Siyaset
Evet, böyle bir hadis vardır. Müslim’in Sahih’inde “kim boynunda bir bey’at olmadığı halde ölürse, cahiliyet ölümü gibi (bir ölümle) ölür.” (Müslim, İmaret, 58 (1851) şeklinde geçmektedir. Bu da “Müslümanların ittifakıyla” İslam ümmetinin başında yer alan kişiyi (halifeyi/devlet başkanını) tanımayanlar hakkında söylenmiştir. Yoksa birkaç kişinin ya da dini, siyasi bir grubun kendi aralarında seçtikleri ve “emir”, “halife”, “emiru’l-mü’minin” diye tanımladıkları kişileri kapsamaz.
Bu hadis, Müslümanları tefrikaya düşmekten uyarmak için söylenmiştir. Bu tefrikadan kurtulmanın yegâne reçetesi ise Kur’an etrafında birleşmektir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Biz onların aykırı iddialarını pek iyi biliyoruz, ama sen onlar üzerinde bir zorba değilsin. Senin yapacağın iş, sadece tehdidimden endişe edecek kimseleri Kur’ân ile irşad etmektir.” (Kâf, 50/45)
“Hepiniz Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı yapışın. Dağılıp ayrılmayın.” (Al-i İmran 3/103)
“Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah’ın yolundan ayırır. Allah size bunları sakınasınız diye emretmektedir.” (En’am, 6/153)
Dinimizde bunları yasaklayan bir hüküm yoktur. Bunları hoş görmeyenler şu ayeti delil getirmektedirler:
“Onların Kâbe yanındaki ibadetleri, ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey değildir.”(Enfal, 8/35)
Kâbe’yi tavaf eden Mekke müşrikleri ibadet saydıkları için ıslık çalıyor ve el çırpıyorlardı. Siyasî faaliyetlerdeki alkış ve ıslık çalma eylemleri her ne kadar bizim örfümüze sonradan girmiş ise de müşriklerin Kâbe etrafında yaptıkları ibadete benzemez.
Slogan atmaya gelince, İslam’a aykırı anlamlar içermedikçe bunda bir mahzur yoktur.
Her insan, elindeki imkânlar ölçüsünde sorumlu olur. Yöneticileri seçme hakkınız varsa bunu en iyisinden yana kullanmanız gerekir. Çünkü yapabileceğiniz başka bir şey yoktur.
Seçildiyseniz ve hüküm koyma mevkiindeyseniz, yine gücünüze göre hareket edersiniz. Eğer hüküm koyacak kadar gücünüz varsa onu inançlarınız doğrultusunda kullanırsınız. Eğer yoksa bu defa doğruları tebliğ etmekle yetinirsiniz, çünkü yapabileceğiniz ancak o kadardır.
Demokrasi ile ilgili duyduğunuz endişeler her türlü sistem için de duyulabilir. Şu ayeti bir kez daha hatırlayalım:
“Allah kimseye gücünün üstünde bir yük yüklemez.” (Bakara, 2/286)
Dolayısıyla yapmamız gereken şey, içinde bulunduğumuz şartları en iyi şekilde değerlendirmekten ibarettir.
Bir insanın bir başkası karşısında ayakta durması ya da bir heykel karşısında saygı duruşunda bulunması dinimiz açısından yanlış bir davranıştır. Ancak “bildiğimiz kadarıyla” Atatürk’ün heykeli karşısında duranlar ona tapma niyetiyle durmuyor, onu Allah ile kendi arasına koymuyor ve ondan yardım istemiyor. Bunun için ona adaklar vs. sunmuyor. Bu sebeple o duruş, puta tapmak gibi olmaz. Puta tapanlar, heykelin manevi şahsiyetini tanrılaştırarak Allah ile kendi aralarına koyar ve ondan yardım isterler. İşte şirk budur.
Kur’an’da ve Sünnette sınırları çizilmiş ve kurumları belirlenmiş bir devlet biçimi yoktur. Sahabeden her birinin kurduğu devlet, diğerinden farklı özelliklere sahiptir.
Mesela Ebûbekr radıyallâhu anh sahabeden bir bölümün seçimi ile halife olmuştur. Hz. Ömer, Ebûbekr’in vasiyeti ile, Hz. Osman, Ömer tarafından kurulu bir kurulun seçmesiyle, Hz. Ali de olağan dışı şartların zorlamasıyla halife olmuştur.
Davud Aleyhisselâm Tâlût’un yerine geçerek kral olmuş, Süleyman Aleyhisselâm da babası Davud’un yerine geçmiştir. Tâlut ise Allah’tan bir vahiyle göreve gelmiştir.
Esas olan; güvenliği ve adaleti sağlayacak, hak ve hürriyetlere riayet edecek, sosyal problemlerle mücadele edecek bir devletin olmasıdır. Onun şekli, durum ve şartlara göre belirlenir.
Yönetimin başına geçirilecek kişilerin seçimle belirlenmesini yasaklayan bir şey de yoktur. Dolayısıyla demokrasi bir devlet yönetim biçimidir. Bunun ve oy kullanmanın iman veya küfürle ilgisi yoktur. Ama insanlar, her şeyi olduğu gibi demokrasiyi de kötü emellerine alet edebilirler.
Lütfen aşağıdaki linkleri de tıklayın:
Oy kullanmak, bir emaneti ehline teslim etmek demektir. Sizin için değerli olan herhangi bir şeyi güvenmediğiniz bir kişiye nasıl emanet etmezseniz oyunuzu da güvenmediğiniz bir kişiye vermemelisiniz. Ehil olmadığını bile bile yanlış davranışlarını gördüğünüz kişiyi seçerseniz tabiî ki vebal altına girersiniz. Fakat iyi olduğu kanaatiyle seçtiğiniz kişi kötü çıkarsa siz yine sevap kazanırsınız. O kişinin kötülüğü de kendine olur.
Şu ayet-i kerimeyi hatırdan çıkarmamak gerekir:
“Kim iyi bir işe aracılık ederse onun da o işten bir nasibi olur. Kim kötü bir işe aracılık ederse onun da ondan bir payı olur. Allah her şeyin karşılığını vericidir.” (Nisa, 4/85)
Şeriat, hukuk anlamına gelir. Bu sebeple her sistemin bir şeriatı vardır. Sizin bahsettiğiniz, İslam şeriatıdır. Bunun devre dışı bırakılması diye bir şey olamaz. İnternet sitemizde yazdığımız şeylerin çok büyük bölümü İslam şeriatını anlatmaktadır.
Diğer sorularınızın cevabı bahsettiğiniz kitapta vardır. Başlıklar halinde aktaralım:
Avrupa’nın Laikliği İslam Olamaz.
Kitapta anlatılan şudur:
“Laiklik Fransa’da doğmuştur. Fransızca’da dinî kuruluşların hâkimiyetinden bağımsız olan kuruma Laik (laic veya laique) denir ((Büyük Larousse Ansiklopedisi, Laik maddesi.)) . Bu ülkede dinî kuruluş deyince Katolik kilisesi anlaşılır. Lâiklik mücadelesi Hıristiyanlığa karşı değil, kiliseye karşı verilmiştir.
Kilise, Allah adına hareket ettiğini öne sürerek kralı, hükümetleri ve valileri belirlemede ve göreve getirmede kendini yetkili görmüştür ((Günay TÜMER, Abdurrahman KÜÇÜK, Dinler Tarihi, Ankara 1993, s. 256.)) . Bugün, seçilmiş kişilere yemin ettirmekle bu yetkisini az da olsa sürdürmektedir. Fransız tarihi, kiliseye karşı verilmiş mücadelelerle doludur. Kilisenin devlet üzerindeki egemenliğini kırma çabaları XIV. yüzyılda başlamıştır ((Büyük Larousse Ansiklopedisi, Laiklik maddesi,)) …”
Dikkat ederseniz burada Türkiye’deki laiklik Fransa’daki laikliğe benzetilmemiştir.
Türkiye’deki Laiklik
Türkiye’deki laiklikle ilgili olarak yazdıklarımız şunlardır:
“Türkiye’de, azımsanmayacak oranda ateist ((Ateizm, tanrıtanımazlık anlamına gelir. Adına ister tabiat, ister Gök Tanrı isterse ne denirse densin, bütün varlıkları yaratan ve evrenin tek hakimi olan Allah’ı inkar mümkün olmadığından tanrıtanımaz, babasını tanımazlık eden kişiye benzer. O, en sıkışık zamanında nasıl babasını ararsa tanrıtanımaz da iyice dara düşünce Allah’a sığınır. Aslında bunlar, her şeyi veren ama kendilerine emir vermeyen bir Allah isterler.
Bazı kimseler de Allah’a inandıklarını açıkca söyler ve ateizmi redderler. Ama Allah’ın ve peygamberinin emirlerini, kendi anlayışlarına göre sınıflara ayırır, kimini kabul eder kimini de reddederler. Bunların durumu, Kur’anda yer alan Şeytanın durumuna benzer. Şeytanı o hale getiren Allah’ın bir tek emrini beyenmemesidir. Yoksa o Allah’a, ahiret gününe ve inanılması gereken bir çok şeye inanır. Kur’an’da bunu açıkca ifade eden ayetler vardır.
Ahazâb suresinin 36. âyeti şöyledir:
“Allah ve Rasulü bir işte hüküm verince inanmış hiçbir erkek ve kadın o işle ilgili davranışlarında serbest olamaz.”
Müslüman, bu ayete uygun davranır.
)) , yani hiç bir dini kabul etmeyen insanlar vardır. Kimileri de dine uzak dururlar; ondan beğendiklerini alır beğenmediklerini kenara iterler. Bunlar etkin konumdadırlar.
Ateistler din ile ilgili her görüntüyü lâikliğe aykırı sayarken dine uzak duran kişiler, kendilerinin hoşlanmadığı dinî görüntüleri laikliğe aykırı sayıp ortadan kaldırmaya çalışırlar. Bunlar laikliği dinî bir kurumun hâkimiyetine karşı mücadele olmaktan çıkarıp doğrudan dine karşı mücadeleye dönüştürmüşlerdir. Onlara göre Allah’ın sosyal ve kamusal alanla ilgili emirleri uygulanamaz. O alanda yetkili olan kendileridir. Bunu açıkça söylemezler ama söz, davranış ve uygulamalarına başka bir anlam verme imkânı yoktur. Özel alanı da ilgilendirse, kendi karar ve uygulamalarına, dine aykırı diye karşı çıkılmasını asla kabul etmezler. Onların görüşlerine aykırı düşen dinî emir ve uygulamalar ya değiştirilmeli, ya da yürürlükten kaldırılmalıdırlar. Onların saygı duydukları din, kendi anlayışlarına uyan dindir. İslam dini konusunda karar mercii Kur’ân, sünnet ve din bilginleri değil, kendileridir. Yani insanlar, ancak onların müsaade ettikleri kadar dindar olabilirler.
Vicdanlara sıkıştırılmak istenen din, İslam dini olunca ona karşı mücadele çok zor olmaktadır. Çünkü İslam’a karşı çıkmak her şeyden önce evrensel değerlere karşı çıkmaktır. Zira İslam’ın istediği şeyler, insan tabiatı ve sosyal hayatla, yani bütün evrensel değerlerle tam bir uyum içindedir. Çünkü bu din, o değerleri koyan Allah’ın dinidir. Kur’ân’da şöyle buyurulur:
“Sen yüzünü dosdoğru bu dine, Allah’ın fıtratına (yaratma kanununa) çevir. O İnsanları ona göre yaratmıştır. Allah’ın yarattığının yerini tutacak bir şey yoktur. İşte sağlam din bu dindir. Ama insanların çoğu bunu bilmezler.” (Rum, 30/30)
Hem Laik Hem Müslüman Olunur mu?
Laiklik devletin özelliğidir, insan laik olamaz, devlet laik olabilir. Kitapta konu ile ilgili ifadeler şöyledir:
“… Laiklik devletin bir özelliği iken onu kendilerine ait bir özellik olarak belirtir ve “Ben lâikim, sen laik değilsin.” gibi ifadeler kullanırlar. İnsanları da “laik olanlar ve olmayanlar” diye ikiye bölerler. Bunlar kendi vicdanlarına karşı da rahat değillerdir. Vicdanlarını rahatlatmak için zaman zaman yaptıklarının doğru olmadığını söyleyenler çıkar. İşte bütün huzursuzlukların temelinde bu yanlış anlayış ve davranış vardır. Bunlarla yapılacak en etkili mücadele, bıkmadan doğruları anlatmaktır. Çünkü evrensel değerlere karşı mücadele ta başından kaybedilmiş bir mücadeledir. Eğer o değerlerin samimi savunucuları varsa onlar, kısa sürede başarıya ulaşırlar…”
Uyarı ve eleştiriniz için teşekkür ederiz. Yalnız eleştiride bulunurken bizim neyi, niçin yanlış yaptığımızı delilleri ile birlikte gösteriniz ki biz de ona göre yanlışımızı düzeltelim.
Bir defa “gayriciddilik” sözünüz bir ithamdır. Bizler Allah’ın bizlere bahşettiği bilgilerle bir şeyler söylemeye çalışıyoruz. Bu doğru da olabilir; yanlış da olabilir. Çünkü bizler de insanız, yanılırız. Lakin niyetimizin ve ciddiyetimizin sorgulanmasına da asla izin vermeyiz. Zira bu, sizin değil; sadece ve sadece Allah’ın bileceği bir durumdur. Bu açıdan duygusallığı bir kenara bırakıp ilmî, müdellel bir şekilde yanlışlarımızı göstermenizi bekliyoruz.
Bahsettiğiniz cezaları, her ülke kanun haline getirerek uygulayabilir. Onun rejim ile ilgisi yoktur. Önemli olan, onları Allah’ın emri olduğu için uygulamaktır. Partiler, ülkede yürürlükte bulunan yasalarla sınırlı hizmetler için kurulmuşlardır. Onlardan güçlerinin üstünde bir beklenti içinde olmak doğru değildir. Bu sebeple sizin hedefinize en uygun olanına oy verebilirsiniz.
Biat, meşru İslam devletine ve devlet başkanına bağlı kalma sözleşmesi demektir. Bu siyasi bir kavramdır, yönetim işlerini ilgilendirir. Peygamberimiz döneminde bu bağlılık, yazılı bir anlaşma ile değil; ashab-ı kiram’ın sözleri ve peygamberimizin elini tutmaları ile olurdu. Bugün aynı şeyin olması için bir İslam devleti ve devlet başkanının olması gerekir. Bu devlet başkanın da Peygamberimizin soyundan olması gerekmez. Böyle bir şart yoktur. Halifeler tarihine bakıldığında kendisine biat edilen halifelerden Peygamberimizin soyundan gelenlerin bir hayli az olduğu görülür.
Kavim, dil ve kültür birliği olan ve ortak menfaatleri bulunan insan topluluğu anlamına gelir.
Kavmiyetçilik, mensubu bulunduğu kavme bağlı olma ve ona arka çıkma anlamına gelir.
Millet, aynı topraklar üzerinde yaşayan, aynı kökten gelen, ortak tarihleri, kültürleri ve gelenekleri olan çoğu kez aynı dili konuşan insan topluluğudur.
Milliyetçilik, ulusal çıkarları, o ulusu oluşturan sınıfların ve grupların ya da diğer ulusların çıkarlarına tercih eden siyasi düşünce.
Ümmet, aralarında din bağıyla birbirine bağlı bulunan topluluk.
Ümmetçilik, din bağını diğer bağlardan üstün tutma.
Bu kavramlardan her biri kendi sınırları içinde kaldığı sürece güzeldir. Kötü olan, aşırılığa kaçmaktır. Bir kişinin annesini babasını ve akrabasını sevmesi, onları koruyup kollaması nasıl övülecek bir davranışsa kavmini ve milletini sevmesi, onların yararları için çalışması da o derece övülecek bir davranıştır. Nasıl ki akrabayı sevmek, onların kötülüklerine arka çıkmayı, zulüm ve haksızlıklarına yardımcı olmayı gerektirmiyorsa kavmiyetçi veya milliyetçi olmak da bunların yapmış oldukları veya yapılabilecekleri haksızlık ve zulme arka çıkmayı gerektirmez.
İslam ümmetine mensup olmak Allah’ın emir ve yasaklarını, Resulullah’ın da uygulamalarını temel almayı ve bu yolda gayret göstermeyi gerektirir. Normal sınırları içindeki kavmiyetçilik ve milliyetçiliğin Müslümanlıkla çatışan bir yanı olmaz. Eğer varsa aşırılığa gidiliyor demektir.
Lütfen aşağıdaki linki de tıklayın:
Bir kimsenin “Türküm” veya “Kürdüm”, “Çerkezim”, “Lazım” vs. demesi ne karnını doyurur ne milletler yarışında mesafe almasını sağlar ne dünyasını ne de ahiretini kurtarır! “Ben erkeğim” veya “Kadınım” demek bir erkeğe veya kadına bir şey kazandırmadığı gibi sadece “Türküm” demek de insana bir şey kazandırmaz.
“Bir Türk dünyaya bedeldir” sözü küçük çocukların “Benim babam senin babanı döver” şeklindeki sözlerini hatırlatmaktadır. Çocukların öyle konuşması normaldir. Çünkü onların dünyası kendi küçük aileleriyle sınırlıdır. Ailenin en güçlü üyesi de babadır. Ama böyle bir sözün büyükler tarafından söylenmesi yadırganacak bir şeydir.
Bu sözlerin başka ırklara mensup kişilere karşı söylenmesi halinde onların ırkçılık damarlarının kabarması ve kendi ırkları için benzer sözler söyleyerek karşılık vermelerine ve hiç kimseye yarar sağlamayan sürtüşmelere sebep olur. Bu anlayışın etnik kökene dayalı ayırımcılığı tahrik ettiği açıktır.
Bir Müslüman için esas olan, İslami değerleri her şeyin üstünde görmektir. İslami değerler Allah tarafından konduğu için insan ve toplum yapısına en uygun değerlerdir. Bunlara göre hareket edenler, zaten yakın ve uzak akrabasına ve komşularına daha çok iyilik ve ihsanda bulunacaktır. Böylece milliyetçilikle yapılması istenen şeyler yerine getirilmiş olacağından o kavramların kullanılmasına ihtiyaç kalmaz. Çünkü milliyetçilik ve kavmiyetçilik kavramlarını öne alarak faaliyet gösteren kişiler normal sınırları kendileri için tatmin edici bulmamakta ve aşırılıklar göstermektedir. Bu aşırılıkları hatırlatıcı bir davranışa girmemek uygun olur.
Lütfen aşağıdaki linki de tıklayın:
Türk kelimesi batı dünyasında İslam ve Müslüman anlamlarında kullanılmakta ise de ülkemizde bu kelime belli bir ırka mensup olan insanları ifade etmektedir. Bir Kürt, bir Çerkez, bir Abaza kendisini Türk kabul etmediğine göre ona “sen Türksün!” diye telkinlerde bulunmaya ve bunu ispat için gayretlere girmeye gerek yoktur. Çünkü insanların etnik kökleri ile ilgili yapılacak araştırmalar Hz. Adem’e kadar varacaktır. Neticede herkes Hz. Adem’in soyundan ve Hz. Nuh (A.S.)’ın gemisine binmiş olan müminlerin soyundandır. Onun için etnik araştırmalar yaparak, mesela “Kürtlerin aslı Türktür” şeklinde bir tezle ortaya çıkmak onların kimliklerinin inkâr edildiği şeklinde algılanır ve Kürtçülüğe daha çok sarılmalarına sebep olur.
Bir söz vardır: “Topluluğun aklı olmaz.” Yani, bir toplumu ilgilendiren konularda heyecan aklın önüne geçer. Kürtler ayrı bir dil konuşuyor ve kendilerini ayrı bir ırk sayıyorlarsa buna dokunmamak gerekir. Nitekim asırlarca Osmanlı Devleti böyle bir gayrete girmemiş ve onların yaşadığı bölgelere Kürdistan adını vermiştir. Böylece ülkeyi karıştırmak isteyenler ellerindeki çok önemli bir silahı kaybetmiş olacaklardır.
“Türkiye Müslüman Türklerin vatanıdır”, “Türkiye’de mozaik yoktur, Müslüman Türk vardır” şeklindeki sözler ırkçılık yapmak isteyenlerin eline koz vermekten başka bir işe yaramaz. Bir ülkede yaşayan kişilerin aynı etnik kökten gelmiş olması çok önemli değildir. Önemli olan, farklı köklerden gelen insanların ırklarından ve kültürlerinden kaynaklanan farklılıkları güzel bir ahenk içerisinde kaynaştırarak içte ve dışta birlik ve beraberliği kurabilmeleridir.
Aynı ana babanın evladı olan nice kardeşler vardır ki birbirlerine düşman kesilmişlerdir. Aralarında ırk ve dil birliği olmayan; ama çok iyi dostluklar kurabilen insanlar da vardır. Başarılı insanlar hem kendi ırkından hem de başka ırklardan insanlarla iyi ilişkiler kurabilen ve ortak menfaatlerde birleşebilen insanlardır.
Bir ayet-i kerimede: “Herkesin bir hedefi vardır, o ona yönelir. Siz iyiliklerde yarışın. Nerede olursanız olun, Allah izi bir araya getirecektir. Allah’ın gücü her şeye yeter.” (Bakara 2/148) buyurulmaktadır.
Bu gruplar hayırlı hizmetlerde birbirleriyle yarışa girerlerse bunda herkesin yararı olur. Böyle bir yarış olmadan daha iyiye ve daha güzele gitmek mümkün değildir. Hedefler aynı ise yarışa giren kişilerin ve kullandıkları metotların farklı olması daha güzel sonuç alınması açısından önemlidir. Bu gruplar tabii ki kendi kimliklerini belirten farklı isimler kullanacaklardır.
Farklılığın taassuba dönüşmesi yani grubun yaptığı kötülüklere dahi arka çıkacak kadar gözü kapalı hareket edilecek noktalara gelinmesi elbette kabul edilemez.