Tag: Kur’an
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Sakın Allah’ın, peygamberlerine yaptığı vaadden cayacağını zannetme! Allah elbette mutlak galiptir, intikam sahibidir.
Gün gelir, yer başka bir yere, gökler de başka göklere çevrilir. Bütün insanlar kabirlerinden kalkıp tek hâkim olan Allah’ın huzuruna çıkarlar.
O gün, suçluları zincirlere vurulmuş olarak görürsün.
Gömlekleri katrandan olacak, yüzlerini ateş bürüyecektir.
Bu, Allah herkese yaptığının karşılığını vereceği için böyledir. Doğrusu Allah hesabı çabuk görür.” (İbrahim, 14/47-51)
Görüldüğü gibi yukarıda anlatılanlar dünyada değil; kıyamette olacak şeylerdir. Son ayete göre Allah’ın hesabı çabuk olacağı için bu hesabın sonucu olan cezalandırma da çabuk olacaktır. Bu yüzden En’am suresinin ilgili ayetinin meali şöyle olmalıdır:
“Bu topraklarda sizi, öncekilerinin yerine geçiren odur. Kiminizi kiminizden kat kat üstün kılmıştır ki, size verdikleriyle sizi denesin. (Deneme bitince) Rabbinin cezalandırması çabuk olur. Ayrıca o, çok bağışlar, ikramı da boldur.” (En’âm, 6/165)
Bunu destekleyen birkaç ayet de şöyledir:
“Eğer Allah, insanlara hayrı verdiği çabuklukta şerri de verseydi onların sonları gelirdi. Bize kavuşmayı ummayanları kendi azgınlıkları içinde bırakırız, bocalar dururlar.” (Yunus, 10/11)
“Eğer Allah, zalimce davranışlarından ötürü insanların, hemen yakasına yapışsa yeryüzünde bir tek canlıyı sağ bırakmazdı. Fakat o insanlara belirli bir sürenin sonuna kadar mühlet tanır. Süreleri dolunca onu, ne bir an erteleyebilirler ve ne de öne alabilirler.” (Nahl, 16/61)
“Senin mağfireti bol Rabbin, merhametlidir. Eğer işledikleri suçları sebebiyle onları cezalandıracak olsaydı, azabı onlara hemen gönderirdi. Fakat onlar için belirlenmiş bir süre vardır ki o vade geldiğinde Allah’ın cezasından kaçıp sığınacak hiçbir yer bulamazlar.” (Kehf, 18/58)
“Allah insanları işlediklerine karşılık hemen yakalayıverseydi, yeryüzünde bir canlı bırakmaması gerekirdi. Ama onları belli bir süreye kadar erteler. Süreleri gelince gereğini yapar. Doğrusu Allah kullarını görmektedir.” (Fâtır, 35/45)
Dinde asıl olan her şeyin mubah olmasıdır. Yasaklar sınırlıdır ve Allah Teala bunları Kur’an-ı Kerim’de bizlere bildirmiş, Peygamberimiz de söz ve uygulamalarıyla bizlere en güzel bir şekilde örnek olmuştur. Dolayısıyla Allah ve Resulünün yasaklamadığı bir şeyi yasaklamaya kimsenin yetkisi yoktur. Müzik aletleri çalmanın yasaklandığına dair ne Kur’an’da ve ne de sünnette bir delil bulunmaktadır. Bu yüzden müzik aletleri çalmak yukarıda da belirtildiği gibi aslı gibi mubah olarak kalmıştır.
Sorunuzun ikinci bölümüne gelince, o da mubahtır. Ancak dikkat etmeniz gereken nokta başkadır: Bugün ilahi adıyla okunan musiki parçalarında çok miktarda hurafe bulunmakta, bunların bir kısmı şirke kadar uzanmaktadır. Asıl bunların ilahi diye (üstelik bir sevap umularak!) okunması ve dinlenmesi sakıncalıdır.
Biz müslümanlar öldükten sonra dirileceğimize, dünyada yaptıklarımızdan dolayı hesaba çekileceğimize ve mümin olarak iyi işler yapmışsak cennete, günahkâr olmuşsak cehenneme gideceğimize inanıyoruz. İnanmış olan kişiler cezalarını çektikten sonra cehennemden çıkarak cennete gireceklerdir. Allah Teala dilerse günahkârları affederek hiç cehenneme sokmayabilir. Fakat inançsızlar daima cehennemde kalacak ve ceza göreceklerdir.
Burada bahsettiğimiz iman, ibadet ve güzel işler vs. hep bu dünyada yapılan şeylerdir. Cennete gidenler dünyada yaptıkları bu güzel işlerden dolayı ödüllendirilmiş olacaklardır.
İnançsızlık, haksızlık, zulüm ve günahkârlık da bu dünyada insanların yaptıkları kötü işlerdir. Böyle kişiler de cehennemde cezalandırılacaklardır. Bu, aynen tarlasını zamanında eken, bakımını yapan ve mahsulünü zamanında kaldırarak pazara süren ve yemesi için yeteri kadarını ayıran kişinin kışın rahat etmesine benzer. Tarlasını ekip biçmeyen ve kışa hazırlık yapmayan kişiler de aç kalacaklardır.
Durum bu şekilde değerlendirilirse, dünyanın niçin ahiretin tarlası olduğu anlaşılır.
Sitemize gelen sorularda bir mezhep esas alınarak değil; dinin kaynağı olan Kur’an ve onun uygulaması olan sünnet esas alınmaktadır. Cevaplar buna göre hazırlandıktan sonra bütün mezhep görüşleri de gözden geçirilip cevaba son şekli veriliyor. Cevaplarımızı ve araştırmalarımızı incelerseniz bu usulümüzü yakından görebilirsiniz.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Araf suresinin 204. ayetinin tefsirinde şunları söylemektedir.
“Akıllı olmayandan ve cansız varlıklardan sadır olan seslere kırâat denilemeyeceği gibi, aks-i sadadan, yani sesin yankılanmasından meydana gelen işe de kırâat denilemez. Bunun içindir ki, fakihler bir kırâatin yankılanmasından hasıl olan yankının kırâat ve tilâvet sayılamayacağını ve bundan dolayı tilâvet secdesi lazım gelmeyeceğini beyan etmişlerdir. Bir kitabı sessiz olarak okumaya kırâat denilemeyeceği gibi, çalan veya çınlayan yankı yapan bir sesi dinlemek de kırâat dinlemek demek değildir. Şu halde Kur’ân okuyan bir okuyucunun sesini aksettiren bir cihazdan gelen sese de kırâat denilemez. Bu gibi sesler bir kırâat değil, bir kırâatin yankısı ve yansımasıdır, bunlara dinleme ve susma emrinin hükmü terettüp etmez. Yani dinlenilmesi ve susulması vacip olan Kur’ân, cihazda çalınan Kur’ân değil, bir insan tarafından okunan Kur’ân’dır.