulama şöyledir:

“Sehl b. Sa’d radıyallâhu anh şöyle demiştir: Ebû Useyd es-Sâidî evlendiği zaman, Resûlullâh ve ashabını düğün yemeğine davet etti. Onlar için yemeği yapan da, servis eden de Useyd’in henüz evlendiği karısı Ümmü Useyd’den başkası değildi. O, geceden taş bir tencere içinde hurmalar ıslatmış, Resûlullâh yemeğini bitirince kadın kendi eliyle o şırayı Resûlullâh sunmuş, O’na böylece ikram ederek içirmişti.” (Buhârî, Nikâh, 78)

“Ebû Hazım şöyle demiştir: Ben Sehl İbn Sa’d’dan işittim: Ebû Useyd es-Sâidî, Resûlullâh’ı kendisinin düğün yemeğine davet etti. O gün henüz yeni gelin olan karısı onlara hizmet etmekte idi…” (Buhârî, Nikâh, 79)

Son olarak aşağıdaki videoyu da izlemenizi tavsiye ederiz:

Müslüman kızlar Almanya’da yüzme ve spor derslerine katılabilir mi?

Sorunuzla ilgili olarak Almanya’da bulunan bir İslami İlimler Enstitüsü’nden aşağıdaki bilgileri aldık. Enstitünün müdürü Ali Özgür Özdil kardeşimizin bize gönderdiği yazı şöyledir:

Alman Okullarında Yüzme veya Spor Dersi

Genel Açıklama

“Almanyadaki eğitim sistemini anlayabilmek için, 16 eyaletten oluşan eyalet sistemini kavramak gerekiyor. Her eyalet birbirinden farklı hareket etme hakkına sahip olmakla beraber, mesela yüzme veya spor (yani Beden Eğitimi) dersi konusunda da, farklı kararlar alabiliyor. Mesela Baverya ve Baden-Württemberg eyaleti ortaokuldan itibaren kız ve erkek talebelerini yüzme veya spor dersinde ayırıyor. Bu karar kız talebelerin erkekler karşısında zayıf düşmelerini engellemek için alınıyor. Ayrıca şunu da ifade etmek gerekiyor: Hiç bir kanun okulu kız ve erkek talebelere ortak ders vermeye zorlamıyor.

Müslüman Talebeler

Yüzme veya spor dersi konusunda, eğer veliler tarafından arzu edilecek ve okul da bunu organize edebilecek olursa (mesela yeterince öğretmen, vakit ve yer mevcut ise), kız ve erkek talebelerinin ayrılması mümkündür. Bu konu ile ilgili tüm eyaletleri bağlayan 1993 yılından mahkeme kararı mevcuttur (Bundesverwaltungsgerichtsurteil sa25.8.1993 – 6 C 891 zu OVG Münster, 15.11.1991 -19 a 2198/91). Fakat bu karar sadece buluğ çağına girmiş olan talebeler için geçerlidir. İlkokul seviyesindeki talebeler ise, (genelde) buluğ çağına girmediklerinden dolayı, 2005 yılında alınan başka bir mahkeme kararıyla (VG Düsseldorf, Aktenzeichen 18 K 74/05), derse katılmaya mecbur tutulmaktadırlar.

Bu Konudaki Görüşümüz

Eğer bir müslüman anne veya baba bizden bu konuda yardım dilerse, onlara öncelikle mevcut mahkeme kararları üzeri bilgi verir ve okulların devlet müessesi ve öğretmenlerin devlet memuru olarak öncelikle bu kararlara bağlı olduklarını ifade ederiz. Eğer çocuk daha ilkokul talebesi ise, derse katılmasının gerektiğini ve mahkeme karşısında kazanma imkanının olmadığını, fakat ortaokul veya lise talebesi ise (buluğ çağına girdi ise), ya dersin kız ve erkek talebelere ayrı verilmesine müracat etmelerini, aksi takdirde 1993 yılının mahkeme kararı ile talebenin dersten serbest bırakılma imkanına sahip olduğunu bildirmekteyiz. Burada dikkat edilmesi gereken mesele ise, (mesela kız) talebenin mayo ile erkek talebelerin karşısına çıkmaktan utandığını ve bundan dolayı vicdan azabı çektiğini ispatlamaktır. Fakat bu ilkokul talebesi için geçerli değildir.”

Siz de bu yazıda belirtildiği şekilde davranabilirsiniz.

NOT: Yukarıdaki yazının bizlere ulaşmasını sağlayan Kuzey Almanya İslam Toplumu (BİG) Başkanı Sayın Ramazan Uçar’a teşekkür ederiz.

Kadınların başı açık olursa eve melekler girmezmiş, doğru mu?

Müslüman bir kadın kendisine dinen yabancı olan erkeklerin yanında başını örtmek durumundadır. Kadınların arasında veya evde babasının, erkek kardeşlerinin, amca veya dayısının, kayınpederinin yanında başını örtmek zorunda değildir.

Allah Teâlâ Nur Suresinin 31. aye­tinde şöyle buyurur:

“Mümin kadınlara da söyle gözlerini sakınsınlar; edep yerlerini ve çevresini örtsünler. Görünen kısım dışındaki süslerini açmasınlar.  Başörtülerini yakaları üstüne kadar indirsinler. Kocaları,  babaları, kocalarının babaları, oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları, elleri altında bulunan esirler, ele bakar hale gelmiş ve erkekliği kalmamış kimselerle kadınların edep yerlerinin farkına varamamış çocuklar dışında hiç kimseye süslerini açmasınlar…” (Nûr, 24/31)

Kadınların başı açık diye melekler evlere girmeseydi buna dair bir ayet veya bir hadis olur ve kadınların evlerde bile başlarını açmaması gerektiği ifade edilirdi. Fakat böyle bir ayet veya hadis bulunmamaktadır. Zaten yukarıdaki ayet gayet açık ve nettir.

“Celâbîb” kelimesi çarşaf anlamına mı gelir?

“Celâbib” kelimesi “Cilbâb” kelimesinin çoğuludur.

Kamus’da Cilbâb;

a- Gömlek,

b- Kadınlara mahsus bir çeşit geniş elbise, çardan küçüktür ve Türkçede üst­lük diye de tabir edilir.

c- Bazılarına göre çar ki bizim memleketimizde ferace karşı­lığıdır.

d- Bazı lügatçilere göre kadın baş örtüsü manalarına gelir.

Buna göre Kur’an-ı Kerim’de geçen “Celâbib” kelimesinin örtünme gayesini temine elverişli herhangi bir dış elbise olarak kabul edilmesi uygun olacaktır. Bunlarla birlikte çarşaf en iyi dış el­bise olarak kabul edilebilir. Ama çarşaf giymeyip de başka elbiselerle örtünen kadın­lar da Allah’ın emrini yerine ge­tirmiş olurlar.

Çarşaf ve benzerleri dışında kalan manto vs. gibi kadın dış giyimleri için de “Ne kadar bol olursa olsun Yahudi ve Hristiyanların modası olduğu için örtü sayılmaz” denmektedir. Hâlbuki İs­lam’da belli bir model elbise yoktur. Örtün­meye elverişli olduk­tan sonra Hristiyan modası da olsa tesettüre kâfi gelir. An­cak İs­lam geleneğine göre giyinmek elbette daha güzel olur.

Netice olarak İslam’da belli bir elbise modeli yoktur. Önemli olan kadının, dinimizin emirlerine uygun bir şekilde örtünmesi­dir.

Geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linkte bulunan Başörtüsü ve Örtünme başlıklı yazıyı okuyunuz:

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/basortusu-ve-ortunme.html

Dinimizde çarşaf giymek farz mıdır?

Dinimizde kadınların yabancı erkeklere karşı yüzü ve elleri dışında bütün vücutlarını örtmeleri farzdır. Evlerinden dışarı çıkarken kendilerini örten bir dış elbise giymeleri gerekir. Bu dış elbise onun rahatça kapanmasını sağlama­lıdır. Müslüman bir kadın çarşafla örtünebileceği gibi geniş manto, eşarp vs. ile de örtünebilir. Dış elbisenin çarşaf olması şart değildir.

Geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linkte bulunan Başörtüsü ve Örtünme başlıklı yazıyı okuyunuz:

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/basortusu-ve-ortunme.html

Kadınların başı açık ve pantolonla çalışmasının hükmü nedir?

Bir kadının, evlenmesi yasak olan yakınları dışındaki bütün erkeklere karşı örtülü ve kapalı olması farzdır. Yüzü, bilekten aşağı elleri ve yine bilekten aşağı ayakları müstesnadır. Çünkü işini gücünü yaparken ellerinin ve yü­zünün açık olması bir zaruret haline gelir. Çalı­şıp kazanmak, ka­dın olsun erkek olsun herkesin yapması gerekli olan bir vazife­dir. Bir hadis-i şerifte “Kazanç yolu aramak müslüman olan her erkek ve kadın için farzdır.” (Taberânî, Mu’cemu’l-Evsat, 9/277-278) buyrulmuştur. Çünkü herhangi bir müs­lümanın sorumluluklarını yerine getirebilmesi için bir kazanca sahip olması lazım gelir.

Bir kadının örtmesi farz olan organlarından herhangi birini açık bulundurmak suretiyle çalışması caiz değildir; haramdır. Ancak bu şekilde elde etmiş ol­duğu kazanç, çalışmasının karşılığı olacağından haram değildir. Yani başı açık olarak çalıştığı için gü­nahkar olur ama, bundan dolayı kazancına haram karış­mış ol­maz.

Kadınların pantolon giymelerine gelince; şalvar şeklinde organlarını belli etmeyecek öl­çüde bol bir pantolon giyilebilir. Ancak organla­rın şeklini belli eden dar pantolon vb. elbiselerin giyilmesi mekruhtur.

(Abdülhamid Şirvani, İbn Kasım Şihabüddin Ahmed b. Kasım el-Abbadi, Havaşî alâ Tuhfeti’l-Muhtâc bi-Şerhi’l-Minhâc, el-Mektebetü’l-İslamiyye, İstanbul, ty., c: 2, s: 112.)

İslam’da kadın için sokak kıyafeti nasıldır?

İslam’da kadın için örtünmesi zaruri olan yerler Kur’an-ı Kerim’in Nur suresinde açıklanmaktadır. Buna göre yüz ve eller hariç vücudun diğer kısımla­rı­nın tamamen örtülmesi lazımdır. Ebu Davud’da rivayet edildiği üzere Peygamber Efendi­miz, Hz. Esma’ya: “Ya Esma, kadın büluğa erince ondan görüle­bi­lecek olan ancak şudur.” buyurmuş ve kendi mübarek yüzünü ve elini işaret ey­lemiştir.

Geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linkte bulunan Başörtüsü ve Örtünme başlıklı yazıyı okuyunuz:

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/basortusu-ve-ortunme.html

Kadınların örtünmesinin sebebi nedir?

Faizde olduğu gibi, kadınların örtünmesinde de esas sebep, Allah Teâlâ’nın emridir. Fakat gönlün yatışması için başka sebepler de araştırılabilir. Bunlardan bir kısmını şöyle sıralayabiliriz:

a) Kadınlar vücutlarını göstermeye, erkekler de kadın vücu­duna bakmaya meraklıdırlar. Bu bakışmalar konuşmaya, konuş­malar daha ileri giderek ahlak dışı durumların meydana gelme­sine sebep olabilir. Zinanın yaygınlaşması, nesil­lerin bozulması hep kadın-erkek ilişkilerindeki dengesizlikten kaynaklanmakta­dır. Kıyafet ve örtünme, kadın erkek ilişkileri arasında bir denge meydana getir­mektedir. Böylece kadının erkeğe gösterebileceği yerler ile erkeğin bakabileceği yerler asgarî ölçüler içerisine so­kulmuş olmaktadır.

b) Bazı düşük ahlaklı kişilerin de kadınlara sataştıkları bir gerçektir. Örtünme, onlara bir ağırbaşlılık kazandırdığı için Böyleleri örtülü kadınlara sataşmaya cesaret edemezler ve kadınlar bu sayede rahat dolaşma fırsatı bulurlar.

Bir kadının örtmesi gereken bölgeleri nereleridir?

Bir kadın, aralarında ebedi evlenme yasağı bulunan baba­sına, dedesine, amcasına, kardeşine, kız ve erkek kardeşlerinin oğullarına, kendi oğluna, oğullarının ve kızlarının oğullarına, kocasının babasına ve kocasının başka kadından olan oğluna ve kızının kocasına saçlarını, boynunu, göğsünü, kollarını, diz kapa­ğından aşağı baldırını ve ayaklarını gösterebilirler. Bu gibi kişile­rin yanında karnını, göğüslerini, sırtını ve dizkapağı ile göbeğinin arasını örtmek zorundadır.

Bir kadın, kendisiyle arasında ebedi evlenme yasağı bulun­mayan kişilerin yanında yalnızca yüzünü ve ellerini açık bulun­durabilir. Buna göre bir müslüman kadın nasıl yabancı erkekler yanında yüzü ve elleri dışında bütün organlarını kapamak zo­runda ise, amcasının oğlu, dayısının oğlu, teyzesinin ve halasının oğlu ya da kız kardeşinin kocası gibi aralarında kan bağı ya da sıhrî akrabalık bulunan erkekler yanında da yalnızca yüzünü ve ellerini açık bulundurulabilir. Bir müslüman kadının böyle dav­ranması kendisine farzdır. Allah Teâlâ Nur Suresinin 31. aye­tinde şöyle buyurur:

“Mümin kadınlara da söyle gözlerini sakınsınlar; edep yerlerini ve çevresini örtsünler. Görünen kısım dışındaki süslerini açmasınlar.  Başörtülerini yakaları üstüne kadar indirsinler. Kocaları,  babaları, kocalarının babaları, oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları, elleri altında bulunan esirler, ele bakar hale gelmiş ve erkekliği kalmamış kimselerle kadınların edep yerlerinin farkına varamamış çocuklar dışında hiç kimseye süslerini açmasınlar…” (Nûr, 24/31)

Kadınların süsleri, saçlardaki taç ve boncuklar, kulaklardaki küpe, yüzdeki sürme ve boyalar, boyundaki gerdanlık, kollarda pazubend ve bilezikler, ellerde yüzük, kına, ayaklarda halhal ve diğer süslerdir. Bu süslerin bulundukları yerlerin örtülmesi farz­dır. Ancak nefes almak için burnun, konuşmak için ağzın, ta­nınmak için yüzün, tutmak için de elin açık olmasına ihtiyaç vardır. Bunlar görünenlerden sayılmıştır. Bu sebeple kadının elini ve yüzünü erkekler yanında açması haram değildir. Normal olarak zinet eşyaları takılabilen organlarını da ayette tek tek belir­tilen yakınlarına gösterebilir.

Kadınların ayaklarını vurmaları, erkeklerin ilgisini çekmek için yaptıkları bir davranıştır. Bu, ya yürüyüş biçimlerini değişti­rerek ya da ayaklarını yere vurup zinet eşyalarının sesinin duyu­rulmasını sağlayarak yapılır.

Geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linkte bulunan Başörtüsü ve Örtünme başlıklı yazıyı okuyunuz:

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/basortusu-ve-ortunme.html

Genlere müdahale edilerek cinsiyet belirlenmesi caiz midir?

Bu, doğal dengeleri bozucu bir çalışma gibi gözüküyor. İnsanoğlunun doğal dengeleri bozucu çalışmaları hep zararla sonuçlanmıştır. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur:

“Gerçekten biz her şeyi bir ölçüyle yarattık.” (Kamer, 54/49)

Ölçü ve denge bozulmazsa her şey güzel kalır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Her yarattığını güzel yaratan ve insanı yaratmaya çamurdan başlayan O’dur.

Sonra onun soyunu bir nutfeden, dayanıksız bir sudan yaratmıştır.

Sonra onu düzene koymuş, ona kendi ruhundan üflemiştir. Sizin için işitmeyi,

gözleri, gönülleri yaratmıştır. Yine de pek az şükrediyorsunuz.” (Secde, 32/7-9)

Doğal dengeyi değiştirebilecek olan sadece insanoğludur, onun dışında bir yaratık böyle bir şey yapamaz. Ayette şöyle buyuruluyor:

“İnsanların elleriyle kazandıkları şeyler yüzünden karada ve denizde bozulmalar başgösterdi. Bunun böyle olması, yaptıklarının bir kısmını tatmaları içindir. Belki vazgeçerler. “ (Rûm, 30/41)

Bilindiği gibi Allah insanların önüne iki seçenek koymuştur. Birisi İlahi kanunlara uygun davranış göstermek, diğeri de aykırı davranışlara yönelmektir. Doğanın yaratıcısı Allah olduğu için “Doğa Kanunu” dediğimiz her şey bir ilahi kanundur.

Allah Şeytana, ilahi kanunlara aykırı propagandalar yapma yetkisi vermiştir.

Şeytanın yaptığı işlerden biri de insanları doğayı bozmaya özendirmektir. Ayette şöyle buyurulur:

“Şeytan dedi ki; … ne de olsa ben onlara emredeceğim, onlar da Allah’ın yarattığını değiştireceklerdir.” (Nisâ, 4/119)

Bütün bu sebeplerden dolayı çocuğun cinsiyetini değiştirmek ve çiftlerin arzularına göre erkek veya kız çocuğu sahibi olmalarını sağlamak için genlere yapılacak müdahale doğal dengeleri bozması açısından caiz görülemez.

“Göklerin ve yerin egemenliği Allah’ındır. O, dilediğini yaratır. Dilediğine kız, dilediğine erkek çocuklar verir. Yahut onları hem erkek hem de kızlar olarak çift yapar. Dilediğini de kısır bırakır. Kuşkusuz o bilir ve o güçlüdür. “ (Şûrâ, 42/49)

Tevrat tahrif edilmiş midir, edilmemiş midir?

Mâide sûresinin 43 ve 44. ayetleri Tevrat’ın bir bütün olarak korunduğunu ifade etmez. İlgili ayetler şöyledir:

“Ellerinde Tevrat içinde de Allahın hükmü varken nasıl oluyor da seni hakem yapıyor sonra da yüz çeviriyorlar? Bunlar inançlı kimseler değillerdir.

“Tevrat’ı biz indirdik. Onda bir hidayet ve bir nur vardır. Allah’a teslim olmuş nebîler, Yahudiler arasında onunla hüküm verirlerdi. Hocalar[1] ve âlimler de Allah’ın kitabından korunmuş olanla hükmederlerdi. Onlar bu hükme şahit idiler. Siz, insanlardan korkmayın; benden korkun. Ayetlerimi bir kaç akçeye değişmeyin. Her kim Allahın indirdiği hükümlerle hüküm vermezse kâfirlerdendir.” (Mâide, 5/43-44)

Dikkat edilirse 43. ayette “içinde de Allah’ın hükmü varken”, 44. ayette de “onda bir hidayet ve nur vardır” buyurulmaktadır. Bunlar her ne kadar tahrif edilmiş olsa da Tevrat’ta hala bozulmamış hükümler bulunduğunu bildirmektedir. Benzer ifadeler 46. ayette İncil için de kullanılmaktadır. Fakat Kur’an için bir bütün olarak “o hidayet rehberidir”, “o bir nûrdur” buyurulmaktadır. (Bkz: Nisâ, 4/174; Mâide, 5/15) Bu ifadeler aynı değildir. Önceki kitapların tahrif edildiğini bildiren diğer ayetler bunu açıklamaktadır.

Allah Teâlâ da Yahudileri birçok ayette Tevrat’ı uygulamaya çağırmış ama onlar buna yanaşmamışlardır. Çünkü gerçek anlamda Tevrat’ı uygulasalar Kur’an’a ve Muhammed Aleyhisselâm’a iman etmeleri gerekirdi. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Ey Kitap ehli! Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirileni (Kur’an’ı) gereğince uygulamadıkça bir temeliniz olmaz. And olsun ki Rabbinden sana indirilen, Kur’an, onlardan çoğunun azgınlık ve küfrünü artırır. Öyleyse kâfirler için tasalanma.” (Mâide, 5/68)

Şu ayetler de gösteriyor ki onlar sadece Tevrat’a değil; bizim kitabımıza ve nebîmize ide nanmakla mükelleftirler. Aksi takdirde Allah onları hidayette kabul etmemektedir:

“Dediler ki: “Yahudi veya Hristiyan olun ki doğru yolu bulasınız!” De ki: “Hayır, İbrahim‘in dosdoğru dininden olmak gerekir. O, müşriklere katılmamıştı.”

Şöyle deyin: “Biz Allah‘a inandık; bize indirilen her şeye; İbrahim‘e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına indirilene, Musa‘ya ve İsa‘ya verilene. Nebîlere Rablerinden ne verilmişse hepsine inandık. Hiç birini diğerinden ayırmayız. Biz Allah’a teslim olmuş kimseleriz.”

Onlar da sizin inandığınız gibi inansalar yola gelmiş olurlar. Yüz çevirirlerse tam bir ayrılık içine düşerler. Onlara karşı Allah sana yetecektir. O işitendir, bilendir.” (Bakara, 2/135-137)

Kur’an-ı Kerim bugünkü Tevrat ve İncil üzerinde söz sahibidir ve bir ölçüttür. Eğer o kitaplardaki hükümler Kur’an’la uyuşursa biz onları alırız. Fakat Kur’ân’a aykırı ise almayız. Kur’an’ın diğer kitaplar üzerine hâkim olduğunu bildiren ayet şöyledir:

Kendinde olanla öncekileri onaylayan ve koruma altına alan bu kitabı, sana hak olarak indirdik. O halde aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet. Sana gelen doğruları bırakıp onların arzularına uyma. Her birinize bir şeriat ve bir yol belirledik. Allah zorlayıcı kanun koysaydı hepinizi tek bir ümmet yapardı.  Oysa verdiği hükümlerle sizi yıpratıcı bir imtihandan geçirmek için böyle yaptı. Artık hayırlı işlerde yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O, uyuşmazlığa düştüğünüz şeyleri size bildirecektir.” (Mâide, 5/48)

Konuyla ilgili görüntülü cevap için de lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/kuran-tahrif-edilmis-olan-tevrat-ve-incili-tasdik-mi-ediyor.html


[1] Allah bir kimseye Kitap, hikmet ve nebîlik versin, o da tutsun halka; “Allah’tan önce bana kul olun” desin; kimsenin buna hakkı yoktur. Onun diyeceği şudur: “Kitabı öğrettiğinize ve okuduğunuza göre sadece Rabbe kul olun”. (Al-i İmran 3/79)

 

Müslüman olmak isteyen bir Yahudi önce Hristiyan mı olacak?

Böyle bir şey kesinlikle doğru değildir. İster Yahudi olsun ister başka bir din mensubu isterse de dinsiz, herkes karar verdiği anda derhal ve direkt olarak Müslüman olabilir. Önce başka bir dine sonra İslam’a geçilmesi diye bir şey asla söz konusu değildir.

Yahudiler doğuştan lanetlenmiş midir?

Doğuştan lanetli olma diye bir şey yoktur. Zira mükellefiyet (sorumluluk) kişinin ergenlik çağına ermesi ile başlar. Bundan önceki dönemde kişi dini bakımdan sorumlu tutulamaz. Fakat ergenlik çağından sonraki tercihler, kişinin rahmete veya lanete müstehak olup olmayacağını belirler. Kur’an-ı Kerim’in lanet ile ilgili ayetleri incelendiğinde lanetlenen kişilerin -ki bunun birçoğu İsrailoğullarına aittir.- bu lanete doğuştan değil kendi işledikleri suçlar yüzünden uğradığı görülmektedir. Şu ayet bunu göstermektedir:

“İsrail oğullarından kâfir olanlar, Davud’un ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lânetlendiler (dışlandılar). Bunun sebebi, isyan etmeleri ve saldırgan olmalarıydı.” (Mâide, 5/78)

Bu ayetten anlaşıldığı gibi kimse doğuştan kaybetmez! Ergenlik çağına gelir de tercihini küfürden yana kullanırsa işte o zaman Allah’ın laneti onun üzerine olur.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“İndirdiğimiz açıklayıcı ayetleri ve ana yolu bu Kitapta insanlara açıkladığımız halde onları gizleyenler… İşte Allah onlara lanet edecektir. Lanet edecek olanlar da lanet edecektir.

Tevbe edip kendini düzelten ve onları açıklayanlar başka. Onların tevbesini kabul ederim. Ben tevbeleri kabul ederim, ikramım boldur.

Âyetlerimizi görmezlikten gelen ve görmez halde iken ölenler… Allah‘ın, meleklerin ve bütün insanların laneti işte onların üzerinedir.

Onlar, sürekli o lanet altında kalırlar. Ne azapları hafifletilir, ne de ara verilir.” (Bakara, 2/159-162)

Bu ayete göre Allah’ın ayetlerini gizleyen kişi ister Müslüman olsun isterse başka bir dinden olsun Allah’ın lanetine maruz kalır.

İslam düşmanlarını öldürmek caiz midir?

Allah Teala Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:

“Allah, din uğrunda sizinle savaşmayan, sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik yapmanızı ve onlara karşı adil davranmanızı yasak kılmaz; doğrusu Allah adil olanları sever.

Allah sadece, dininizden ötürü sizinle savaşan, sizi yerinizden yurdunuzdan kovan ve kovulmanıza destek veren kâfirleri dost edinmenizi yasaklar. Her kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Mümtahine, 8-9)

Kendileri ile savaşılacak olan kimseler ayete göre üç kırmızı çizgiyi çiğneyenlerdir. Yani ya bize, fiili olarak savaş açmış olacaklar, ya bizi yurdumuzdan çıkaracaklar ya da bunlara destek vereceklerdir. Bunların dışında hiçbir kafir öldürülemez. Sorunuzdaki durumlar aşağıdaki ayetin kapsamına girer:

“Mallarınız ve canlarınız konusunda yıpratıcı bir imtihandan geçirileceksiniz; bir de sizden önce Kitap verilenlerden ve müşriklerden çok üzücü sözler işiteceksiniz; bunlardan kaçış olmaz. Eğer sabreder, korunursanız, işte bu kararlılık gerektiren işlerdendir. (Âl-i İmrân, 3/186)

Üzücü söz söyleyen ve hakaret edenlere karşı sabırlı, tedbirli ve kararlı olma dışında bir yol gösterilmemiştir.

Gayrimüslimlerle ilişkiler konusunda daha geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/musluman-olmayanlarla-iliskiler.html

Yahudi ve Hristiyanlarla işbirliği yapılabilir mi?

Yahudi ve Hristiyanlar ile işbirliği yapılabilir. Bunu yasaklayan ne bir ayet ne de hadis vardır. Peygamberimiz Medine’ye geldiğinde Yahudi ve müşriklerle sözleşme yaparak birlikte şehri yönetme imkânı elde etmiştir.

Herhangi bir kimseye şirin gözükmek için fetva vermek, Allah’ın dinini arzularına alet etmek olur ki, sorumluluğu çok büyüktür.

Müslümanların canlı bomba olarak kendilerini feda etmeleri kitap ve sünnete uymayan bir davranıştır. Bu konuda verilen fetvanın sağlam bir dayanağı yoktur. Bu başka, dinini ve vatanını savunan bu kimseleri terörist görmek başkadır. Onları terörist saymak kabul edilebilir bir davranış değildir.

Müslüman aileden doğmayan insanlar şanssız mı?

Hayır, onlara bir haksızlık olmuyor. Onlar bizim sorumlu olduğumuz birçok şeyden sorumlu değiller. Onların sorumlu oldukları şeyler; Allah’a ortak koşmamak ve insan fıtratının iyi gördüğü şeyleri yapmak, kötü gördüğü şeyleri de yapmamaktır. Ancak bir peygamberden öğrenilebilecek şeylerden sorumlu değillerdir. Kendilerine bir peygamber tebliği ulaştığında ise o peygambere uymak zorundadırlar.

Detaylı bilgi için lütfen aşağıdaki linkleri tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/kuran-teblig-edilmemis-bir-kisinin-allaha-karsi-sorumlulugu-nedir.html

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/gayrimuslim-bir-ailenin-cocugu-olarak-dunyaya-gelenler-sanssiz-mi.html

Gayrimüslimlerin iyi amelleri ne olacak? Onlara faydası olacak mı?

Cennetle ödüllendirmenin veya cehennemle cezalandırmanın ölçüsü imandır. Allah’ı görmezlik eden, O’na şirk koşan her kim olursa olsun onun dünyadaki bütün amelleri/güzel davranışları boşa gidecektir ve asla cennete giremeyecektir.

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/inancsiz-bir-insanin-yapmis-oldugu-iyiliklerin-bir-karsiligi-olacak-mi.html

Konu ile ilgili ayetler şunlardır:

“…Kim imanını göz ardı ederse şüphesiz amelleri boşa gider. Ahirette de kaybedenlere karışır.” (Mâide, 5/5)

“Kim dünya hayatını ve dünyanın süsünü isteyecek olursa onlara yaptıklarının karşılığını orada tastamam veririz. Onlardan bir kesinti yapılmaz.

Onlar ahirette, o ateşten başka alacağı kalmamış kimselerdir. Dünyada işledikleri yok olmuş ve bütün çalışmaları boşa çıkmış olur.” (Hûd, 11/15-16)

“Ayetlerimizi ve Ahiretteki karşılaşmayı yalan sayanların yaptıkları iyilikler boşa çıkar. Onlar ettiklerinden başkasını mı bulacaklar?” (A’râf, 7/147)

” Müşrikler, kendi kâfirliklerine kendileri şahitken, Allah’ın mescitlerine hizmete yetkili değillerdir. Onların çalışmaları boşunadır. Onlar hep ateş içinde ölümsüz olacaklardır.” (Tevbe, 9/17)

“De ki: İşleri en büyük zararla kapanacekları size haber vereyim mi?

Dünya hayatında güzel iş yaptıklarını sandıkları halde çalışmaları hedefinden şaşanlardır.

Onlar, Rablerinin âyetlerini ve O’nunla karşılaşmayı göz ardı etmekte direnenlerdir. Bu yüzden yaptıkları işler boşa gider. (Mezardan) kalkış gününde onlar için artık tartı kurmayız “

İşte böyle. Ayetleri görmezlikte direnmelerine karşılık cezaları cehennemdir. Onlar, âyetlerimi ve elçilerimi hafife almışlardır.” (Kehf, 18/103-106)

(Ey Muhammed) Sana da senden ön­ceki nebilere de şu kesin olarak bildiril­miştir: Eğer şirke düşersen yaptığın yanar gider ve sen de kaybeden­lerden olursun.

Sakın ha! Yalnız Allah’a kulluk et ve görevlerini yerine getiren­ler­den ol.” (Zümer, 39/65-66)

“Ayetleri görmezlikten gelenlerin (kafirlerin) hakkı yıkılıp gitmektir. Allah, onların işlerini hedefine ulaştırmaz.

Bu, Allah’ın indirdiğinden hoşlanmamalarına karşılıktır. Allah da işlerini boşa çıkarır.” (Muhammed, 47/8-9)

“Ayetleri görmezlikten gelenler ve Allah’ın yolundan engelleyenler, doğruları açıkça gördükleri halde Elçi’ye ters düşenler, Allah’a zarar veremezler. Allah, onların işlerini boşa çıkaracaktır.” (Muhammed, 47/32)

Fakat adı ne olursa olsun kendisine peygamber tebliği ulaşmamış olup da şirk koşmadan Allah’a ve ahiret gününe inanan ve bundan sonra iyi işler yapanlar cennete girmeye hak kazanacaklardır. Bununla ilgili olarak aşağıdaki linkte yer alan yazıyı okumanızı tavsiye ederiz.

www.fetva.net/yazili-fetvalar/kuran-teblig-edilmemis-bir-kisinin-allaha-karsi-sorumlulugu-nedir.html

Kur’an tebliğ edilmemiş bir kişinin Allah’a karşı sorumluluğu nedir?

Bu kişinin sorumluluğu, Allah’a ortak koşmamak ve bildiği doğruları yapmaktır.

Her insan, yaptığı gözlemlerle Allah’ın varlığını ve birliğini, gözüyle görmüş ve eliyle tutmuş gibi kavrar ve bunu Allah’a karşı itiraf eder. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

Rabbin, Âdemoğullarından, onların bellerinden nesillerini aldığında onları kendilerine karşı şöyle şahit tuttu: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Onlar da “Evet! Rabbimizsin. Biz buna şahidiz.” dediler. Artık (mezardan) kalkış günü, “Biz bunun farkında değildik” diyemezsiniz.

Şunu da diyemezsiniz: “Önceden ortaklar uyduran atalarımızdı. Biz ise onlardan sonra gelen bir nesildik. O boş işlere dalanların yaptıklarından ötürü bizi yok mu edeceksin?”

İşte o belgeleri böyle açık açık anlatırız. Belki dönerler.” (A’raf, 7/172-174)

Âdemoğullarının “bellerinden nesillerinin alınması”, nesli devam ettirecek tohumun alınmasıdır. Kişi onunla erginlik çağına girer ve çocuğu olacak yaşa gelir. İnsan, çocukken Allah’ı aramaya başlar. Bu konuda çevresini soru yağmuruna tutar. Sonunda Allah’ın var ve bir olduğunu tam olarak kavrar. Karşısına çıkan delillerle sanki Allah ona, “Ben senin Rabbin değil miyim?” diye sorar. O da tam bir kararlılıkla “Evet, Rabbimsin, ben buna şahitlik ediyorum” der. Kişi çevresini gözledikçe benzer durumlar tekrarlanır. Bu sebeple her insan, Allah’ın var ve bir olduğunu, her şeyi ona borçlu olduğunu kabul eder ve ona kul olması gerektiğini anlar.

Bundan sonra insan, ya doğrudan ya da dolaylı olarak Allah’a kulluk eder. Kendine bir peygamber tebliği ulaşmamış olan kişinin doğrudan kulluğu, Allah’ın koyduğu doğa kanunlarına yani evrensel nitelik kazanmış doğrulara (marufa) uygun hareket etmesi olur. İşte bunlar doğru yolda olanlardır.

Bazıları da kendi doğrularına göre hareket eder; kendi çıkarlarını öne alır ve çoğunlukla atalarının yolundan giderler. Akıllarına yatmasa da ona karşı çıkmazlar.

Kâinat, Allah’ın yarattığı kitap; Nebîlerin getirdikleri ise onun indirdiği kitaplardır. Evrensel değerler ve bilim Allah’ın yarattığı kitaptan alınır. İndirdiği kitaplarda da bunların kanun ve kuralları saklıdır. Kur’an, Allah’ın kitaplarının son nüshasıdır. Allah Teala şöyle buyurur:

“Bu gerçeği seninle birlikte gönderdik ki müjdeler veresin ve uyarılarda bulunasın. Her toplumun(ümmetin) geçmişinde mutlaka bir uyarıcı bulunmuştur.” (Fâtır, 35/24)

Her millete elçi gönderildiğine göre mevcut dinlerden her birinin temelinde bir elçinin tebliğini bulmak mümkündür. Ama insanlar, nebîlerin hemen ardından o dini kendilerine uydurmayı başarmışlardır. Önce din adamları kadrosu oluşmuş, sonra Allah’tan önce kayıtsız şartsız boyun eğilecek ruhani varlıklar oluşturulmuştur. Din adamları ise hem kendilerini kutsallaştırmak hem de isteklerini Allah’ın isteği gibi göstermek için bu varlıkları Allah’ın yanında itibarlı göstermiş ve Allah’a onlar aracılığı ile ulaşılması gerektiğini söylemişlerdir.

Bu iddiaların sağlam bir dayanağı olamaz. İnsanlar, doğru olduğu için değil, çevrelerinin ve geleneğin etkisi ile bu inançlara bağlanırlar. Böylece Allah ile ilişkileri bozulur. Hürriyetlerini bu kişi ve kuruluşlara satmış olurlar. Önce onların, sonra Allah’ın kulu olurlar. Böylece Allah’a ortak koşar şirke düşerler. Hiç kimse, Allah’a ortak saydığı varlıklar için haklı bir gerekçe bulamayacağından Ahirette şu sözü söyleyemeyecektir:

” … Önceden ortaklar uyduran atalarımızdı. Biz ise onlardan sonra gelen bir nesildik. O boş işlere dalanların yaptıklarından ötürü bizi yok mu edeceksin?” (A’râf, 7/173)

Nebîler insanlara “Allah’tan başkasına ibadet etmemelerini”  söylemişlerdir. Allah’tan başkasına ibadet, ondan başkasına kul ve köle olmak demektir. Bu da hürriyeti yok eder.

Dinin özü imandır. İmanın temeli de onu içten kabul etmek, yani kalp ile tasdiktir. Kalpteki tasdiki bir o kişi, bir de Allah bilir. Orası insanın en hür olduğu yerdir. Bu sebeple hiç kimse bir inancı kabule veya inkâra zorlanamaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

” Dinde zorlama olamaz; doğrular ile yanlış kurgular iyice ayrılmıştır. Kim taşkınlık edenleri tanımaz da Allah’a güvenirse kopması imkânsız en sağlam kulpa yapışmış olur. Her şeyi dinleyen ve bilen Allah’tır.” (Bakara, 2/256)

İşte kendine bir elçinin tebliği ulaşmamış kimsenin temel görevi, Allah’tan başkasına kul olmaya karşı direnmektir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Allah kendisine ortak oluşturulmasını (şirki) bağışlamaz. Bunun altında olan günahları, şirkten uzak kalmayı tercih eden kişi için bağışlar. Kim Allah’a ortak oluşturursa, O’na büyük bir iftirada bulunmuş olur.” (Nisâ, 4/48)

Allah’ın varlığının ve birliğinin delili her yerde sayısız miktarda olduğu halde ortak koşulanlarla ilgili bir delil yoktur. Bu sebeple aklını kullanan hiç kimse şirk batağına düşmez. Aklını kullanmayan, en iyi İslami eğitimi de görse şirk pisliğinden kurtulamaz. Çünkü “(Allah) o pisliği aklını kullanmayanların üstüne bırakır.” (Yunus, 10/100) Bu sebeple insana tebliğ ulaşsın veya ulaşmasın, onun bağışlanmayacak günahı, şirk günahıdır.

Lütfen aşağıdaki linki de tıklayınız:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/kurandan-haberdar-olmayan-insanlar-nelerden-sorumlu-tutulacaklar.html

Fitreyi verirken nasıl hesaplamam lazım?

Fitrede esas olan çevrenizde yasayan miskin / çaresiz kimselerdir. Onların bir günlük yiyeceğini hesaplayın ve fitrenizi ona göre verin. Yani Almanya’da, sizin yaşadığınız bölgede çaresiz kalmış bir insan, bir günde ne miktarda yiyecekle doyar, bunu hesap edin. Çıkan hesap en alt miktardır, siz bunun üstünde -imkanınız dahilinde- dilediğiniz kadar verebilirsiniz.

Lütfen aşağıdaki linki de tıklayınız:

www.fetva.net/fitre/fitre-miktari-nedir-nasil-hesaplanir.html