Mezarlıklarda yetişen şeyler yenilebilir. Yenmesi yasak olan şeyler bellidir, bunlar arasında mezarlıklarda yetişen şeyler yer almamaktadır.
Yazılı Fetvalar
“Eşyada aslolan ibâhadır.” Yani bir şeyin haram olduğuna dair bir delil (ayet ya da hadis) bulunmadıkça onun helal olduğuna hükmedilir. Kur’an-ı Kerim’de yenilmesi haram kılınan şeyler ise; leş, akıtılmış kan, domuz eti ve Allah’tan başkasının adı anılarak kesilmiş hayvanlardır. (Bkz: Bakara, 2/173; Maide, 5/3; En’am, 6/145 ve Nahl, 16/115)
Allah Teâlâ insanlara temiz olan yiyeceklerden yeme emri vermiştir:
“Ey Allah’a inanıp güvenenler! Allah’ın size rızık olarak verdiği şeylerin temiz olanlarından yiyin! Yalnız Allah’a kulluk ediyorsanız, O’na karşı görevinizi yerine getirin!” (Bakara, 2/172)
Allah domuz etini haram kılarken onun pis (rics) olduğunu belirtmiş (En’âm, 6/145), Resûlünün de tayyib/temiz olan şeyleri helal, habîs/pis olan şeyleri de haram kıldığını” (A’râf, 7/157) bildirmiştir. Buna göre dinimizde temiz olan şeyler helal, pis olan şeyler ise haramdır. Hakkında ayet ya da hadis bulunmayan konularda karar bu ilkeye göre verilir. Çiğ et, çiğ köfte, çiğ pastırma gibi şeylerin haram olduğuna dair herhangi bir delil bulunmamaktadır. Bunlar pis de değildir. O halde bunları yemek caizdir.
Bir ayette Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Ey Nebî! Mümin kadınlar sana bağlanmak (biat) için geldiklerinde, hiçbir şeyi Allah’a ortak koşmamaları, hırsızlık yapmamaları, zina etmemeleri, çocuklarını öldürmemeleri, başkasından kazandıkları çocuğu yalan dolan ile kocalarına mal etmemeleri ve marufta sana isyan etmemeleri şartı ile onların bağlılıklarını kabul et. Allah’tan onların durumlarının düzeltilmesini bağışlanmasını dile. Çünkü Allah bağışlar, ikrâmı boldur. ” (Mumtahine, 60/12)
Altı çizili olan yerde geçen “maruf” kelimesi; ‘güzelliği akıl veya din yoluyla bilinen şey’ anlamına gelir. Nebîmize biat etmek için gelen kadınlardan ayette belirtilen hususlara ek olarak bir de “marufa uygun emirlerine karşı gelmeme” konusunda söz vermeleri istenmektedir. Burada maruf, Nebîmizin veya ondan sonra gelen halifelerin (yani) yetkili makamın koyduğu –Kur’an’a aykırı olmayan- hükümlerdir. Buna göre bir Müslüman, yetkili makamın koyduğu ve maruf olarak tanımlanabilecek olan her hükme uymak mecburiyetindedir.
Devlet av hayvanlarının yanlış avlanma sonucunda yok olmaması için bir takım tedbirlere başvurabilir. Bu tedbirlerin birçok yararı vardır. Yanlış avlanmalar sonucunda hayvanlar âleminde denge bozulabilir, düzensizlik meydana gelir ki bu bir “fesat” tır. Allah Teala fesat çıkarmayı yasaklamış ve fesatçıları sevmediğini birçok ayette bildirmiştir. Bir ayette şöyle buyurulur:
“İnsanların elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat çıktı; Allah da belki dönerler diye yaptıklarının bir kısmını böylece kendilerine tattırır.” (Rum, 30/41)
“İnsanlardan öylesi var ki, dünya hayatıyla ilgili sözleri seni hayran bırakır. İçinde olana da Allah’ı şahit tutar. O yaman bir düşmandır.
İş başına geçti mi, ortalığı karıştırmak, kaynakları yok etmek ve nesilleri bozmak için gayret gösterir. Allah bozgunculuğu sevmez.” (Bakara, 2/204–205)
Bu ayetlere göre yeryüzü kaynaklarını bilgisizce ve kurallara uymayarak tahrip edenler bozgunculuk yapmış olurlar. Öyleyse av hayvanlarını, balıkları, madenleri kısaca tabiatı koruma altına almaya çalışanların koyduğu kuralların da “maruf “olarak değerlendirilmesi ve onlara bu konuda itaat edilmesi gerekir.
Ayrıca bir hadis-i şerife göre Nebîmiz (sav) kendilerine ziyafet vermek isteyen bir sahabîyi “Aman süt veren hayvanı kesme” diye uyardığı da vâkîdir. (Müslim, Eşribe, 20; İbn Mâce, Zebâih, 7)
Av yasağı döneminde yasağa aykırı olarak avlanmak kişiyi vebal altına sokacağı gibi kul hakkı yemesine de vesile olabilir. Eğer yasak olmasaydı birçok kişinin hak sahibi olacağı bir şeye, yasağı dinlemeyerek sahip olmak kul hakkı olurdu. “Ama o hayvanlar kimsenin değil ki” şeklinde bir savunma yapılamaz. Kimsenin olmadığı gibi sizin de değildir.
Bütün mezhepler çekirgenin helal olduğu konusunda müttefiktir. Fakat “tezkiye” edilip edilmeyeceği konusunda ihtilaf etmişlerdir. Mâlikî mezhebine göre çekirgeyi tezkiye etmeden yemek caiz değildir. Bu tezkiye ise ya başını kopararak ya canlı olarak ateşte kızartarak ya da haşlayarak olur. Yani ölü olarak bulunan çekirgeyi yemek caiz değildir. (Sahnûn, el-Müdevvene, c: 2, s. 57; Haraşî, el-Haraşî alâ Muhtasari Seyyidi Halil, c: 3, s. 25)
Diğer mezheplerde ise böyle bir şart yoktur. (Bkz.: Şâfiî, el-Ümm, c: 2, s. 366; Kâsânî, a.g.e., c: 5, s: 36; İbn Kudâme, el-Muğnî, c: 11, s. 42; Ebû Muhammed Ali b. Ahmed b. Said İbn Hazm, el-Muhallâ bi’l-Âsâr, Thk.: Abdulgaffar Süleyman el-Bundârî, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 12 c., Beyrut, 1988, c: 6, s. 120)
Çekirgenin yenmesi ile ilgili olarak Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellemden şöyle bir rivâyet nakledilmiştir: İbn Ebî Evfâ şöyle demiştir:
“Resûlullâh ile beraber (altı veya yedi sefer) gazveye çıkmıştık. Gazve esnasında Aleyhissalâtu vesselâm’la birlikte çekirge yedik.” (Buhârî, Sayd, 13; Müslim, Sayd, 52; Ebû Dâvûd, Et’ime, 22; Tirmizî, Et’ime, 22; Nesâî, Sayd, 37)
Başka bir hadiste çekirge hakkında Resûlullâh’ın: “Onlar, Allah’ın en kalabalık ordularıdır. Onu ne yerim ne de haram kılarım” buyurduğu rivâyet edilmiştir. (İbn Mâce, Sayd, 9; Ebû Dâvûd, Et’ime, 35)
Bu hadisi rivâyet eden Ebû Dâvûd, bunun mürsel (sahâbî râvîsi senetten düşmüş) bir hadis olduğunu belirtmiştir.
Çekirge hakkında varid olan bütün hadisler içinde en sahih olanı, Abdullah İbn Ebî Evfâ’dan rivâyet edilenidir. Bu yüzden çekirgenin yenilmesinin helal olduğu konusunda icmâ olduğu belirtilmektedir. (Ahmet Naim, Kamil Miras, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, c: 12, s. 18)
Marketlerde satılan entegre tesis çıkışlı ürünler gönül rahatlığı ile tüketilebilir. Çünkü tesislerin büyük çoğunluğu İslami usullere göre kesim yapmaktadır.
Burada zihinleri meşgul eden şey, tavukların tüylerinin yolunmasıdır. Tavuk vb. hayvanlar kesildikten sonra tüylerinin kolay bir şekilde yolunması için sıcak suya atılır. Bu esnada tavukların iç organları çıkarılmadığı için hayvanın içinde bulunan kan ve diğer necasetin sıcak suyun tesiriyle ete bulaştığı ve etin bu yüzden necis olduğu söylenmektedir.
Hâlbuki kan ve necasetin ete bulaşması için tavuğun bu sıcak su içinde haşlanacak / kaynayacak derecede uzun bir müddet beklemesi gerekir. Fakat marketlerden, kasaplardan satın alınan tavukların haşlanmamış olduğu görülmektedir. Bu da tavuk etine kan ve necaset bulaşmadığını gösterir. Zaten belli bir süre sıcak su içerisinde bekletilen tavuklar, yolunduktan sonra iyice dezenfekte edilmekte, tertemiz bir hale getirilmektedir.
İslami usullere aykırı bir şekilde kesildiğine dair kesin bir delil bulunmayan ve görünüş itibariyle temiz, sağlıklı olan tavuk vb. etleri gönül rahatlığı ile tüketilmelidir.
Roka; turpgillerden, yaprakları salata gibi yenen, sebze olarak bahçelerde yetiştirilen, kokulu bir bitkidir. Bu bitkinin yenmesi helaldir. Haram olduğunu söyleyenlere delillerinin ne olduğunu sormalısınız. Zira Allah’ın helal kıldığı rızıklara “haramdır” demek büyük bir vebaldir.
Cochineal (Dactylopius coccus) denilen böceğin haram kılındığına dair bir âyet veya hadis bulunmamaktadır. Bu gibi küçük böcekler, Maliki mezhebine göre helal, Hanefi, Şafii ve Hanbelîlere göre ise haramdır. Onların delili, insanların bu gibi hayvanlardan hoşlanmamasıdır. Hoşlanmama işi, kişiden kişiye ve toplumdan topluma değişir. Dinen temiz sayılan kaktüs bitkisi üzerinde yaşaması, onun temiz sayılmasını gerektirir.
Milkab b. Telibb, babasından şöyle rivayet etmektedir:
“Allah’ın resulü ile arkadaşlık ettim, sohbetinde bulundum, haşeratın haram kılındığını duymadım.” (Ebu Davud, Et’ime, 30)
Bu hadisi şerh eden Hattâbi şöyle demektedir:
“Bu hadisten şunu anlamaktayız: Haşeratın yenilmesi, mubah sayılması, Peygamber Efendimizin devrinin adetlerindendi. O da onların bu adetlerini biliyordu ki, onları haşerat yemekten menetmedi. (Bkz: Hattabi, Mealimu’s-Sünen, Ebu Davud Et’ime 30. bâb’ta bulunan hadisin şerhi)
Haram olan bir içki ister kendiliğinden isterse herhangi bir işleme tabi tutularak olsun sirkeye dönüşür/dönüştürülürse helal olur. Zira elde edilen yeni ürün (sirke) artık “sarhoş edici içki” vasfını kaybetmiş ve tamamen başka bir maddeye dönüşmüştür.
Bununla ilgili daha geniş bir cevabımızı aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz:
www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/kimyasal-degisim-harami-helal-yapar-mi.html
Sirkenin içinde bulunan alkol onu haram kılmaz. Çünkü sirke hiçbir zaman içki (hamr) olarak kullanılmaz. Kur’an’da yasaklanan, kimyasal bir madde olan alkol değil; içildiğinde kişiyi sarhoş edecek içkidir.
Sirke ile ilgili cevabımızda da belirttiğimiz gibi Kur’an’da açık bir şekilde haram kılınan, içildiğinde kişiyi sarhoş eden içkidir/hamrdır. Alkol ise kimyasal bir maddedir ve sorunuzda da belirttiğiniz gibi muz, portakal, erik, şeftali gibi meyvelerde ve bal, ekmek, yoğurt gibi yiyeceklerde de bulunur. Sayılan bu yiyeceklerin hepsi de helaldir. Çünkü bunlar yenildiğinde kişiyi sarhoş etmez.
www.fetva.net/yazili-fetvalar/sirkenin-icinde-bulunan-alkolun-hukmu-nedir.html
Elektroşok yöntemi ile kesim her ne kadar tavsiye edilmese de bu kesimin caiz olması için hayvanın kesilmeden ölmemesi şarttır. Yani şoklama, hayvanı bayıltmalı; fakat öldürmemelidir. Eğer hayvan henüz kesilmeden elektrik yüzünden ölürse meyte/leş hükmüne girer ve yenilmesi haram olur.
28 Haziran – 3 Temmuz 1997’de Suudi Arabistan’ın Cidde şehrinde toplanan Mecmau’l-Fıkhi’l-İslâmî bazı şartlar altında hayvanların bayıltılarak kesilebileceği yönünde bir karara varmıştır. Buna göre kesimden önce hayvanlara şu şartlar altında elektroşok uygulanabilir:
a. Elektroşok aletinin kutupları hayvanların ya şakaklarına ya da alın bölgelerine uygulanmalıdır.
b. Uygulanacak voltaj 100 – 400 volt arasında olmalıdır.
c. Elektrik akımı şiddeti koyun cinsinde 0,75 – 1 amper, sığır cinsinde ise 2 – 2,5 amper olmalıdır.
d. Elektrik akımı 3 – 6 saniye süresince verilmelidir. (Mecmau’l-Fıkhi’l-İslami, Karar Rakam: 101 (3/D10) “Bi Şe’ni’z-Zebâih”, Mecelletu Mecmai’l-Fıkhi’l-İslami, Cidde, Yıl: 1997, Sayı: 10, C:I, s: 653-654.)
Helal-haram; hayvanlar için değil, insanlar içindir. Domuz eti, leş ve kan gibi pis gıda maddelerini hayvanlar yiyebilirler. Eğer bu maddelerin katıldığı yemler, hayvanı hasta edecek veya bazı mikropların, hayvanlar yoluyla insana bulaşmasına yol açacaksa o hayvan iyileşmeden ve mikrop vücudundan temizlenmeden yenmesi caiz olmaz. Buna karar verecek olanlar da uzmanlardır.
Bunun yanı sıra Hanefilere göre domuz sütü ile beslenen bir oğlağın yenilmesi helaldir. Çünkü domuz sütünü gıda olarak almakla o oğlağın eti değişime uğramaz. Almış olduğu gıdayı tüketir ve etkisi kalmaz.
Lütfen aşağıdaki linki de tıklayınız:
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Müminler! İçki, kumar, dikili taşlar, fal okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.” (Maide 5/90)
Uzak durmak, araya mesafe koymak demektir. Bu sebepten dolayı Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve selem şöyle buyurmuştur:
Enes radıyallâhu anh’tan gelen rivayete göre “Allah’ın Peygamberi sallallahu aleyhi ve sellem sarhoşluk veren içki ile ilgili olarak on kişiye lanet etmiştir: “Sıkana, sıktırana, içene, taşıyana, taşıtana, sunana, satana, parasını yiyene, satın alana ve satın aldırana.” (Tirmizî, Büyû 59.)
İçki servisi yapılan lokantada yemek yiyen kişi, bunlardan birine girmemekle birlikte içkiden uzak kalma emrini yerine getirmek için başka lokantayı tercih ederse sevap alır.
Benzer bir soru-cevap için lütfen aşağıdaki linki de tıklayınız:
www.fetva.net/yazili-fetvalar/bar-cafe-gibi-ickili-yerlerde-iftar-acilabilir-mi.html
Her konuda olduğu gibi yemek konusunda da dinimizin temel prensibi israftan kaçınmaktır. Kalan yemekler hemen dökülmemeli, tüketilmeye çalışılmalıdır. Fakat artık yenilecek bir durum kalmadığında mesela yemek bozulmaya yüz tuttuğunda dökülmesinde bir sakınca olmaz. Döküldüğü yerin kanalizasyon olması da sakıncalı değildir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Müminler! Hamr, kumar, dikili taşlar ve fal okları şeytan işi pisliklerdir. Onlardan uzak durun ki umduğunuza kavuşasınız.
Şeytanın istediği tek şey hamr ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin sokmak bir de Allah’ın zikri (olan Kur’an)’dan ve namazdan sizi alıkoymaktır. Artık vazgeçersiniz değil mi?” (Maide, 5/ 90-91)
Ayette geçen “hamr” kelimesi, kişinin aklını örten her şey için kullanılır. Yenildiğinde, içildiğinde, kullanıldığında kişinin beynini uyuşturarak aklını örten yani sarhoş eden her şey hamr‘dır.
Peygamberimiz de kişiye sarhoşluk veren her şeyin hamr olduğunu ve her hamrın da haram olduğunu bildirmiştir. (Müslim, Eşribe, 73; Ebu Davud, Eşribe, 5; Tirmizi, Eşribe, 1)
Kımız da eğer içildiğinde kişiyi sarhoş ediyorsa bu da hamr olur; içilmesi haramdır.
Ayrıca ayette “Onlardan uzak durun” emri bulunduğu için sarhoş edici şeylerin alım satımı da caiz olmaz. Çünkü uzak durmak, ancak araya mesafe koymakla mümkün olur. Bundan dolayı Peygamberimizin hamr ile ilgili olarak on kişiye lanet ettiği rivayet edilmiştir:
“Sıkana, sıktırana, içene, taşıyana, taşıtana, sunana, satana, parasını yiyene, satın alana ve satın aldırana.” (Tirmizî, Büyû 59; Ebû Dâvûd, Eşribe: 2)
Cenab-ı Hakk, Kur’an-ı Kerim’de; güneşi, ayı, geceyi, gündüzü ve hatta göklerde ve yerde ne varsa hepsini insanın emrine amade kıldığını bildirmiştir (Bkz: İbrahim, 14/32; Nahl, 16/32; Lokman, 31/29; Ankebut, 29/61; Fatır, 35/13; Zümer, 39/5; Casiye, 45/13).
Hayvanlar da bunların içindedir. Fakat insan, kendisine helal olan her şeyi yemeyebilir, her şeyi canı çekmeyebilir. Nitekim Nebimizin de bazı yiyecekleri sevmediği, hoşlanmadığı için yemediği sahih rivayetlerde anlatılmaktadır
Vejetaryenler de bu kapsamda düşünülebilir. Ama “bu canilik, böyle bir vahşet olamaz…” vs. gibi sözlerin İslam’la bağdaşması mümkün değildir. Fakat bu gibi sözleri söyleyen insanları hemen “küfür” ile itham etmek de doğru değildir. Önce onlara doğruları, Allah’ın ayetleri ile anlatmak gerekir. Bunu yapmadan hemen onlar aleyhinde hüküm vermek bir Müslümana yakışmaz.
Haşhaş bir bitkidir, insan sağlığına zarar vermediği müddetçe helaldir. Haram olan, haşhaştan elde edilen ve “afyon” adı verilen uyuşturucu maddedir. Haşhaşın kendisi ise bizatihi uyuşturucu değildir. Uyuşturucu, haşhaşın kapsülünden belirli bir işlemden sonra elde edilir. Tıpkı helal olan üzümden haram olan şarap elde edilmesi gibi… Dolayısıyla evlerde ve pastanelerde yapılan hamurlu yiyeceklerde haşhaş kullanılmasında ve yenilmesinde herhangi bir sakınca bulunmamaktadır.
Allah Teala Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! Hamr, kumar, dikili taşlar, fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.” (Maide, 5/90)
Ayette geçen “hamr” kelimesi başta alkollü içkiler olmak üzere kişinin aklını örten yani akli ve ruhi dengesini bozan her türlü katı ve sıvı yiyecek ve içecekleri kapsamaktadır.
Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem de kişiye sarhoşluk veren her şeyin haram olduğunu bildirmiştir. (Bkz: Müslim, Eşribe, 73; Ebu Davud, Eşribe, 5; Tirmizi, Eşribe, 1)
Esrar ve bilumum uyuşturucu maddeler kişiyi sarhoş ettiği ve uyuşturduğu için haram kılınmış ve bunlardan uzak durulması emredilmiştir. Bu tür maddeler kullanıcıların sinir sistemini bozmakta, irade ve düşünme kabiliyetlerini yok etmektedir. Bunları kullananlar giderek dış dünyadan kopmakta, her türlü kötülük ve suçları işlemeye hazır hale gelmekte, kendi öz kimliğinden kopmaktadır. Modern tıp, psikoloji ve toplum bilimleri esrar, afyon, eroin ve kokain gibi uyuşturucu ve keyif verici maddelerin insan sağlığı ve toplum düzeni için alkollü içkilerden bile daha zararlı olduğu noktasında birleşmektedirler.
Allah’ın bizlerden yapmamızı istediği davranışlar iki kısma ayrılır:
Birinci kısım: Eğer Allah kesin bağlayıcı bir üslupla bizlerden bir şey isterse buna VACİP denir. Dini literatürde vacip – Hanefiler hariç- fakihlerin çoğuna göre kesin bir delille ve kesin bir surette yapılması istenen dini yükümlülüğü ifade eder. Hanefiler ise bunu FARZ ve VACİP seklinde iki kademede ele alırlar.
İkinci kısım: MENDUPLAR. Teşvik edilen, yapılması kesin olmayan bir tarzda istenen, yani farz veya vacip olmayan davranışlardır. Bunlar da sünnet ve müstehablardır.
Allah’ın bizlerden yapmamamızı istediği davranışlar da başlıca iki kısma ayrılır:
Birinci kısım: HARAMLAR. Allah’ın kesin ve bağlayıcı bir dille yapmamamızı emrettiği davranışlardır.
İkinci Kısım: MEKRUHLAR. Allah’ın kesin ve bağlayıcı olmayan bir dille yapmamamızı emrettiği davranışlardır.
Yapılması dinin bir emri olan, kesin olarak gerekli olan herhangi bir göreve farz denir. Allah Teâlâ, “Namazı dosdoğru kılınız, zekatı veriniz.” (Bakara, 2/43) diye emrettiği için şartlarına uygun olarak namaz kılmak ve zekât vermek bütün Müslümanlara farzdır. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem “Namazı benden gördüğünüz gibi kılınız.” (Buharî, Ezan, 18) “Mallarının kırkta birini, her kırk dirhemden bir dirhemi zekât olarak getiriniz.” (İbn Mâce, Zekât, 4) diye emretmiştir. Bu sebeple namazı Peygamberimizden gördüğümüz gibi kılmamız ve mallarımızın kırkta birini zekât olarak vermemiz bizim için farzdır.
Hanefî mezhebi dışındaki mezheplerde ayrıca bir “vacip” kavramı yoktur, farz ile vacip aynı anlamdadır. Hanefî mezhebi, kesinlik derecesine ulaşmamış bir delil ile sabit olan şeyi vacip kapsamına sokar. Diğer mezhepler ise Hanefî mezhebinin vacip saydığı şeylerin bir kısmını farz, bir kısmını da sünnet sayarlar. Mesela namazda ta’dil-i erkân yani kıyam, rükû, sücûd gibi her rüknünü rahat bir şekilde yerine getirmek, bu esnada organların hareketsiz ve sakin kalmasını sağlamak Ebu Hanife’ye göre vacip, diğer mezheplere göre farzdır. Diğer taraftan Hanefî mezhebinde vacip olan vitir ve bayram namazları Şafiî mezhebinde sünnettir.
Farzlar, farz-ı ayn ve farz-ı kifâye kısımlarına ayrıldığı gibi farz-ı kat’î (ya da farz-ı itikadî ve amelî) ve farz-ı zannî (ya da farz-ı amelî) kısımlarına da ayrılır.
Farz-ı ayn, mükelleflerden her birinin yapması gerekli olan farzdır. Beş vakitte namaz kılmak, oruç tutmak, şeriata uygun olarak yapılmış sözleşmelere bağlı kalmak gibi.
Farz-ı kifâye, mükelleflerden bir kısmının yapmasıyla diğerlerinden sorumluluğun kalktığı farzdır. Bunlar, İslâm’ın topluma yüklediği görevlerdir. Farz-ı kifâye olan bir görev, mükelleflerden bir kısmı tarafından yerine getirildikten sonra diğerleri sorumluluktan kurtulurlar. Bu görevi hiç kimse yapmazsa mükelleflerden her biri bundan sorumlu olurlar. Cenaze namazının kılınması, cihad, yargı (kaza) ve fetva işlerinin yerine getirilmesi, dini ilimlerde ve toplumun ihtiyaç duyduğu diğer bilim dallarında yetişmiş elemanların bir kısım sanat ve meslek erbabının bulunması ve düşmana karşı hazırlıklı olma gibi görevler birer farz-ı kifâyedir. Bu görevleri yerine getirenler bunun sevabını alırlar.
Farz-ı kat’î, şer’i bir delilin açık ve kesin ifadesiyle sabit olan, yani ya Kur’an-ı Kerim’in ya da Peygamberimize ait olduğu kesin olarak sabit olmuş bir hadis-i şerifin açık ifadesiyle belirlenmiş olan farzdır. Namaz, zekât ve cihad gibi. Farzın bu çeşidini inkâr etmek kişinin dinden çıkıp kâfir olmasına sebep olur. Hem itikad yani inanma bakımından hem de amel, yani işlenmesi bakımından farz olduğu için buna farz-ı itikadî ve farz-ı amelî de denir.
Farz-ı zannî, müçtehitlerce kat’î bir delile yakın derecede kuvvetli görülen zannî bir delil ile sabit olan farzdır. Bu, itikad yani inanma bakımından farz-ı kat’î gibi değildir. İnkâr eden kâfir olmaz. Fakat amel yani işlenmesi bakımından farz-ı kat’î gibidir, bu sebeple farz-ı amelî adını alır. Bir ictihad sonucu ortaya çıkması bakımından farz-ı ictihadî adını da alır. Farz-ı kat’îde mezhepler arasında hiç bir ihtilaf görülemez. Ama farz-ı zannî mezheplerin ihtilaf ettikleri sahadadır. Mesela, abdestle ilgili ayet-i kerimde “… ve başınızı meshediniz. …” (Maide 5/6) buyrulduğundan abdest alırken başın meshedilmesi bir farz-ı kat’îdir. Bu konuda mezheplerden hiç birinin ihtilafı yoktur. Çünkü abdest alırken başın mesh edilmesi ayet-i kerimenin açık ifadesiyle emredilmiştir. Ancak ayette başın ne kadarının mesh edilmesi gerektiği belirtilmemiştir. Bu sebeple müçtehidler, yaptıkları araştırma ve incelemeler sonucu kendilerince kat’î bir delile yakın derecede kuvvetli olan zannî bir delil ile başın ne kadarını mesh etmenin farz olduğuna dair içtihatlar yapmışlardır. Malikî mezhebine mensup hukukçulardan Ebubekr İbnü’l-Arabî (468/543 h. /1076/1148 m.) Ahkâm’ül-Kur’an adlı eserinde (Darü İhyâ’il-Kütübi’l-Arabiyye, 1376/1957, C. II, s.568 vd.) konuyla ilgili 11 ayrı görüş tespit etmiş ve bunların tartışmasını yapmıştır. Şafiî mezhebine göre saçın bir tek teli veya başın küçücük bir kısmı da olsa adına mesh denebilecek herhangi bir işlemle başın mesh edilmesi yeterlidir. Malikî ve Hanbelîlere göre başın tamamının mesh edilmesi farzdır. Hanefî mezhebine göre ise farz olan, başın dörtte birinin mesh edilmesidir. Tamamının mesh edilmesi ise sünnettir.