Dua
Bu zikrin anlamı şudur:
“Güç ve kuvvet, sadece Yüce ve Büyük olan Allah’ın yardımıyla elde edilir.”
Bir kişi bu cümleyi söylediği anda “Allah’ım! Senin yardımın olmadan ben hiçbir şey başaramam. Ve senden başka dayanacak hiçbir şeyim yok” itirafında bulunmaktadır.
Görüntülü cevabımız için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:
www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/la-havle-ve-la-kuvvete-illa-billah-ne-demek.html
Cevşen Farsça asıllı bir kelime olup sözlükte “zırh” ve “savaş elbisesi” anlamına gelir. Terim olarak Şiî kaynaklarında Ehl-i beyt tarikiyle Hz. Peygamber’e isnat edilip Cevşen-i Kebîr ve Cevşen-i Sagir diye bilinen, metinleri birbirinden farklı iki duanın ortak adıdır. (Mehmet Toprak, “Cevşen”, Diyanet İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul 1993, cilt: 7, sayfa: 462.)
Cevşen aslı itibari ile Sünni değil, Şii kaynaklarda bulunmaktadır. Peygamberimize ait olduğu iddia edilen bu dua, hadis kitaplarının hiçbirinde yer almaz. Peygamberimizin onu boynuna astığı veya sahabilerine astırdığı şeklindeki rivayetlerin hiçbiri doğru değildir.
“Cevşen-i Kebîr, bir kısmı naslarda yer alan, mâna ve muhteva bakımından Allah’a nisbetinde hiçbir sakınca bulunmayan kelime ve cümlelerle münâcât ve niyazlardan ibaret bir metin olup bu tür metinlerle duada bulunmak, dinî hayat bakımından tavsiyeye şayan bir davranış olarak görülür. Ancak Cevşen-i Kebîr diye bilinen ve Mûsâ el-Kâzım’dan itibaren imamlar yoluyla Hz. Peygamber’e nisbet edilmiş bir hadis olarak rivayet edilen yaklaşık on beş sayfalık metnin sahih olması mümkün görünmemektedir. Zira bu metin, bilinen bir olayı, bir kıssayı veya tarihî bir vakayı anlatan, hafızada tutulması kolay metinlerden farklı olarak her kelime ve cümlesinin büyük bir titizlikle zaptedilip tekrarlanması, Hz. Peygamber’den alınıp rivayet edilmesi imkânsız denecek kadar güçtür. Duanın Sünnî hadis mecmualarında yer almaması, aynı şekilde Şiî hadis külliyatının ana kaynağı durumundaki kütüb-i erbaada da bulunmaması, sadece dua mecmuaları gibi ikinci derecede bazı kitaplarda mevcut olması da bu görüşü desteklemektedir.” (Mehmet Toprak, “Cevşen”, DİA, cilt: 7, sayfa: 463.)
Dua, boyna asmak için değil, onunla Allah’a yalvarmak için öğrenilir veya yazılır. Cevşenin içinde güzel dua ve zikirler bulunmaktadır. Ama hurafelere inanarak ve aslı astarı olmayan beklentiler içine girerek onları okumak ve üzerinde taşımak caiz değildir.
Kişi duayı, bir şeyi boynuna asarak değil; içten, samimi bir şekilde Allah’a yalvararak yapmalıdır. Peygamberimiz böyle yapmıştır. İlgili hadisler şöyledir:
Ebû Saîd radıyallahu anh’den rivayete göre o şöyle demiştir:
“Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem göz değmesinden ve cinlerin şerlerinden dolayı Allah’a sığınır ve dualar okurdu. Muavvizetân sûreleri denilen Nâs ve Felak sûreleri nazil olunca diğer okuduğu şeyleri bıraktı ve bu iki sûreyi okumaya başladı.” (Tirmizi, Tıbb 16; İbn Mace, Tıbb 33)
Âişe radıyallâhu anhâ anlatıyor:
“Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm her gece yatağına girdiği zaman, ellerine üfleyip Nas ve Felak surelerini ve Kul hüvallahu ahad’i okur ellerini yüzüne ve vücuduna sürer ve bunu üç kere tekrar ederdi. Hastalandığı zaman aynı şeyi kendisine yapmamı emrederdi.” (Buhari Fedâilu’l-Kur’ân 14, Tıbb, 39, Daavat 12; Müslim, Selâm 50; Tirmizi, Daavât 21; Ebu Dâvud, Tıbb 19)
Kenzü’l-Arş ve Kadeh duası ne Peygamberimiz zamanında ne de sahabe döneminde bulunan dualardandır. Bunlar çok sonraları ortaya çıkmış ve çeşitli rakam ve vaatlerle abartılmış şeylerdir. Bunların yerine ayet ve hadislerde tavsiye edilen duaları anlamları ile birlikte öğrenmek ve bunlarla Allah’a dua etmek gerekir.
Kur’an-ı Kerim’den örnek dualar için lütfen aşağıdaki linkte bulunan yazıyı okuyunuz:
www.suleymaniyevakfi.org/ramazan/ramazan-ve-dualarimiz.html
Peygamberimizden nakledilen duaları görmek için de İmam Nevevi’nin Türkçeye birçok defa tercüme edilen “el-Ezkâr/Peygamberimizden Dualar” adlı kitabını tavsiye edebiliriz.
Ömer b. Hattâb radıyallahu anh’tan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir:
“Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem duâda ellerini kaldırdığı zaman onları yüzüne sürmedikçe indirmezdi.” Muhammed b. Müsenna kendi rivâyetinde: “Onları yüzüne sürmedikçe indirmezdi” demektedir. (Tirmizî, Daavât, 11.)
Bu hadisi rivayet eden Tirmizî şöyle bir açıklama yapmıştır:
Bu hadis, sahih garibtir. Sadece Hammad b. İsa’nın rivayetiyle bilmekteyiz. O, bu hadisi tek başına rivayet etmiştir. Bu kimsenin hadis rivayeti azdır. Bazı kimseler ondan hadis rivayet etmişlerdir. Hanzale b. Ebî Sûfyân güvenilir bir kimse olduğunu söylemiştir.
Hadis âlimlerinden İbn Hacer el-Askalânî, Bulûğu’l-Merâm adlı kitabında, Ebû Dâvûd ve diğer bazı hadis kitaplarında Abdullah İbn Abbas’tan buna benzer başka bir hadisin de nakledildiğini, bu hadisler birlikte değerlendirildiğinde bunun hasen bir hadis olduğunu ifade etmektedir. (Bkz: İbn Hacer el-Askalânî, Bulûğu’l-Merâm, Bâbu’z-Zikr ve’d-Duâ, 1582-1583 numaralı hadisler)
Bu bilgiler ışığında duadan sonra elleri yüze sürmenin sünnet olduğu söylenebilir.
Bildiğimiz kadarıyla bu uygulama sadece Türklere mahsustur. Bunun ayet veya hadislerde herhangi bir dayanağı yoktur.
Kunut ve yağmur duasında olduğu gibi şer’i bir delile dayanan toplu dualarda herhangi bir sakınca bulunmamaktadır. Bu gibi yerlerde topluca dua edilir. Bunun dışında namazlardan hemen sonra, cenaze defnettikten sonra, Arafat’ta, yemekten sonra vs. gibi durumlarda topluca dua edilebileceğine dair Nebîmizden nakledilen herhangi bir uygulama yoktur. Sahih olan uygulama, bu gibi yer ve durumlarda kişinin yalnız başına dua etmesidir.
Tespit edebildiğimiz kadarıyla sağlam kaynaklarda Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in dua ederken ellerini kaldırdığı belirtilmekte; fakat avuçlarının ayrı mı, yoksa birleştirilmiş bir vaziyette mi olduğu hakkında herhangi bir bilgi verilmemektedir. Fakat hadis âlimlerinden Hafız el-Irâkî, Taberânî’nin Mu’cemu’l-Kebîr adlı eserinde, Abdullah b. Abbas’ın bir rivayetine yer verdiğini söylemektedir. Bu rivayette İbn Abbas, Resûlullâh’ın dua ederken ellerini birleştirdiğini söylemektedir. Ama Irâkî bunun zayıf bir rivayet olduğunu belirtir. (el-Irâkî, Tahrîcu Ehâdîsi’l-İhyâ, c: 1, s. 256)
Buna göre duada ellerin birleştirebilmesi ya da ayrılması konusunda bağlayıcı herhangi bir emrin olmadığı rahatlıkla söylenebilir.
Yukarıdaki duanın manası: “Ey, daima diri olan ve yarattıklarını her an yönetip koruyan Allah’ım! Merhametin sebebiyle senden yardım istiyorum.” şeklindedir.
Bu tür dualar Süleyman Çelebi’nin Mevlid‘i gibi kitaplarda yer alır. Ama böyle dua olmaz! Bu konuda Hanefî alimlerden İbn Ebi’l-İzz şöyle diyor:
“Kişinin, Allah’tan başkasını duasının kabulüne sebep kılması ve onunla tevessülde bulunması caiz değildir… O şöyle demek ister: “Falanca senin salih kullarından olduğu için duamı kabul eyle.” Onun Allah‘ın salih kulu olmasıyla berikinin duası arasında ne ilgi, ne bağlantı olabilir? Bu, duada taşkınlık yapmaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Rabbinize için için ve yalvararak dua edin. O, taşkınlık yapanları gerçekten sevmez.” (A’râf, 7/55)
Bu ve benzeri dualar, sonradan uydurulmuştur. Böyle bir dua ne Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemden, ne sahabeden, ne tabiînden, ne de imamların birinden aktarılmıştır. Allah hepsinden razı olsun. Bu, ancak cahillerin ve bazı tarikatçıların yazdığı tılsımlarda bulunabilir.” (Ali b. Muhammed b. Ebî’l-İzz ed-Dimaşkî, Şerhu’l-Akîdeti’t-Tahâviyye, Beyrut, 1408/1988, c.1, s. 295-297)
İstihare; “yapılması düşünülen bir işin, Allah katında hayırlı olan şekliyle gerçekleşmesini istemek” demektir. İstihare yani hayırlı olanı isteme, bir duadır. Nasıl dua edileceğini Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de bize öğretmiş, Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem de bunu uygulayarak bizlere örnek olmuştur:
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Muhakkak ki Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 2/153)
Câbir radıyallahu anh’ın şöyle dediği nakledilmiştir:
“Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem bütün işlerinde, Kur’an’dan sûre öğretir gibi istihareyi de öğreterek şöyle derdi: “Sizden biriniz bir işe niyetlendiği zaman farzın dışında iki rekât nafile namaz kılsın ve şöyle desin:
“Allah’ım! Senden, senin ilim ve kudretinden hayır beklerim. Senin büyük lütfundan talep ederim. Şüphesiz senin her şeye gücün yeter; benim gücüm yetmez. Sen bilirsin, ben bilemem. Sen bütün gizlilikleri bilensin. Allah’ım! Eğer bu işi dinim, yaşayışım ve işimin sonucu veya dünya veya ahiretimin sonucu bakımından benim için hayırlı olduğunu bilirsen o işi bana takdir et, kolaylaştır ve onu bana mübarek kıl. Eğer bu işi; dinim, yaşayışım ve işimin sonucu veya dünya veya ahiretimin sonucu bakımından benim için şer olarak bilirsen, onu benden, beni de ondan uzak eyle. Nerede olursa olsun benim için hayır olanı takdir et. Sonra da beni bu hayırdan memnun kıl.” (Buharî, Teheccüd, 25, Deavât, 49, Tevhid, 10; İbn Mace, İkâme, 188; Ahmed b. Hanbel, 3/344)
Maliki fakihlerinden İbnu’l-Hâc el-Abderî, istiharenin bundan ibaret olduğunu, ayrıca bir işaret almak amacıyla kişinin veya bir başkasının onun adına rüya görmek üzere uyumasının, gün ve kişi adlarından uğur çıkarma gibi davranışlara başvurmasının bid’at olduğunu belirtir. (Salim Öğüt, “İstihâre”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 2001, cilt: 23, sayfa: 334.)
Rüyada beyaz veya yeşil renk görmenin hayra; siyah veya kırmızı görmenin ise şerre yorulmasının herhangi bir dini dayanağı bulunmamaktadır. Çünkü istihare / hayırlı olanı isteme; bir duadan ibarettir, rüya ile hiçbir ilgisi yoktur.
İstihare kişisel bir olaydır. Kişinin gerekli bütün çabayı gösterip araştırma ve istişarelerini tamamladıktan sonra hakkında hayırlısını takdir etmesi için Allah’a dua etmesinden ibarettir. Kişi, bunun sonucunda yine serbesttir. Dilerse yapar dilerse yapmaz. İstiharenin kesin bir bağlayıcılığı yoktur.
İSTİHÂRE DUASI
اللَّهُمَّ إِنِّي أَسْتَخِيرُكَ بِعِلْمِكَ وَأَسْتَقْدِرُكَ بِقُدْرَتِكَ، وَأَسْأَلُكَ مِنْ فَضْلِكَ الْعَظِيمِ، فَإِنَّكَ تَقْدِرُ وَلاَ أَقْدِرُ وَتَعْلَمُ وَلاَ أَعْلَمُ وَأَنْتَ عَلاَّمُ الْغُيُوبِ، اللَّهُمَّ إِنْ كُنْتَ تَعْلَمُ أَنَّ هَذَا الأمْرَ خَيْرٌ لِي فِي دِينِي وَمَعَاشِي وَعَاقِبَةِ أَمْرِي أَوْ عَاجِلِ أَمْرِي وَآجِلِهِ فَاقْدُرْهُ لِي وَيَسِّرْهُ لِي ثُمَّ بَارِكْ لِي فِيهِ، وَإِنْ كُنْتَ تَعْلَمُ أَنَّ هَذَا الأمْرَ شَرٌّ لِي فِي دِينِي وَمَعَاشِي وَعَاقِبَةِ أَمْرِي أَوْ فِي عَاجِلِ أَمْرِي وَآجِلِهِ فَاصْرِفْهُ عَنِّي وَاصْرِفْنِي عَنْهُ، وَاقْدُرْ لِي الْخَيْرَ حَيْثُ كَانَ ثُمَّ رَضِّنِي بِهِ
OKUNUŞU: “Allâhümme innî estehîruke bi ilmike ve estakdiruke bi kudretike ve es’elüke min fadlike’l-azîm. Fe inneke takdiru ve lâ akdiru ve ta’lemu ve lâ a’lemu ve ente allâmu’l-ğuyûb. Allâhümme in künte ta’lemu enne hâze’l-emra hayrun lî fî dînî ve meâşî ve âkıbeti emrî ev ‘âcili emri ve âcilihî fakdurhu lî ve yessirhu lî sümme bârik lî fîhi. Ve in künte ta’lemu enne hâze’l-emra şerrun lî fî dînî ve maâşî ve âkıbeti emrî ev ‘âcili emri ve âcilihî fasrifhu annî vasrifnî anhu vakdur lî el-hayra haysü kâne. Sümme raddınî bihî.”
ANLAMI: “Allah’ım! Senden, senin ilim ve kudretinden hayır beklerim. Senin büyük lütfundan talep ederim. Şüphesiz senin her şeye gücün yeter; benim gücüm yetmez. Sen bilirsin, ben bilemem. Sen bütün gizlilikleri bilensin. Allah’ım! Eğer bu işi dinim, yaşayışım ve işimin sonucu veya dünya veya ahiretimin sonucu bakımından benim için hayırlı olduğunu bilirsen o işi bana takdir et, kolaylaştır ve onu bana mübarek kıl. Eğer bu işi; dinim, yaşayışım ve işimin sonucu veya dünya veya ahiretimin sonucu bakımından benim için şer olarak bilirsen, onu benden, beni de ondan uzak eyle. Nerede olursa olsun benim için hayır olanı takdir et. Sonra da beni bu hayırdan memnun kıl.” (Buharî, Teheccüd, 25, Deavât, 49, Tevhid, 10; İbn Mace, İkâme, 188; Ahmed b. Hanbel, 3/344)
İstihare ile ilgili olarak aşağıdaki linkleri de tıklayın:
www.fetva.net/namaz/istihare-namazinin-dinimizdeki-yeri-nedir.html