Tevbe
Ayetin meali şöyledir:
“Biz hangi elçiyi gönderdiysek bizim bilgimiz altında kendisine boyun eğilsin diye göndermişizdir. Onlar, kendilerini kötü duruma düşürdüklerinde sana gelseler ve (senin huzurunda) Allah’tan bağış dileselerdi sen de onların bağışlanması için dua etseydin[1], o zaman Allah’ın kendine yönelenlerin dönüşünü (tevbesini) kabul ettiğini ve ne kadar merhametli olduğunu elbette göreceklerdi.”
Tevbe, dönüş yapmak demektir. Kişinin yaptığı günahtan pişmanlık duyup bir daha işlememeye karar vermesi tevbedir. Allah’tan bağış dilemesi de istiğfardır. Bu, onun tek başına yapacağı bir iştir. Onun için Kur’an’da, tevbe ile ilgili emirler, doğrudan günahı işleyenlere yöneliktir. Çünkü bizde, Hristiyanlar gibi günah çıkarma yoktur. Tevbe için bir hocanın yanına gitmek de gerekmez.
Bu ayet tevbe ve istiğfardan bahsetmektedir. Yanlış bir iş yaptıkları zaman Resûlullâh’a gelmeleri pişman olmaları demektir. Bu bir tevbedir. Allah’dan bağış dilemeleri de istiğfardır. Resûlullâh’ın bağış dilemesi ise onlar için Allah’a dua etmesidir. Allah’ın elçisinin duasını almak pek güzeldir. Burada bir aracılık söz konusu değildir.
Allah Teâlâ şu emri vermiştir:
“Bil ki, Allah’tan başka tanrı yoktur. Senin günahın için; mümin erkek ve mümin kadınların günahı için bağışlanma dile. Allah, dolaştığınız yeri de durduğunuz yeri de bilir.” (Muhammed, 47/19).
(Bu konuda ayrıntı için bakınız. Abdülaziz Bayındır, Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış, Süleymaniye Vakfı Yayınları, s. 24-25.
[1] Ayetin asıl meali, “Resûl de onların bağışlanması için dua etseydi” şeklindedir. “Sen de onların bağışlanması için dua etseydin” yerine böyle denmesi, Arap edebiyatındaki iltifat sanatından dolayıdır. Bu tarz, Arapçada ifadeye güzellik kattığı halde Türkçede şaşkınlık doğurur. Çünkü bizde bu sanat yoktur. Bu sebeple ayete cümlenin akışına göre anlam verilmiştir.
Bizim konumuz günahkâr müminlerdir. İşaret ettiğiniz aşağıdaki âyetler ise kâfirlerle ilgilidir.
Allah Teala şöyle buyurmuştur:
وَالَّذِينَ كَفَرُوا لَهُمْ نَارُ جَهَنَّمَ لَا يُقْضَى عَلَيْهِمْ فَيَمُوتُوا وَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُم مِّنْ عَذَابِهَا كَذَلِكَ نَجْزِي كُلَّ كَفُورٍ . وَهُمْ يَصْطَرِخُونَ فِيهَا رَبَّنَا أَخْرِجْنَا نَعْمَلْ صَالِحًا غَيْرَ الَّذِي كُنَّا نَعْمَلُ أَوَلَمْ نُعَمِّرْكُم مَّا يَتَذَكَّرُ فِيهِ مَن تَذَكَّرَ وَجَاءكُمُ النَّذِيرُ فَذُوقُوا فَمَا لِلظَّالِمِينَ مِن نَّصِيرٍ .
“Kâfirlerin payına düşen Cehennem ateşidir. Ölümlerine hükmedilmez ki ölsünler, ateşin azabı da hafifletilmez. İşte kâfirlik edip duran herkesi böyle cezalandırırız.
Onlar orada; ‘Rabbimiz, bizi çıkar, yapıp ettiklerimizi değil, iyi şeyler yapalım.’ diye feryat ederler. ‘Sizi orada, doğru bilgisini kullanmak isteyene yetecek kadar yaşatmadık mı, hem size uyarıcı da geldi, öyleyse keyfinize bakın, yanlış yapanlara yardımcı olacak kimse yoktur.’ (denir).” (Fâtır, 35/36-37)
Günahkâr mü’minlerin cehenneme girip girmeyecekleri konusunda yukarıdaki bahsi geçen dersimizi aşağıdaki linkten izleyebilir, bilgisayarınıza indirebilirsiniz:
www.kurandersi.com/mukayeseli-fikih-muzakereleri/2011/muminler-cehenneme-girecekler-mi.html
Affedilmenin ön şartı, Allah’a boyun eğmek ve kulluğun şuuruna varmaktır. Bu da kuralın parçası olduğu için Allah Teala sık sık tevbe ve istiğfarda bulunmamızı emretmiştir. (İlgili ayetlerden bir kısmı için bkz: Bakara, 2/199; Muhammed, 47/19; Nûr, 24/31; Tahrîm, 66/8)
Sizin çizdiğiniz tablo ise sadece eşitler arasında olur. Bir kişiye olan borcunuzu zamanında ödedikten sonra yapmanız gereken başka bir şey kalmaz. Ama Allah ile kul arasında böyle bir eşitlik söz konusu değildir. Bu yüzden büyük günahlardan kaçınıyor olmak, müstakil bir emir olan tevbe ve istiğfârın terk edilmesini gerektirmez. Kaldı ki Allah Teala sadece günahlardan dolayı değil; elde edilen başarılardan, kavuşulan nimetlerden sonra da kendisine istiğfar edilmesini emretmiştir. Buna en iyi örnek, Nasr Suresi’dir. O surede Allah Teala şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın yardımı gelip önün açıldığında, insanların dalga dalga Allah’ın dinine girdiğini gördüğünde, her şeyi güzel yaptığından dolayı yine Rabbine yönel ve bağışlanma dile. Çünkü o, kendine yönelenleri kabul eder.” (Nasr, 110/1-3)
Dolayısıyla sadece günahların ardından değil; her daim istiğfarda bulunmaya devam etmemiz ve Peygamberimizin “Gerçek şu ki benim kalbim de perdelenir. Ben de her gün yüz defa Allah’tan bağışlanma dilerim/istiğfar ederim.” (Müslim, Zikir, 41 (2702); Ebû, Dâvûd, Vitir, 26. Ayrıca bkz:; Tirmizi, Tefsîr, 47; İbn Mâce, Edeb, 57) şeklindeki buyruğunu aklımızdan çıkarmamamız gerekir.
Şirkten vazgeçip Müslüman olan bir kişi hatasını anlamış, tevbe etmiş olur. Tevbe etmek, “dönüş yapmak ve bir daha o günaha dönmemeye karar vermektir. Bu kişi, iyi işler yaparak kendini düzeltirse günahları sevaba çevrilir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Rahman’ın kulları… Allah ile beraber başka bir tanrıyı yardıma çağırmazlar. Haklı bir sebep yoksa Allahın dokunulmaz kıldığı canı öldürmezler; zina etmezler. Kim bunları yaparsa günaha girer.
Kıyamet günü onun azâbı katlanır ve orada itibarsız olarak temelli kalır.
Ancak tevbe eden, inanan ve iyi iş yapan başka. Allah onların kötülüklerini iyiliğe çevirir. Allah bağışlar, ikram eder.
Kim tevbe edip iyi davranış gösterirse, şüphesiz o, tevbesi kabul edilmiş olarak Allah’a döner.” (Furkan 25/68–71)
İnsanda “huysuzluk” vardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“İnsan gerçekten pek huysuz yaratılmıştır. Başına bir fenalık gelince feryat eder, imkân verildiğinde de pinti kesilir.” (Meâric, 70/19-21)
İnsanda “nankörlük” vardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“İnsan, başı sıkışınca yan üstü veya oturarak ya da ayaktayken bize yalvarıp durur. Sıkıntısını giderdiğimizde de sanki sıkışıp da hiç yardım istememiş gibi geçer gider. Aşırılık edenlere, yaptıkları şey böylece güzel gösterilmiştir.” (Yunus, 10/12)
İnsanda “cimrilik” de vardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Mallarınız ve evlatlarınız sadece sınanmanız içindir. Allah’a gelince, büyük ödül, onun yanındadır.
Onun için gücünüzün yettiği kadar Allah’tan sakının. Dinleyin; itaat edin, infak edin ve kendiniz için hayır yapın. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa onlar umduklarını bulurlar.
Allah’a güzel bir ödünç verirseniz o, onu sizin için kat kat artırır ve sizi bağışlar, Allah iyiliği karşılıksız bırakmaz ve yumuşak davranır.” (Teğabun, 64/15-16-17)
Bütün bu özellikler, insanın kusurlu davranmasına sebep olur. Ama insan, neyi doğru neyi yanlış yaptığını tespit edecek güçtedir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“(Nefse) isyankârlığını ve takvasını ilham edenin hakkı için, onu arındıran gerçekten umduğuna kavuşmuş, kirletip karartan da her şeyini kaybetmiş olur.” (Şems, 91/8-10)
İyilik yapan, o iyiliğin neşesini içinde duyar, kötülük yapan da vicdan azabı çeker. Bu, Allah’ın büyük bir ikramıdır. Bu sayede kişi, hatadan dönme ve tevbe etme ihtiyacı duyar. Günah ne kadar ağır olursa olsun, tevbe kapısı daima açıktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“De ki: Ey aşırı gidip kendilerini tüketen kullarım! Allah’ın ikramından umudunuzu kesmeyin. Çünkü Allah günahların hepsini bağışlar. O, bağışlayıcıdır, ikramı boldur.
Rabbinize yönelin de size azap gelmeden önce ona teslim olun; yoksa yardım görmezsiniz.
Rabbinizden size indirilenlerin en güzeline, Kuran’a uyun. Sonra o azap size, beklemediğiniz bir anda gelir de hiç anlayamazsınız.” (Zümer, 39/53-55)
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Allah size açık açık anlatmak, sizden öncekilerin uygulamalarını göstermek ve tevbenizi kabul etmek ister. Allah bilir, doğru karar verir.
Allah ister ki, sizin tevbelerinizi kabul etsin; arzularının peşine takılanların isteği ise sizin iyice onlara yönelmenizdir.
Allah sizi rahatlatmak ister. İnsanoğlu zaten zayıf yaratılmıştır.” (Nisa, 4/26-28)
Kişi, tevbe etmeden ölmüş olsa, bu durumda Allah’ın bağışlamayacağı tek günah şirk günahıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Allah şirki bağışlamaz, onun dışında kalanı dilediği kimse için bağışlar.” (Nisa, 4/48)
Şirk, ortak etmek demektir. Allah’a şirk, ona ait özelliklerden birini veya bir kaçını başka bir varlıkta da görmektir. Bu varlık kimi zaman kişinin kendi arzuları olur. Ama çoğunlukla bunlar, Allah’a yakın sayılan büyükler ve ruhanilerdir. Din büyükleri ve ruhaniler, yarı insan yarı tanrı sayılarak Allah ile insan arasında arabuluculuk konumuna getirilirler. Onları din adamları temsil eder. Allah’ın ortağı ile ilişkide olmak, Allah ile ilişkide olmak sayılacağından din adamları bu yolla büyük bir din sömürüsü yaparlar. Her namazda okunan Fatiha suresinde “Allahım! Yalnız sana kul olur, yalnız senden yardım dileriz” ayetleri yer alır. Bu ayetlerin gereğini yapan Müslümanlar, şirkten ve sömürüden uzak bir dini hayat sürerler.
Sonuç olarak insan, bilerek veya bilmeyerek her türlü günah ve kusur işleyebilir. Ne zaman günahtan dönmek isterse tevbe kapılarının açık olduğunu bilmeli ve asla umutsuzluğa kapılmamalıdır.
Benzer bir görüntülü cevabımızı aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz:
www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/insan-sonunu-bile-bile-nicin-gunah-isliyor.html