Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Blog

Sad sûresi 29. ayeti niçin meallerden farklı bir şekilde tercüme ettiniz?

Ayetin mealine herhangi bir ekleme yapılmamıştır. “Ayetlerindeki ilişkiler ağını görsünler” ifadesi; لِّيَدَّبَّرُوا آيَاتِهِ kelimelerinin mealidir.

لِّيَدَّبَّرُوا sözüدُبْر kökündendir ve ليتدبروا = tedebbür etsinler, anlamındadır. دُبْر “arka” demektir. Tedebbür, bir şeyin önünü, arkasını ve anlamının nereye varacağını düşünmektir[1].

Keşşaf tefsirinde bu ayetle ilgili şöyle bir açıklama vardır:

“Ayetleri tedebbür; onları düşünmek, ilk anlamının götürdüğü doğru bağlantıları ve güzel manaları görmektir. Çünkü okunan ayetin ilk anlamı ile yetinen, çoğu kere ondan fayda görmez. Bu kişi yeni doğum yapmış bol sütlü devesi olduğu halde onu sağmayan kimse gibidir. Ya da çokça doğum yapabilecek bir dişi tayı olan, ama ondan yavru almak istemeyen kişiye benzer. (Tabiîn ulemasından) Hasan (Basrî)’nin şöyle dediği bildirilmiştir:

“Bu Kur’an’ı, bağlantılarını bilmeyen çocuklar ve köleler de okurlar. Harflerini ezbere bilirler ama onu çevreleyen şeyin farkında olmazlar. Böyle birisi tutar der ki: “Vallahi, bir tek harf bırakmadan Kur’an’ı okudum.” Ama vallahi o Kur’ân’ın tamamını bırakmıştır. Çünkü onun ahlakında da davranışında da Kur’ân’ın etkisi görülmez. Vallahi! Onu çevreleyen şeyi bilmeden ezberlemek de ne oluyor? Vallahi onlar doğru karar veren kişiler olmadığı gibi hafız da değillerdir. Allah böyle insanların sayısını artırmasın!… Allahım! Bizi tedebbür eden âlimlerden eyle. Kendini bir şey sayan okuyuculardan da koru[2].”

Tedebbürün Türkçe karşılığını meale taşıyabilmek için “ayetlerindeki ilişkiler ağını görsünler” ifadesini kullandık. Onun yerine “ilişkili olduğu ayetleri düşünsünler” ifadesi de kullanılabilirdi. Bize göre ayetin anlamı Türkçeye başka şekilde taşınamaz.

 


[1] ودَبَّرَ الأَمْرَ وتَدَبَّره: نظر في عاقبته، ، والتَّدَبُّر: التفكر فيه. Lisan’ul-Arab.

[2] Ebu’l-Kasım Carullah Mahmud b. Ömer ez-Zemahşerî, elKeşşâf, Tahkik: Adil Ahmed Abdülmevcud, Ali Muhammed Muavvıd, Mektebetü’l-Ubeykan, Riyad, 1998, c: 5, s. 263.

Kâbe’nin içinde ne var?

“İçi dört köşe bir oda görünümünde olan Kâbe’nin Rüknü’l-Irâki köşesinde dama çı­kılan merdiven ve önünde “tövbe kapısı” denilen bir kapı yer alır. Taban mermer döşeli, duvarlar 2 m. yüksekliğe kadar mermer kaplamalıdır. Yapılan onarım ve yeniden inşalarla ilgili olarak batı duvarı­na beş, doğu ve kuzey duvarlarına birer kitabe yerleştirilmiştir. Tabanın ortasında, Abdullah b. Zübeyr zamanından kalma güney-kuzey yönünde dizilmiş üç ağaç direk ve bunlardan kapının karşısındakinin önünde batı du­varına doğru Hz. Peygamber’in namaz kıldığı yer bulunmaktadır; burası secca­de şeklinde bir mermerle belirtilmiştir. Tavan ve duvarlar, yukarıdan mermer kaplamalara kadar inen çepeçevre kır­mızı atlastan yapılmış bir perde ile örtülü­dür. Tavan ile dam arasında 1,33 m. yük­sekliğinde bir açıklık vardır.” (Sadettin Ünal, “Kâbe”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 24, s: 15)

İnsanlık için faydalı işler yapan gayrimüslimlere rahmet okunur mu?

Gayrimüslim olarak öldükleri kesin olarak bilinen kimselere rahmet okumak caiz değildir. Bu, aşağıdaki ayete göre yasaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Cehennem ahalisi oldukları iyice belli olmuş olan müşriklerin bağışlanmalarını istemek ne Nebîye düşer ne de müminlere; isterse en yakınları olsun.” (Tevbe, 9/113)

İnsanlık için faydalı çalışmalar ortaya koyan gayrimüslimler için yapılacak dua, onların hidayetini istemektir. Yani “Allah ona/onlara hidayet nasip etsin” şeklinde dua edilebilir.

Gayrimüslim olarak ölenlerin yaptıkları ameller ile ilgili cevap için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/gayrimuslimlerin-iyi-amelleri-ne-olacak-onlara-faydasi-olacak-mi.html

Sadece düşünmek suretiyle adak adanmış olur mu?

Hayır, bu düşünce adak olmaz. Çünkü adak, kişinin üzerine vacip olmayan bir ibadeti yapacağına dair Allah Teala’ya söz vererek kendine vacip kılmasıdır.

Hastalık veya yolculuk gibi meşru mazeretlerden dolayı tutulamayan oruçların kaza edilmesi üzerinize farz olduğu için, onun adağa dönüştürülmesi mümkün olmaz.

Dolayısıyla bu 7 günlük orucu peş peşe tutmanız gerekmez. Belirli aralıklarla tuttuğunuzda sorumluluğunuzu yerine getirmiş olursunuz.

Konuyla ilgili olarak aşağıdaki linklerde bulunan soru-cevapları da okumanızı tavsiye ederiz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/hamileyken-tutulamayan-oruclar-ne-zaman-kaza-edilmelidir.html

www.fetva.net/yazili-fetvalar/hastaliktan-dolayi-bozulan-orucun-yerine-kac-gun-oruc-tutulur.html

Bize birisinin kusuru anlatıldığında nasıl davranmamız gerekir?

Anlatılan kusur, çevreye zarar verecek olmasından dolayı düzeltilmesi gereken bir kusur ise aşağıdaki ayete göre davranmanız gerekir:

“Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hucurât, 49/6)

Fakat kusur, sadece sahibini ilgilendirip başka kimseye zarar vermeyecek bir nitelikte ise bu durumda da aşağıdaki ayete ve hadislere göre amel etmek gerekir:

“Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zanların bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın. Kiminiz kiminizi gıybet etmesin. Hiç sizden biriniz ölmüş kardeşinin cesedini dişlemekten hoşlanır mı? İşte bundan hemen tiksindiniz! Öyleyse Allah’ın azabından korkun da bu çirkin işten kendinizi koruyun. Allah tevbeleri kabul eder, ikramı boldur.” (Hucurât, 49/12)

Ebû Hureyre radıyallahu anh‘den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Zandan sakınınız. Çünkü zan (yersiz itham), sözlerin en yalan olanıdır. Başkalarının konuştuklarını dinlemeyin, ayıplarını araştırmayın, birbirinize karşı öğünüp böbürlenmeyin, birbirinizi kıskanmayın, kin tutmayın, yüz çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları! Allah’ın size emrettiği gibi kardeş olun.” (Buhari, Nikah, 45, Ferâiz, 2, Edep, 57, 58; Müslim, Birr, 28 (2563); Ebu Davud, Edep 37, 48; Muvatta, Hüsnü’l-Huluk, 15; Ahmed b. Hanbel, 2/287, 342, 465, 470, 482, 492, 517, 539)

Muâviye radıyallahu anh şöyle dedi: Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim:

“Müslümanların ayıplarının, gizli durumlarının peşine düşer, araştırmaya kalkışırsan, onların ahlâkını bozarsın veya onları buna zorlamış olursun.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 37)

Abdullah İbn Mes’ûd radıyallahu anh, bir gün kendisine bir adam getirilerek, “Bu, sakalından şarap damlayan falanca kişidir” denildiğini, bunun üzerine kendisinin de şu cevabı verdiğini bildirmektedir:

“Biz ayıp ve kusur araştırmaktan menedildik. Kendiliğinden bir kusur veya ayıp ortaya çıkarsa biz onun gereğini yaparız.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 37 )

Başörtüsü nasıl bağlanmalıdır? Bunun bir ölçüsü var mıdır?

Başsağlığı dilemek için kilisedeki cenaze törenine katılmak caiz midir?

Aile, akraba ve dost çevrenizden vefat edenlerin cenaze törenlerine katılabilir, bu maksatla kiliseye gidebilir ve başsağlığı dileğinde bulunabilirsiniz. Ancak onlar için dua okumanız uygun olmaz. Çünkü gayrimüslim olarak öldükleri kesin olarak bilinen kimselere rahmet okumak caiz değildir. Bu, aşağıdaki ayetlere göre yasaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Onlardan biri ölürse namazını asla kılma. Mezarı başında da bulunma. Çünkü onlar Allah’ı ve elçisini göz ardı ettiler ve fasık olarak öldüler.” (Tevbe, 9/84)

“Cehennemlik oldukları iyice belli olmuş olan müşriklerin bağışlanmalarını istemek ne Peygambere düşer ne de müminlere; isterse en yakınları olsun.” (Tevbe, 9/113)

Ailenize ve dostlarınıza iyi muamelede bulunmaya devam edin. Kendileri ile dostluk kurulması yasak olan kişilerin özellikleri şunlardır:

1- Dinimizden dolayı bizimle savaşmaları,

2- Bizi yurdumuzdan çıkarmaları,

3- Yurdumuzdan çıkaranlara destek vermeleri.

Bu çizgileri çiğneyenlerle dostluk kuramayız. Bahsettiğiniz kişiler bu özellikte olmadığı için onlarla ilişkilerinizi iyi tutmanızda bir sakınca yoktur. Konuyla ilgili biraz daha geniş bilgi almak için aşağıdaki linkte yer alan yazıyı okumanızı tavsiye ederiz:

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/musluman-olmayanlarla-iliskiler.html

Alkollü içkilerin bazı hastalıkların tedavisinde kullanılması caiz mi?

İçki ve kumar hakkında Allah Teala şöyle buyurmuştur:

“Sana hamrı (sarhoşluk veren maddeleri) ve kumarı soruyorlar. De ki, her iki­sinde bü­yük günah ve in­sanlar için yarar­lar vardır. Ama bunların günahı yararlarından büyüktür…” (Bakara, 2/219)

Doktor tavsiyesine göre ölçülü alındığında bir kısım içkilerin bazı bünyelerin güçlenmesini sağlama­sı, önemli miktarlarda ticarî ve ekonomik gelirlerinin bulunması ve kullanana geçici zevk vermesi; kumarda bazılarının hiç zorlanmadan bedavadan mal ele geçirmesi, bu esnada piyasaya büyük oranlarda  para akışının sağlanması gibi hususlar bu ayette sayılan birtakım menfaat kapsamına girer. Fakat günahları bu tür yararlarından büyük olduğu için bunların Müslümanlar tarafından kullanılması asla ve asla caiz değildir.

Başka bir ayette Allah Teala şöyle buyurmuştur:

“Müminler! Sarhoş edici içkiler kumar, dikili taşlar ve fal okları şeytan işi pisliklerdir. Onlardan uzak durun ki umduğunuza kavuşasınız.

Şeytanın istediği tek şey sarhoş edici içkiler ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin sokmak bir de  Allah’ın zikri (olan Kur’an)’dan ve namazdan sizi alıkoymaktır. Artık vazgeçersiniz değil mi?” (Maide, 5/ 90-91)

Tarık b. Süveyd, Hz. Peygambere şarap konusunda sordu. O da onu men etti. Soran adam: “Ama ben onu yalnızca ilaç ve tedavi için yapıyorum” deyince de: “O, ilaç değil, derttir” buyurdu. (Müslim, Eşribe, 12 (1984); Ebû Dâvûd, Tıp, 11.)

Ebu’d-Derdâ’dan rivayet olunduğuna göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

“Kuşkusuz Allah hastalığı da şifayı da yarattı ve her dert için bir derman yarattı. Binaenaleyh (Allah’ın yarattığı bu şifalı ilaçlarla) te­davi olmaya çalışınız, (fakat) haramla tedavi olmaya kalkışmayınız” buyurmuştur. (Ebu Davud, Tıp, 11)

Bu hadise göre içilmesi kesin olarak haram olan içki ve çeşitleri tedavi yöntemi olamaz. Bu gibi durumlarda başka tedavi yolları aramak gerekir.